Son Eklenenler:
- Kıbrıs’ta beklenmedik gelişmeler – Onur Öymen – Cumhuriyet Gazetesi – 18 Nisan 2025
- SPUTNİK AJANSININ ADANA MUTABAKATIYLA İLGİLİ SORULARINA KARŞILIK VERDİĞİM MÜLAKAT 27 OCAK 2019
- ODA TV’DEN NURZAN AMURAN’A VERİLEN MÜLAKAT 27 EKİM 2019
- 3 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 99. yıldönümü Hakkında 25 NİSAN 2019
- CUMHURİYETTE “ ABD’NİN AMACI DEVLETÇİKLER OLUŞTURMAK” ADLI MÜLAKAT 24 AĞUSTOS 2019
- GAZETE DURUM’DAN BAHADIR SELİM DİLEK İLE MÜLAKAT “VETO HAKKINI SONUNA KADAR KULLANMALIYIZ 23 MAYIS 2022
- Cumhuriyet gazetesi Tuncay Mollaveisoğlu imzasıyla ve “Türkiye Geri Adım Atamaz” başlığıyla yayınlanan mülakat 22 TEMMUZ 2019
- ABD BAŞKANI TRUMP’IN AMERİKA’NIN 1987 TARİHLİ ORTA MENZİLLİ NÜKLEER SİLAHLAR ANTLAŞMASINI (INF) ASKIYA ALMA KARARIYLA İLGİLİ OLARAK SPUTNİK HABER AJANSINA VE BAŞKA YAYIN ORGANLARINA VERİLEN DEMEÇ 22 ŞUBAT 2019
- Türkiye’deki Demokrasi, İnsan Hakları, Basın Özgürlüğü ve Düşünce Özgürlüğü Alanlarındaki Eleştiriler Hakkında 21 KASIM 2019
- Erdoğan ve ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence görüşmesi ardından 18 EKİM 2019
Berlin’de Düzenlenen Türk-Alman Ekonomik Forumu Konuşması
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in Berlin’de Düzenlenen Türk-Alman Ekonomik Forumunda Yaptığı Konuşma
27 Mayıs 2006
Sayın Başkan,
Laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin çok değerli Büyükelçisi,
Değerli konuklar,
Düzenlediğiniz bu önemli toplantıda bana da görüşlerimi sizlerle paylaşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Türkiye-AB ilişkilerinin içinde bulunduğu aşamada böyle bir toplantı düzenlenmesi gerçekten çok yararlı olmuştur. Biz Türk ve Alman işadamlarını yalnız ülkelerimiz arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinde kilit rol oynayan arkadaşlarımız olarak değil, aynı zamanda çok uzun yıllardan beri Türk-Alman dostluğuna hizmet eden ve Türkiye’nin AB üyeliği yolunda önemli katkılar sağlayan şahsiyetler olarak görüyoruz. O bakımdan bugün size yalnız ekonomik konularda değil, siyasi konularda da bazı görüşlerimi kısaca özetlemeye çalışacağım.
Avrupa bugün zor bir dönemeçten geçiyor. Avrupa Anayasasının Fransa ve Almanya tarafından reddedilmesi Avrupa’nın geleceği konusunda ciddi sorunlar ve belirsizlikler yaratıyor. Bunu biz de anlıyoruz ve Avrupa’nın bir an önce Anayasa tasarısının özünden uzaklaşmayacak düzenlemeler yaparak yeni bir yapılanmaya geçmesini temenni ediyoruz.
Ancak ne yazık ki, bazı çevreler karşılaşılan bu sıkıntıyı Genişleme sürecinin bir sonucu gibi takdim ediyorlar ve 2 ülkede Anayasa Taslağı reddedildi diye Türkiye gibi ülkelerin üyeliğinin askıya alınması, geciktirilmesi veya bu ülkelere özel statü verilmesi gibi önerilerde bulunuyorlar. Yani açıkça söylemek gerekirse bazıları bir günah keçisi arıyor.
Biz bu yaklaşımı çok yadırgıyoruz. Avrupa medeniyetinin temel değerlerinden biri, ahde vefa (pacta sund servanda) ilkesidir. Bizim Avrupalı dostlarımızdan beklediğimiz, bize verdikleri taahhütlere sadık kalmalarından ibarettir.
