Onur Öymen’in Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi Konuşması, 5 Kasım 2013

Değerli arkadaşlar, ADD Kadıköy şubesinin başkanına ve çalışma arkadaşlarına nazik davetleri için içtenlikle teşekkür ediyorum. Bugün dış politikadaki gelişmelerle ilgili olarak görüşlerimi sizlerle paylaşacağım. Özellikle son yıllarda sizin de yakından izlediğiniz gibi dış politika yalnız uzmanların ilgilendiren bir konu olmaktan çıkıp bütün vatandaşlarımızın günlük hayatını ilgilendiren bir mesele haline geldi. Ülkemizin civarındaki gelişmeler yalnız o ülkenin halkları için değil, bizim ülkemiz için de önemli sonuçlar doğurmaya başladı.

Dış politika deyince önce aklımıza ulusal güvenlik geliyor. Bir hükümet, vatandaşlarını güvenlik içinde yaşatmayı başaramazsa, diğer alanlarda sağlayabileceği olumlu sonuçların fazla bir anlamı kalmaz. Örneğin Hitler Berlin’de Avrupa’nın en büyük havalimanını inşa etmişti, her yıl 1000 km otoyol yapıyordu, bu nedenle gençliğinde John Kennedy’nin bile hayranlığını kazanmıştı. Ama aynı zamanda hem kendi ülkesini hem dünyayı felakete sürükledi, 60 milyon insanın ölümüne sebep oldu. O bakımdan eğer bir hükümet vatandaşlarını barış ve güvenlik içinde yaşatabiliyorsa bu başlı başına bir başarı örneği sayılabilir. Bugün maalesef Türkiye dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olmasına rağmen maalesef Dünya Barış Endeksinde 135.sırada geliyor. Yani 134 ülkenin insanları bizden daha fazla huzur ve güvenlik içinde yaşıyorlar. Atatürk “Yurtta barış, dünyada barış” demişti. Bu sözün hedefi, ülkemizin vatandaşlarını barış içinde yaşatmak ve saldırgan politikalar izlemeyerek dünya barışına katkıda bulunmaktı. Atatürk, ülkemizin iç ve dış saldırılara karşı savunmak için yapılan silahlı mücadelenin dışında savaşı bir cinayet olarak görüyordu. Ama silahlı saldırılara karşı hiçbir zaman müsamahalı davranmamıştır.

Türkiye neredeyse 30 yıldan beri bir terör örgütünün silahlı saldırısının ve tehdidinin hedefindedir. PKK terör örgütünden önce Ermeni terör örgütü ASALA, yaklaşık 10 yıl boyunca 40’tan fazla Türk diplomatımızı ve büyükelçimizi öldürmüştür.

Terörist saldırıların nedenlerini değerlendirirken bunun dış boyutuna da bakmak gerekiyor. Türkiye’nin terörist saldırılarla karşılaşması acaba hangi ülkelerin menfaatine yarıyor? Bu saldırıların planlanmasında terör örgütlerinin teşvik edilmesinde, desteklenmesinde ve himaye edilmesinde acaba hangi ülkelerin menfaati olabilir? Bu sorunun cevabını araştırmazsak, terörü sadece yurtiçinde yapılan bazı haksızlıklara karşı neredeyse haklı bir mücadele gibi göstermeye kalkışırsak yanlış bir değerlendirme yapmış oluruz. ASALA terörünün arkasında Türkiye ile ilgili beklentileri olan Ermenistan vardı. Nitekim Türk diplomatlarına yönelik saldırılarda bulunduktan sonra Ermenistan’a kaçan teröristlerin hiçbiri yakalanıp yargılanmamış ve cezalandırılmamıştır.

PKK’nın arkasında birden çok devletin olduğunu biliyoruz. PKK’nın bölgedeki en önemli merkezlerinden biri Kıbrıs Rum kesimiydi ve Öcalan Kenya’da yakalandığında cebinde Rum pasaportu vardı. Orada sığındığı yer Yunanistan büyükelçiliğiydi. PKK teröristleri Yunanistan’daki Lavlion kampında kalıyorlardı.

