Son Eklenenler:
- Kıbrıs’ta beklenmedik gelişmeler – Onur Öymen – Cumhuriyet Gazetesi – 18 Nisan 2025
- SPUTNİK AJANSININ ADANA MUTABAKATIYLA İLGİLİ SORULARINA KARŞILIK VERDİĞİM MÜLAKAT 27 OCAK 2019
- ODA TV’DEN NURZAN AMURAN’A VERİLEN MÜLAKAT 27 EKİM 2019
- 3 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 99. yıldönümü Hakkında 25 NİSAN 2019
- CUMHURİYETTE “ ABD’NİN AMACI DEVLETÇİKLER OLUŞTURMAK” ADLI MÜLAKAT 24 AĞUSTOS 2019
- GAZETE DURUM’DAN BAHADIR SELİM DİLEK İLE MÜLAKAT “VETO HAKKINI SONUNA KADAR KULLANMALIYIZ 23 MAYIS 2022
- Cumhuriyet gazetesi Tuncay Mollaveisoğlu imzasıyla ve “Türkiye Geri Adım Atamaz” başlığıyla yayınlanan mülakat 22 TEMMUZ 2019
- ABD BAŞKANI TRUMP’IN AMERİKA’NIN 1987 TARİHLİ ORTA MENZİLLİ NÜKLEER SİLAHLAR ANTLAŞMASINI (INF) ASKIYA ALMA KARARIYLA İLGİLİ OLARAK SPUTNİK HABER AJANSINA VE BAŞKA YAYIN ORGANLARINA VERİLEN DEMEÇ 22 ŞUBAT 2019
- Türkiye’deki Demokrasi, İnsan Hakları, Basın Özgürlüğü ve Düşünce Özgürlüğü Alanlarındaki Eleştiriler Hakkında 21 KASIM 2019
- Erdoğan ve ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence görüşmesi ardından 18 EKİM 2019

Onur Öymen, BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ – 16 Kasım 2013
Kıbrıs Sorunu ve Türkiye’ye Etkileri
Kıbrıs adası Doğu Akdeniz’in stratejik açıdan en önemli yerlerinin başında geliyor. Ada milattan önce 1450 yılında mısırlılar tarafından işgal edilmiş, daha sonra Romalılar, Bizanslılar ve Venediklilerin denetiminde kalmış. Dikkat çekici nokta, Kıbrıs hiçbir zaman Yunanistan egemenliğinde bir ada olmamış. 1571 yılında Osmanlılar tarafından fethedilen Kıbrıs, 300 yılı aşkın süre Türklerin egemenliğinde kaldı. Türkler Kıbrıs’ı aldıktan sonra Anadolu’dan 30 bin göçmeni adaya göndermişler. Yani bugünkü Kıbrıslı Türkler o tarihte Anadolu’dan göç edenlerin torunları. 1877 – 1878 Savaşından sonra Osmanlı İmparatorluğu savaşı kaybedince, Kıbrıs emaneten İngiltere’ye bırakıldı. Eğer Osmanlılar bir kere daha Rus saldırısına uğrarsa İngilizler onun yardımına gelecek ve bu iş için Kıbrıs’ı bir üs gibi kullanacaklar. Bazı İngiliz yazarlar bu antlaşma ile başbakan Disrail’in Osmanlı hükümetini aldattığı görüşündeler. Disrail’in yerine gelen başbakan Gladstone durumu beklenmeyen bir açıklıkla dile getiriyor, “1878 Kıbrıs Antlaşması, milletlerin tarihinde daha kötüsü görülmemiş, benzerine de pek az rastlanan bir ikiyüzlülük örneğidir. “ Kıbrıslı Rumlar ve Türkler yaklaşık 300 yıl bir arada yaşamışlar ama tek bir millet haline gelememişler, ortak aileler kurmamışlar, kendi dinlerini, geleneklerini korumuşlardır. Rumların hedefi daima adanın Yunanistan’a bağlanması olmuştur. Daha 1881 yılında Kıbrıslı Rumların adada Enosis lehine gösteriler yapmaya başlamışlardır. Türkler de Enosis’e karşı dernekler kurup, gazeteler çıkartmışlardır.
