Son Eklenenler:
- Kıbrıs’ta beklenmedik gelişmeler – Onur Öymen – Cumhuriyet Gazetesi – 18 Nisan 2025
- SPUTNİK AJANSININ ADANA MUTABAKATIYLA İLGİLİ SORULARINA KARŞILIK VERDİĞİM MÜLAKAT 27 OCAK 2019
- ODA TV’DEN NURZAN AMURAN’A VERİLEN MÜLAKAT 27 EKİM 2019
- 3 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 99. yıldönümü Hakkında 25 NİSAN 2019
- CUMHURİYETTE “ ABD’NİN AMACI DEVLETÇİKLER OLUŞTURMAK” ADLI MÜLAKAT 24 AĞUSTOS 2019
- GAZETE DURUM’DAN BAHADIR SELİM DİLEK İLE MÜLAKAT “VETO HAKKINI SONUNA KADAR KULLANMALIYIZ 23 MAYIS 2022
- Cumhuriyet gazetesi Tuncay Mollaveisoğlu imzasıyla ve “Türkiye Geri Adım Atamaz” başlığıyla yayınlanan mülakat 22 TEMMUZ 2019
- ABD BAŞKANI TRUMP’IN AMERİKA’NIN 1987 TARİHLİ ORTA MENZİLLİ NÜKLEER SİLAHLAR ANTLAŞMASINI (INF) ASKIYA ALMA KARARIYLA İLGİLİ OLARAK SPUTNİK HABER AJANSINA VE BAŞKA YAYIN ORGANLARINA VERİLEN DEMEÇ 22 ŞUBAT 2019
- Türkiye’deki Demokrasi, İnsan Hakları, Basın Özgürlüğü ve Düşünce Özgürlüğü Alanlarındaki Eleştiriler Hakkında 21 KASIM 2019
- Erdoğan ve ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence görüşmesi ardından 18 EKİM 2019
Onur Öymen, Doğu ile Batı Arasında Türkiye, Antalya İnşaat Mühendisleri Odası, 2012
İnşaat Mühendisleri Odası Antalya Şubesi’nin Çok Değerli Başkanı, Çok Değerli Milletvekili Arkadaşım, Çok Değerli Eski ve Yeni Dostlar,
Öncelikle nazik davetiniz için içtenlikle teşekkür ediyorum. Bugün burada sizlerle beraber olmak benim için gerçekten mutluluk vesilesi oluyor. Ortadoğu’dan söz edilirken derler ki, Türkiye Doğu ile Batı arasında bir köprüdür. Aslında köprü dediğiniz şey iki kıyı arasında tarafsız bir geçiş yoludur. Türkiye kendi kimliği olmayan sadece Doğu ile Batı arasında bu iki bölgeyi birbirine bağlayan bir yol mudur? Yoksa belli değerler sistemini benimsemiş ve bunu hem Doğu’da hem Batı’da savunan bir ülke midir? İşte Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti kendi değerler sistemini benimseyen, bunu da etrafına, çevresine dünyaya, kabul ettirmeye çalışan bir ülkedir. O bakımdan bu köprü sözüne, doğrusunu isterseniz, ben çok fazla itibar etmiyorum.
Atatürk diyor ki, kültürler farklıdır ama medeniyet tektir ve Türkiye o medeniyetin parçası olacaktır. Dikkat edecek olursanız, Atatürk “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşacağız” diyor. Hatta çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkacağız diyor. Çağdaş uygarlıkların düzeyi demiyor. Bir tane uygarlık var. Peki pek çok uygarlıktan bahseden kim? Samuel Huntington meşhur Uygarlıklar Çatışması kitabında, her dini hatta Katoliklık ve Protestanlık gibi mezhepleri ayrı medeniyetler sayıyor. Dünyanın bu medeniyetler arasında bir çatışmaya gittiğini söylüyor. Demokrasiden bahsederken de “demokrasi Hristiyanlığın ürünüdür, Hristiyan olmayan ülkelerde demokrasi olmaz.” diyor. Böylelikle Ortadoğu ülkelerinde de demokrasi olamayacağını söylemek istiyor. Peki Türkiye’de nasıl olmuş diyorsunuz, o istisna diyor. Bu oyunlara gelmemek lazım. Biz bu hükümet zamanında medeniyetlerin uzlaşması toplantısına katılıyoruz. İşte Türkiye ve İspanya böyle bir düzen kurdular, medeniyetleri birbirine uzlaştıracakmışız. Yani biz de kabul ediyoruz ki birden çok medeniyet var. Peki biz hangi medeniyeti temsil ediyoruz? Atatürk’ün kafasındaki medeniyet, çağdaş değerler sistemini yansıtan bir medeniyet. Medeniyetlerin uzlaşması toplantısında karşınızda İspanya oturuyor, belli ki Batı medeniyetini o temsil ediyor. Biz kimi temsil ediyoruz? İslam medeniyetini mi, Ortadoğu medeniyetini mi, kimi? Belli ki, Türkiye kendini İslam aleminin temsilcisi gibi sayıyor ve Batı medeniyeti ile masaya oturup uzlaşmanın yollarını arıyorlar.
Türkiye Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bir çağdaşlık yoluna girdi. önce Atatürk’ün öncülüğünde bir ulus-devlet kurduk. Bazılarının şimdi çok rahatsız olduğu ulus-devlet anlayışını Kurtuluş Savaşı ile yerleştirdik biz. Atatürk 19 mayıs 1919’u kastederek diyor ki, “o zamana kadar biz bir millet değildik”. O tarihten sonra millet olduk. Osmanlı İmparatorluğu’nda çeşitli milletler var, tek bir Türk milleti yok. Türk Milleti kavramını yerleştiren Atatürk’tür. Biz o zamandan beri bunu benimsiyoruz. Bu anlayışa göre, hangi dinden, hangi etnik kökenden, hangi mezhepten gelirse gelsin bütün vatandaşlarımız Türktür, Türk milletinin bir parçasıdır. Bizim 1924 anayasamızdan beri şimdiye kadar bütün anayasalarımızda bu yazılı. Şimdi bunu değiştirmek istiyorlar. Yani cumhuriyetimizin temel değerleri ile ilgili bir tartışma yaşanıyor, millet kavramını, ulus-devlet anlayışını değiştirmek istiyorlar. Oysa Batı uygarlığı da ulus-devletler anlayışına dayanıyor. 19. yüzyıldan itibaren ulus-devletler çıkmış ortaya ve bu ulus-devletler uluslararası ilişkilere şekil vermişler. Dünyanın temelinde bu yatıyor. Türkiye’yi buradan uzaklaştırmak istiyorlar.