Yaşadığımız bu sıkıntıların özü nedir? Kuşkusuz AB’nin ve Avrupa Komisyonunun ve Avrupa Parlamentosunun Türkiye’ye yönelik eleştirilerinin tümünü geçersiz sayamayız. Hatta açık söyleyeyim. Biz CHP olarak Avrupa Komisyonunun ekonomi, yargı, eğitim, sağlık, tarım vs gibi pek çok konudaki eleştirilerini haklı buluyoruz. Bazı konularda farklı görüşlerimiz var ama bu bütün konuları ve eleştirileri reddettiğimiz anlamına gelmiyor.
Şimdiye kadar yaptığımız bazı Anaysa değişiklikleri ve 8 Uyum Paketi ile Türk mevzuatını büyük ölçüde AB’ye uyumlaştırmaya çalıştık. Biz de bu çabalara destek olduk, olumlu oy verdik. Şimdi Hükümet 9. Uyum Paketini Meclis gündemine getireceğini söylemiştir. Bu Paketi de olumlu bir yaklaşımla değerlendireceğiz. Ancak itiraf etmeliyim ki, Sayın Dışişleri Bakanının basına açıkladığı Paket bir çok konuda AB’nin ve bizim beklentilerimizi karşılamıyor. Başta milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılması, yolsuzluklarla mücadele, gelir dağılımında adaletin sağlanması, kayıt dışı ekonominin kayıt içine alınması, eğitim ve sağlık alanlarında köklü reformlar yapılması gibi birçok alanda hükümetten daha kapsamlı adımlar atmasını bekliyoruz.
AB’nin beklentileri içinde Türkiye Cumhuriyetinin temel taşını oluşturan Lozan Anlaşmasıyla bağdaşmayan bazı talepler de var. AB müktesebatıyla hiçbir ilgisi olmayan ve başka AB ülkelerinden de talep edilmemiş olan bu konularda hükümetin kararlı bir tutum sergileyerek AB’ye yeniden gözden geçirmesini tavsiye etmesini bekliyoruz.
Yalnız mesele Türkiye’nin atacağı adımlarla sınırlı değildir. Türkiye üzerine düşen her şeyi yerine getirse bile öyle anlaşılıyor ki, Avrupa’dan kaynaklanan sorunlar sıkıntı yaratmaya devam edecektir. Bazı önemli Avrupalı siyasi şahsiyetler, hatta hükümet mensupları bir süreden beri Türkiye’ye tam üyelik yerine özel bir statü verilmesini savunuyorlar.
Örneğin, Eski Fransız Başbakanlarından Edouard Balladur yayınladığı son kitabında Avrupa’nın oluşumunun iç içe geçen çemberlerden meydana geleceğini söylüyor. Ona göre Türkiye’nin yeri özel statülü bir dış çemberdir.
Bu gibi düşüncelerin de etkisiyle Avrupa kamuoyunun kafasında Türkiye’nin üyeliği konusunda soru işaretleri oluşuyor.
Türkiye’de hiçbir siyasi parti ve toplumun hiçbir kesimi tam üyeliğin altında bir öneriyi kabul etmiyor. Bun a rağmen Avrupa’da hala bu fikri ısrarla savunanlar var.
Bizce bu gidişe mutlaka bir son vermek gerekiyor.
Biz Türkiye’nin ana muhalefet partisi CHP olarak Türkiye’nin tam üyeliğinin hem kendi ülkemizin hem de Avrupa’nın yararına olacağına inanıyoruz. Türkiye’ye özel bir statü verilmesi için ileri sürülen bazı düşünceleri benimsemiyoruz ve bunların hedefin saptırılmasına yol açacağından endişe ediyoruz.
Daha 1963’de imzalanan Türkiye-AB ortaklık anlaşmasında bu ortaklığı hedefi Türkiye’nin tam üyeliği olarak belirtilmişti. O günden sonra kabul edilen bütün temel belgelerde bu hedef korunmuştur. Şimdi bu hedeften uzaklaşılması için bir neden görmüyoruz.
Anayasa referandumlarının iki ülkede reddedilmiş olmasını hiç kimse bu temel hedeften uzaklaşılması için bir bahane saymamalıdır.
