Onur Öymen’in GS Divanındaki Konuşması – 5 Mayıs 2012

Çok değerli ağabeylerimiz, arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum .Toplantınızda bana da görüşlerimi sizlerle paylaşma fırsatı verdiğiniz için içtenlikle teşekkür ediyorum.

Bugün son zamanlarda kamuoyumuzu yakından ilgilendiren Orta Doğu’daki gelişmeler, özellikle Suriye konusunda değinmek istiyorum. Ama ondan önce şunu belirtmek isterim ki bizim GS’de aldığımız eğitim, Türkiye’nin bir Orta Doğu ülkesi  haline dönüşmesini özendiren bir eğitim değildi. Biz ülkemizi, Atatürk’ün gösterdiği yolda, çağdaş, uygar laik ileri bir ülke olması özlemi ile yetiştik. Kuşkusuz Orta Doğu ülkeleri ile de çok yakın ilişkiler kurmak isteriz. Ama bizim benimsediğimiz değerler sistemi Orta Doğu ülkelerinin değerle sisteminden farklıdır .Ümit ederiz ki Orta Doğu ülkeleri bizim benimsediğimiz çağdaş, laik değerler sistemini bir gün benimsesinler. Çağdaş, laik, demokratik sistem deyince bizim anladığımız insanların görüşlerini iradelerini özgürce dile getirdikleri, eleştiride bulunma hakkını özgürce kullandıkları, her konuyu tartışmaya açık bir sistemdir. Cumhuriyetimiz biat kültürüne dayanmaz. Bizzat Atatürk, daha Erzurum ve Sivas Kongrelerinden itibaren bütün kararların meşru ve seçilmiş kurumlara dayanarak aldığını söylemişti. Çok partili rejime geçilmesini denemiş bu girişim başarılı olmayınca, tek parti içinde ikinci grup veya müstakil grup adı altında muhalefet grupları oluşturmuştur. Yani bir anlamda parti içi muhalefeti teşvik etmiştir. Bugün Orta Doğu’dan bahsederken maalesef böyle çoğulcu, tartışmaya açık, demokratik ve laik rejimlerden söz edemiyoruz. Orta Doğu’ya genel olarak hakim olan düşünce otoriter devlet anlayışıdır. Bunlar ya bir darbe sonunda iktidara geçen ve ülkelerini otoriter bir anlayışla yönetmeye çalışan idarelerdir veya babadan oğula devreden gene otoriter din devletleridir.

Soğuk savaşı sona ermesinden sonra demokrasi bütün dünyada gelişirken bir tek Orta Doğu’da gelişmedi. Hatta daha 1900’lü yılların başlarından itibaren ortaya çıkan bazı demokratikleşme hareketleri, özellikle İran’da yabancı ülkeler tarafından bastırıldı, devletler petrol çıkarlarını bölge insanlarının demokrasi içinde gelişmesine tercih ettikleri için o bölgedeki otoriter ama kendilerine yakın rejimlerle çalışmaya tercih ettiler.

Bu gidişin bir sonu olacaktı. Demokratikleşen dünyada Orta Doğu totaliterliğin hüküm sürdüğü bir ada olarak kalamazdı. Tunus’ta başlayan ve Arap Baharı denilen halk hareketleri bu otoriter rejimlere karşı bir hareket olarak ortaya çıktı. Başlangıçta bu hareketin öncülerinin hedefi gerçekten çağdaş bir demokrasiye ulaşmaktı. Ancak bölgede böyle bir demokratik hareketi yönetecek siyasi birikime ve toplum desteğine sahip örgütler yoktu. Bölgenin büyük bir bölümünü etkileyebilecek tek örgütlü güç Müslüman Kardeşler örgütüydü. Bu radikal İslamcı bir hareket olarak 1927’de kurulmuş ve Mısır’da 1956’da, Suriye’de 1964 yılında yasaklanmıştı.

