Onur Öymen – Tüyap Kitap Fuarı – İzmir – 27 Nisan Cumartesi


Bu kitap fuarı vesilesiyle son dönem Türk Dış Politikası konusunda görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Son zamanlarda çok moda bir kavram var, buna dönüşüm diyorlar. Önce kentsel dönüşüm dediler, binalar yıkılıyor yerine yenileri yapılıyor. Bir başka dönüşüm var ki bu daha da önemli bence, o da siyasi dönüşüm.

Türkiye’de büyük bir yapısal siyasi dönüşüm yaşanıyor şu anda.

Bu gelişmeleri aslında İzmir kitap fuarına denk gelmesi de son derece ilginç. Çünkü birazdan sözünü edeceğim kitaplar da tam bu dönüşümü anlatıyor size. Başka ülkelerde nasıl olmuş, Türkiye’de nasıl oluyor, son yıllarda neler yaşandı? Bunları bütünlük içinde gördüğümüz zaman resmi daha iyi anlayacağız. Ama Türkiye’de bu siyasi dönüşüm projesi yaşanırken diğer taraftan da büyük bir medya kampanyası yapılıyor. Süreç diyorlar. Eğer bu süreç denilen politikaları benimsemiyorsanız, siz terör yanlısısınız. Siz analar ağlasın istiyorsunuz, kan dökülsün istiyorsunuz. Neredeyse vatan hainliği ile eş duruma geldi. Bu dönüşüm projesinin mimarları kim?

Her şey 2009 yılında başladı, fiilen. Abdullah Öcalan bir yol haritası hazırladı, hükümete sundu, öyle anlaşılıyor. Yıllardan beri de niye açıklamıyorsunuz falan diyorlar, interneti kullanmasını bilenler için internette var. Yabancılar bile İngilizcesini yayınlamış. Başkanlığını Desmon Tutu’nun yaptığı Uluslararası Barış İnisiyatifi’nin 4 Aralık 2012 tarihli açıklamasını açarsanız, onun 1 numaralı ekinde bu yol haritası açıkça anlatılıyor. İşin tuhafı, bugün ne yaşıyorsan hepsi orada aynı sıra ile yazılmış. Mesela, madde 1, biz önce ateşkes ilan edeceğiz. Sonra Mecliste bir komisyon kurulacak ve komisyon hazırlıklar yapacak, af kanunu hazırlayacak. Sonra biz uluslararası denetim altında çekileceğiz, anayasa değişikliği yapılacak. Bu yol haritası ile eş zamanlı olarak yabancılar bu konuya el atmışlar ve kamuoyuna açıkladıkları bir yol haritası çizmişler. Orada da aynı şey var. Atlantic Council denilen bir “düşünce kuruluşu” var. Bunun başında da David Philips denen biri var. Aynı tarihte rapor hazırlıyorlar. 14 kişilik bir heyet, Türkiye’den katılanlar, Türkler, Kürtler, Kuzey Irak’tan katılanlar, bunlar hazırladı raporu. Ayrıca ABD ve İngiltere’nin Ankara eski büyükelçileri, emekli generaller, Norveç’in Washington büyükelçisi var. Parayı Norveç hükümeti veriyor. Ne tesadüf. Bu raporda, Türkiye PKK ile mücadele etmesin, müzakere etsin, af çıkartsın, yeni anayasa hazırlasın, yeni anayasada Türk kelimesi geçmesin. Biz bunları mecliste açıkladığımız zaman kıyametler koptu, çok rahatsız oldular. Çünkü o zaman bu Habur süreci tamamen sonuçsuz kaldı, skandal oldu. O zaman yapamadıklarını şimdi yapıyorlar. Onun için bu siyasi görüşün projesinin önemli bir bölümü yurtdışında kurgulanıyor ve belgeleri de var. Akil adamlar diyorlar şimdi, bu iş yapılmış bitmiş, raporu da yayınlanmış, insanların haberi yok. Bazı meşhur insanları akil olarak görevlendiriyorlar, çatışma olmuşsa bu insanlar rapor hazırlıyor. Bunların başında Finlandiya eski cumhurbaşkanı Marti Ahtisaari geliyor. O ve komitesi 2009 yılında, Avrupa’da Türkiye başlıklı bir rapor hazırlıyorlar. İnternette Türkçesi de var. 21-24 sayfası Kürt meselesi. Raporun ilk bölümünde hükümetler haklıdır, teröristler haksızdır, hızlıca okuyabilirsiniz. Orada bir kelime arayacaksınız, “fakat”. Bunu bulduktan sonra daha dikkatli okuyacaksınız. Son bölümde Türkiye’nin neler yapması gerektiğini söylüyor.  Yeni bir anayasa, yeni anayasa millet kavramını yeniden tarif edecek, hiçbir etnik gruba atıfta bulunmayacak, Kürtçe devlet dairelerinde, eğitimde, siyasette serbestçe kullanılacakmış. Aynı adam Endonezya’nın AÇE gerillaları ile yaptığı mücadele için de rapor yazmış, aynıları. Kosova ile ilgili aynı rapor. Bunlar üst üste çakışıyor, eş zamanlı olarak tezgahlanmış, şimdi bir şekilde yürürlüğe konuluyor.

