Ermeni Sorunu Nereden kaynaklanıyor?

Ermeni propagandalarının etkisiyle sık sık dünyanın gündemine getirilmek istenilen ve bazı devletlerin desteğiyle Türkiye karşıtı bir eyleme dönüştürülmeye çalıştırılan Ermeni sorunun, soykırım iddialarının esası nedir?

19. yüzyılın başlarından itibaren devrin büyük devletleri Osmanlı İmparatorluğunun önce zayıflatılması, daha sonra da parçalanması politikası güdüyorlardı. Bölünmüş bir İmparatorluğu paylaşmak daha kolay olacaktı. Bu amaçla Osmanlı İmparatorluğundaki azınlıklar konusunu sürekli olarak gündeme getirdiler ve azınlıklara kötü muamele yapıldığı iddiasıyla Osmanlı İmparatorluğunu baskı altına almaya çalıştılar.
O devletlere en büyük destek Ermeni militanları ve onları himaye eden yabancı misyonerlerden geliyordu. Başta Amerika’dan gelenler olmak üzere, yabancı misyonerler Anadolu’ya ön yargılarla gelmişlerdi. 1820 yılında İzmir’e çıkan ilk misyoner Levi Parsons şöyle diyordu “Bu günah imparatorluğunu yıkmak ahtım olsun”. İmparatorluğu yıkmanın yollarından biri de Türklerle Ermenileri birbirine düşürmek, kargaşa ve çatışma çıkartmaktı. Yurt dışından destek alan Ermeni militanlar 19. Yüzyılın ortalarından itibaren Türklere ve Türkiye’deki kuruluşlara saldırmaya başladılar.
Türkiye’nin Doğu illerini ele geçirmek isteyen Rusya da Ermeni çetecilerin desteğinden geniş ölçüde yararlandı. 1855 ve 1877 yıllarında Rus birlikleri Anadolu topraklarını işgale başladıklarında Ermenilerden destek görmüştü.
1878 yılında yapılan San Stefano, sonra da Berlin Antlaşmasıyla Rusya Kars, Ardahan ve Batum’u almıştı ama Ermeniler bu antlaşmalardan beklediklerini pek bulamadılar. İstanbul’daki Ermeni Patriği Nerses’in bağımsız bir Ermenistan kurulmasını istiyordu.
İşte o tarihlerde Ermeniler şiddet hareketlerine başvurarak büyük devletlerin dikkatini çekmeye ve bağımsızlık hedeflerine bu yolla ulaşmaya çalıştılar. Ermenilerin yapacağı eylemler Batı ülkelerinin basınında yer alacak ve o ülkelerin kamuoyu Hükümetlerini Ermenileri desteklemeye zorlayacaktı. Ermenilerin hedefi buydu.
Rusya’nın yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri de Ermenilere destek oluyordu. Daha 1830 yılında Osmanlı İmparatorluğu’yla Amerika arasında imzalanan kapitülasyon anlaşmasına göre Amerikalı tüccarların kullandıkları Ermeni simsarlar da kapitülasyon haklarından yararlanacaktı.

