ONUR ÖYMEN’İN SÖZCÜ GAZETESİNDEN TAMAY AYDİL’E VERDİĞİ MÜLAKAT – 08 ARALIK 2017

1. Gençlik yıllarımla ülkemizin bugünkü durumu arasında benzerlikler var. O zaman da basına baskılar, radyonun iktidarın bir propaganda aracı olarak kullanılması siyaset gündeminin en önemli konuları arasındaydı. O zaman da hapisteki gazeteciler, muhalefete baskılar toplumda ciddi kaygılar yaratıyordu. Muhalefeti yargılamak üzere Meclis’te kurulan Tahkikat Komisyonu demokrasi karşıtı gelişmeleri zirveye çıkardı. O yıllarda üniversiteleri hedefleyen büyük baskılar da vardı.

Meslek yaşamımın ilk yıllarında Türk dış politikasının en önemli sorunlarından biri Kıbrıs meselesiydi. 1963 yılının Noel’inde Türklere yapılan saldırılardan sonra Rumlar Adanın tek hakimi olma politikasını yürütmek için Türklere büyük baskı yaptılar.

1974 yılında Ecevit’in önderliğinde Kıbrıs’a yapılan müdahaleden sonra Kıbrıs Türkleri Adanın kuzeyinde güvenliğe, özgürlüğe ve demokrasiye kavuştular. Ancak, Rumların Türkleri ikinci sınıf bir azınlık haline getirme hedeflerinde bir değişiklik olmadı. Zor Rota kitabımda bütün bu gelişmeleri ayrıntılı olarak anlatmaya çalışıyorum.

2. Dışişleri Bakanlığına girişimizde karşılaştığımız bazı sorunları kitapta anlattım. Ancak, Bakanlığa girdikten sonra bunun üzerinde durmadım. Geçmişe değil, ileriye bakmaya çalıştım. Meslek hayatımda Türk olsun yabancı olsun farklı düşüncedeki insanlarla iyi ilişkiler kurmanın gerekli ve yararlı olduğunu gördüm. Yurt içinde farklı siyasi partilere mensup politikacıların, gazetecilerin ve başka meslek mensuplarının esas itibariyle Türkiye’nin menfaatlerini korumakta birleştiklerinin çeşitli örneklerini yaşadım. Yabancı diplomatlarla temaslarımızda da bizim benimsemediğimiz görüşleri savunanların kendi ülkelerinin çıkarlarını korumak için hükümetlerinden aldıkları talimatı yerine getirmek zorunda olduklarını gördüm. Bu nedenle, o diplomatlarla ilişkilerimizi soğutmak yerine sürdürmenin sakıncalı değil faydalı olacağı düşüncesiyle hareket ettim.

3. Danimarka benim için bir laboratuvar gibi oldu. Nüfus ve arazi olarak Avrupa’nın en küçük ülkelerinden biri olan Danimarka 19. yüzyıldan beri eğitim alanında büyük reformlar gerçekleştirmiş. Bu reformlar toplumun çağdaşlaşmasında, ekonomi, bilim ve kültür alanlarında dünyanın en ileri ülkeleri düzeyine çıkmasında önemli rol oynamış. Danimarka bunu yaparken demokrasi, insan hakları, kadın-erkek eşitliği gibi alanlarda da en başarılı ülkeler arasında yer almıştır. Danimarka’da yaşadığımız tecrübeler bu ülkenin Türkiye açısından örnek alınabilecek özelliklerini görme fırsatı yarattı. Başta eğitim olmak üzere, Danimarka ile pek çok alanda işbirliği yapma imkanımız oldu. 12 Eylül döneminden sonra soğuyan ilişkileri yeniden canlandırarak siyasi alanda yoğun temaslar sağlamak işbirliğimizin güçlendirilmesine olanak verdi.