Türkiye Batı ile ilişkilerinde neye dikkat etmiş? Çok ilginçtir Atatürk Kurtuluş Savaşından sonra odasında oturuyor, çok düşünceli, diyorlar ki “Paşam nedir bu düşünceli haliniz?”. O da cevap veriyor “Yunanistan ile yeniden nasıl dost olabiliriz diye düşünüyorum. İlelebet düşmanlık yapamayız, biz dünya ile düşmanlık yapmak için gelmedik buraya. Nasıl yeniden dost olabiliriz?” diyor. Savaştığı, kendisine hasım olan devletler karşı dostluk politikaları izliyor. Özellikle hem bölge ülkeleriyle hem de Batı ülkeleriyle dostluklar kuruyor. Bir taraftan Ortadoğu ülkeleri ile Sadabad Paktı’nı kuruyor diğer taraftan Balkan Paktı’nı kuruyor, İngilizlerle anlaşma yapıyor. Oysa İngilizler Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlıların arkasındaki en büyük güç. Ama böylelikle çağdaş dünya ile özellikle yakın ilişkiler kurmaya özen gösteriyor. O kadar ki öldüğü zaman bir yabancı gazeteci diyor ki “ Öldüğünde hiçbir düşmanı olmayan çok nadir devlet adamlarından biriydi”. DÜnyada hiç kimse o zaman Türkiye’nin düşmanı değil çünkü Türkiye kendi sınırları içinde çağdaş bir ülke olmaya kalkışmış. O devri çok iyi anlamak lazım.
Fransız Başbakanlarından Edouard Herriot, Tekin Alp’in Kemalizm hakkında yazdığı kitaba ön söz yazıyor ve Atatürk bir demokrasi şampiyonudur ve eski imparatorluğun külleri üzerinde modern, çağdaş, laik, demokratik devletin temellerini atmıştır diyor. Demek ki Türkiye o zaman demokratik bir ülkenin simgesi gibi görülüyor. Daha ilginç olanı şu, Yunanistan Başbakanı Venizelos Atatürk’ü ziyaret ediyor 1930 yılında Ankara’da. Büyük bir hayranlık duyuyor Atatürk’e ve sonra Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösteriyor. Düşünebiliyor musunuz? Kısa bir süre önce savaştığı bir ülkenin liderini aday gösteriyor çünkü Atatürk yalnız kendi ülkesinde değil bütün bölgede barışın simgesi olmuştur diyor.
Bugüne gelirsek Türkiye hangi çatışmaya girecek, sürüklenecek diye korkuyoruz.. O zaman ise Türkiye barışın simgesi. Sonra Avrupa Birliği fikrinin öncülerinden Kont Kalergi, Venizelos’u davet ediyor, kuracağımız Avrupa Birliğine YunanistanIn da katılmasını çok isteriz diyor. Venizelos, tek şartla katılırız, bizden önce Türkiye katılırsa. Türkiye’nin olmadığı bir AB’de Yunanistan yoktur diyor.
Şimdi AB kapılarında Türkiye yıllardan beri sürünüyor. Halbuki o zaman Türkiye AB’nin en önde gelen aday ülkelerinden biri olarak görülmekteydi. Savaştan sonra insan hakları, demokrasi ön plana çıkıyor ve bunları korumak için de Avrupa Konseyi kuruluyor. Türkiye daha kuruluşundan itibaren Avrupa Konseyi’ne giriyor ve Avrupa Konseyi çerçevesinde hazırlanan İnsan Hakları Sözleşmesini yazan ülkelerden birisi oluyor. Düşünebiliyor musunuz şimdi nereye geldik? Bugün ile geçmişi kıyaslamakta fayda var diye düşünüyorum şu anda Türkiye Avrupa Konseyi çerçevesindeki İnsan Hakları Mahkemesinin en çok mahkumiyet kararı verdiği ülkedir. 50 üyesi var Avrupa Konseyi’nin bunlar içinde Türkiye’den daha fazla mahkumiyet kararı alan yoktur. Yani nereden nereye geldik. Biz o sözleşmeyi yazan ülkelerdeniz, insan haklarına bağlılığımızı 1948-49’da ortaya koymuşuz, bugün geldiğimiz nokta budur.
Türkiye çağdaş bir ülke olarak ortaya çıkmış fakat hem yurtiçinde hem yurtdışında bundan rahatsız olanlar var. Yurt içinde rahatız olanların sebebi gayet açık, Atatürk Türkiye’nin çağdaş ve demokratik bir ülke olabilmesinin ancak laik temeller üzerinde kurulmasıyla mümkün olabileceğini düşünür. O nedenle laiklik bizim cumhuriyetimizin temel taşlarından biridir. Bugün de laiklik anayasamızın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddeleri arasında, ama laiklikten rahatsızlık duyanlar var. Türkiye’nin din devleti olamamasından, saltanatın, hilafetin kaldırılmasından rahatsız olanlar var. O zaman da varmış ama şimdi daha da fazla. Görüyoruz ki laiklik bazı çevreler için engelleyici bir unsur gibi görülüyor. Onların amacı başka bir devlet, başka bir cumhuriyet kurmak. O cumhuriyetin temelinde de din ağırlığı olacak. Oysa bizim cumhuriyetimiz laiklik eksenine dayanıyor ve bizim bunu özenle korumamız lazım.
Bugün iktidarda olan bir parti laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu için anayasa mahkemesinin o zamanki 11 üyesinin 10‘unun oyu ile mahkum ediliyor. Cumhuriyetin temellerinden ne kadar uzaklaştığımızın da bu bir simgesidir. Bazıları laiklik tehlikede değildir diyorlar ama eğer bir ülkede anayasa mahkemesi iktidar partisini, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu için mahkum etmişse o ülkede laiklik tehlikededir. Aksini söylemek biraz zor bence.