Şimdi bizim kafamızdaki soru şudur: Acaba Avrupalı politikacılar kendi kamuoylarına yönelik beyanlarında Türkiye’yi bir yük gibi göstererek bu ülkenin üyeliğini mümkün olduğu kadar geciktirmeye, hatta imkansız kılmaya çalıştıklarını söyleyerek mi halktan destek almaya çalışacaklar, yoksa Türkiye’nin üyeliğinin Avrupa’ya neler kazandıracağını anlatarak mı halkı doğru yolda düşünmeye sevk edecekler?
Biz umuyoruz ki Avrupalı politikacılar meseleye uzun vadeli perspektiften bakarak Türkiye’nin üyeliğinin olumlu yönlerini ön plana çıkaracaklar ve kısa vadeli küçük politik hesapların esiri olmayacaklardır.
Meseleye objektif bir açıdan baktığımız zaman şunu görüyoruz: Bugün Avrupa’nın en ciddi sorunlarından biri enerji güvenliğidir. Halen Avrupa enerji ihtiyacının % 50’sini Birlik dışından ithal ediyor. 2030 yılına kadar bunun % 70’e yükselmesi bekleniyor. Avrupa 2030 yılına kadar petrol taşıma sistemlerinin yenilenmesi için 1 trilyon dolar harcayacak. Yenilenebilir enerji kaynaklarının bu ihtiyacın sadece küçük bir bölümünü karşılayabileceği anlaşılıyor. Dünyanın petrol ve doğal gaz kaynaklarının yaklaşık % 75’i bizim bulunduğumuz bölgededir. Bu kaynakların önemli bir bölümünün Türkiye üzerinden Batı pazarlarına aktarılması için petrol ve doğal gaz boru hatlarını inşa etmiş bulunuyoruz. Bazılarının inşaatı devam ediyor. Örneğin Azerbaycan petrolünü Türkiye üzerinden Akdeniz’e taşıyacak olan Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru hattının inşası bitmiştir ve bu boru hattı da Ceyhan limanına varmak üzeredir. Önümüzdeki haftalarda ilk tankere bu petrolü yüklemeye başlayacağız. 1774 kilometrelik bu boru hattı yalnız Türkiye için değil, petrol ithal eden bütün ülkeler için yeni ve güvenilir bir olanak sağlayacaktır. Çok daha önce inşa ettiğimiz yıllık 70.9 milyon ton kapasiteli Kerkük Yumurtalık Boru hattı da yıllardan beri Irak petrolünü Türkiye üzerinden dünya pazarlarına taşıyor. Karadeniz’in altından geçirerek inşa ettiğimiz Mavi Akım doğal Gaz boru hattı sayesinde yılda 16 milyar metreküp Rus gazını Türkiye ithal etmektedir. İran’la inşa ettiğimiz, yılda 10 milyar metreküplük kapasiteli boru hattı da 2001’den bu yana çalışmaktadır. Ayrıca Azerbaycan’daki Şahdeniz doğalgaz rezervlerinin gazını da petrol boru hattına paralel olarak inşa edeceğimiz bir hatla Türkiye’ye taşıyacağız. Mısır gazının da Türkiye üzerinden Türkiye’ye getirilmesi için de çalışmalar sürdürülüyor.
Özetle Avrupa’nın enerji güvenliğini öncelikli bir sorun olarak tartıştığı bu dönemde bu bağlantıları yapan Türkiye Yunanistan üzerinden İtalya’ya ve oradan da diğer Avrupa ülkelerine ihraç edeceği doğalgaz ve yakında yapımına başlanmasını ümit ettiğimiz Türkiye’yi Avusturya’ya bağlayacak ve daha büyük kapasiteli düşünülen Nabucco projesi de Avrupa’nın enerji ihtiyacına büyük katkı sağlayacaktır.
Avrupa’nın anlaşılabilir nedenlerden doğal gaz ithalatını çeşitlendirmeye çalıştığı bir dönemde bir NATO ülkesi olan Türkiye’deki boru hatları sisteminden yararlanması enerji güvenliği açısından özel önem taşıyacaktır. AB’nin bazı belgelerinde daha şimdiden Türkiye’nin bu konudaki stratejik önemi vurgulanıyor.