Adadaki Yunan diplomatlar Enosis hareketinin kışkırtıcılığını yapıyorlardı. Bu nedenle 1900 yılında İngilizler, Yunanistan’ın Kıbrıs konsolosunu sınır dışı ettiler.
Kıbrıslı Rumların Enosis için dış destek arama çabaları daha o tarihlerde başladı. Daha 1907 yılında genç bir siyasetçi olarak adayı ziyaret eden Churchill Rumların bu taleplerine karşı İngiliz hükümetinin saygı göstereceğini söylemişti. İşte Kıbrıs’ın geçmişinde bu gibi olaylar var. Enosis’i destekleyen örgütlerden biri de kilisenin 1920 yılında kurduğu ulusal konseydir.
1920’li yılların sonunda Kıbrıs’taki İngiliz genel valisi olan Roland Stors Kıbrıs’ın Yunanlığı tartışılmaz demişti. 1940’lı yıllarda da Atina’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Micheal Palaraid, Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesini savunmuştu. Ancak bu siyasi desteğe rağmen Rumlar İngilizlere karşı şiddet hareketlerine başlayıp, İngiliz valisinin konağını ateşe verince, İngiltere Enosis yanlısı faaliyetleri ve Yunan bayrağı çekilmesini yasakladı. Bütün siyasi partileri kapattı, 200 Kıbrıslı Rum’u hapsetti ve basına sansür getirdi. Savaş yıllarında Kıbrıslı Rumlar ve Türkler karşılıklı olarak örgütlendiler. 1945 yılında Kıbrıs Türk Kurumlar Birliği kuruldu. 1947’de Yunan parlamentosu Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılmasının Yunan milletinin bir arzusu olduğu yolunda bir kara aldı.
İngiltere Kıbrıs üzerindeki haklarını koruduğu sürece Türk hükümeti adada statü değişikliği talebiyle ortaya çıkmadı. 1950 yılının Haziran ayında DP’nin iktidara gelmesinden bir ay sonra dışişleri bakanı Fuat Köprülü, Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorununun olmadığını söyledi.
İngiltere o tarihlerde ne düşünüyordu? Daha 1946 yılında dışişleri bakanı Bawen, İngiltere’nin Akdeniz’deki varlığını sürdürmesinin ülkesinin büyük devlet statüsünü koruması açısından hayati önem taşıdığını söylüyordu. İngiliz Genel Kurmay Başkanlığına aynı doğrultuda değerlendirmeler yapıyordu. Yunanlılar 1950’lerin başında Kıbrıs’ı kendi topraklarına bağlamak için diplomatik girişimleri başlattılar. BM’ye başvurdular, ancak BM Genel Kurulu bu konuyu ele almayı kabul etmedi. Bu sıralarda Kıbrıs’ı terör yolu ile ele geçirme çalışmaları da yürütülüyordu. EOKA terör örgütü bu amaçla kurulmuştu. Makaryos 2 Temmuz 1952’de Atina’da EOKA lideri general Grivas ile buluşmuş ve Enosis’in silahla gerçekleştirilmesi temel politika olarak benimsenmişti. Rumlar 1953’te bir ihtilal konseyi kurdular. Neticede 1 Nisan 1955’te EOKA teröristleri önce İngilizlere sonra da Türklere saldırmaya başladılar. Türk hükümeti de artık Kıbrıs meselesi ile yakından ilgilenmeye başladı. 