Atatürk’ün en önemli ilkelerinden biri dış politikada yurtta sulh, cihanda sulh ise en az onun kadar önemli bir diğer ilkesi de tam bağımsızlık ilkesi. Tam bağımsızlık ne demek? Türkyie kendi kararlarını kendisi verecek demek. Hiçbir ülkenin talimatıyla, tavsiyesi ile karar almayacak. Eğer Türkiye’nin bölgesi ile ilgili gelişmeler hakkında başka ülkelerin başka düşünceleri varsa siz onlara göre değil de Türkiye’nin çıkarı neyi gerektiriyorsa ona göre hareket edeceksiniz. Cumhuriyet döneminde biz hep böyle yapmışız. Yakın zamanlara kadar. Belki bir iki sıkıntılı nokta, kırılma noktası olmuş ama bizim ana çizgimiz bu.
Örneğin Hatay konusunda, Atatürk Hayat’ın Misak-ı Millii sınırları içinde olduğunu söylemiş Fransızlarla büyük bir mücadeleye girerek sonunda Hatay’In bağımsızlığını sağlamış, onun ölümünden sonra Hatay Türkiye’ye katıldı bildiğiniz gibi. Kıbrıs olayı mesela Orada Türkler katlediliyor topraklarından evlerinden sürülüyor. Büyük baskı yaptılar Türkiye müdahale etmesin diye. ama Ecevit başbakanken bütün dış baskılara direnerek Kıbrıs harekatını yaptı. Çünkü temelimizde milli bağımsızlık anlayışı var. Başkaları öyle dedi diye ben yapmaktan vazgeçiyorum demedi. Ben o sırada Kıbrıs şube müdürüydüm Dışişleri Bakanlığında, çok yakın çalışma imkanı buldum Ecevit ile. Ecevit’in dış baskılara nasıl direndiğini gözlerimle gördüm. Ankara’ya ABD dışişleri bakan yardımcısını yolladı Türkiye’yi caydırmak için. Ecevit direndi. Haşhaş ekimini yasaklayın dediler, hayır Türk halkının, Türk çiftçisinin burada çok önemli menfaatleri var dedi, ona da direndi. Türkiye’ye ambargo uygulamaya kalktı ABD Kongresi, Kıbrıs’a müdahale ettik diye. Bu Kongre kararına karşı o zamana kadar Amerikancı bilinen Süleyman Demirel bir günde Türkiye’deki bütün askeri tesislerden Amerikalıların yararlanmasını yasakladı. Amerika o tarihte Sovyetler Birliği hakkında bütün dünyadan topladığı istihbaratın %60‘ını Türkiye’den sağlıyordu, bundan mahrum oldu. Kardak olayında ne kadar baskı yaptılar bilemezsiniz, orada Türkiye müdahale etmesin de Yunanistan’ın Kardak işgaline göz yumsun diye. Ben o zaman Dışişleri müsteşarıydım, sayın Deniz Baykal da dışişleri bakanı idi, o olayları günü gününe yaşadık. O kadar arttı ki baskılar artık son gece bütün telefonları kapattı herkes, cumhurbaşkanı, başbakan, dışişleri bakanı falan, bir tek benim telefonum açık. Gece yarısı telefon etti ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Holbrooke, benim eski arkadaşım onunla beraber Almanya’da büyükelçilik yapmıştık, diyor ki bir haber aldık Türkiye Kardak’a bir çıkartma yapacakmış doğru mu? Yanlış dedim. Beni çok rahatlattın falan dedi. Dedim ki, rahatlama, çıkartma yapacağı sözü yanlış, çünkü yaptık, şu anda oradayız. Şaşırdı ne yapacağız Türk – Yunan savaşı mı çıkacak dedi. Neyse sabaha kadar birkaç defa konuştuk sonra anladılar ki Türkiye ulusal çıkarları gerektirdiği zaman kimsenin baskısına kulak asmaz, gereğini yapar. Yurtdışında Türkiye’ye baskı yapanların Kemalizm’den rahatsızlığı en çok buradan kaynaklanıyor.
Mili bağımsızlık, tam bağımsızlık rahatsızlık verici onlar için. Türkiye ondan sonra belli bir tercih yapmış. NATO’ya girmiş, yerini belli etmiş. Daha önce Avrupa Konseyine girmiş. 1963 yılında İsmet İnönü başbakanken AB bir antlaşma imzalıyor Ankara Antlaşması, bu antlaşmanın 28.maddesi diyor ki, bu antlaşmanın hedefi Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğidir. Tam üyelik hedefi o zaman tespit edilmiş ilke olarak, zamanlaması, koşulları daha sonra saptanacak denilmiş. Şimdi bakıyoruz ondan yıllarca sonra neredeyse yarım asır sonra hala Türkiye’yi AB’den dışlamak isteyenler var. Biz AB ile niçin ilgileniyoruz? Ticaret imkanlarımız var, geniş bir pazar payımız var tamam da esas olarak biz değerler sistemi için ilgileniyoruz. Bunlar, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, basın özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği, yargı bağımsızlığı, bu ilkelere sahip değilseniz zaten AB’ye girmeniz söz konusu değil. Türkiye bu ilkeleri benimsediği için AB üyesi olmak istemekte. Olmasak olmaz mı? Olur yani bazı ülkelerde halk istemiyor AB üyeliğini, mesela Norveç tüm işlemleri bitirdi halk oyuna gittiler reddedildi. Neden? Bizim orada balıkçılık haklarımız var, petrol haklarımız var, AB bize sıkıntı verir falan dediler. Bu onların tercihi. Bizim durumumuz farklı. Türkiye’nin üye olmasını engellemek istiyorlar. Biz koşulları yerine getiririz sonra halk istemiyoruz derse tamam. Ama bize yapılan muamele hiçbir ülkeye yapılmamıştır. Bir kere İngiltere bütün işlemleri bitirdikten sonra De Gaulle zamanında Fransa tarafından reddedildi iki kere, sonra De Gaulle gitti Pompidou geldi Fransa politika değiştirdi, İngiltere AB’ye girdi. Şimdi Türkiye’yi ısrarla AB dışında tutmak istiyorlar. Buna dikkat etmemiz lazım bizim. Üyelik müzakereleri başlarken bir metin kabul ettiler ucu açık müzakereler olacak diye. Yani üye olabilirsiniz de olmayabilirsiniz de. Bizden başka kimseye demediler bunu. İşte insanların serbest dolaşımı var. AB’ye üye iseniz sizin ülkenizin vatandaşları vizesiz pasaportsuz tüm AB üye devletlerine gidebiliyor. Türkyie’ye dediler ki bunu sürekli olarak engelleyebiliriz. Tarım desteklerini, sosyal yardımları uygulamayabiliriz. Yani size ikinci sınıf ülke muamelesi yapmaya çalışıyorlar. Sonunda Almanlar baklayı ağızlarından çıkardılar sizi üye yapmayalım da özel statü verelim dediler. Fransa da onların peşinden gitti. Şimdi bunun mücadelesini veriyoruz. Öyle bir noktaya geldik ki Türkiye hiç hak etmediği bir muameleye maruz kalıyor Avrupa’da. Buna tepki göstermek lazım. Biz Hırvatistan ile aynı gün başladık müzakerelere. 35 başlık var, bunları teker teker müzakere edeceksiniz, kapatacaksınız, en sonunda da onay sürecini bitirip üye olacaksınız. Hırvatistan bu 35 başlığın hepsini bitirdi, diğer işlemleri de bitirdi 1 Temmuz 2013 tarihinde üye olacak Biz ise daha 35 başlığın üçte birini açabildik. Kıbrıs nedeniyle 8 başlığı Avrupa Konseyi engelledi, Fransa 5 başlığı veto etti, Kıbrıs Rum kesimi 6 başlığı veto etti. Bunlara tepki gösteremediniz. Zaten sizin gönlünüzde yok. AB üyesi olmak demek, değerler sistemini kabul etmek demek. Demokrasi, özgürlük, insan hakları vs. bunları içinize sindireceksiniz. Derseniz ki efendim hem AB’ye üye olmak istiyorum hem de başka bir medeniyetin dünya görüşünü kabul ediyorum, bu olmuyor. İkisinden birini yapacaksınız. Bizim temsil ettiğimiz değer sistemi başka. Onun için Türkiye’nin hedefi öteden beri bölgeye yönelik olarak bu sahip olduğumuz değerler sisteminin bir sıçrama tahtası olmak. Atatürk döneminden beri biz bunu yapmaya çalıştık. Şimdi ise köprüsünüz diyorlar. yani kendi kişiliğiniz yok üstünüzden gelen geçecek. O değil.