Bugün bile PKK’nın dış destekten yararlanmadığı söylenebilir mi? Eğer herhangi bir devletin veya bölgesel gücün desteği veya hoşgörüsü olmasa, merkezini, karargahını komşu bir ülkenin topraklarında bulundurabilir miydi? Vaktiyle PKK karargahı Şam’daydı ve eğitim merkezi Lübnan’ın, Suriye denetimindeki Beka vadisindeydi. Türkiye ne zaman PKK konusunda girişimde bulunsa o zamanki Suriye hükümeti daima Fırat’ın suları meselesini gündeme getirirdi. Yani terörü sular meselesinde bir pazarlık konusu yapmaya çalışıyorlardı. Deniz Baykal’ın dışişleri bakanlığı sırasında Suriye’ye karşı çok ciddi bir diplomatik mücadele başlattık ve kısa süre içinde Öcalan’ın sınır dışı edilmesini sağladık. Ancak ne yazık ki aynı kararlılığı Irak’a karşı gösteremedik. Körfez savaşı sırasında Irak’ta 150 bin asker bulunduran ABD’nin de desteğinin sağlayamadık. Tam tersine ABD, Türkiye’ye PKK ile askeri mücadele yapmayıp siyasi çözüm aranmasını önerdi. Terörler müzakere yolu ile çözüm aramamızı tavsiye ettiler. Şimdi yapılan budur. Bu bir başarı gibi sunulmaktadır. Oysa terörle mücadelede başarılı olan ülkeler bunu kararlılıkla mücadele etmelerine borçludurlar. Fransa Action Directe, örgütünü, Almanya Beider Meinof , Japonya Aun tarikatını, Sri Lanka Tamil gerillalarını böyle dize getirdi. İspanya uzun yıllardan beri çok sayıda insanı öldüren ETA terör örgütü tüm silahları bırakmayı kabul ettiğinde bile onlarla masaya oturmayı reddetti. İngiltere IRA terör örgütü, bütün silahları bırakmayı kabul ettikten sonra çözüme yanaştı. Bizde ise maalesef silahlarını bırakmayan ve silah zoruyla siyasi çözüm, hatta anayasa değişikliği dayatmaya kalkışan bir terör örgütü ile müzakere edilerek bir çözüm aranmaya çalışılıyor. Hemen hemen her gün terör örgütünün yeniden silahlı mücadeleye başlamak tehdidi ile karşı karşıya kalıyoruz. Hükümet teröristlerin serbestçe ülkeyi terk edebileceğini söylüyor. Yani Türkiye’de suç işlemiş, adam öldürmüş, mayın döşemesi, insan kaçırmış teröristlere, bu suçların hesabını vermeden, yargılanmadan yurtdışına çıkma imkanı sağlıyoruz. Mecliste de buna ciddi bir tepki yok. Oysa suç işlemiş insanları meclis kararı bile olmadan affetme yetkisi var mıdır? Herhangi bir hukuk devletinde bunun örneği görülmüş müdür? Anayasamızın hangi maddesi hükümete böyle bir yetki vermektedir? İşin tuhaf tarafı hiçbir hukuk anlayışına göre savunulamayacak bu durum Türkiye’ye hukuk ve demokrasi dersi vermeye çalışan bazı ülkeler tarafından alkışlanmaktadır. Özetle terörle mücadele konusunda yaşadıklarımız, demokrasiyle, hukukla ve ülke güvenliği ile bağdaştırılması mümkün olmayan bir durumdur. Biraz önce de belirttiğim gibi terörün dış boyutu açıkça ortada olduğu için bu aynı zamanda bir dış politika meselesidir. Hükümet Irak hükümetinin topraklarındaki terörü sona erdirmeye ikna edememektedir. Oysa Irak’ın bu konuda BM kararlarından ve kendi anayasasından kaynaklanan yükümlülükleri vardır.