Enerji güvenliğinin yanı sıra genel olarak Avrupa’nın güvenliğine Türkiye’nin sağlayabileceği katkıyı da küçümsemek mümkün değildir.
Maastricht ve Amsterdam anlaşmaları ile temelleri atılan Avrupa Güvenlik Politikası Fransa Cumhurbaşkanı ile İngiltere Başbakanının 1998 yılının Aralık ayında St-Malo’da vardıkları mutabakattan sonra somut bir içerik kazanmıştır. AB’nin bir savunma ve güvenlik boyutu kazanması dünya politikasında daha etkin bir rol oynamasına imkan verecektir. Ancak bunu nasıl yapacaksınız?
Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra, AB ülkeleri savunma harcamalarını kıstılar, ordularını küçülttüler. Yeni bir askeri güç oluşturmak bütün ülkeler için son derece zordur.
Avrupa Ordusu konusunda en önemli ihtiyaç askerlerin yetenek dedikleri imkan ve kabiliyetleri artırmaktır. İşte NATO’nun 2. en büyük askeri gücü olan Türkiye bu açıdan da önemli bir katkı sağlayacaktır.
Ekonomik açıdan bakıldığında Türkiye 73 milyonluk büyük bir pazardır. Türkiye’nin Avrupa ekonomisine sağlayabileceği katkılar bugün Gümrük Birliği çerçevesinde sağladıklarından çok daha fazladır. Bugün Gümrük Birliği sadece sanayi ürünlerini kapsıyor. Tarım ve hizmet sektörleri de Gümrük Birliği kapsamına alındığında Türkiye ile AB arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler büyük bir sıçrama yapacaktır. Ayrıca Türkiye’nin geniş ithalatı Avrupa sanayicileri için büyük olanaklar yaratmaktadır.
Biz Türkiye ile AB arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesinde yeni yatırım olanakları yaratılmasını baştan Almanya olmak üzere Avrupa’daki Türk işadamlarının çok özel bir rol oynayacağına inanıyoruz. Unutulmamalıdır ki, Çin’e yapılan yabancı sermaye yatırımlarının yaklaşık % 75’i yurtdışındaki Çinli işadamları tarafından gerçekleştiriliyor. İşte biz Türk hükümetinin yurtdışındaki işadamlarımızı Türkiye’ye yatırım yapmaya teşvik edecek özel önlemler almasını öneriyoruz.
Son zamanlarda Türkiye’de maalesef büyük boyutlara ulaşan cari açığın kapatılmasında sıcak paranın önemli bir rol oynadığını görüyoruz. Biz bunu sağlıksız bir gelişme olarak değerlendiriyoruz. Dünya piyasalarında, başta ABD olmak üzere çeşitli ülkelerdeki para piyasalarında ve faizlerde meydana gelebilecek gelişmeler, bu sıcak paranın süratle Türkiye’den çıkması riskini de taşıyor. O bakımdan biz ekonominin gerçekten üretime dönük, yabancı yatırımlarla desteklenmesinin daha doğru bir yaklaşım olacağına inanıyoruz. Türkiye’ye yeni teknoloji getirecek, Türkiye’nin ihracat potansiyelini artıracak ve ülkemizde istihdam yaratacak yeni yatırımlar, mutlaka özendirilmeli ve desteklenmelidir.
Özelleştirme konusunda da Türkiye daha dikkatli ve diğer ülkelerin uygulamalarını da göz önünde bulunduran bir politika izlemelidir. Biz özelleştirmeyi sadece devlet için bir para kanma aracı olarak görmüyoruz. Nasıl Almanya’da Treuhand özelleştirme kararlarını alırken yeni teknoloji getirme, yeni yatırımlar yapma, istihdam yaratma gibi koşullar aradıysa, biz de Türkiye’de özelleştirme kararları alırken aynı ölçüleri kullanmalıyız. Bizce özelleştirme kısa vadeli bütçe açıklarını kapatmanın bir yolu olmamalıdır.