İran Şahı geliyor Atatürk’ü ziyaret ediyor, Atatürk Şahı 9 gün gezdiriyor, çok etkileniyor Şah, en sonunda Atatürk’e soruyor ben de aynısını yapmak istiyorum, nereden başlamalıyım? Atatürk diyor ki öncelikle milli iradeden başlayacaksınız. Halkın iradesine dayalı bir yönetim kuracaksınız. Yapacağım diyor ama yapamıyor Şah. Türkiye Afganistan’da en çağdaş okulları açıyor, bölgede bir çağdaşlık simgesi. Bir İngiliz’in kitabı var, eski bir büyükelçi Afganistan’da görev yapmış 1930‘larda, bazılarının beğenmediği 1930‘larda, bir tek çift vardı gerçek anlamda batı medeniyetini temsil eden Afganistan’da o da Türk büyükelçisi ve eşiydi, diyor.
Bu hükümet niye üstüne varmıyor AB’üyeliğinin? Çünkü içlerinden bu değerler sistemini benimseyerek gelmiyorlar. Gelse AB’ye üye olsanız da olmasanız da bunu yaparsınız. Şu anda Norveç AB üyesi değil, İsviçre değil, Japonya değil ama hepsi aynı değerler sisteminin savunucusu. Bizde sıkıntı burada. Uygulamadan anlıyoruz bunu. İngiltere’nin The Economist dergisi vardır onun Economist Intelligence Unit diye bir bölümü var tüm dünya ülkelerinde çok ünlü insanların katılımı ile değerlendirmeler yapıyorlar ve her ülkenin dünyadaki yerini tespit ediyorlar. Demokrasi değerlendirmesi var mesela diyorlar ki dünya ülkeleri 4 kategoriye ayrılır demokraside. 1. kategori tam demokrasiler, eksiksiz. 22 ülke var ve Türkiye yok. 2. kategori arızalı demokrasiler. 57 ülke var, Türkiye orada da yok. 3. kategori demokrasi ile totaliter ülkeler arasında karma rejimler, Türkiye onların içinde. Dünyada 90 sıradayız demokraside. 89 ülkede demokrasi bizden daha iyi. En son rakamlara göre kadın-erkek eşitliğinde mesela çeşitli uluslararası kuruluşların değerlendirmelerine göre biz tam 124. sıradayız. Sınır tanımayan gazeteciler örgütü var onların değerlendirmelerine göre ise basın özgürlüğünde 148. sıradayız. Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyi bu değildi. İnşaat mühendislerine çok saygımız var ama çağdaş uygarlık düzeyi sadece yol yapmak, köprü yapmak, bina yapmak değil. Çağdaş uygarlık düzeyi deyince önce demokrasi olacak. İnsan haklarına, kadın-erkek eşitliğine, basın özgürlüğüne saygı göstereceksiniz, yargınız bağımsız olacak. Bunları yapamıyorsanız çağdaş ülke sayılmıyorsunuz. İstediğiniz kadar diğer alanlarda inşaat yapın, çifte yol yapın.
Batı açısından bakıldığında Türkiye çok gerilere düştü. Bulgaristan AB üyesi, Romanya, Malta, Güney Kıbrıs vs. Türkiye değil. Sırbistan, Arnavutluk, Makedonya bunlar bizim önümüze geçmek üzere. Türkiye bu kadar geriledi. Bunun bir sebebi yabancıların Türkiye’nin etkili bir AB gücü olmasını istememeleri . Yabancıların bir bölümü de Türkyie’de maalesef iktidarın gerçekten Avrupa’nın değerler sistemini benimsememesinden ötürü üyeliğimize karşılar.
Daha demokratik ve özgürlükçü olmak için yeni anayasa yapacağız diyorlar. Yani biz eğer demokratik ve özgürlükçü bir ülke olamadıysak sebebi anayasaymış. Dünyada en çok gazetecinin hapiste olduğu ülke Türkiye ise bunun sebebi anayasa mı?. Hangi maddesi anayasanın? Sayın Baykal bir süre önce AB yetkilileriyle görüşmek üzere Brüksel’e gittiğimizde orada verdiği bir konferansta açıkça söylemişti, Türkiye bugün demokrasi, insan hakları ve özgürlükler alanında geriye gitmiştir. Bir taraftan reform kanunları çıkarılıyor ama uygulamada Türkiye geriye gidiyor. Gerçekte bugün daha da geriye gittiğimizdir. Türkiye’nin gittiği yer maalesef otoriter bir din devleti olma yoludur, bir Ortadoğu ülkesi olma yoludur. İktidarın son zamanlardaki çabalarına bakacak olursanız demek istiyorlar ki, Osmanlı İmparatorluğunu yeniden dirilteceğiz, bölgenin hakimi olacağız, bölgesel güç olacağız, bölgenin en etkili ülkesi biz olacağız. Nasıl ve niçin?