Bizim bu konuda dikkatimizi çeken, meselenin dış boyutu. Uçurumun Kenarında Dış Politika diye bir kitap yazdım, bunları anlatıyor. Bu konuda Türkiye’nin karşılaştığı durumun dünyanın hiçbir yerinde benzeri yoktur, olmamıştır. Sanki Türkiye için çizilmiş bir siyasi dönüşüm modeli. Diyorlar ki Türkiye terörle mücadele etmesin, siyasi çözüm bulsun. Obama Ankara’ya geldi ilk seçildiğinde, mecliste bize hitap ediyor, orada dedi ki “Bakın bizim karşımızda iki tane terör örgütü vardır. bunlardan biri El kaide, diğeri PKK’dır. biz El Kaide’yi yerinden sökeceğiz, tahrip edeceğiz ve yeneceğiz. Siz ise PKK meselesi için gidin Barzani ile, Bağdat hükümeti ile konuşun, reform yasalarını çıkarın”. Kendisi için ön gördüğü model başka bizim için başka. Sonrasında ise üst düzey ABD yetkilileri sürekli olarak siyasi çözümden bahsediyorlar. 2008 yılının başlarında sayın cumhurbaşkanı ABD’yi ziyaret ettiği zaman Obama ile görüşürken siyasi çözümü de konuştukları basına yansıdı. Ertesi gün Woodrow Wilson Düşünce Kuruluşu’nda cumhurbaşkanının yaptığı bir konuşma var, orada dedi ki “Böyle siyasi çözüm arayacakmışız, laflar çıkarıyorlar ama söz konusu bile olamaz. Bunlar sınırı geçip bizim askerimizi, vatandaşımızı öldürecekler biz de siyasi çözüm arayacağız. Böyle bir şey asla olmaz”. O günden bugüne ne değişti?

Şimdi siyasi çözüm ne demek oluyor? Masaya oturuyorlar. Müzakere ile onların bazı isteklerini kabul edin ki onlar da size taviz verip ateş kessinler. Daha önce dediler ki o bölgede ayrı parlamento olacak, ayrı hükümet, ayrı ekonomi teşkilatı, spor teşkilatı, silahlı güç olacak ancak bu şartlarla bir yerel otonomi gerçekleşebilir. Osmanlı Dönemini hatırlarsanız bütün bunlar varsa bir yerde, bağımsız devlet oluşturmak için iki koşul kalıyor geriye, biri hutbe okutmak diğer sikke kestirmek. Ön görülen model bu.