Bölgemizdeki güvenlik koşulları Türkiye’nin menfaatlerine zarar vermektedir. Eğer bölgede bir güvenlik riski varsa, komşu ülkelerde savaş varsa sınır güvenliğinin sağlanması özel bir önem taşır. Örneğin Türk Irak sınırı, Belçika, Hollanda sınırı gibi değildir. Irak’ta savaşın bitmesinden sonra uzun yıllar geçmesine ve ABD askerlerinin çekilmesine rağmen her gün silahlı çatışmalar ve terör eylemler olmaktadır .geçen ay Irak’ta bu çatışmaların sonucunda 1000 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu çatışmaların yaşandığı ve bir terör örgütünün merkezinin bulunduğu Irak ile sınırımız sadece Türk askerlerince korunmaktadır. Irak tarafında sınır güvenliğini sağlamakla görevli tek bir Irak askeri yoktur. Oradaki yerel yönetimim tek bir peşmergesi yoktur. İşte Türk Dış politikasının hedeflerinden bir ibu eksikleri giderip sınır güvenliğini sağlamaktır.

Aynı durum Suriye sınırımız için de söz konusudur. 910 km’lik sınırımızın güneyinde tek bir Suriye askeri yoktur. Sınırın büyük bir bölümüm PKK’nın uzantısı PYD, bir bölümü de El- Kaide’ye bağlı El-Nusra ve başka silahlı gruplar tarafından kontrol edilmektedir. Bu çatışmalar hemen hemen her gün vatandaşlarımızın yaralanmasına veya ölümüne yol açmaktadır.

Kuşkusuz Suriye’de yaşananlar Türkiye için de kaygı konusudur. Orada 100 binden fazla insan hayatını kaybetmiştir. Milyonlarca insan evini terk etmek zorunda kalmıştır. Yalnız Türkiye’deki sığınmacıların sayısı 200.000’i kamplarda olmak üzere 500.000’i aşmıştır. Dünya basını oradaki silahlı grupların militanlarını ve silahlarını Türkiye üzerinden geçirerek Suriye’ye götürdüğünü yazıyor. Bu konudaki yalanlamalar ikan edici olmuyor. Suriye’de ölenlerin yaklaşık %47’si sivillerden oluşuyor. Geri kalan kayıpların yaklaşık 30.000’i Suriye ordusu mensubudur. Kimyasal silahlar meselesi Rusya’nın başlattığı bir girişim sonucunda çözümlenmiş görünüyor ama çatışmaların sona ereceğinin işaretleri yok.