1991’de Soğuk Savaş bitti. Ondan sonra önce Doğu Avrupa’da sonra bütün dünyada bir demokrasi cereyanı başladı. Latin Amerika mesela. Evvelce diktatörlüklerle idare edilen, sabah erken kalkanın darbe yaptığı Latin Amerika demokratik oldu ve bizi geçti. Uzak Doğu’da birçok ülke demokrasiye geçti. Afrika’da bile demokrasiye geçiyorlar. Bir tek Ortadoğu ülkeleri geçemedi. Samuel Huntington diyor ki siz Müslüman olduğunuz için demokrasi ile yönetilemezsiniz. Biz bunu kabul edecek miyiz? Dünyada 1 milyar 300 milyon Müslüman var. Bunların dinleri nedeniyle demokrasi içinde yaşamaya hakları yoktur mu diyeceğiz?. Bunu kabul edemeyiz. Petrol zenginlikleri bütün büyük devletlerin gözünü o kadar karartmış ki orada insanların yaşadığını görmüyorlar. Yerin üstündeki insanlarla meşgul değiller. Yerin altındaki petrolle meşguller. İşin en can alıcı tarafı burası. O yüzden ne zaman bölgede bir demokrasi hareketi olsa bunu bastırmışlardır.
Bizim II. Meşrutiyetten önce İran’da bir demokrasi hareketi başlıyor. Kaçar hanedanı var, anayasa yapıyorlar, partiler kuruluyor, seçim var, parlamento toplanıyor, gerçek bir demokrasiye geçiyor İran ve tam o sırada 1907’de İran, İngiltere ile Rusya arasında nüfuz bölgelerine ayrılıyor. İngiltere’nin de onayı ile Ruslar gidiyorlar İran parlamentosunu bombalıyorlar. Bir çok milletvekili ölüyor. İran demokrasisi bitiyor. Kimseyi üzmeyelim diye bunları bizim okul kitaplarında okutmazlar.
1943 yılında Suriye’de cumhurbaşkanlığı seçimi yapılıyor. O sırada Suriye Fransız hakimiyetinde. Dünya da seçim yapılsın diye biraz baskı yapıyor Fransızlara. Şükrü el Kuvvetli Cumhurbaşkanı seçiliyor, ama Fransızlar özel askeri birliklerle devlet yönetimini ellerinde tutmaya devam ediyorlar. 1945’te Lübnan’da seçim yapılıyor, seçimleri kazanan siyasi parti Fransa’nın politikasına karşı olan bir parti. Hemen hükümet üyelerini tevkif ediyor Fransızlar. Müsaade edilmiyor demokrasiye.
1951’de İran’da Musaddık beni başbakan seçerseniz petrolleri millileştireceğim diyor. O sırada milletvekili. Seçiyorlar, başbakan oluyor, petrolleri millileştiriyor. O zamana kadar petrol İngilizlerin elinde. Gelirlerin sadece %16‘sını İran hükümetine veriyorlar, gerisini İngilizler kendileri alıyor. Başbakan seçilen Musaddık böyle bir şey olmaz diyor, petrolü millileştiriyor. İngilizler bunun üzerine hemen ABD’ye gidiyor, bu Musaddık hükümetini devirelim diyorlar. Truman buna yanaşmıyor. Demokrasiden yanayız, dünyaya söz verdik diyor. Sonra Eisenhower geliyor İngilizler bu defa Musaddık için bu adam komünisttir, İran’ı bu komünistin elinden kurtaralım diyorlar. Oysa Musaddık’ın komünistlikle ilgisi yok. Amerikalıları razı ediyorlar ve sonunda CIA aracılığıyla bir halk hareketi düzenleniyor., Musaddık devriliyor, petrolleri tekrar İngilizler alıyor biraz da Amerikalılara pay veriyorlar. Özetle, bu bölgede demokrasi olmadı değil, demokrasi oldu ama bastırıldı ve engellendi. Bütün bunları düşünmeden sadece bugünkü olayları gazetelerden okuyarak bir yargıya varmak çok zordur.
Bugünkü olaylar Tunus’ta başladı, sonra Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn, Suriye’ye yayıldı. Bu bir demokratikleşme hareketi olarak başladı. Amaçları eski liderleri devirerek demokrasiyi kurmaktı. Ama gördük ki tam öyle olmadı, yeni otoriter rejimler, daha çok din ağırlıklı yönetimler çıktı ortaya. Örneğin Mısır. Mısır’da 1954‘ten beri yasak olan Müslüman kardeşler örgütü serbest bırakıldı, seçimlere girdi %47 oy aldı. Arkasından Selefiler geliyor, Müslüman Kardeşlerden daha katı bir dici parti. o da yasaklıydı, serbest bırakıldı, seçimlerde %26 oy aldı. Müslüman Kardeşlerle Selefilerin oy toplamı %70. Mısır’ın hali bu. Askerler geçiş döneminde idareyi ellerinde bulunduruyorlardı ve seçilen parlamentoyu kapattılar.. Cumhurbaşkanlığı seçimi oldu Müslüman Kardeşlerin adayı Mursi kazandı o da parlamentoyu yeniden açma kararı verdi. Arkadan yüksek idare mahkemesi bir karar aldı yeniden kapattı. Arap Baharı diyorlar ama Arap Baharı henüz çiçek açmış değil. Hatta bazıları Arap Sonbaharından bahsediyor.
Tunus’ta seçimleri yine Müslüman Kardeşler yanlısı Gannuşi’nin partisi kazandı. Libya öyle. Fas’ta Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir parti kazandı. Filistin’de Hamas biliyorsunuz Müslüman Kardeşlerin uzantısı olarak kurulmuş.