Gerek Ermenilerin gerek onları destekleyen yabancı ülkelerin iddiası Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğun baskı altında oldukları, eşit vatandaşlık haklarından yararlanmadıklarıydı. Oysa gerçek böyle değildi. 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı Müslüman olan vatandaşlarla Müslüman olmayanlar arasında eşitlik getiriyordu. 1876 I. Meşrutiyet Anayasası ve 1908’de ilan edilen II. Meşruiyet de bu hakları daha da güçlendirmişti.
Savaş yıllarında İngiltere, Türkleri dünyanın gözünde kötülemek, küçük düşürmek, Türkler aleyhinde bir kamuoyu yaratmak için Ermeni meselesini açıkça istismar etmişti. Peki, Ermeni sorunu nereden çıkmıştı? Bazı Ermeni çeteleri nasıl örgütlenmişti, onların Türklere yönelik saldırılarının sebebi neydi? Güney Afrika’da, Apartheid döneminde olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğunda Ermeniler veya başka Hıristiyan topluluklar devletin dışına mı itilmişti? İkinci sınıf insan muamelesi mi görüyorlardı? Hayır. Bunlardan hiçbiri değildi. Özelikle 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanından sonra Müslüman olmayan nüfus Müslümanlarla eşit haklara kavuşmuştu. Hıristiyanların oy verme hakkı tanınmıştı. Parlamentoda temsil ediliyorlardı, önemli görevlere getirilebiliyorlardı. Devlet yönetiminde önemli görevler üstlenmişlerdi. Örneğin Ali Paşa’nın Başbakanlığı döneminde Bayındırlık Bakanı Krikor Agaton isimli bir Ermeni’ydi. Ohannes Çamişyan da daha sonra Bayındırlık Bakanlığı yapan başka bir Ermeniydi. Ticaret, Orman ve Maden Bakanlığı yapan Ermeniler de vardı.
Padişahın şahsi servetini yöneten Hazine-i Hassa Nezaretini, 1880 ile 1908 arası 28 yıl boyunca, sırasıyla Hagop Paşa Kazazyan, Mikael Efendi Portakalyan ve Ohannes Sakız Efendiler üstlenmişlerdi. 1912 yılında Dışişleri Bakanlığı makamında Kapriyel Noradunkyan isimli bir Ermeni görev yapmıştı.
1876’da Anayasanın ilanıyla birlikte oluşturulan Osmanlı parlamentosunda toplam 46 Gayrımüslim milletvekili vardı. Bunlardan 9’u Ermeni’ydi. 1908’de İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan Mecliste 11, 1914’deki Mecliste de 12 Ermeni milletvekili görev yapıyordu. 1908 Meclisinde 13 Rum ve 5 Yahudi milletvekili de vardı.
Dışişleri Bakanlığında çalışanların % 25’i Müslüman olmayanlardan oluşuyordu. Osmanlı İmparatorluğun 7 Ermeni Büyükelçi ve 41 Ermeni üst düzeyde subay da görev yapmıştı.
Şimdi bu tabloya bakarak Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilerin ikinci sınıf insan muamelesi gördüğü, onların toplumdan tümüyle dışlandığı, hele Ermenilere soykırım yapıldığı söylenebilir mi?
1886 yılında ilk Amerikan konsolosluğu Sivas’ta açıldı. Başlıca görevlerinden biri Ermenilerin haklarını korumaktı. 1895 yılında da Erzurum’da bir Amerikan Konsolosluğu açıldı. 1900 yılında bir Konsolosluk da gene Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları Harput’ta açıldı.
Amerika siyasi açıdan da Ermenileri destekliyordu. Amerikan Senatosu 3 Aralık 1895 tarihinde Sasun’daki Ermeni ayaklanmasını bahane ederek Osmanlı İmparatorluğunu kınayan bir karar kabul etti. 1896 yılında Türkiye’yi kınayan başka kararlar da Senato ve Temsilciler Meclisi tarafından kabul edildi. kararları kabul etti.
