Onur Öymen’in Parlamento Dergisine verdiği Mülakat – Mart 2014

Siyasetin başarısı ülke çıkarlarının gerektirdiği adımları atabilme gücü ve cesaretiyle ölçülür.
Diplomasi ve siyasetin duayen isimlerinden Onur Öymen, bölgede istikrar ve barışın sağlanamamasının Türkiye’yi güvenlik riskleriyle karşı karşıya bıraktığını belirterek, “Türkiye açısından en isabetli politika, gerek ülkeler arasındaki gerekse bir ülkenin içindeki silahlı çatışmalara taraf olmamaktır” diyor.

Söyleşi: Songül Baş

Diplomasi ve siyaset… Siz her iki alanda da önemli görevler üstlenmiş bir kişisiniz. Söyleşimize diplomasi yıllarınızla başlamak istiyoruz. Sizi bu alana yönlendiren nedir? NATO Daimi Temsilciliği’ne kadar uzanan diplomasi hayatınızda dönüm noktası olarak gördüğünüz olaylar nelerdir?

Galatasaray Lisesi’nde okuduğum yıllarda diplomasi mesleğini seçen bizden önceki kuşakların başarı öykülerini gıpta ederek dinlerdik. O yıllarda Kıbrıs konusu millî bir mesele haline gelmişti. Arkadaşlarımızla o sorunun Türkiye’nin çıkarlarına en uygun biçimde nasıl çözülebileceğini konuşur, tartışırdık. Mülkiye yıllarında dış politikaya ilgim giderek arttı ve Diplomasi Şubesi’ne girerek kendimi hariciye mesleğine hazırladım.
Meslek hayatımda Türk dış politikasında önemli gelişmeler oldu. Dışişleri Bakanlığı’ndaki ilk yıllarımda en önemli konu Kıbrıs’tı. Bülent Ecevit’in Başbakanlığında, 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’a yapılan Barış Harekâtı Türkiye için bir dönüm noktası oldu. Türkiye’nin antlaşmalardan kaynaklanan haklarını dış baskılara rağmen kullanarak Kıbrıs Türklerini özgürce ve güvenlik içinde yaşayacakları bir alana kavuşturması Cumhuriyet döneminde dış politika alanında sağladığımız en büyük başarılardan biri oldu. O harekat sırasında ben Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs’tan Sorumlu Şube Müdürü olarak görev yapıyordum. Bu nedenle gelişmelerin dış politika boyutunu yakından izleme fırsatı buldum. İkinci Cenevre Konferansı’na katılarak Dışişleri Bakanı Turan Güneş’le Kıbrıs Türklerinin lideri Rauf Denktaş’ın olağanüstü diplomasi başarısını yerinde görme şansına da sahip oldum.
Harekattan hemen sonra Büyükelçilik Müsteşarı olarak atandığım Kıbrıs’ta dört yıl boyunca görev yaptım. Orada bir devletin kuruluşuna tanıklık ettim. Kıbrıslı Türklerin dış engellemelere rağmen çağdaş ve demokratik bir devlet oluşturma çabalarını yakından gördüm. Türkiye hem Kıbrıs’taki soydaşlarının güvenliğini sağlama hem de onların demokratik bir devlet kurma çabalarına katkı sağladığı için övünç duymalıdır. Bence yıllardan beri yurt içinden ve dışından yapılan aleyhte propagandalara rağmen Türkiye’nin Kıbrıs konusunda elde ettiği başarı övünç verici olmuştur.
Dış politikada sağladığımız bir diğer önemli başarı Suriye’yi terör örgütüne verdiği desteği sona erdirmeye, terör liderini ülke dışına çıkarmaya ve terör kamplarını kapatmaya mecbur etmemizdir. Hiçbir silahlı müdahale yapmadan bu sonucu almamız dış politikadaki önemli başarılarımızdan biridir ve dünyada terörle mücadele eden ülkelere örnek olacak niteliktedir.
Diğer bir başarı örneği de Kardak Krizi’nde Yunanistan’ın antlaşmalara aykırı olarak fiili durum yaratıp Kardak’ı asker göndererek ve bayrak dikerek ele geçirme girişimini engellememiz olmuştur. Orada da Türkiye, gerekirse askerî müdahalede bulunabileceğini ortaya koyarak Yunan askerlerini geri çekilmeye zorlamıştır. Dışişleri Müsteşarı olarak görev yaptığım o yıllarda Kardak olayını Türkiye, Kıbrıs’ta olduğu gibi, dış baskılara direnerek gerçekleştirmiştir.
Benim görev yaptığım yıllarda daha pek çok başarılı girişimimiz olmuştur, ama bence bu üç olay Türk diplomasi tarihinde iz bırakacak başarı örneklerinin başında gelmektedir.