1957 yılında BM’de Kıbrıs konusu görüşülürken Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, ABD Dışişleri Bakanı Dallas’a açıkça şunu söyledi, “Yunanistan Kıbrıs konusunda hiçbir hakka sahip değildir ve saldırgan durumdadır. Kıbrıs’ta taksimin bir an önce gerçekleştirilmesi lazımdır. Uzun müzakerelerden sonra 1960 yılında Londra ve Zürih antlaşmaları ile Kıbrıs egemen bir devlet olarak ortaya çıktı. Ancak adada İngilizlerin 2 egemen üssü ile radar istasyonları olacaktı. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olacak, her biri kendi toplumu tarafından seçilecek, hükümette 7 Rum, 3 Türk bakan olacak, başkan ve yardımcısının kanunlar ve Bakanlar Kurulu kararları üzerinde veto hakkı bulunacak, mecliste ve bürokraside görevlendirileceklerin %70’i Rum, %30’u Türk olacaktı. Garanti ve ittifak antlaşmaları anayasaların değişmez hükümleri arasında bulunacak, garantör devlet olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin gerektiğinde birlikte veya tek taraflı müdahale hakkı olacak. Adada Yunanistan’ın 950, Türkiye’nin 650 askeri bulunacaktı. Antlaşmanın Yunanistan parlamentosunda onaylanması sırasında eski Başbakan Yorgo Papandreou kuvvetli eleştirilerde bulundu., Osmanlı imparatorluğundan kurtarılmış olan memleketlerin hiçbir zaman tekrar bu imparatorluğun kontrolü altına geçmeyeceğine dair Hristiyan dünyasının geleneklerine aykırı hareket edildiğini söyledi.
Makaryos Londra ve Zürih antlaşmalarını baskı altında imzalamış ve hiçbir zaman bunların içine sindirmemişti. 2 Mayıs 1962 tarihinde Makaryos’ un onayıyla hazırlanan Akritas Planı Türk toplumunun önemli bir bölümünün 48 saat içinde yok edilmesini ve Türkiye’nin müdahalesinden önce Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleştirilmesini öngörüyordu. Makaryos 4 Eylül 1962 tarihinde verdiği demeçte, “Helenizm’in korkunç düşmanı olan Türk ırkının bir parçasını oluşturan Türk toplumu adadan kovulmadan EOKA kahramanlarının görevi hiçbir şekilde tamamlanmış sayılamaz.” diyordu. Zaten daha önceki yıllarda Makaryos şiddet eğilimlerini desteklediği için İngilizler tarafından adadan sürülmüştü. Peki nasıl olmuştu da 1975 sonrasında aynı Makaryos BM’de İngiltere dahil Kıbrıs’ın yegane meşru lideri olarak tanınmıştı?
Kıbrıs’ta EOKA’nın dışında da silahlı güçler vardı. İçişleri Bakanı Yorgacis’in 1800 militanı bulunuyor ve bunlar adadaki Yunan subayları tarafından eğitiliyordu.