1860’lı ve 1870’li yıllarda şiddet yoluyla bağımsızlığa ulaşmak isteyen Ermeniler İstanbul’da ve Doğu Anadolu’da örgütlenmişlerdi. Bunlar Rusya’dan siyasi destek ve silah yardımı almaya başladılar. İlk cemiyet 1885 yılında Van’da Armanakan Partisi adıyla kuruldu. Daha sonra 1887 yılında Cenevre’de Kurulan Hınçak Devrimci Partisinin programında hedeflerine terör yoluyla varmayı amaçladıkları belirtiliyordu. Ermeni örgütlerinin en etkilisi 1890 yılında Tiflis’te kurulan Taşnaksütyun Partrisi (Taşnak Partisi) oldu. Bunların hedefi Osmanlı topraklarına sokacakları çeteciler ve silahlarla Osmanlı Devletinin binalarını, kuruluşlarını bombalamaktı. Bu derneğin üyelerinden biri Robert Kolej’in kurucusu Hamlin’e şöyle diyordu: “Hedefimiz Türkleri ve Kürtleri öldürmek, onların köylerini yakmak sonra da kaçarak dağa çıkmaktır. Bu saldırılara tepki olarak Müslümanlar da masum Ermenilere saldıracak ve onları barbarca katledecektir. Rusya bu saldırılara tepki olarak insanlık ve Hıristiyanlık namına müdahale edecek ve Ermenilerin yaşadıkları bölgeleri ele geçirecektir. Avrupalılar Bulgarların uğradığı mezalime tepki göstererek onların özgürlüğünü sağladılar, aynı şeyi bize de yapacaklardır. Biz çaresiz durumdayız ve yapacağımız başka bir şey yoktur
1894 yılında Sasun bölgesindeki Hınçak çeteciler önce Osmanlı vergi memurlarına ve diğer devlet görevlilerine saldırdılar. Osmanlı Hükümeti bu çetelerin üzerine asker gönderince de dağlara doğru kaçtılar ve yolarının üzerindeki Türk köylerini basarak çok sayıda Türkü öldürdüler. 1895 yılında bu defa Zeytun bölgesinde Hınçak Partisi bir saldrı düzenledi. Bu ayaklanmalar başka Doğu illerinde de yaygınlaştı. Ermeni çeteciler İstanbul’da Osmanlı Bankasını bombaladılar.
İngiltere ve Rusya saldıran taraf Ermeniler olmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğunu Ermenilere zulüm yapıldığı iddiasıyla kınadı. Ermeni çetecilerinin terör eylemlerini kınayan yoktu.
Amerikan basınında Türkleri şiddetle suçlayan ve Ermenileri destekleyen çok sayıda yazı çıktı. Amerika’ya yerleşen Ermeniler orada daha o tarihlerde güçlü bir lobi oluşturmuşlardı.
1914 yılının Haziran ayında Washington’a atanan Büyükelçi Ahmet Rüstem Bey Amerikan basınındaki Ermeni propagandalarına sert tepki gösterdi.
Ahmet Rüstem Bey 8 Eylül 1914 tarihinde Evening Star gazetesine bir demeç vererek Ermenilerin Hıristiyan oldukları için değil devlete karşı ayaklandıkları için cezalandırıldıklarını söyledi. Başkan Wilson bu açıklamaya tepki gösterdi. Ancak Büyükelçi baskılar karşısında geri adım atmadı. Amerikan Hükümetinin özür dilemesini yolundaki taleplerini reddetti. Amerikan Hükümeti tarafından istenmeyen şahıs ilan edilmeyi beklemeden Washington’u terk etti.
Washington Büyükelçimiz Ahmet Rüstem Bey Türkiye’ye yapılan Ermeni Propagandalarına karşı kuvvetle tepki gösteren tek Büyükelçi değildi. Paris Büyükelçimiz Hasan Esat 1971 yılında Fransızlar Marsilya’da Ermeni soykırımı anıtı dikmesine sert tepki gösterdi. Bu anıtın dikilmesi törenine bir Bakanın da katılması üzerine Büyükelçi Işık derhal Paris’i terk ederek Ankara’ya döndü. Ülkesinin çıkarlarını ve haysiyetini her şeyin üzerinde tutan bir Büyükelçinin davranışı ancak böyle olabilirdi. Ne var ki büyük devletlerin Ermeni konusunu Türklere karşı bir propaganda silahı gibi kullanmalarının örneği çoktu.