2002 yılında emekli olmanızla birlikte diplomasi hayatınız sona ererken siyaset yıllarınız başladı. 3 Kasım 2002’de CHP İstanbul Milletvekili, 22 Temmuz 2007’de ise CHP Bursa Milletvekili seçildiniz. Siyaset yolculuğunuz nasıl başladı? Sizi bu alana yönlendiren ne oldu?

Dışişleri Bakanlığı’nda en üst düzey sayılan Müsteşarlık görevimi tamamlayıp yaklaşık beş yıl da NATO Daimi Temsilcisi olarak görev yaptıktan sonra merkeze döndüm. Emekliliğimi isteyerek Cumhuriyet Halk Partisi’nden siyasete atıldım. İki dönem milletvekilliği ve yaklaşık yedi yıl dış politikadan sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı yaptım. Aynı zamanda Meclis’te Dışişleri ve Avrupa Birliği komisyonlarında görev aldım. Meslek hayatımda, dış politikada siyasi kararların ne kadar önemli olduğunu çeşitli vesilelerle gördüm. Dış politikada Dışişleri Bakanlığı’nın bütün katkılarına rağmen esas sorumluluk siyasettedir. Başarıların da başarısızlıkların da sorumlusu hükümet ve onu denetlemekle görevli Meclis’tir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde üstlendiğim görev meslek hayatımda yaptıklarımın siyasi düzeyde sürdürülmesi gibi oldu. Türkiye’nin çıkarlarını ilgilendiren konularda pek çok ülkeye gerçekleştirdiğimiz resmî ziyaretlerde ve Eş Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığım Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nda yabancı ülkelerin temsilcileri ve parlamenterleriyle pek çok görüşmemiz ve tartışmamız oldu. Özellikle Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye yapılan haksızlıklarla ve uygulanan çifte standartlarla mücadele ettik. 1 Mart tezkeresinin Meclis’te kabul edilmemesi için büyük çaba gösterdik ve başarı sağladık. Bence 1 Mart tezkeresinin reddi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tarihindeki en önemli başarılardan biri olmuştur. Böylece Türkiye’nin Anayasa’nın hükümlerine uygun hareket etmesi sağlanmış, ileride askerî, siyasi ve insani alanlarda da büyük sıkıntılara yol açacak yanlışlara ülkemizin ortak edilmesine fırsat verilmemiştir.
Meclis’te mücadele ederek başarılı olduğumuz konulardan biri, hükümetin ABD ile Dubai’de imzaladığı ve 1 milyar dolarlık hibe karşılığında Kuzey Irak’a terörle mücadele etmek için dahi asker göndermeyeceğimizi taahhüt eden anlaşmanın onay için Meclis’e getirilmesine engel olmamızdır. Diğer bir başarı örneği de 2005 yılında hükümetin imzaladığı ve ileride Kıbrıslı Rumları Kıbrıs devletinin temsilcisi gibi tanımamıza yol açabilecek anlaşmanın onay için Meclis’e getirilmesini engelleme çalışmamız olmuştur. Aynı şekilde Ermenistan’la imzalanan ve Türkiye’nin hemen hemen hiçbir beklentisine cevap vermeyen iki protokolün de Meclis’te onaylanmasını engelledik. Habur açılımının ne kadar yanlış bir iş olduğunu, hukuki açıdan ve ülke güvenliği bakımından yaratabileceği sıkıntıları ortaya koyduk ve bu girişimin sonuç vermesine olanak tanımadık. Ayrıca Kıbrıs, Ermenilerin soykırım iddiaları ve Mavi Marmara olaylarında, bütün siyasi partilerle işbirliği halinde Meclis’in ortak açıklama yapmasına katkıda bulunduk.

Her iki alanı da iyi bilen biri olarak diplomasi ve siyasetin benzerlik ve farklılıklarına ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir?