Terör örgütü sizinle bir anayasa pazarlığı yapıyor. Cumhuriyetin kurulumundan bugüne dek anayasamızı oluşturan unsurları bir tarafa bırakın, yeni bir devlet modeli geliştirelim. Mesela biz ulus devlet kavramına karşıyız, diyorlar. Atatürk’ün yaptığı en büyük devrimlerden biri Türk milleti kavramını temel taşı yapması. Karayılan’ın açıklamalarında var, herkesin Türk milletinin bir parçası olduğu kavramını reddediyoruz diyorlar. Ahmet Türk de söyledi zaten. Aynı toprakta bir Türk milleti bir de Kürt milleti olacakmış. Çok milletli ülke haline gelecek Türkiye. Öcalan’ın Nevruz açıklamasına bakın ki kimse pek üzerinde durmadı, söylediği şu, Misak-ı Millî’den bahsediyor. Misakı Milli Atatürk’ün çizdiği sınırlar, Osmanlı Mebusan Meclisinin son zamanlarında kabul ettiği karar. Bunun içinde Musul – Kerkük bölümü de var. Aynı zamanda Ortadoğu’yu yeniden yapılandıracağız diyor. Tam bunlar konuşulurken bir de bakıyorsunuz ki bizim hükümet yetkilileri eyalet sisteminden bahsediyor. Karayılan da söylemiş eyaletler olacak, gevşek bağlı, gümrük olmayacak. Yani Türkiye’nin güneydoğusu ile Irak’ın kuzeyi arasında eyalet yapılanmasına gidilecek. Adım adım bağımsız devlet haline getirmek.

Bir de teröristlerin Türkiye’den çekilme kavramı ortaya atılı. Efendim silahlarını gömsünler de çıksınlar. Onlar da silahları bırakmayız diyor. Kimse şunu tartışmıyor, bu çekilme kavramı anayasamızın hangi maddesine dayanır? Anayasamızın 6.maddesi var, kimse anayasadan almadığı bir yetkiyi kullanamaz, der. Hiçbir yasada suç işlemiş insanların silahlı veya silahsız yurtdışına çıkmalarını izin veren bir madde yok. Siz diyorsunuz ki cinayet silahını gömün gidin. Af çıkarılmadan siz suç işlemiş insanların yurtdışına çıkmasına nasıl izin verirsiniz? Televizyonlarda Akil adamlar var, anlı şanlı hukukçular var içlerinde, bu çekilme fikrini savunuyorlar. Böyle bir hukuk yok dünyada. Siz Kuzey Irak’ta sınırınızın biraz ötesinde, bir terör örgütünün varlığını sürdürmesini kabul etmiş oluyorsunuz. IRA çözülürken kimse dedi mi IRA teröristleri silahlarını alıp İrlanda’ya gitsinler, varlıklarını sürdürsünler? İspanya’da ETA meselesi çözülürken ETA teröristleri Fransa’ya geçsinler, böyle bir şeyin örneği var mı? Ama Türkiye’de medya ile öyle bir hava yaratılıyor ki hukuka aykırı bütün söylemler hayatın tabi gerçeği olarak kabul ediliyor, herkes alkışlıyor. Bakıyorsunuz iktidar partisinin anlı şanlı hukukçuları, çok iyi olmuştur. Kimse demiyor ki “Kimden alıyorsunuz bu yetkiyi?” bunu söyleyen yok.