Birinci Dünya Savaşından sonra yabancı ülkelerin baskılarıyla Nemrut Mustafa Başkanlığındaki Sıkı Yönetim Mahkemesi hiçbir kusuru olmayan devlet memurlarını Ermenilere kötü muamele yaptıkları iddiasıyla yargıladılar. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey ve Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey gibi bazı üst düzey görevlilerini idama mahkum ettiler.

İngilizler çok sayıda milletvekilini ve üst düzey devlet görevlisini Malta’ya sürerek yargılamak istediler. Ancak onlar aleyhinde hiçbir delil bulamadıkları için hepsini serbest bırakmak zorunda kaldılar.

İngilizler Amerika’nın kendi yanlarından Birinci Dünya Savaşına katılması için yoğun bir kamuoyu kampanyası başlattılar. Londra’daki Wellington House denilen Propaganda Bakanlığı Türklerin Ermenilere zülüm yaptığı iddiasını içeren, ancak herhangi bir kanıta dayanmayan çok sayıda kitap ve broşür yayınlattı. Bunların en ünlüsü Tarihçi Arnold Toynbee ve Vicompte Bryce’a yazdırılan Mavi Kitaptır. Ermeniler, asılsız iddialara dayanan ve tek yanlı yaklaşımla yazılan bu kitabı hala propaganda malzemesi olarak kullanmaktadırlar.

Gerçek neydi? Gerçeği en iyi biçimde anlatan Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovannes Kaçaznuni’dir. Kaçaznuni 12923 yılında Bükreş’te yapılan Taşnak Partisi Kongresinde şunları söylüyor:
-Gönüllü silahlı birliklerin oluşturulması hataydı.
-Kayıtsız kartsız Rusya’ya bağlanılması doğru değildi.
-Türklerden yana olan güç dengesi hesaba katılmamıştı.
-Tehcir kararı amacına uygundu.
-Türkiye savunma içgüdüsüyle hareket etmişti.
-Taşnaklar Ermenistan’da bir diktatörlük kurmuşlardı.
-Müslüman nüfusu katletmişlerdi.
-Ermeni terörü Batı kamuoyunu kazanmaya yönelikti.
-Taşnak yönetimi dışında suçlu aranmamalıydı.
-Taşnak Partisinin siyasi intihardan başka yapacağı bir şey yoktu.

Ermeni propagandaları son zamanlarda yoğunluk kazandı. 20 kadar ülkenin parlamentosunda Türkiye’nin Ermenilere soykırım yaptığı iddiasıyla kararlar çıkarttılar. Buna karşı çok sayıda ünlü bilim adamı da 1915 yılında yaşananların soykırım olarak nitelendirilemeyeceği yolunda bir bildiri yayınladılar. 19 Mayıs 1985 tarihinde 69 bilim adamı tarafından yayınlanan bildiride ABD Temsilciler Meclisinde hazırlanan ve Ermeni tezlerine haklılık verecek bir nitelik taşıyan bir karar tasarısı tasarı eleştirilmekte ve soykırım sözcüğünün kullanılmasına itiraz edilmektedir. Bildiride sonuç olarak “Tarihsel olarak şüpheli varsayımlara dayalı böylesine bir karar sadece dürüst tarihsel araştırmaya zarar verir ve Amerikan yasama sürecinin güvenilirliğini sarsar ifadelerine yer verilmektedir.

Bu bildirinin altında Heath Lowry, Bernard Lewis, Justin McCarthy, Dankwart Rustow, Pierre Oberling, Stanford Shaw gibi dünyaca tanınan saygın bilim adamlarının imzaları da bulunmaktaydı.

Ermeni militanlar, 1970’li yıllarda bazı Avrupa ülkelerinin müsamahakâr tutumundan güç alıyorlardı. Türkiye’nin 1974 yılında yaptığı Kıbrıs harekâtından sonra Rum, Kürt ve Ermeni terör örgütleri arasında yakın bir işbirliği oluştu. Bu işbirliğini değerli gazeteci Uğur Mumcu ayrıntılı biçimde yazmıştı. İşte bu işbirliğinin sonucunda Ermeni Asala örgütünün militanları 1975 yılının başından itibaren Türk Büyükelçilerini, diplomatlarını ve Büyükelçilik çalışanlarını şehit etmeye başladılar. Önce Viyana Büyükelçimiz Daniş Tunalıgil, onun arkasından Paris Büyükelçimiz İsmail Erez katledildi. Fransa’da çok sayıda Asala saldırısı oldu. Bütün dünyada öldürülen Büyükelçi ve diplomat sayısı 40’ı geçti.
O tarihlerde göreve gelen bütün Türk Hükümetleri ülkemize yönelik bu saldırıları durdurmak için çaba gösterdiler. 1980’li yılların ortalarına doğru ASALA terör örgütünün saldırıları durdu. ASALA militanlarından bazıları Ermenistan’a yerleştiler, orada iş kurdular. Bunlar hakkında işledikleri suçlardan dolayı Ermenistan’da her hangi bir araştırma yapıldı mı? Dava açıldı mı? Cezalandırılan oldu mu? Maalesef hayır