Diplomasinin görevi çeşitli uluslararası sorunlar ve özellikle Türkiye’nin stratejik, siyasi ve ekonomik çıkarlarını ilgilendiren konularda hükümete tavsiyelerde bulunmak ve hükümetin alacağı kararları uygulamaktır. Cumhuriyet tarihi boyunca bütün hükümetler Dışişleri Bakanlığı’nın önerilerini dikkate almış ve birçok halde de benimsemişlerdir. Son zamanlarda çeşitli nedenlerle bu gelenekten biraz uzaklaşıldığı izlenimini alıyorum.
Siyasette bazı ülkelerin zaman zaman baskı düzeyine varan engellemeleriyle karşılaşılır. İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde ve sonrasında Sovyetler Birliği’nin Boğazlar üzerindeki baskıları ve toprak talepleri o tarihteki dış politikamız için önemli bir sınav olmuştu. Türk hükümetleri o sınavı başarıyla vermişti. Daha yakın tarihlerdeki örnekler arasında Kıbrıs konusunda Türkiye’yi engellemeye yönelik olarak ABD Başkanı Johnson’ın gönderdiği mektup, yine Kıbrıs konusunda Ecevit Hükümeti’ne yapılan baskılar, Amerikan Kongresi’nin uyguladığı silah ambargosu, Alman hükümetinin verdiği bazı askerî malzemeler PKK’yla mücadelede kullanıldığı için Almanya’nın uyguladığı silah ambargosu sayılabilir. Son yıllarda Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı bir kara harekatı yapmamıza ABD’nin karşı çıkması da bu örnekler arasındadır. Siyasetin başarısı, bu gibi baskılarla mücadele ederek ülke çıkarlarının gerektirdiği adımları atabilme gücü ve cesaretiyle ölçülür. Dış baskılara direnemeyen hükümetler ulusal bağımsızlığı korumakta zorlanır ve ülke çıkarlarının korunmasında başarılı olamaz.

2002-2011 yılları arasındaki milletvekilliğiniz döneminde olduğu gibi bugün de dış politika konularına yakın ilginiz devam ediyor. Bu çerçevede başta komşularımızla ilişkilerimiz olmak üzere Türkiye’nin izlediği dış politikaya ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir?

Orta Doğu yakın tarihin en zor, en ıstıraplı dönemlerinden birini yaşıyor. Arap Baharı diye tanımlanan süreç maalesef şimdilik başarıya ulaşamamıştır. Çok sayıda insanın hayatına mal olan sivil direniş hareketleri o ülkeler hesabına barış, istikrar ve demokrasi getirmemiştir. Suriye’de yaşananlar bir iç savaş görüntüsü vermektedir. Üstelik orada ülke dışından gelen ve farklı amaçlara hizmet eden silahlı gruplar çözümü büsbütün n zorlaştırmaktadır. Cenevre görüşmelerinden henüz ümit verici bir sonuç çıkmamıştır. Suriye’deki gelişmeler, başta İsrail ve Rusya olmak üzere bazı ülkelerin stratejik menfaatlerini doğrudan doğruya ilgilendirmektedir. Bölgede istikrar ve barışın sağlanamamış olması Türkiye’yi de güvenlik riskleriyle karşı karşıya bırakmaktadır. Türkiye açısından en isabetli politika, bence gerek ülkeler arasındaki gerekse bir ülkenin içindeki silahlı çatışmalara taraf olmamaktır.
Mısır’daki gelişmelerde de Türkiye’nin Müslüman Kardeşler örgütünün adeta hamisi gibi görünmesi o ülkeyle ilişkilerimize zarar vermiştir.
Avrupa Birliği’yle ilişkilerde de ciddi sorunlar yaşanmaktadır. AB tarafından pek çok konuda Türkiye’ye çifte standart uygulanması ve müzakere sürecimizin çeşitli yollardan engellenmesi mazur görülemez. Bu haksızlıklarla daha etkili biçimde mücadele etmek gerekmektedir.

Dış politika söz konusu olduğunda yurt dışında ülkemize yönelik önyargıların varlığı dile getirilir. Size göre bu önyargılar hangi noktalarda birleşmektedir?