Şimdi işin biraz daha dış boyutuna değinelim. Uluslararası hukuka göre ve BM Güvenlik Konseyi’nin kararına göre, bütün ülkeler topraklarından teröristleri bertaraf etmekle yükümlüdür. Bir satırında bile bunun yöntemi terörle müzakere etmektir, siyasi çözüm bulmaktır, demiyor. Irak anayasasının 7.maddesi var, Irak hükümeti, topraklarından terörün tasfiye edilmesiyle yükümlüdür, komşu ülkelere yapılan terörist saldırılara hiçbir şekilde izin vermeyecektir. Yıllardan beri bu terör örgütü Irak’ın kuzeyinde varlığını sürdürüyor. Irak hükümeti de yıllardan beri ülkesindeki bütün terör örgütleri ile mücadele ediyor, biri hariç, PKK. Acaba neden? Barzani ve Talabani 96-97 yıllarında PKK ile silahlı mücadele yapıyorlar. 1998’de bir antlaşma imzalıyorlar ABD ile Washington antlaşması. Sonrasında ise bu mücadele bıçak gibi kesiliyor. Ondan sonra bir daha hiçbir şekilde mücadele etmedikleri gibi terör örgütü de demiyorlar. Bunun uluslararası boyutu nedir? ABD de 150.000 asker bulunduruyordu Irak’ta, onlar da bütün terör örgütleri ile mücadele ettiler, PKK hariç. Türkiye bir terör örgütünü barındırsa ve bu terör örgütü Türkiye sınırından çıkıp komşu ülkelerde eylem yapsa, sonra Türkiye’ye geri dönse o zaman dünyayı Türkiye’nin başına yıkarlar. Siz bir tek ülke duydunuz mu dünyada, topraklarında teröristleri barındırdığı için Maliki’yi veya Barzani’yi kınayan? Demek ki bur terör örgütünün orada bulunması değil, oradan tasfiyesi sizi rahatsız ediyor. Bazıları diyor ki 1 Mart tezkeresini kabul etseydi Türk parlamentosu ABD izin verecekti, Türkiye de gidip PKK’yı oradan tasfiye edecekti. Aslı astarı yoktur. Bu konuda kitaplar var müzakere ile ilgili, hiçbir safhasında ABD Kandil dahil Kuzey Irak’tan PKK’yı tasfiye etme izni vermiyor. Hangi ülke vardır ki komşu ülkeden gelen terörist faaliyetleri bertaraf etmek için başka ülkeden izin istesin? Bunu bize dayatıyorlar. Genel Kurmay Başkanı basına bir bilgi vermiş, madde 1. “Biz Kandil dahil Kuzey Irak’tan PKK’yı tasfiye ederiz ama şartımız var. Hükümet talimat verecek”. Meclisten yetki alınıyor ama talimat vermiyor demek ki askere. Madde 2. “ABD izin verecek”. Bu nasıl bir şey? Irak hükümeti kukla bir hükümet mi? Üçüncüsü de “Şehit verebiliriz bu operasyonda, bunu da Türk halkı kabul edecek”.

Burada çelişkiler var. Başkan Bush, 15 Mayıs 2008 tarihinde İsrail’e gidiyor, parlamentoda bir konuşma yapıyor ve diyor ki “ Bazıları bize teröristlerle müzakere etmemizi öneriyorlar. Bu çılgınca bir düşüncedir. Tarih bunun ne kadar yanlış olduğunu kanıtlamıştır. Nitekim İkinci Dünya Savaşı’nın başında bir  ABD senatörü demiş ki ‘Ah Hitler ile görüşebilseydim bütün bunlar olmayacaktı.’ Bu çılgınca bir düşüncedir, biz hiçbir zaman görüşmeyeceğiz teröristlerle. Aynı ABD şimdi sisizn teröristlerle yaptığınız görüşmeyi alkışlıyor. Benim için başka hukuk senin için başka hukuk. Bu kadar çifte standart olabilir mi? Başkan Obama 2009 yılında bir demeç veriyor, “Biz hiçbir zaman başka ülkede rejim değişikliği öneremeyiz ve önermeyeceğiz.” Şimdi bakıyoruz yeni bir anayasa değişikliğini en çok bunlar alkışlıyorlar. Devletimizin yapısını değiştirmek istiyorlar. Atatürk cumhuriyetinin özelliklerini bırakıp öteden beri söyledikleri ikinci cumhuriyeti kuracaklar. Başkanlık rejimi diyorlar. Atatürk cumhuriyeti kurduğunda ABD’de başkanlık rejimi yok muydu?  Atatürk diyor ki başkanlık rejimi, başkanlık diktatörlüğüne götürür. “Ben Türkiye’ye Amerikanvari başkanlık rejimi önerecek bir adam mıyım?” diyor. Siz ise onun bu kurucu iradesinin temel tercihini bir yana bırakarak başkanlık rejimi getirmek istiyorsunuz. Millet kavramını anayasadan çıkacağız. 1924 yılından beri anayasalarımız ne diyor, hangi dinden, etnik kökenden, mezhepten gelirse gelsin bütün Türk vatandaşları Türk’tür. Bu çağ dışı bir düşüncedir, bunun çıkarılması lazım, öyle bir şey söyleyelim ki içinde millet unsuru olmasın diyorlar şimdi. Ceza yasasının 301. maddesinin kaldırılmasını yıllarca bize dayatmaya çalıştılar. 301. madde der ki Türklüğe hakaret suç. Suç olmaktan çıkmasını istiyor.