Türkiye burada iç çekişmelere girmeyecekti. Maalesef girdi. Atatürk’ün bize en büyük vasiyetlerinden biri ‘yabancı bir ülke tarafından topraklarınıza saldırı olmadıkça savaş bir cinayettir’ sözüdür. O bakımdan bizim Ortadoğu’daki çatışmalara hiç sürüklenmememiz lazım. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra hiçbir savaşa girmedik bölgede. Gerçek anlamda bir savaşın dışında kalabilmiş tek ülke Türkiye’dir. Avrupa’da da sadece üç ülke var savaşa hiç katılmamış. bu kadar önemli bir miras. Şimdi bıraksalar askeri müdahaleye hazır olduğunuz izlenimini veriyorsunuz. Suriye’de halkı öldürüyorlar, masum insanları katlediyorlar, Gazze’de de aynı durum var. Neredeyse bunun için çektik kılıcı tüm dünya ile savaşıyoruz. ABD, BM dahil herkese tepki gösteriyoruz. Aslında bir masum kişi bile ölse çok vahimdir. Bizim dış politikamızda bir ilkemiz vardı. Diyorduk ki, şiddet kimden gelirse gelsin, kime karşı olursa olsun, sebebi ne olursa olsun, biz buna karşıyız. O zaman her yerde şiddete karşı çıkacaksınız. Irak’a ABD müdahalesi sırasında 600.000 masum insan öldürüldü, ne tepki gösterdik? Hükümetin ciddi bir tepkisini hatırlayan var mı? Afganistan’da her gün masum insanlar öldürülüyor. Bir tepki gösteren var mı? Bizim iktidarın bundan üzüntü duyduğu gibi bir söz duyanınız var mı? Bahreyn’de yine direnişçiler yönetime karşı ayaklandılar, Bahreyn, Suudi Arabistan’dan yardım istedi Suudi tankları ezdi bu direnişçileri, 110 kişi öldü, bu son gazze olayında ölenler kadar. 2700 kişi yaralandı. Türkiye’den bir tepki duydunuz mu? Başbakan şimdi muhalefeti eleştiriyor, acaba bazı mezhepsel düşüncelerle mi bu yönetimi destekliyorsunuz Suriye’de demeye getiriyor. Mecliste bir Allah’ın kulu da demiyor ki peki siz Bahreyn’de niye sesinizi çıkartmadınız? Direnişçiler Alevi yönetim Sünni olduğu için mi?
Neticede Türkiye çok tehlikeli bir mecraya girmiş durumdadır. İzlediğimiz politikalar giderek bütün dünyada tepki uyandırıyor. Bundan bir kaç sene önce herkes bizi destekliyor dünyada diyordu tüm gazeteler, bir iki çatlak ses çıkarsa Financial Times falan, CHP yazdırıyor diyorlardı. Şimdi diyemiyorlar aleyhte o kadar çok yazı çıkıyor ki CHP’nin böyle bir gücü olsa tüm dünyayı sarsarız.
Biz bütün gayretimizi Suriye’ye, Gazze’ye verdik son zamanlarda peki Türkiye’nin güvenliğine karşı en büyük tehdit Suriye’den mi geliyor, Gazze’den mi? Kuzey Irak’tan geliyor. Siz hükümetin son zamanlarda Irak hükümetine yönelik olarak topraklarınızda nasıl bir terör örgütünü barındırırsınız diye bir eleştirisini duydunuz mu? Irak başbakanı Maliki ile ciddi ihtilaf içinde bizim hükümet çünkü Maliki Şiiler ile Sünnilere eşit davranmıyormuş. Halbuki Irak topraklarından her gün teröristler geliyor Türkiye’ye ve insanlarımızı öldürüyor. Bakın evvelce bu terörün merkezi Suriye idi 1990‘ların ortalarında. Sayın Baykal dışişleri bakanıydı ben de müsteşardım, baktık ki yıllarca bu Suriyelileri ikna etmeye çalışmışız, her defasında reddediyorlar, PKK bizde yok diyorlar, inkar ediyorlar. Demirel cumhurbaşkanıydı, Mısır’a gittik. Mübarek ile oturuyoruz Demirel anlattı, bizim komşumuz Suriye sizin de yakın dostunuz, terörün kaynağı, kampları Beka vadisinde. Şunları engelleyin dedi. Yok, ben konuştum onlarla orada değillermiş, dedi Mübarek. Biz rahatsız olduk. Onun üzerine çok sert bir nota verdik Suriye’ye. Tarihinde belki böyle bir nota almamıştır. Ben o sırada Müsteşardım. Beni davet etti Suriye’ye gitmedim, bakanı davet ettiler, bakan da gitmedi. Biz gelelim dediler siz de gelmeyin dedik. Anladılar ki iş ciddi. Birkaç ay sonra Suriye sınırına asker kaydırdık, Kara Kuvvetleri Komutanı gitti orada bir nutuk verdi, Suriye 3 günde çözüldü. Aynı Mübarek bu defa telaşa kapıldı. Türkiye’ye geldi, Demirel ve Esad ile görüştü. Suriye sonunda 3 günde çözüldü. Öcalan’ı yolladılar, kampları kapattılar, terör örgütünün oradaki varlığına son verdiler ve bizimle Adana Mutabakatı imzaladılar. O tarihten sonra bir daha Suriye’den terör tehdidi gelmedi. Hatta bir de terörle mücadele antlaşması imzaladık ki yakaladıkları teröristleri Türkiye’ye iade etmeyi kabul ettiler.
Biz bu hükümetten önce Irak’a 32 kere sınır ötesi operasyon yaptık. Barzani ve Talabani’yi ikna ettik, onlar da PKK ile savaşıyorlardı. Şimdi Türkiye’yi tehdit ediyorlar. Siz üzerimize gelirseniz biz de Diyarbakır’ı karıştırırız diyorlar. Bakmayın son zamanlardaki bu hükümeti destekleyen beyanlarına. Bizim birinci önceliğimiz Kuzey Irak. Çare diplomasi. Biz Suriye’den terörü çıkarırken bir tek kurşun atmadık, bir şehit bile vermedik.
Bu hükümet zamanında bir kere Irak’ta kara operasyonu yapmaya kalktık, bunun hikayesi en son çıkan Uçurumun Kenarında Diplomasi kitabında var, son derece ilginçtir. 2008 Şubat ayında harekat yapmaya kalktık, 3. gününde ABD Savunma Bakanı demeç verdi derhal durdurun harekatı, yoksa hava istihbaratını keseriz, dedi. Bunlara bizim çok dikkat etmemiz lazım. Sizin orada terörü tamamen bitirmenizi istemiyorlar, bu çok açık.. 1 Mart tezkeresi reddedilmeseydi ABD’ye sınır ötesi arekat izni verilseydi PKK biterdi diyenler var. Hiç inanmayın. 1 Mart tezkeresinden önce aylarca müzakere yaptık Amerikalılarla. Bir keresinde bile ABD Türkyie’nin Kuzey Irak’tan PKK’yı tamamen tasfiye etmesine razı olmadı. En çok razı oldukları şudur: 5-10 km gidip orada bir kuşak oluşturacaksınız, Kandil’e gitmeyeceksiniz.