Son yıllarda bölgedeki tek Müslüman Kardeşler çizgisindeki örgüt, Filistin’deki Hamas örgütüydü. Seçimlerde başarı kazanmış daha sonra da Gazze’de fiilen yönetimi ele geçirmişlerdi. O zamanki Mısır hükümeti bu örgütü kendisine hasım bir örgüt olarak sayıyor ve İsrail’in kuzeyden Gazze’ye uyguladığı ambargoya paralel bir ambargoyu güneyden uyguluyordu. Arap Baharının verdiği ilk sonuçlardan biri bu ülkelerdeki Müslüman Kardeşler hareketini meşrulaştırmak ve onlara siyasi parti kurarak siyasete katılma hakkı vermek oldu. Mısır’da kurulan Müslüman kardeşlere bağlı parti seçimlerde oyların %44’ünü, ondan daha da radikal Selefilerin partisi de %26’sını aldı. Böylece meclisin %70’İ dinci ve aşırı dinci partilerin temsilcilerinden oluştu .Bu partiler yurtiçinde ve dışında fazla tepki çekmemek için nispeten ılımlı bir görüntü sergilemeye çalıştılar. Hatta ABD ile ilişki kurarak kendilerini muktedir ve ABD ile işbirliğine hazır bir parti gibi takdim etmeye gayret ettiler. Buna rağmen askerler ipleri tamamen seçimle gelen partilere bırakmamak için bir denetim rolü sürdürmeye çalışıyorlar. Bu ayın sonunda yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi için adaylığını koyan 10 kişiyi veto ettiler. Bunlar arasında Amur Musa gibi evvelce dışişleri bakanlığı ve Arap ligi genel sekreterliği yapmış muktedir kişiler de vardı.

Başlangıçta Tahrir meydanında askerlerin izni ve kısmen desteği ile Mübarek rejimini yıkan göstericiler şimdi aynı meydanda askerlere karşı gösteri yapıyorlar. Mısır henüz istikrara kavuşmaktan uzaktır. Arap aleminin öteden beri liderliğini yürüten Mısır’ın iç istikrarsızlık içinde olması ve radikal eğilimli partilerin mecliste çoğunluğu elde etmeleri bütün bölgede istikrarlı bir demokratikleşme hareketini kolaylaştıracak nitelikte değildir.

Libya’da da bir yandan belli bölgelere hakim olan aşiretler, ağırlıklarını hissettirirken bir yandan da şeriat yanlıları yönetimi ele geçirmeye çalışıyorlar. Kaddafi’nin öldürülmesinden sonra bu bölgede çatışmalar sürüyor huzur ve istikrar temin edilemiyor. Tunus’ta Binali’nin ayrılmasından sonra yapılan seçimler Müslüman kardeşler çizgisindeki Gannuşi kazandı. Fas’ta da öyle. Cezayir, aşırı dinci, radikal, silahlı Fis örgütü ile ordu arasındaki çatışmalar sonucunda 200.000 insanın hayatını kaybettiği bir dönemden geçti. Henüz diğer ülkeler gibi bir halk hareketi başlamadıysa da Cezayir’, in siyasi geleceğinin nasıl şekilleneceğini bugünden kestirmek zordur. Bahreyn’deki halk hareketi Suudi Arabistan’da davet edilen tanklar ile bastırıldı. Orada halkın çoğunluğunu oluşturan Şiilerin Sünni yönetime karşı direnişini sürdürdüğü görülüyor. Yemende de liderlik değişti ama istikrar sağlanamadı.