Birkaç gün önce AKPM’de bir karar tasarısı hazırlandı, yargının durumu, basın özgürlüğü, gazeteciler vs. gibi bizim de kabul edeceğimiz unsurlar var. Tam onaylanacağı sırada bazı değişiklikler getiriyorlar. Bir tanesinde PKK teröristleri var metinde onu çıkartıp Aktivist kelimesini getiriyorlar. Bunu BDP milletvekili öneriyor, parlamentonun en küçük partisi. Oradaki ana muhalefet ve iktidar partisi milletvekilleri ret oyu veriyor ama büyük çoğunluk AKPM’nin, bunu onaylıyor. Daha vahimi, metnin bir yerinde Türk halkı ve kurumları için öneri yapılıyor. Türk halkı lafını çıkarıyorlar. Ben uzun yıllar Avrupa Konseyi’nde görev yaptım, hiçbir ülkenin milletinin adının herhangi bir metinden çıkartılması için ne bir önerge verildiğini duydum ne de kabul edildiğini. İlk defa oldu. Siz bir kere bunu çıkarırsanız bundan sonraki senelerde kabul edilecek metinlerde bu bir emsal olacak. Ayrıca Avrupa Parlamentosu bu gibi konularda Avrupa Konseyi’ni örnek alır, onların kararları da böyle olacak. Artık bir daha siz PKK teröristtir lafını koydurmakta zorlanacaksınız. PKK ABD terör örgütleri listesinde yer alıyor. Son kandil açıklaması sonra ABD sözcüsü demeç veriyor ve PKK terörizmi lafını hiç kullanmıyorlar. Son 40 yılda cereyan eden şiddet olayları diye geçiyor. Yarın ABD’de PKK terör örgütleri listesinden çıkarılmıştır diye bir karar duyarsanız hiç şaşmayın. Siz muhatap alarak müzakere ederek meşrulaştırmış oldunuz bunları. Diğer ülkeler böyle şeyler yapmadılar. Vaktiyle İspanya’da da teröristler savcıları, polisleri öldürüp Fransa’ya kaçıyorlardı. Fransa da bunları iade etmiyordu. ispanya öyle bir baskı yaptı ki Fransa’ya, Fransa da artık yakaladıklarını ya cezalandırmaya ya da İspanya’ya teslim etmeye başladı. Sonra ETA’nın korunacağı yer kalmadı son noktasına geldi. İspanyol başbakanı Rajol var, ona diyorlar ki ETA silahı başvurmayacağını ve ateşkesi ilan etti, buyurun masaya oturup konuşalım, adam reddetti. Dedi ki bir terör örgütü ile ne koşulda olursa olsun bir masaya oturmak onların kısmen haklı olduğunu kabul etmek anlamına gelir. ETA’nın haklı tarafı yoktur, reddediyoruz. Birisi İspanya’ya baskı yapıyor mu? Birisi İspanyol halkı lafını çıkarın diyor mu? Hayır. Bu dönüşüm projesi büyük ölçüde yurtdışında kurgulanmış, çeşitli medya kuruluşları aracılığıyla Türkiye’ye telkin edilmiş. İkinci cumhuriyeti kuralım, demokratik olur falan. Bana dünyada bir tane örnek gösterin ikinci cumhuriyeti kurmuşlar ve daha demokratik olmuş? İspanya’da birinci cumhuriyeti yıkıyorlar,  1 yıl yaşıyor, yerine daha totaliter bir krallık geliyor. İkinci cumhuriyet 1930‘larda Franco’nun başlattığı iç savaş sonunda yıkılıyor yerine Franco’nun diktatörlüğü geliyor. Fransa’da ihtilalden sonra kurulan cumhuriyet 8 sene yaşıyor sonra Napolyon geliyor imparatorluğunu ilan diyor. İkinci cumhuriyet için 48 yıl bekliyorlar. Kuruluyor, 4 yıl yaşıyor, Napolyon’un yeğeni cumhurbaşkanı seçildikten 4 yıl sonra imparatorluğunu ilan ediyor. Almanya’da 19192da Weimar cumhuriyeti kuruluyor, Hitler yıkıp totaliter bir devlet kuruyor. İkinci cumhuriyetin mimarlarına sorum ben tv kanallarında onlar da örnek vermediler.