Suriye’deki gelişmeleri aratacak çok ciddi bir gelişme ile karşı karşıya kalabiliriz. O da İsrail ile İran arasında bir savaş ihtimalidir. İsrail başbakanı Netanyahu ve savunma bakanı Barak açıkça söylediler biz İran’daki nükleer tesisleri vuracağız dediler. Daha önce Irak’ta yaptılar, Suriye’de yaptılar, nükleer santralleri havaya uçurdular, bunu İran’da da yapacağız diyorlar. Tarih de veriyorlar. ‘Eğer dünya bunları dize getirip nükleer projelerinden vazgeçirmezse biz en geç önümüzdeki Nisan-Mayıs-Haziran aylarında vuracağız. Uçaklarla, akıllı bombalarla vuracağız’ diyorlar. Akıllı bombalar yer altındaki hedefleri de vurabiliyor. Çünkü İran bu tesislerini yerin altına sakladı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı da raporlarında çok ciddi kuşkular olduğunu, İran’ın nükleer silah üretme hedefi olduğunu söylüyor. Elinde yeterince zenginleştirilmiş uranyum var, bunu silah için de elektrik üretimi için de kullanabilir. Kendileri elektrik üretimi için kullanacağız diyorlar ama dünyada birçok ülke ve kuruluş kuşkulu. İsrail vurursa İran da İsrail’e saldıracak. Şahap III füzeleri var, İsrail bunların menzilinin içine giriyor. İsrail’in savunma tertibi var. Son çatışmada Hamas İsrail’deki sivil hedeflere 1000’e yakın füze atmış bunların çoğunu havada imha etmiş İsrail. Hepsini edemiyor.
Öyle anlaşılıyor ki, Amerikalılar Füze Kalkanı projesinden İsrail’i de yararlandıracak. İran füzesi atıldığında Türkiye’deki Kürecik radarından, Katar’daki radardan ve İsrail’deki radardan gelecek bilgilerle Doğu Akdeniz’deki ABD gemilerinden fırlatılacak füzeler havada imha edecek İran füzelerini. Hani Türkiye’deki radar sistemi NATO’yu korumak için yapılmıştı? İran füzeleri menzil açısından bugün Türkiye hariç hemen hiçbir NATO ülkesine ulaşamaz. 2.200 km menzili var en çok. Yunanistan’ın Doğu sınırına kadar gidebilir en çok. İran füzelelerinin menzili müsait olsa bile niçin gitsin Almanya veya Fransa’yı vursun şu sırada? Patriot füzeleri istedik. Vatansever demek patriot, hangi vatanı koruyacaksınız, İsrail’i mi Türkyie’yi mi? Şimdi bu füzeleri de Suriye’den gelebilecek bir hava saldırısına karşı kullanacakmışız. 1,5 yıl oldu Suriye ile söz savaşı halindeyiz, niye şimdi istiyoruz Patriotları? BU patriotlar ne işe yarayacak?
Biz Angajman kurallarını değiştirdik diyoruz. Bizim uçağımız düşürüldüğünde Hükümet ilan etti,. Hangi hallerde silah kullanacağız, bunun kuralları değişti. Sınırımıza aklaşan uçakları vururuz diyoruz. Bu patriotlar sınıra yaklaşan uçakları vuracaklar mı? NATO size diyor mu ben bu füzeleri vereceğim, istediğiniz gibi kullanın diye, 160 tane de asker vereceğim Amerika’dan Almanya ‘dan ve Hollanda’dan, bunlar da bu tesisleri inşa edecekler ve yönetecekler, istediğiniz gibi vurun kendi angajman kurallarınıza göre diyen var mı? NATO genel sekreteri diyor ki patriotları versek bile Suriye üzerinde uçuşa yasak bölge kurmak için kullanılmasına izin vermeyeceğiz. Belli ki, kumanda NATO’da olacak. Patriotlar başka ne işe yarar? Birincisi Kürecikteki radarın korunmasına. İsrail’in olası saldırısında İran’ın ilk yapacağı iş Kürecik’e saldırmak olur, radarları köreltme için .İkincisi İsrail saldırısına karşı fırlatılacak İran füzelerini vurmak için., Acaba bu patriotları da bunun için kullanmayı düşünmüş olmasınlar? Türkiye çok daha yakın İran’a. Zaman önemli bu işte. Bunları tartışan yok. Soru bir: Türkiye’nin mi NATO’nun mu angajman kuralları geçerli olacak? Soru iki: Bu füzelerle İran füzelerini vurma imkanınız var mı? Füzenin üzerinde adresi yazılı mı nereye gideceği? Yazmıyor. Patriotların esas görevi füzelere karşı savunmadır. İran İsrail’e saldırabileceği gibi körfez ülkelerine de saldırabilir. Oradaki Suudi Arabistan, petrol zengini ABD’yi destekleyen ülkelere de saldırabilir. Kuveyt tam şu sırada 60 Patriot sipariş etmiş. Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE, bunlar İran’dan gelecek saldırıya karşı savunma için işbirliği antlaşması yaptılar aralarında. Keşke bunları televizyonlarda söyleme imkanlarımız olsa. İçinde yaşadığımız “demokratik” ortam nedeniyle buna fırsat bulamıyoruz.
Bu konularda çok dikkatli olmamız lazım. Türkiye hızla batıdan doğuya kayıyor. Ortadoğu ülkesi olmaya yöneliyor, din ağırlıklı ve otoriter bir devlete doğru gidiyor. Osmanlıyı yeniden yaratmaya çalışıyorlar. Son dönemi hatırlayınız, savaşları, çatışmaları. Balkan savaşlarının 100. yılı mesela 10 haftada 200 insanımız şehit olmuş siviller hariç. Bu durumu durdurmak meclisin görevi. Geçmişte hükümetin buna benzer girişimlerini biz birkaç defa engelledik. Bir tanesi 1 Martz tezkeresi. Yakında 10. yılını kutlayacağız. Muhalefet, hükümetin ülkemizi bir maceraya sürükleme girişimini engelledi. Siyasi ağırlığımız vardı. 99 AKP milletvekilini ikna ettik. Biz 4 fire verseydik 1 Mart tezkeresi kabul edilecekti ve Türkiye savaş bataklığına sürüklenecekti. Dubai antlaşmasını biz engelledik Mecliste. Ermeni tasarısını, Kıbrıs’la ilgili olarak 2005’te imzaladıkları antlaşmayı hala getiremiyorlar Meclise. CHP’nin siyasi ağırlığı bugün de iktidarın ölçüsüz politikalarını engellemeye yeterlidir. Yeter ki biz bunu kullanalım.