Ayrıca Fransa, İngiltere, Amerika, İtalya gibi ülkelerde gördüğümüz gibi stratejik değer taşıyan bazı sektörlerin ve kuruluşların özelleştirilmesinde devlet daha dikkatli davranmalı ve bu ülkelerdeki uygulamalardan esinlenmelidir. Gözü kapalı bir özelleştirme uygulamasının ülke çıkarlarına hizmet etmeyeceği kanısındayız. Özetle biz CHP olarak özelleştirmeye taraftarız ancak bunun ülke ekonomisine somut katkı sağlayacak, verimliliği artıracak ve çağdaş ülkelerin bu alandaki uygulamalarından esinlenecek bir özelleştirme olmasını istiyoruz.
Türkiye ekonomik alanda bazı güçlüklerle ve sıkıntılarla karşılaşıyor. Ağır işleyen bir bürokrasi ve oldukça yoğun biçimde karşımıza çıkan rüşvet ve yolsuzluk iddiaları yabancı yatırımları caydırıcı rol oynuyor. AB Raporunda da bu konuya kapsamlı olarak değinilmesi dikkatimizden kaçmadı.
Ben geçen Perşembe günü TBMM’de yaptığım bir konuşmada bu konuya ayrıntılı olarak değindim ve Türk hükümetinin bu alanda mutlaka acilen önlemler almasını önerdim. Bu sıkıntıları aştığı takdirde Türkiye, gerçekten dünya ekonomisinde çok etkili bir duruma gelecektir. Bugün toplan gayrı safi milli hasıla hesabına göre Dünyanın 17. en büyük ekonomisi olan Türkiye bundan daha yukarılara çıkacak olanaklara sahiptir. Bunun çaresi iyi yönetimdir. Ekonominin ve ülkenin iyi yönetimi çağdaş bir devlet reformu yapılması, yolsuzluklarla mücadele ve bürokratik engellerin önlenmesi Türkiye’nin önünü açacaktır.
Bütün bu konularda en önemli mesele Türkiye’nin iç istikrarını korumaktır. Bu da ancak temelleri Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte atılan demokratik ve laik devlet düzeninin korunmasıyla mümkündür. Atatürk’ün temel felsefesi bir yandan ülkeyi barış içinde yaşatmak, bir yandan da çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkartmaktı. Bunun için tespit ettiği iki önemli hedef, milli iradenin üstünlüğü ile din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, yani laiklikti.
Türkiye’nin sorunlarıyla ve geleceğiyle ilgilenen yabancı dostlarımızın bu temel unsurları gözden uzak bulundurmamalarını tavsiye ediyoruz. Bazı radikal, dini veya etnik grupların etkisiyle Tür Devletinin bu temel yapılarını zorlayacak önerilerde bulunanlar herhalde Türkiye’nin gerçeklerini tam olarak kavrayamayanlardır.
Türkiye’de din özgürlüğü tam olarak mevcuttur. Farklı dinlere mensup vatandaşlarına yüzyıllardan beri en geniş din ve ibadet özgürlüğünü tanıyan ülkelerin başında belki de Türkiye gelmektedir. Engizisyon zulmüne uğrayan Yahudileri 500 yıl önce kurtarıp onlara Türkiye’de güvenli ve özgür bir hayat sağlayan Osmanlı imparatorluğu olmuştu. Ermenileri İstanbul’a yerleştirip onlara her türlü özgürlüğü sağlayan Fatih Sultan Mehmet’tir. Osmanlı imparatorluğunun bazı çevrelerce büyük suçlamalara maruz bırakıldığı 1915 yılında Osmanlı hükümetinde 7 Ermeni Bakan bulunuyordu. Ve bunlardan biri Padişahın özel Hazinesinden sorumluydu. Hoşgörüyü bu kadar ileri götürmüş bir ülke hakkında hüküm verirken herkesin çok dikkatli olması lazımdır. Böyle bir toplantıda bunları niçin söylüyorum? Biz işadamlarının kendi ülkelerinde hem siyasi çevrelerin politika oluşturmasında hem de kamuoyu oluşturulmasında önemli rol oynadıklarına inanıyoruz. Türkiye ile çok yakında temas eden Alman ve diğer yabancı uyruklu işadamları yalnız kendi iş alanlarında değil, Türkiye’nin bu gerçeklerini kendi kamuoylarına duyurmakta da önemli rol oynayabilirler. Haklı eleştirilere saygı gösterdiğimizi ve gerekli düzenlemeleri yapmaya çalıştığımızı sözlerimin başında da belirtmiştim ama Türkiye’nin haksız eleştirilerden, suçlamalardan, baskılardan kurtarılması yalnız ülkemizin siyasi istikrarı açısından değil, uygun bir iş ve yatırım ortamı yaratılması açısından da önem taşımaktadır.