Suriye’deki gelişmeleri işte bu genel çerçeve içinde değerlendirmek gerekir. Suriye’de halkın büyük çoğunluğu Sünni ama yönetim alevidir. Bu bakımdan oradaki çatışmaların arkasında bir mezhep unsuru da olduğu görülmektedir. Libya’dan farklı olarak Suriye’de ordunun büyük bölümünün yönetimden yana olduğu anlaşılıyor. Oradaki çatışmalarda 9.000’den fazla insan ölmüştür. Direnişçilerin büyük devletlerden sağladığı siyasi desteğe rağmen yönetim en azından şimdilik kontrolü kaybetmiş gözükmüyor. Rusya’nın, Çin’in, İran’ın ve Irak’ın sağladığı destek Beşar Esad yönetimine güç veriyor. Rusya’nın Akdeniz’deki tek deniz üssünün Suriye’nin Tarsus limanında olması da ülkedeki dengeler değerlendirilirken göz ardı edilemeyecek bir unsurdur. Gene Rusya’nın verdiği ileri teknolojiye sahip silah sistemleri Suriye’ye yapılabilecek bir askeri harekâtın Libya’da olduğu gibi zayiatsız sonuçlandırılabileceği umudunu vermiyor . öyle anlaşılıyor ki şu sırada düşünülen Suriye’deki silahlı rejim muhaliflerin aracılığıyla, bazı ülkelerin dolaylı malzeme ve teçhizat desteği ile rejimin devrilmesidir. Bununda pek kolay olmadığı görülüyor. Dış dünyadan gelen baskılara rağmen Suriye’nin rejim muhaliflerine karşı ağır silahlar kullanmaktan kaçınmadığı görülüyor. Kofi Annan’ın bu durumu önlemek için oluşturduğu planın başarı şansının çok yüksek olmadığı çatışmaların devam etmesinden anlaşılıyor. Rejime karşı siyasilerin, muhalefetin oluşturduğu Suriye ulusal konseyine katılan 7 gruptan biri Müslüman Kardeşle,. Bu grubun kararları oybirliği ile alındığı için Müslüman kardeşlerin kabul etmeyeceği politikaları ulusal konseyin benimsemesi kolay değil. Yabancı basın organlarında ve bazı raporlarda Türkiye’nin Suriye’de Sünni Müslüman Kardeşler örgütünü iktidar yapmak için gayret sarf ettiği ifade ediliyor. Eğer bu gerçekleşirse Suriye’de Atlantik’e kadar Müslüman Kardeşlilerin ağırlık taşıdığı bir radikal Sünni devletler kuşağı oluşturulacaktır. Eğer bu başarılamaz ve bugünkü alevi denetim iş başında kalırsa o zaman da İran’dan Akdeniz’e kadar Irak, Suriye ve Lübnan’daki şii Hizbullah örgütünü kapsayacak bir Şii kuşak etkili olacaktır.

Bölgede laik demokratik devletlerin bulunmaması din ağırlıklı otoriter rejimlerin şansını artırmaktadır.

Türkiye cumhuriyetin kuruluşundan beri bölgede dengeli .ölçülü, istikrarlı, bütün ülkelerle iyi ilişki kurmaya özen gösteren, şiddetin her türlüsüne karşı çıkan politikalar izliyordu.  Devletler arasında veya çeşitli gruplar arasında taraf tutmamaya özen gösteriyordu. Son zamanlarda bu politikada bazı farklılıklar hatta sapmalar görüldü. Örneğin Filistin’de Müslüman kardeşlerin bir uzantısı olan hamas örgütüne destek vermesi farklı Filistinli grupların, bazı Arap ülkelerinin ve batı ülkelerinin tepkisini çekti. Aynı şekilde, mısırda Libya’da Tunus’ta Suriye’de farklı, Bahreyn’de farklı politikalar izlemesi çifte standart uyguladığı izlenimini doğurdu.

Bütün bu gelişmeleri ışığında Türkiye’nin gerek Suriye’de gerek bölgedeki başka ülkelerde silahlı çatışmalara sürüklenmekten kaçınan, demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi ilkelerin arkasında duran BM’nin barışı sağlamaya yönelik ortak kararlarının içinde yer alan ama tek başına bölgeye nizam ermeye çalışan bir ülke görüntüsünü vermekten yana bir tavır sergilemesi bence çok yararlı olacaktır. Hükümetin Suriye ile sınırımızda bir çatışa çıkması Suriye’nin sınırı da olsa yapabileceği bir askeri harekata karşı NATO’nun 5çmaddesinin derhal yürürlüğe gireceği yolundaki beklentisi çok gerçekçi değildir. Böyle bir karar ancak bütün BATO ülkelerinin onayı ile alınabilir. 5çmadde kararı NATO tarihinde 1 tek kere, o da New York’ta ikiz kulelere yönelik terörist saldırılar üzerine alınmıştır.