Neticede Makaryos’un Kıbrıs anayasasını değiştirme önerilerinin reddini bahane eden Rumlar 21 Aralık 1963 günü Türklere saldırdılar ve çok sayıda Kıbrıs Türkünü şehit ettiler. Katledilenler arasında bir Türk binbaşısının eşi ve 3 çocuğu da bulunmaktaydı. Rumların saldırılarına karşı Türkiye bir askeri müdahaleye hazırlanıyordu ancak 5 haziran 1964’te Başkan Johnson İsmet Paşa’ya çok ağır bir mektup yolladı. Bu mektupta Türkiye’nin müdahalesi sonucunda SSCB Türkiye’ye saldırırsa NATO’nun Türkiye’yi koruma yükümlülüğünün geçerli olmayabileceğini söyledi. ABD eski Dışişleri Bakan Yardımcılarından Goerge Bold, bu mektubu diplomatik bir atom bombası olarak nitelendiriyordu. İsmet Paşa bun çok set bir cevap gönderdi ve basına da şunları söyledi, “ Eğer haklılığımız teslim edilmezse bu sistem yıkılır yeni bir dünya kurulu, Türkiye de dünyada yerini alır.” İsmet Paşa bu mülakatı Milliyet ve Time Dergisine vermişti. Milliyet’te yayınlandı ancak Time’da yayınlanmadı. Daha sonraki yıllarda yapılan diplomatik çabalar başarıya ulaşmadı. Güney Kıbrıslı Rumlar BM’de adanın tek meşru hükümeti olarak tanınmaya devam ettiler. BM’nin barış gücü uzun yıllar Kıbrıs’ta taraflar arasında bir çatışmayı önlemeye çalıştı. Kıbrıslı Türkler 30 Arlık 1967’de Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi’ni kurdular. Dünya liderleri arasında gerçekleri görenler de vardı. Bunlardan biri Fransa cumhurbaşkanı De Gaulle idi. De Gaulle 1968 yılında Türkiye’ye yaptığı siyaset sırasında şunları söylüyor, “Kıbrıs’ta Yunan milletinden bir parça, bir e Türk milletinden bir parça vardır. İki millet birbirinden pek farklıdır ve bunları bir devlette birleştirmek eğretidir, tabi değildir. Aklı selim ister ki bütün Türkler bir tarafta toplansın, Yunanlılar öbür tarafta. Tıpkı Trakya’da olduğu gibi Kıbrıs’ta da Türkiye ile Yunanistan arasında bir hudut olmalıdır. Sağduyu bunu gerektiriyordu ama uluslararası toplum bunu uygulamaya istekli değildi.” Bu arada 1967 yılında Yunanistan’da askeri darbe olmuş ve Enosis yanlıları Kıbrıs’ta da güç kazanmıştır. Onlar Makaryos’u bile yeterince kararlı davranmamakla suçluyor ve onu devirmeye çalışıyorlardı. 1974 yılının Temmuz ayında EOKA çetecilerinden Samson bir darbe yaparak Makaryos’u düşürdü ve bir Kıbrıs Helen Cumhuriyeti kurulduğunu ilan etti ve cumhurbaşkanlığını üstlendi. O sırada ABD Yunanistan’a karşı bir silah ambargosu uygulamayı düşünmedi. Kissinger şöyle diyordu, “ Bizim görüşümüze göre bir NATO müttefikine yapılan askeri yardımlar ittifakın uzun vadeli menfaatlerinin gereğidir.”
Başbakan Ecevit önce İngiltere ile birlikte adaya müdahale girişiminde bulundu. Ancak İngiltere bunu kabul etmeyince Türkiye garanti antlaşmana göre tek taraflı müdahale hakkını kullanarak barış harekatını başlattı. Bu arada Kıbrıslı Rumların adadaki Türkleri yok etmek için Volkan isimli yeni bir plan hazırladıkları da anlaşıldı. Türkiye’nin müdahalesinden sonra Cumhurbaşkanlığından uzaklaştırılan Samson, 26 Şubat 1981’de Eleftthetiphia gazetesine verdiği demeçte şöyle diyordu, “ Türkiye müdahale etmeseydi yalnız Enosis’i ilan etmekle kalmayacaktım, Türkleri de yok edecektim.” Türkiye’nin müdahalesinden sonra ABD Kongresi, Türkiye’ye karşı silah ambargosu kararı aldı ve Türkiye’ye verilmesi öngörülen 200 milyon dolarlık askeri yardım da askıya alındı. ABD hükümeti bu karar karşı olduğunu