ONUR ÖYMEN’İN HALK TV’DE ÜMİT ZİLELİ’YE VERDİĞİ MÜLAKAT – 24 ARALIK 2017

Son zamanlarda Türkiye’nin NATO üyeliği tartışma konusu haline geldi. NATO’dan çıkmamızı savunanlar da var. Aslında, Soğuk Savaş sona erip Varşova Paktı ve SSCB dağıldıktan sonra Batı medyalarında ve akademik çevrelerinde de “Artık NATO’ya ihtiyaç var mı?” sorusu sorulmaya başlanmıştı. Ancak, kısa süre sonra Bosna ve Kosova’daki Sırp saldırılarını durdurmak için BM’nin yetersiz kaldığı görüldü ve NATO’dan yardım istendi.

NATO’nun önemli özelliklerinden biri oybirliği sistemidir. Her ülkenin veto hakkı vardır. Bosna ve Kosova savaşlarında diğer ülkeler gibi Türkiye de etkili bir rol oynadı.

NATO’nun bir kararından rahatsızlık duyuyorsanız, bilmelisiniz ki o kararın altında sizin ülkenizin de imzası var. O zaman bu kararı neden imzaladık diye soracaksınız. Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü sırasında, maalesef Türkiye veto hakkını doğru biçimde kullanamadı ve Ege’de yıllarca önce Yunanistan lehine alınan kararları düzeltme fırsatını kaybetti.

Avrupa ülkeleri için NATO yıllardan beri bir çekim merkezi oldu. Evvelce, İspanya’nın NATO ve AB üyeliğine karşı çıkan İspanyol Sosyalist Partisi PSOE, 1982 seçimlerinden önce politikasını değiştirdi. İspanya’nın NATO ve AB üyeliğini ilk hedef saydı. İktidara geçtiğinde de bu hedefleri gerçekleştirdi. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra NATO’ya üye olabilmek için birbirleriyle yarış ettiler. NATO hala üyelerinin güvenliği açısından önemli bir örgüt. Ancak, buna bakarak NATO içinde sorunların yaşanmadığını söylemek doğru olmaz.

Türkiye de bazı sıkıntılar yaşadı. Küba Krizi sırasında Jüpiter füzelerinin Türkiye’den çekilmesi, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek için Başkan Johnson’ın Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup bu sıkıntıların örnekleri arasında yer alıyor. Bence Türkiye’nin hedefi, NATO’dan çıkmak değil NATO içinde çıkarlarını en iyi biçimde korumak olmalıdır. Unutmayalım ki, Türkiye NATO’dan çıkarsa en kısa zamanda Güney Kıbrıs Rum Yönetimini NATO’ya alırlar. Bunun ciddi stratejik sonuçlar doğurabileceği açıktır.

Şimdiye kadar, AB’nin savunma ve güvenlik alanındaki faaliyetleri büyük ölçüde NATO’nun sağladığı imkanlarla gerçekleştiriliyordu. Veto hakkından yararlanarak Türkiye AB üyesi olmamasına rağmen, büyük mücadeleler sonunda bu sistem içinde çıkarlarını büyük ölçüde koruması sağlamıştı ve Kıbrıs’ı NATO’nun dışında tutmuştu.

Şimdi, yeni bir gelişme var. AB ülkeleri PESCO adı altında yeni bir savunma ve güvenlik örgütlenmesi oluşturmaya karar verdiler. İngiltere, Danimarka ve Malta hariç bütün AB ülkeleri bu örgüte üye oluyor. Kıbrıs Rum Kesimi de bunların arasındadır. PESCO’nun Avrupa ve bölge güvenliği açısından yeni bir durum yaratması söz konusudur ve Türkiye bu konuda dikkatli olmalıdır.

Şimdi, Ege’de sınırlarımıza yakın 18 Adanın Yunanistan tarafından işgali gündemdedir. Bu adalar, hiçbir uluslararası antlaşmayla Yunanistan’a verilmemiştir. Lozan’ın 16. maddesine göre, aidiyeti belirlenmemiş adaların geleceği ilgili ülkeler arasında müzakere ile tespit edilir.