Akil adamlar size bütün bu yapılanların doğru olduğu için görevlendirilmişler. İzmir’e de geldiler benim bildiğim. İzmirliler de ne yaptılar bilmiyorum. Sizin madem ki ağzınızdan her çıkan laf kanun, ayran içsinler falan, peki bu akil adamlara neden ihtiyacınız var? Kendini ne kadar güçlü sayarsa saysın bir iktidar ondan büyük bir güç var, halk, millet. Milleti ikna etmeden ne kadar çoğunluğunuz olursa olsun başarılı olamıyorsunuz. Komşu ülkede bir terör örgütü varlığını sürdürecek siz de kabul edeceksiniz.  Sürekli olarak meclisten yetki aldı hükümet, askeri harekat yapacağım diye. Yapamadılar. 1 tek kere yaptılar 1998 Şubat. Harekatın 3.gününde ABD savunma bakanı Robert Gates Türkiye’yi ziyaret edecekti, Hindistan’dan geliyor, yoldan demeç verdi. “Derhal bu harekatı durdurdun, aksi halde hava istihbaratını keseriz”. ABD için o kadar önemli ki PKK’nın tasfiye edilmemesi, basın aracılığı ile size baskı yapıyorlar. Bunlar niçin bizim Kuzey Irak’tan PKK’yı tasfiye etmemize engel oluyorlar? Bir müttefikinize karşı terörü açıkça desteklemek sizi rahatsız etmez mi? Bu kadar gaddar olabilir misiniz? İki sebep olabilir. Biri şu, sizin kafanızda PKK’dan çok daha önce bölge için oluşturulmuş bir model var. İsterseniz Kürt projesi deyin ister başka bir şey. Bunun kökü Birinci Dünya Savaşı’na kadar gidiyor. İngilizler Birinci Dünya Savaşı’nda Arabistan’a Lawrence’ı göndermişler, Osmanlılara karşı kışkırtmak için. Diğer taraftan da Kürtlere istihbarat binbaşısı Noel’i gönderiyorlar, Kürtleri kışkırtmak için. Kürtler diyorlar ki biz Türklerden ayrılmayız. Noel de Sivas kongresini basmak için Malatya’ya geliyor. Atatürk bunu öğreniyor, Kılıç Ali müfrezesini yolluyor üstlerine, bunlar da kaçıyor. Adam hatıralarında yazıyor, ben ikna edemedim Kürtleri kopmak istemiyorlar, diyor. Lozan’da da İsmet Paşa plebisit yapalım diyor. Halk ne isterse o olsun. İngilizler yanaşmıyorlar. Selahi Sonyel’in kayıp yıllar diye bir kitabı çıktı, 1918-1923, orada İngiliz arşivlerinden bilgiler var. Diyorlar ki Türkler Kuzey Irak’taki petrol kaynaklarına el koymak isteyebilirler. Onun için bir tampon Kürt devleti kurmalıyız, Noel’in amacı bu. Sevr’i de bunun için yapıyorlar zaten. Bu son zamanlardaki gelişmelere bakın, ister Misakı Milli, ister eyalet sistemi çevresinde bunu yapmak istiyorlar deyin, amaç o bölgeyi o bölgeden kopartmak.

Petrol deyip duruyoruz, Ortadoğu’daki çatışmaların altında bu yatıyor doğru ama daha önemlisi de sular meselesidir. Su kaynakları Türkiye’de, Dicle ve Fırat. 2004 yılında Türkiye’nin AB üyelik süreci başlarken AB 3 rapor yazıyor. Bir tanesi de diyor ki Türkiye’deki su kaynakları İsrail’in stratejik menfaatleri için ve batının dostu olan Arap ülkelerinin menfaatleri için son derece önemlidir. Türkiye üye olursa Dicle ve Fırat üzerindeki tesislerin denetimi uluslararası bir örgüte devredilsin. Dünyada bunun örneği yok.   Hükümet olarak ne tepki gösterdiniz? Başbakan, iki saat sonra son derece olumlu ve dengeli bir rapor, dedi. İki saatte okuyup değerlendiremedik biz doğrusu kendisini takdir etmek lazım, o kadar marifetimiz yok bizim. Onun için çok dikkatli olmak lazım.