Aynı şekilde iktidarın rejimi değiştirme çabalarına da çok büyük direnç göstermemiz lazım. Belli ki bunların amacı rejimi değiştirmek. Bir taraftan tek parti dönemi diyerek Atatürk dönemine söylemediklerini bırakmıyorlar, bir taraftan başkanlık rejimi diyorlar. Başkan olacak bütün bakanlarını meclis dışından seçecek, başbakan olmayacak. Dış politikada bütün yetki başkanın elinde olacak. Fransa mesela, hükümet de var, meclis de, dışişleri bakanlığı da ama dış politikada bütün kararları başkan veriyor. Ayrıca anayasalarında bir 16. madde var, isterse Meclisi fiilen askıya alıyor, bütün ülkeyi kararnamelerle idare edebiliyor. Dünyada ı başkanlık rejimi Atatürk’ün zamanında da vardı. Atatürk bunu kabul etmedi. Diyordu ki başkanlık rejimi başkanlık diktatörlüğüne götürür. 1930’da Atatürk Amerika gibi bir başkanlık sistemi kuracak diye bir rivayet çıkartıyorlar. Atatürk bir demeç veriyor, ‘ben halkıma Amerikanvari bir sistemi önerecek adam mıyım?’ diyor.
Şimdi Türk milleti kavramından çok rahatsızlar bunu anayasadan çıkartmaya çalışıyorlar. Teröristler de zaten bunu istiyor. Yabancılar da. Kürt meselesinin çözümü için bir rapor hazırladı Atlantic Council isimli bir ABD sivil toplum kuruluşu. David Philips raporu deniliyor, Önerileri şunlşar: genel af çıkarın, PKK ile müzakere yapın, yepyeni bir anayasa hazırlayın, anayasada Türk kelimesi olmasın. Görüyor musunuz nereden kaynaklanıyor bu düşünceler? 3-4 hafta önce AB ilerleme raporu yayınladı. Bir sürü şey yazıldı basında ama en önemli unsuru yazılmadı. Diyor ki, Türkiye Kürt meselesini halletmek için yeni bir anayasa hazırlamalıdır. Amacı biliyoruz. Devlet içinde devlet oluşturulması anlayışını koyacaklar anayasaya. Terör örgütü temsilcileri bizim ayrı parlamentomuz, hükümetimiz, ekonomimiz, silahlı gücümüz, spor teşkilatımız olacak diyorlar. Osmanlı tabiri ile söyleyelim bütün bunlar olduktan sonra bağımsız bir devlet olmak için 2 şart kalıyor geriye, 1 hutbe okutacaksınız, 2 sikke kestireceksiniz.
Türkiye bu kadar sıkıntılı bir dönemden geçiyor. İkinci cumhuriyetçiler diyorlar ki birinci cumhuriyetçiler çok kötüydü, yanlışlar yaptı falan. Siz ikinci cumhuriyet yapacaksınız Türkiye’yi daha özgürlükçü yapmak için değil mi? Evet. Dünyada bana bir örnek gösterin birinci cumhuriyeti yıkmış daha liberal, daha demokratik ikinci cumhuriyeti kurmuş, hangi ülke yapmış bunu? Fransa diyecek oluyorlar. Fransa’da birinci cumhuriyet 1792’de kuruluyor ve sadece ve 8 yıl yaşıyor. Napolyon 1800 de yıkıyor ve imparatorluk kuruyor. İkinci cumhuriyet 48 yıl sonra kuruluyor ve 4 yıl yaşıyor. Onu da Napolyon’un yeğeni yıkıp imparatorluğunu ilan ediyor. Sonra Üçüncü Cumhuriyet kuruluyor, ilk seçimde çoğunluk kralcılarda.. Her vesileyle diyorum ki, cumhuriyeti yıkmak çok ciddi bir iştir vahim sonuçlarını biliniz. Almanya’da, İspanya’da, İngiltere’de aynı şey oluyor. İngiltere’de 1640’lı yıllarda cumhuriyet kuruluyor. Okullarda okutulmaz İngiliz cumhuriyeti diye bir şey duydunuz mu? Cromwell kuruyor. Ölünce oğlu yerine geçiyor o da beceremiyor. Kral II. Charles devleti ele geçiriyor. Cromwell’in mezarını açıyorlar, cesedini çıkarıp idam ediyorlar. Sonra kafasını kesiyorlar ve o kafayı mızrağa saplayıp 24 yıl parlamentonun önünde teşhir ediyorlar. Biz cumhuriyet yapanlara böyle yaparız demeye getiriyorlar. İngiltere demokrasinin beşiğidir ama bunlar da olmuştur İngiltere’de. İngiliz demokrasisi mi Türk demokrasisi mi diye sordular bana sanki ben hemen atlayıp İngiliz demokrasisi diyeceğim gibi. 1. İngiltere’de Kraliçe Anglikan Kilisesinin başı. Laik bir rejimde böyle şey olmaz. 2. Avam kamarası ve Lortlar kamarası var ki lortlar kamarası seçimle gelmiyor. 3. Lortlar kamarasının yargı yetkisi var. Böyle bir ülkeyi örnek gösteriyorlar. Terörü çözmüş. Belfast antlaşmasını imzalıyor İrlanda ile. madde 1. Kuzey İrlanda’da yaşayanlar arzu ederlerse İngiltere Kuzey İrlanda’nın birleşik Krallıktan kopup İrlanda cumhuriyeti ile birleşmesine razı olacaktır. Bunu bize öneriyorlar. Bütün gerçekleri bilmeden Türkiye’nin bugünkü iç ve dış politikasına teşhis koymak çok zordur. Bilgi kuvvettir. Basının hali malum, tek çare böyle toplantılar ve sosyal medya. Bugün sizlerle bu görüşleri paylaşmak bana büyük bir mutluluk verdi. Sözlerimi dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.