Aslında Türkiye’nin bölgeye yönelik politikalarında birinci önceliği Irak’ın kuzeyinden PKK’nın tasfiyesine öncelik vermesi gerekmektedir. Çünkü bir tek ırak şuanda Türkiye’ye yönelik terörist saldırıların barınağı konumundadır.  M’nin ilgili kararlarına ve kendi anayasanın 7.maddesine rağmen Irak’ın PKK’yı bölgeden tasfiye etmek doğrultusunda adım atmamakta. Oradaki yerel yönetimin bu doğrultuda bir girişimi görülmemekte ve Türkiye’ni bölgeye aynı amaçla askeri müdahalede bulunmasına da karşı çıkmaktadır. Bu durumun bedelini Türk vatandaşları canları ile ödemektedir. Dış bağları kesilecek bir PKK ile Türkiye içinde mücadele etmek kuşkusuz çok daha kolay ve netice verici olacaktır.

İran ile ilişkilerimizde de füze kalkanı nedeniyle yeni bir gerginlik ortaya çıkmıştır. Füze kalkanını radarlarının Malatya’nın Kürecik ilçesine yerleştirilmesini İran kendisine yönelik bir tehdit unsuru olarak algılamıştır. Her ne kadar bu radarların NATO’yu korumak için konuşlandırıldığı iddia edilse de en muhtemel senaryo İsraillin İran’daki nükleer tesislere yönelik saldırısı üzerine İran’ın İsrail hedeflerine yönelik füze atışlarının bu füze kalkanı sistemi yoluyla havada engellenmesidir. Bu sistemin işlemesi için Türkiye’deki radarların aktif biçimde çalışıp Akdeniz’deki ABD füze taşıyıcı gemilerine anında bilgi vermesi gerekmektedir. İşte bu nedenle bir çatışma halinde Kürecik ‘teki radarlar İran’ın öncelikli hedefleri arasında olacaktır. Aslında teknik olarak füze savar radarlarının İran Şahap III füzelerinin ulaşamayacağı bir NATO ülkesine konuşlandırılması uygun olurdu. Zira bu amaçla kullanılabilecek ve menzili İran füzelerinden daha uzun olan ufuk ötesi radar sistemi mevcuttur. Neticede füze kalkanı projesi Türkiye için ilave risk yaratmış ve Türkiye İsrail ile ilişkileri oluşu etkilemiştir.

Bölge ile ilgili bu önemli gelişmeler Türkiye’nin öteden beri öncelikli bir hedef olarak gördüğü AB üyeliği konusu ikinci plana düşürmüştür. ABD dışişleri bakanı Bayan Clinton bu konunun şimdilik bu dolabına konulmasını önermiştir. Türkiye’nin AB üyeliği süreci fiilen askıya alınmıştır. İki yıldan beri tek bir müzakere başlığı açılamamakta süreç kısmen KKTC kısmen de başka gerekçelerle engellenmektedir.

Türkiye’nin bu sıkıntılı durumdan çıkabilmesi için Orta Doğu’da biraz önce unsurlarını sıraladığımız ilkeli bir politika izlerken bütün dikkatini ve enerjisini bu bölgeye odaklayıp başta AB üyeliği olmak üzere diğer öncelikle dış politika hedeflerimize de sonuç alıcı bir yaklaşımla eğilmesi lazımdır. Orta Asya ülkeleriyle, ABD ie ,Rusya ile, Uzak doğu ile, Afrika ile, Latin ABD ile ilişkilerini geliştirmesi için hükümetin çaba sarf ettiğini söylemesi olumlu bir işarettir ancak bu söylemelerin içinin doldurulup sonuç verici hale getirilmesi gerekmektedir .

İşte bu genel tablo içince Türkiye’nin doğru politikalar saptayıp uygulamasında basına, üniversitelere ve sivil toplu örgütlerine görevler düşmektedir. GB’lıkların da böyle bir dönemde üzerlerine düşen katkıları yapacaklarına inanıyorum.


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.