Türkiye’ye yönelik önyargı gibi görünen yaklaşımların arkasında çoğu zaman büyük devletlerin bölgeye yönelik stratejik ve ekonomik menfaatleri yatmaktadır. Bölgedeki petrol kaynakları ve ulaşım yolları büyük devletler açısından hayati önemdedir. O devletler kendi çıkarlarını ilgilendiren konularda kendi beklentileri doğrultusunda hareket edilmesini beklemekte, aksi takdirde Türkiye’ye karşı olumsuz bir tavır içine girmekte ve uluslararası basını da bir baskı aracı gibi kullanmaktadırlar. Bununla beraber, Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları alanındaki eksikliklerine yönelik eleştirileri her zaman kötü niyetli yaklaşımlar gibi görmemek gerekir. Artık uluslararası ilişkilerde insan hakları bir iç mesele sayılmamaktadır. Onun için başkalarının bu konularda görüş bildirmelerinden ve eleştiride bulunmalarından fazla rahatsız olunmamalıdır. Ancak eğer insan hakları konuları başka siyasi menfaatler için bir istismar konusu yapılıyorsa o zaman gerekli dikkati göstermek gerekir. Bu konuda Türk basınına da büyük görev düşmektedir.

Tecrübeli bir siyasetçi olarak günümüzde Meclis’e baktığınızda nasıl bir tablo görüyorsunuz? Siyasi partiler arasındaki ilişkiler ve siyaset dili açısından değerlendirmeleriniz nelerdir?

Demokratik ülkelerde Meclis’te siyasi partiler arasında görüş ayrılıkları olması, fikir çatışmaları yaşanması doğaldır. Ancak burada üsluba dikkat etmek ve ülkedeki siyasi ortamı gerecek söylemlerden kaçınmak gerekir. Ülke çıkarlarını ilgilendiren konularda da evvelce olduğu gibi Meclis’in birlik ve beraberlik içinde hareket etmesi önem taşımaktadır.

Sizce siyasetin olmazsa olmazları nelerdir?

Siyasetin olmazsa olmazı demokrasinin bütün kurallarıyla tam olarak işlemesidir. Türkiye bugün maalesef uluslararası kuruluşlar tarafından tam bir demokrasi gibi görülmemektedir. Demokrasiler arasında yapılan bazı sıralamalarda Türkiye 89. sırada gösterilmektedir. Basın özgürlüğü, kadın hakları, yargı bağımsızlığı gibi alanlardaki sıralamalarda da yerimiz çok gerilerdedir. Türkiye’nin ileri demokrasiler arasında yer alması hem ülkemizin itibarı hem de vatandaşlarımızın özgürlüğü açısından büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin bölgedeki ülkelere örnek olma özelliğine kavuşması da bu alanda sağlayacağımız başarıya bağlıdır.

Diplomat ve milletvekili olduğunuz yıllara dair unutamadığınız olayları/anılarınızı bizimle paylaşabilir misiniz?

Kıbrıs, Kardak ve Suriye’yle terör konusunda yaptığımız diplomasi mücadelesi en önemli anılarım arasındadır. Ayrıca Almanya’da ve Danimarka’da vatandaşlarımızın haklarını korumak için yaptığımız çalışmaları ve oradaki Türklerin bu çalışmalara verdiği desteği unutmak mümkün değildir. Ancak bence en önemlisi Kıbrıs Türklerinin can güvenliklerinin ve özgürlüklerinin korunması için yaptığımız çalışmalardır. Kıbrıs’ta Denktaş’ı yakından tanımak ve onun kahramanca mücadelesini görmek benim için büyük kazanç oldu.

“Kitap yazmak benim için zevkli bir görev”

Bir Propaganda Silahı Olarak Basın, Uçurumun Kenarında Politika, Demokrasiden Diktatörlüğe, Çıkış Yolu, Ulusal Çıkarlar, Silahsız Savaş, Geleceği Yakalamak ve Türkiye’nin Gücü isimli kitaplara imza atan Onur Öymen, “Size göre devlet adamlarının bilgi, birikim ve anılarını paylaşmalarının önemi nedir?” sorumuza şu yanıtı veriyor: “Devlet ve siyaset hayatında görev yapmış kimselerin tecrübelerini, araştırmalarını ve görüşlerini paylaşmaları bence zevkli bir görevdir. Yazdığım kitaplarla bu görevi yapmaya çalışıyorum. Eğer o kitaplar, özellikle gençlerin bilgi ve düşünce birikimine bir katkı sağlıyorsa ne mutlu.”


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.