Türkiye uluslararası toplumun silahlı bir müdahale ile Suriye hükümetini devirmesini savunuyordu. ABD’yi kısa süreli müdahale ile değil, kapsamlı bir askeri hareketle çözmeye davet ediyordu. Esad’ın meşruiyetini kaybettiğini ve muhatap alınmaması gerektiğini söylüyordu. Oysa uluslararası toplum şimdi siyasi çözüm süreci üzerinde çalışıyor ve Cenevre’de mevcut Suriye hükümetinin de katılımıyla bir konferans toplanmasının hazırlıkları yapılıyor. Bunların altında yatan nedir? Arap Baharının başlamasından bu yana neden Suriye’de hiçbir yerde görülmemiş çatışmalar ve insan kaybı oluyor? Bunun altında yatan nedir? Önce şunu hatırlayalım, Suriye’nin diğer Arap ülkelerinden en önemli farkı, İsrail’e komşu olmasıdır. Suriye’nin tutumu, izlediği politikalar İsrail’in güvenliği açısından son derece önemlidir. Bölge için en büyük tehlike İran’ın nükleer silah ürettiği iddiası ile İsrail’in bu ülkeye karşı bir hava operasyonu yaparak İran’daki nükleer tesisleri imha etmesidir. İsrail böyle bir operasyonu 1981 yılında Irak’a karşı, 2007 yılında da Suriye’ye karşı yaparak bu ülkelerdeki nükleer santral inşaatlarını tahrip etmişti. Benzeri bir operasyonu İran’da yapması halinde İran’ın elindeki füzelerle İsrail’i vurması mümkünüdür. İşte Kürecik’e yerleştirilen radarlar böyle bir durumda İran füzelerinin havada ABD füzeleri tarafından imhası için kullanılacaktır. Pek çok uzmanın değerlendirmesi bu yöndedir. Ayrıca İran kendi yandaşı olan Lübnan’daki Hizbullah örgütü vasıtasıyla İsrail’deki sivil hedeflere saldırı düzenleyebilecektir. Bu füzeler Hizbullah’a Suriye üzerinden ulaştırılmaktadır. İran ile yakın işbirliği içinde olan Suriye buna aracılık yapmaktadır. Son zamanlarda İsrail’in Suriye’ye yönelik bazı hava operasyonlarının Hizbullah’a gönderilmek üzere Suriye’ye getirilen İran füzelerinin imhasına yönelik oldu bildirilmektedir. Eğer Suriye’de Nesturî ağırlıklı iktidar değişip de İran karşıtı ve muhtemelen Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir Sünni hükümet iş başına gelirse bütün bu dengeler değişecek ve İran’da, Irak, Suriye ve Hizbullah üzerinden Akdeniz’e karşı uzanan Şii kuşağı kırılacaktır. Bunun yerine Türkiye sınırından Suriye, Filistin, Mısır, Libya ve Tunus üzerinden Atlantik’e kadar Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir kuşak oluşturulacaktır. Mesele bu boyutu ile görülürse gelişmeler daha iyi anlaşılabilir. Türkiye’nin de niçin Esad’ın devrilmesine öncelik verdiği görülebilir.

Bu vesile ile şunu da ifade edeyim, Türkiye’nin son zamanlarda Çin’den füzesavar füze ithal etme kararı ABD’de ve diğer ülkelerde rahatsızlık yaratmıştır. Burada asıl hedefimizin kendi füzesavar sistemimizi geliştirmek olması gerektiğini kısaca belirteyim.

Aynı şekilde niçin Türlyie’nin Mısır’da bir askeri müdahale sonucunda Müslüman kardeşler hükümetinin devrilmesine diğer ülkelerden fazla tepki göstermesinin sebebi anlaşılabilir. Çünkü demin sözünü ettiği Müslüman kardeşler ağırlıklı kuşsak bu müdahale ile en hassas yerinden kırılmış ve Türkiye’nin de hesapları bozulmuştur. Müslüman kardeşler aslında 1927 yılında kurulan ve Ortadoğu’nun en etkili İslami örgütü haline gelen bir kuruluştur. Geçmişte pek çok suikast girişimine ve şiddet eylemine katıldığı için 1954’yen beri Mısır’da 1963’ten beri Suriye’de yasaklanmıştır. Suudi Arabistan ve bazı körfez ülkeleri de bu örgüttün varlığından rahatsız olmaktadır. Bu nedenle Nursi’nin gerçekleştirdiği müdahaleyi desteklemişlerdir . başlangıçta Müslüman Kardeşlere işbirliği yapmayı ön gören ABD de son günlerde politikasını değiştirmiştir. Evvelce Senato dışişleri komisyonunun başkanı iken Mısır’a giden ve Müslüman kardeşlereler temas kurup onlarla işbirliği yapabileceği işaretini veren ABD dışişleri bakanı John Kerry iki gün önce Kahire’ye giderek Sisi hükümeti le işbirliği yapacağının işaretlerini vermiştir. Aynı tarihte İngiltere de 24 kalem askeri malzemenin satışına izin vermiştir. Türkiye orada da zor durumda kalmıştır. Zira Müslüman kardeşleri devirdiği için Mısır silahlı kuvvetlerine en büyük tepki gösteren ve yeni rejimi suçlayan Türkiye şimdi bu tutumunda yalnız kalmıştır. Mısır hükümetinin ve halkın önemli bir bölümünün tepkisini çekmektedir.

