Onur Öymen – Kartal ADD, Türk Dış Politikası – 22 Ocak 2013


Son zamanlarda Türk dış politikası ile ilgili yazı ve yorumlardan daha çok güncel dış politika olayları ve Türkiye’nin bu olaylara bakış açısı ele alınmaktadır. İşin özüne değinen yorumlara pek sık rastlanmıyor.

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde yabancılar bir yandan Türk ekonomisini kapitülasyonlar yoluyla denetim altına almaya çalışırken bir taraftan da Türk dış politikasını kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmeye gayret ediyorlardı.  İstanbul’daki büyükelçiler, hatta tercümanları Türk siyasetini her yönden yönlendirmeye çalışmakta ve eğer Osmanlı hükümeti onların taleplerine karşı çıkarsa derhal o hükümeti değiştirip kendilerinin taleplerini koşulsuz yerine getirecek başka bir hükümeti iş başına getirmeye çalışıyorlardı.

Mareşal Fevzi Çakmak’ın 27 Nisan 1920 tarihinde mecliste yaptığı konuşmada bu konuda söyledikleri bugün için de derslerle doludur. Bakınız Fevzi Çakmak ne diyordu, “İngilizlerin istediği Kuva-yi Milliye’nin ret ile sonuçlandırılması idi. Diledikleri yolda bir hükümeti getirip kendilerinden bir İngiliz erinin bile burnu kanamadan bir harp ile bizi bize kırdırmak istiyorlardı. Malumunuz olan hattı hümayunlar ve fetvalar İslam’ı birbirine düşürmek için 1400 yıllık İslam tarihinde Misli görülmemiş bir İngiliz arabuluculuğunun acı belgeleridir. Bize açıkça söylediler ‘biz dilediğimiz yolda yani en ağır şartları imzalayacak bir hükümeti bulup getireceğiz’ dediler. İç ayrılıklarla ulusun tümüyle çökeceğini ve bütün memleketin 1-2 ay içinde kölelik zincirine vurulacağını ümit ediyorlardı.”

Dönemin en büyük devleti İngiltere’nin, Osmanlı İmparatorluğu parçalanırken en önemli iki hedefinden biri Arapları Osmanlılara karşı kışkırtarak Osmanlı İmparatorluğundan kopmalarını ve onlarla mücadele etmelerini sağlamak. Bunun için Lawrens’ı görevlendirdiler. İkinci hedefleri de Mezopotamya ve bugünkü Güneydoğu Anadolu’daki Kürtleri Osmanlı’ya karşı kışkırtarak onlardan kopmalarını sağlamaktı. Bunun için de binbaşı Noel’i ve bölgedeki diplomatik temsilcileri Wilson’ı kullandılar. Ancak Kürt liderlerin Araplardan farklı olarak Osmanlılardan kopmayı kabul etmemeleri İngilizlerin oyununu bozdu. Gene de binbaşı Noel’i Erzurum ve Sivas kongrelerinin basarak Milli mücadele kaynağını kurutmaya çalıştıkları biliniyor. Malatya’ya kadar gelen Noel Atatürk’ün bunu öğrenmesi ve Kılıç Ali başkanlığında bir müfrezeyi üzerine göndermesi sonucunda kaçarak Halep’e sığınmış ve sonra da ülkesine dönmüştür. Yazdığı anılarında Kürtleri Türklerden kopartmaya başaramadığını itiraf etmişti.

Peki İngilizlerin Noel ve Wilson aracılığı ile yürüttükleri politikanın hedefi neydi? Hedef, Mezopotamya’da bağımsız bir Kürt devleti kurarak Türkiye ile Kuzey Irak’taki petrol bölgeleri arasında bir tampon bölge yaratmaktı.  Hatta Türk Irak sınırını tespit etmek için 1924 yılında İstanbul’da yapılan Haliç konferansında İngilizler Musul ve Kerkük’e ilaveten Hakkâri’nin de Irak topraklarına bağlanmasını istemişlerdir. Konferans başarısızlığa uğrayıp da İngilizler milletler Cemiyetine gittiklerinde de bölgede çeşitli ayaklanmalar çıkararak Türkiye’yi zor durumda bırakmaya çalışmışlardır. İngilizlerin Milletler Cemiyetine müracaat tarihi 6 Ağustos 1924’tür. Hakkari’deki Nesturî ayaklanmasının tarihi ise 7 Ağustos 1924’tür. Bu bir tesadüf olabilir mi? Daha sonra Anadolu’daki silahlı ayaklanmaların çoğunda yabancıların desteği görülmüştür. Bu stratejilerin en somut göstergesi Sevr antlaşmasıdır. Sevr Antlaşmasının önemli maddelerinden bir Ermenistan’a bir diğeri de Kürtlere bağımsız devletler kurma hakkı tanımasıdır.

Bütün bunları bilmeden, düşünmeden bugünkü politikaları anlamak kabil değildir. Bugün Kuzey Irak anayasasında Sevr antlaşmasından özlemle bahsedilmekte ve o devirdeki devletlerin politikaları yüzünden Sevr’in yürürlüğe giremediği söylenmektedir.

Bugünkü gelişmeleri bu tarihi perspektiften inceleyecek olursa şunu görüyoruz, Kuzey Irak’ta tam de Türkiye ile petrol bölgeleri arasında adı konulmamış bir Kürt devletçiği kurulmuştur. Bu devletçiğin parlamentosu, hükümeti, Irak’tan bağımsız ekonomisi, silahlı gücü ve bölgede etnik denetimi mevcuttur.

Bu bölgede bir de PKK varlığı var. Dikkat çeken nokta ne Irak hükümetinin ne de Barzani’nin bölgeden PKK’yı tasfiye etmek için en küçük bir gayret göstermemeleridir.

Fransa’nın Mali’de yaptığı gibi yabancı bir ülkedeki teröristlerle mücadele etmek için asker gönderen devletler, bırakınız Türkiye’ye destek vermeyi terör örgütünü topraklarından bertaraf etmeye yanaşmayan Irak hükümetini ve Barzani’yi bir kere bile kınama yoluna gitmedikleri dikkati çekmektedir.

Şimdi burada durup üzerinde düşünmemiz gereken bir konu var. ABD’liler ve Avrupalılar Türkiye’ye Kürt meselesinin nasıl çözüleceği ve terörün nasıl bitirileceği konusunda yıllardan beri tavsiyede bulunuyorlar. Yani daha açık anlatımı siz kendi topraklarınızdaki bu problemi çözmenin yollarını bilmiyorsunuz gelin size biz bunun yollarını gösterelim.

İşte tam burada Atatürk’ün ünlü sözlerini hatırlamakta yarara var. “Efendiler! Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”

Lozan Antlaşmasının en önemli özelliklerinden bir Türkiye’nin artık kendi kararlarını kendisinin vereceği, dış politikasını da, başka politikalarını da yabancıların yönlendirmesini müsaade etmeyeceğinin kanıtı olmuştur. Türkiye artık yabancıların oluşturduğu gündemle, onların çizdiği politikaları uygulayan bir ülke olmaktan çıkmıştır. İnisiyatif alan ve bölgesindeki gelişmelere yön veren bir devlettir. Balkan ve Sadabat paktları bu politikaları bir ürünüdür.


Bu belge Konferanslar, Konuşmalar arşivinde bulunmaktadır.