Özetle biz Türkiye olarak Türk ve yabancı işadamlarına en geniş ve uygun çalışma ortamı sağlarken, onların da Türkiye’nin doğru tanıtılmasına katkıda bulunmalarını bekliyoruz.
Benim Partim CHP ana Muhalefet partisidir. Biz Atatürk’ün 1923 yılında kurduğu bir partiyiz. Sosyal demokrasiye inanıyoruz ve Sosyalist Enternasyonale üyeyiz. Ancak şunu da ifade edeyim ki, dünyanın bugünkü gerçeklerinin de farkındayız ve piyasa ekonomisini kabul ediyoruz. Ancak piyasa ekonomisi çağdaş bir anlayışla uygularken, yoksullukla, işsizlikle mücadeleyi öncelikli hedef sayıyoruz. Vergi adaletinin sağlanmasına, bölgeler arasındaki dengesizliklerin giderilmesine önem veriyoruz. Bütün bu açılardan bizim savunduğumuz politikalar Avrupa’daki çağdaş sosyal demokrat partilerin politikalarından farklı değildir. Türkiye’de sosyal demokrasinin iktidara geçmesinden Avrupa’daki dostlarımız ve özellikle iş adamları hiçbir şekilde kaygı duymamalıdır. Biz Türkiye’de yalnız siyasi istikrar değil, iş hayatında da en verimli çalışma koşullarının yaratılmasına katkı sağlamayı hedefliyoruz.
Özetle şunu belirtmek istiyorum ki, biz Türkiye’nin bütün bu güçlükleri aşacak güce ve birikime sahip olduğuna inanıyoruz. Ancak Türkiye’nin en kısa zamanda ve eşit koşullarda AB’ye tam üye olabilmesi için iktidarın, muhalefetin, basının, iş çevrelerinin, akademik çevrelerin ve işçi sendikalarının çok yakın bir işbirliği içinde olmaları gerekmektedir. Bu milli davada küçük politika hesaplarını bir kenara bırakarak tam bir güç ve eylem birliği gerçekleştirebilirsek, bundan Türkiye de Avrupa da yarar sağlayacaktır.
Biz Avrupalı dostlarımızdan Türkiye’ye yönelik politikalarını ve bakış açılarını oluştururken sadece bazı radikal unsurların söylediklerini değil, herkesten önce halkın seçtiği siyaset adamlarının ve siyasi partileri muhatap almalarını bekliyoruz. Herkes bilmelidir ki, bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi iktidarla muhalefet arasında çeşitli konularda görüş farklılıkları vardır ama AB üyeliği konusu bizi ortak bir hedef etrafında birleştirmelidir.
Bir kere daha söylüyorum; Biz CHP olarak bu anlayışla çalışıyoruz ve Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini kuvvetle destekliyoruz.
TÜRKİYE’NİN YER ALTI ZENGİNLİKLERİ
Türkiye taşkömürü üretiminde yılda 3 milyon tonla dünyanın 25. üreticisi.
Linyit üretim kapasitesi yılda 64 milyon ton.
Demir cevheri üretiminde yılda 5 milyon tonla dünya 15.si.
Dünya bor rezervlerinin % 64’üne sahip. Yıllık üretim kapasitesi 2,5 milyon tonun üzerinde.
Boksit üretiminde yılda 207.800 ton ile dünya 14.sü
Bakır üretiminde yılda 4,3 milyon ton üretim kapasitesiyle dünya 16.sı
Kaynak: Türkiye’nin Gücü, sayfa 97-98
TÜRKİYE’DE İŞ GÜCÜ POTANSİYELİ
OECD rakamlarına göre 2002’de Türkiye’de 5-29 yaş arasındaki gençler toplam nüfusun % 55’ini oluşturuyor. Türkiye’ye bu konuda en yakın Avrupa ülkesi % 42 ile İrlanda. Aynı oran, Almanya’da % 31,7
Fransa’da % 37,7
İngiltere ve Yunanistan’da %34.
Bu belge Konferanslar, Konuşmalar arşivinde bulunmaktadır.