Değerli arkadaşlar Ortadoğu ile ilişkilerimizin özeti budur ve başlangıçta bütün ülkelerle sıfır sorun politikası izleyeceğini söyleyen Türkiye şimdi her bölge ülkesiyle sorunlu ve yalnızlık içinde bir ülke haline gelmiştir.

Avrupa ile ilişkilerde de ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. AKP, AB’ye tam üyelik hedefini benimsediğini başından beri açıklamış ve bu yönde adımlar atmıştır. 2005 tarihinde Türkiye Hırvatistan ile aynı gün müzakerelere başlamıştır. Hırvatistan bütün süreci tamamlayarak tam üye olmuş ancak Türkiye sürecin yarısına bile gelememiştir. Fransa, Almanya ve Avusturya gibi ülkeler resmen karşı çıkmaktadırlar . Türkiye Avrupa’da da yalnızlık içine düşmüştür. İnsan hakları, demokrasi, basın, yargı bağımsızlığı ve kadın-erkek eşitliği gibi alanlarda yaşanan ciddi sorunlar Türkiye’nin AB üyeliğini istemeyenlere koz vermektedir.

ABD ile ilişkiler de kısmen Türkiye’nin izlediği ve ABD’nin beklentileriyle çelişen politikalar, kısmen de gezi olayları gibi kamuoyuna yansıyan insan hakları ihlalleri nedeniyle hızla geriye gitmektedir. ABD basınında sık sık Türkiye’yi kuvvetle eleştiren makalelere rastlanmaktadır.

Uluslararası ekonomik ilişkilerde de Türkiye son zamanlarda ciddi sıkıntılar içine girmiştir. Cari açıkta ve dış ticaret açığında dünya ekonomileri arasında son sıralarda yer almaktadır. Faiz hadleri ve enflasyon orası gibi alanlarda da gerilerdedir. Bu genel tablo Türkiye’nin dış güvenlik, ekonomik ilişkiler gibi alanlarda zor bir dönemden geçtiğini göstermektedir. İç politikada yaşanan gerginlikler bütün bu sorunların serin kanlılıkla ve ülke çıkarları düşünülerek mecliste ve kamuoyunda tartışılmasına uygun bir ortam yaratmamaktadır. Oysa bu gibi konuların diğer ülkelerde olduğu gibi iç politika düşüncelerinin dışında tartışılarak ülkemizin siyasetinin belirlenmesi gerekmektedir. ,

Bu olumsuz tabloya bakarak kötümserliğe kapılmamak lazımdır. Türkiye geçmişte çok daha sıkıntılı durumlardan başarıyla çıkmasını bilmiştir. Bugün de bu sıkıntıları aşacak birikime ve tecrübeye sahiptir. Yeter ki ülkeyi yönetenler bundan yararlanmak istesinler.

Türkiye’nin gerek dış politika gerek diğer alanlarda çağdaşlık yoluna girebilmesi başta Atatürk olmak üzere cumhuriyeti kuranların gösterdiği yolda ilerlemekle mümkündür. Geçmişe özlem duyarak Osmanlı imparatorluğunu yeniden yaratma hayallerine girerek Türkiye’nin bu zorlukları aşması mümkün değildir. Geri vitese takılı bir araba ileriye gidemez. Bu koşullarda cumhuriyetin temel kazanımlarına sahip çıkan ve onun hedeflerini benimseyen insanların ortak iradelerini ortaya koyarak demokrasi içinde çare aramaları kaçınılmaz bir görev haline gelmiştir.


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.