Medyaya baskı yolu ile ulaşmak istedikleri undur bir biat kültürü yaratmak. Her söylenene inanacaksınız. Eskiden günde iki kere bizleri çağıran televizyonlar şimdi aylarca, yıllarca çağırmıyorlar, çünkü bunları anlatırsak halkın gözü açılacak. Kitaplarımızda bunları anlatıyoruz. Uçurumun Kenarında Dış Politika, Türkiye son 10 yılda uçurumun kenarına itildi. 2003 yılında 1 Mart tezkeresini herkes hatırlıyor, 7 Ekim tezkeresini hatırlayan var mı aranızda? 7 Ekim tezkeresi meclisin çoğunluğunun Türkiye hükümetine verdiği yetki ile ilgili. Irak savaşına fiilen Türk ordusunun katılması ile ilgilidir. Bereket ki Şii’ler Kürtler itiraz etti de ABD vazgeçti Türk ordusunu davet etmekten. yoksa boğazımıza kadar savaşa girmiş olacaktık. Kıbrıs konusu da aynı.

Çıkış Yolu’nda da büyük devletler diğer devletlerin yönetimlerini nasıl etkiliyorlar? Beğenmedikleri rejimleri, kralları, hükümetleri nasıl deviriyorlar? Seçimler nasıl etkiliyorlar? 1948 İtalyan seçimleri ile ilgili bölümü okumanızı tavsiye ederim. ABD kaynaklarına dayanarak yazıyoruz.

Demokrasiden Diktatörlüğe. Türkiye’de en çok kullanılan laf demokrasi. Bir laf çok fazla kullanılıyorsa biraz düşüneceksiniz. Herkes demokrasiden bahsediyor. Soğuk Savaş Sırasında Doğu Almanya’nın adı neydi, Demokratik Alman Cumhuriyeti. Demokratik miydi? Hayır. Demokratik Kongo Cumhuriyeti var, adı demokratik. Seçimle gelen iktidarlar nasıl otoriter bir devlete dönüştürüyorlar ülkelerini, bunu anlatıyoruz. Eski Yunan’dan başlıyor bu iş. Eski Yunan’da devleti yönetenler 1 yıl için seçiliyordu. Nerede o günler diyenler var sanırım aranızda. İstisnası Perikles 27 yıl kalıyor. Kral değil. Diktatör de değil. Bir numaralı vatandaş. Oradan bugüne dek Hitler, Mussolini hepsi demokrasi ile gelmiş. Hitler seçimle gelmiş. En büyük etkiyi maalesef iş adamları sağlıyor. Naziler topluyor iş adamlarını 1933 seçimlerinden önce onlara diyorlar ki biz bu seçimi kazanmak zorundayız. 100 yıl içindeki son seçim olacaktır. Ya siz bize parayı vereceksiniz ya da biz alacağız. İş adamları da finanse diyor. Krup mesela kapısında Alman bayrağı asılıymış, sonra Nazi bayrağı asıyor yanına. Bir süre sonra da Alman bayrağını kaldırıyorlar Nazi bayrağı kalıyor.

Kötümserliğe hiç mahal yok. biz çok daha kötü durumlardan başarıyla çıkmışız. bu ülkeden Atatürk geçmiştir. onun dünya görüşü, devrimler, bağımsızlık anlayışı bu milletin damarlarına o kadar  çok işlemiştir ki kim gelirse gelsin yapamazlar. Daima Atatürk’ü rehber bilmiştir Türk aydınları. Atatürk’ün geçtiği ülkede bu oyunların hiçbirini oynayamazsınız. Bir halkı sürekli olarak ikna edemezsiniz, edemeyeceksiniz.

Teşekkür ederim.


Bu belge Konferanslar, Konuşmalar arşivinde bulunmaktadır.