söyledi ama Kongreyi etkileyemedi. Türkiye bunun üzerine 26 Temmuz 1975 tarihinden itibaren ABD’nin Türkiye’deki askeri üs ve tesislerinden yararlanma hakkına son verdi. O tarihine kadar ABD Türkiye’deki 26 tesisten SSCB’nin füze ve nükleer silah denemelerini gözetliyordu. Kongrenin bu baskısı hiçbir sonuç vermedi ve 3 yılı aşkın süren bu ambargoyu ABD 1978 yılının Ağustos ayında kaldırma kararı aldı. Daha sonra Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında görüşmeler yapıldı ama bir anlaşmaya varılamadı. BM’nin çeşitli önerileri Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedildi. 2004 yılının başlarında yapılan görüşmelerden sonra BM genel sekreteri Kofi Annan tarafların üzerinde anlaşmaya varamadıkları konularda kendi fikirlerini bir plan haline getirdi ve bu plan ilgili hükümetlerin onayı alınmadan, Kıbrıs Türk ve Rum tarafında yapılan referandum sonucunda doğrudan doğruya halkın onayına sunuldu. Türk tarafına planın kabulü halinde Türkiye’nin AB üyeliğinin önü açılacağı yolunda yoğun propagandalar yapıldı ve Ankara hükümetinin de telkiniyle Kıbrıslı Türklerin %64,91’i plana evet dedi, %35,0’ı karşı çıktı. Kıbrıs Rum tarafında ise halkın %76’sı hayır, %24’ü evet oyu kullandı. Annan Planı 9000 sayfaydı ve Denktaş dahi bu planın tamamını gören ve okuyan yoktu. Dağıtılan özetten anlaşıldığına göre Yeniden bir Türk –Rum devleti oluşturulacak ancak Türklere egemenlik hakkı verilmeyecekti, Türklerin elindeki toprakların büyük bir bölümü Rumlara terkedilecekti, geri kalan topraklara 80 bin Rum yerleştirilecekti ve zaman içinde iki kesimlilik tamamen anlamsız hale gelecekti. Bu planı CHP mecliste kuvvetle eleştirdi. Ben de yaptığım konuşmada şunu söyledim, “ kaybettiğimiz bir savaşın sonun da bir teslim belgesi imzalarken bile hiç değilse neyi imzaladığınızı bilirsiniz. Tarihimizin yüz karası olan Sevr antlaşmasını imzalayanlar bile neyi imzaladıklarını biliyorlardı. Ve şimdi hiç kimsenin okumadığı bir metin hükümetçe kabul ediliyor ve Kıbrıs Türklerine onaylatılmak isteniyor. Bu, tarihimize bir utanç sayfası olarak geçecektir. Türkiye’nin sürüklendiği çözüm süreci böyle bir süreçtir. Buna çözmek değil, çözülmek denir. “ Uluslararası toplum bu referandum sonuçlarına rağmen Kofi Annan Planına hayır oyu veren Rumları mükafatlandırıp AB üyesi yaptı, evet oyu veren Türkleri ise cezalandırmaya devam etti ve haksız ambargoları sürdürdü.
Şimdi Sayın Başbakan Kıbrıs sürecinin yeniden canlandırılacağını ve Kofi Annan Planı yerine şimdiki BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un adı ile anılacak bir planın alacağını söylüyor. Bu tarihin tekerrürü demektir ve Türkiye üzerinde uygulanan haksız baskıların sürdürüleceği anlamına gelir. Yaşanan bunca tecrübe ve acıdan sonra Kıbrıs’ta bulunabilecek tek çözüm bence her iki tarafın egemen eşitliğine dayalı iç içe değil yan yana yaşayacakları bir çözüm olmalıdır. 400 yılı aşkın zamandan beri tek bir millet oluşturamayan Türkler ve Rumların, şimdi baskı altında uyumlu bir birliktelik oluşturmaları beklenemez. Türkiye’nin dış baskılarla aynı doğrultuda bir planı kabul etmeye yönelmesi ve Kıbrıslı Türkleri yeniden böyle bir planı kabul etmeye zorlaması benim kanaatimce tarihi bir hata olur. Umarım ki Türkiye ve Kıbrıslı Türkler bir daha böyle bir hataya düşmeyeceklerdir.
Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.