4. Danimarka’daki tecrübelerimi her alanda çok daha büyük bir ülke olan Almanya’da değerlendirme imkanı buldum. Orada sorunlar da daha büyüktü. Özellikle yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve terör örgütlerinin eylemleri vatandaşlarımızın güvenliği açısından ciddi sorunlar doğuruyordu. Bu sorunları aşmakta Alman halkının büyük kesiminin ülkemize ve Almanya’daki Türklere yönelik olumlu yaklaşımlarının da katkısı oldu.

Almanya’da bazı siyasi partilerin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkması ülkelerimiz arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkiledi. Buna karşılık, ekonomi, ticaret, kültür ve turizm alanlarında ilişkilerimizi güçlendirmek imkanını bulduk. Bu alanlarda, Almanya’daki vatandaşlarımızın katkıları her türlü övgüye layıktır. Almanya’daki Türklerin o ülkedeki yatırımlarının Türkiye’deki Alman şirketlerinin yatırımlarından daha fazla olduğunu söylemek bu konuda bir fikir verebilir. Ayrıca, oradaki Türk sanatçılarının ve bilim adamlarının ulaştıkları düzey bizim için övünç verici oldu.

Müsteşarlık yıllarımda, Türkiye’nin çeşitli dış politika konularında değerli diplomatlarımızla birlikte çalışırken ülkemize yönelik bazı olumsuz tavırların ve davranışların çoğu zaman Türkiye’nin eksiklerinden değil, gücünden kaynaklandığını gördüm. Bunu bize açıkça söyleyenler de oldu. Gerçekten, örneğin Doğu Almanya’dan Rusya’ya dönen Rus askerleri için inşa edilecek konut projelerinde Türk firmaları dünyanın başka ülkelerinin firmalarını geride bırakarak yüksek başarı kazandılar. Ülkemizin AB’ye tam üyeliği halinde bu ve başka alanlarda çalışan firmalarımızın ne kadar yüksek bir rekabet gücüne kavuşabileceklerini gördüm ve yabancıların bundan nasıl kaygılandıklarını da gözlemledim.

NATO Daimi Temsilciğinde bulunduğum yıllarda Amerika’da 11 Eylül terörist saldırılarının ittifakın teröre bakışını nasıl değiştirdiğini görme imkanım oldu. Bu saldırılardan sonra, NATO tarihinde ilk defa bir 5. madde kararı alındı. Yani bu saldırılar bütün NATO ülkelerine yapılmış sayıldı. Aynı dönemde, NATO ilk defa Bosna’da ve Kosova’da fiilen savaşa girdi ve NATO Daimi Temsilcilerinden oluşan Konsey savaşın fiilen idaresini üstlendi.

AB’nin savunma gücü oluşturma çabaları sırasında, bu ülkelerin NATO imkanlarından yararlanmalarına rağmen, yapacakları operasyonlarda Türkiye gibi AB üyesi olmayan ülkelere etkili rol vermeye yanaşmamaları üzerine büyük bir diplomasi mücadelesi verdik ve NATO içinde oy birliği sisteminin geçerli olmasının üye devletlere ne kadar büyük bir güç verdiğini gördük ve bundan yararlandık.

5. Bütün bu çalışmaları yaparken rehberimiz daima Atatürk’ün dış politika hedefleri oldu ve meslek hayatımızda Atatürk’ün izinden gittiğimiz dönemlerde Türkiye’nin kazançlı çıktığını, onun ilkelerinden sapılan durumlarda ise zarara uğradığımızı gördük.

Diplomaside başarının “özde kararlı, üslupta yumuşak” bir yaklaşım benimsemekten geçtiğini anladık. Dışişleri Bakanlığı diplomatlar için bir okul, hükümetler için de bir bilgi ve tecrübe kaynağıdır. Bu bilgi ve tecrübelerden yararlanan hükümetler başarılı sonuçlar almışlardır.

Meslek hayatımda Atatürk’ün gösterdiği yoldan ayrılmamaya özen gösterdim ve “Türk diplomatları talimatlarını Atatürk’ten alır” görüşünü bir meslek düsturu olarak benimsedim.


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.