Dikkat çeken nokta da şu: Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’yle en yakın temas içinde olan ve İstanbul’un işgalinden sonra Ermenilerin hamisi kesilen, pek çok Türk devlet memurunun gerçek dışı katliam iddialarıyla idamına veya hapis cezasına çarptırılmasına sebep olan İngiltere’nin Parlamentosundan böyle bir karar çıkartmamış olmasıdır. İki İngiliz Bakan çeşitli vesilelerle yaptıkları açıklamalarda İngiltere’nin hiç bir zaman soykırım iddiasını kabul etmeyeceğini açıkladılar. Bunlardan Devlet Bakanı Barones Ramsey of Cartvale, 145 Nisan 1999 tarihinde İngiltere Hükümeti adına yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “Osmanlı İdaresinin Ermenilerin yok edilmesi kararını kanıtlayacak bir belgenin yokluğu nedeniyle İngiliz Hükümetleri 1915 ve 1916’daki olayları soykırım olarak tanımamaktadır…Bizce 80 yıl önce cereyan etmiş olayların bugünkü hükümetler tarafından değerlendirilmesi uygun değildir. Zira bu olaylar hukuki ve tarihi tartışmalardır.” İngiliz Bayındırlık ve Çevre Bakanı Beverly Hughes da 24 Ocak 2001 tarihinde İstanbul’da gazetecilere verdiği demeçte şöyle diyordu: “Bir süre önce İngiltere Hükümeti Ermeni iddiaları konusunda sunulmuş olan delilleri gözden geçirdi. 1915 ve 1916’da meydana gelmiş olan olayların belgelerini inceledi. Bu olayların Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış olan soykırım tanımlamasına uymadığına karar verdi. Bu İngiliz Hükümetinin tutumudur ve değişmeyecektir.”
2000’li yılların başında Türkiye Büyük Millet Meclisi oy birliğiyle bir karar alarak Ermeni konusuyla ilgili iddiaların bağımsız tarihçilerden oluşan bir komisyon tarafından incelenmesi için çağrıda bulundu. Ancak bu çağrıya olumlu cevap gelmedi.

Aynı şekilde gizli görüşmeler sonucunda Türkiye’yle Ermenistan arasında imzalanan iki protokol de Ermenilerin böyle bir komisyon kurmaya yanaşmamaları ve Yukarı Karabağ meselesinin çözümü konusunda hiçbir adım atmamaları nedeniyle Meclis’te onaylanmadı.

Ermeni soykırım iddialarını benimseyen ülkelere karşı son yıllarda bazı sivil toplum örgütleri tarafından büyük bir mücadele başlatıldı. Talat Paşa Komitesi adına İsviçre’de yapılan protesto gösterisi üzerine bir İsviçre Mahkemesi soykırım iddialarını benimseyerek bu protestoya öncülük yapan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek hakkında mahkumiyet kararı verdi. Perinçek’in başvurusu üzerine bu karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından bozuldu. Böylece, Türkiye büyük bir hukuk başarısı kazanmış oldu. Daha sonra İsviçre Hükümeti İnsan hakları Mahkemesinin üst kuruluna temyiz başvurusunda bulundu. Şimdi bu başvurunun sonucu bekleniyor.

Özetle, Ermeni sorunu 19. yüzyıldan itibaren şiddet yanlısı bazı Ermeni çeteleri tarafından başlatılan, bazı büyük devletler tarafından desteklenen eylemler yoluyla Ermenistan’a bağımsızlık ve Türkiye topraklarının bir bölümünü elde etme girişimi olarak başlatılmış, hatta Sevr Antlaşmasıyla hedefine ulaştığı sanılmış bir projeydi. Bu proje Her iki taraftan yüzbinlerce insanın ölümüyle sonuçlanan ancak Türkiye’nin Sevr antlaşmasını tarihin çöplüğüne atan kararlı direnişi ile sonuç vermemiş olan bu projeyi bugün Ermenistan ve bazı Ermeni kuruluşları propaganda yoluyla hayata geçirmeye çalışmaktadırlar. Türkiye kararlı direnişini sürdürdüğü takdirde bu çabaların başarıya ulaşma şansı yoktur.


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.