Lozan imzalandığında 12 Ada İtalya’ya aitti. 1932 yılında Meis civarındaki adacık ve kayalıkların aidiyetinin tespiti için Türkiye ile İtalya arasında antlaşma yapıldı. İkinci Dünya Savaşından sonra 1947 Paris Antlaşmasıyla 12 Ada İtalya’da Yunanistan’a devredildi. Ancak Kardak ve 18 Adanın bulunduğu bölgede deniz sınırı çizilmedi. Yunanistan 1948 ile 1963 yılları arasında Türkiye’ye defalarca yazılı ve sözlü başvuruda bulunarak deniz sınırının çizilmesi için müzakerelerde bulunmamızı istedi. Ancak, bu konuda müzakere yapılmadı. Yunanistan bir deniz kazasını vesile sayarak Kardak’a asker çıkarttı, bayrak dikti ve fiili durum yaratarak Kardak’ı ele geçirmeye çalıştı. Türkiye buna güçlü bir tepki gösterdi. Bitişik adacığa asker çıkartarak Yunanistan’ı geri çekilmek zorunda bıraktı.

Bu gibi konularda derhal tepki göstermek lazım. 18 adayla ilgili ilk bilgiler kamuoyuna yansıdığında, 2004 yılında, ben bir soru önergesi vererek Hükümetten bilgi istemiştim. Kamer Genç de daha sonra benzeri bir önerge verdi, ancak bunlara cevap alamadık.

Bazıları, Yunanistan’ın bu adacıkları Atatürk zamanında işgal ettiğini iddia ediyorlar. Atatürk’ün kemiklerini sızlatmayalım. O devirde 12 Ada İtalyanlara ait. Ayrıca Yunanistan Türkiye kıyılarında kendine ait olmayan adacıkları işgal edecek ve Atatürk bunu sineye çekecek. Böyle bir şey olabilir mi? Tam tersine, o zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya bu konuda büyük duyarlılık göstermiştir.

Türkiye yalnız Kardak’ta değil, Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasında da etkili bir diplomasi uyguladı. Bir şehit vermeden, bir mermi atmadan Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasını, PKK kamplarının kapatılmasını ve teröre karşı işbirliği yapılmasını sağladı. Aynı etkili diplomasiyi şimdi Irak’ta da uygulamak lazım. Ülkenin güvenlik çıkarlarını ilgilendiren konuları iç politikaya karışmamak gerekir. Evvelce, biz iktidarla Kıbrıs, Ermenistan ve Mavi Marmara konularında işbirliği yapmıştık.

Muhalefet, Meclis’teki üye sayısından bağımsız olarak dış politikada etkili olabilir. 1 Mart Tezkeresinin reddedilmesi bunun örneklerinden biridir. 1 milyar dolar hibe veya 8 milyar dolar kredi karşılığında Türkiye’nin Kuzey Irak’ta Amerika’nın politikalarına uymasına öngören Dubai Anlaşmasının onaylanmaması başka bir örnektir. Yine muhalefetin etkisiyle Kıbrıs konusunda 2005 yılında imzalanan ve Güney Kıbrıs’ı Kıbrıs’ın temsilcisi gibi tanımamıza yol açabilecek anlaşma ile Ermenistan ile imzalanan, Türkiye’nin değil Ermenistan’ın görüşlerine ağırlık veren antlaşmanın onaylanmasının engellenmesi başka örneklerdir.

Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin 700 yıllık hafızasına ve bilgi birikimine sahiptir. Bakanlığın görüş ve önerilerine evvelce bütün hükümetler değer vermişti ve Bakanlık da daima şu veya bu partinin değil, Türkiye’nin çıkarlarını savunmuştur.

Bugün Türkiye’nin en önemli meselesi nedir diye sorarsanız, Amerika’nın bütün Türk vatandaşlarına getirdiği vize engelini söylerim. Siz Amerika olarak herhangi bir konuda hükümetin veya yargının bir kararına tepki olarak bütün Türk vatandaşlarına vize engeli getirerek ceza veriyorsunuz. NATO ülkeleri arasında bunun örneği yoktur. Savaş hukukunda bile sivillerin korunmasına ilişkin hükümler vardır. Bu öncelikle çözümlenmesi gereken bir meseledir.


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.