Onur Öymen Ulusal Kanal’daki Konuşması – 26 Şubat 2012

Türkiye dünyadan tecrit edilmiş, ayrılmış, kopartılmış bir adada yaşamıyor. Dünya ile birlikte Türkiye’yi düşünürsek bugün karşılaştığımız sorunları daha iyi anlarız. Türkiye bugün dünya hukuk sisteminin bir parçasıdır. nasıl parçasıdır? Mesela insan hakları alanında daha 1949 yılında imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni hazırlayanlardan biri Türkiye ve buna taraf. Yani yarım yüzyılı aşkın zamandan beri biz Avrupa insan Hakları Sözleşmesini imzalamış bir ülkeyiz. Artı, Avrupa İnsan Hakları Divanı’nın zorunlu yargısını kabul etmiş bir ülkeyiz. Artı, bireylerin Avrupa İnsan Hakları Divanı’na başvuru hakkını kabul etmiş bir ülkeyiz. O kadar ki bizim anayasamızda yapılan son değişikliklerden birinde diyor ki, insan hakları ile ilgili uluslararası yükümlülükleri Türkiye’nin milli hukukunun üzerindedir. Yani milli hukukta yer alan hükümlerden daha fazla geçerliliği vardır. Bu genel çerçeveye baktığınız zaman dünya nerede biz neredeyiz? Şimdi dünyada bugünkü hukuk sistemine geçmek kolay olmamış. O kadar ki bildiğiniz gibi Fransa’da Krallık zamanında Vatikan’ın Fransız Kralı’na hükmetmesine karşı çıkan Başbakan Richelieu son derece otoriter eğilimleri olan biri. “Bana herhangi bir adamın yazdığı 6 satırlık bir yazı getirin diyor ben bu adamı idama götürmenin yolunu bulurum” diyor. O ülkelerde de işler böyle başlamış. Sonraki dönemlerde de bazı Avrupa ülkelerinde neler olduğunu biliyoruz. Hitler devrinde bir adalet bakanı var. Orada hakimlere diyor ki sizin göreviniz hukukun gereğini yapmak değildir, Hitler’in beklentilerine uygun karar vermektir, sakın hukuk bu işe ne der diye araştırmayın diyor. İki hakimli mahkemeler var, ona üç tane daha hakim koyuyorlar. Biri SA’lardan, faşist Nazi örgütünden, biri SS’lerden, biri de doğrudan doğruya partiden. Oluyor size beş hakimli mahkeme, üç tanesi Hitlerin adamı. Orada ne hukuk kalıyor ne bir şey. Bunlar aşırı örnekler ama, siyasi amaçlarla yönlendirirseniz çıkacak sonuç da hukukun gerektirdiği bir sonuç olmuyor.

Bugün ise dünyada öyle bir hukuk düzeni oluşmuş ki, eski cumhurbaşkanı Chirac yargılanabiliyor. İtalya’nın eski başbakanı Berlusconi yargılanabiliyor. Usule aykırı bir iş yapmış hakimler yargılanabiliyor. İspanya’nın en meşhur hakimi Baltazar Garzon birkaç hafta önce Madrid’de ağır ceza mahkemesi tarafından 11 yıl meslekten men cezasına çarptırıldı. Niye biliyor musunuz? Avukatlarla müvekkillerinin görüşmelerini yasa dışı yollardan dinletmek. İki, yasa dışı yollardan delil toplamak. Bunları yaptığı için İspanya’nın en meşhur hakimi 11 yıl meslekten men ediliyor. Artık bugün ulaştığımız düzen bu dünyada. Türkiye’nin durumu ne? Türkiye bir taraftan AB sürecinin içinde, orada da tökezleyerek gidiyor ama en azından kendini yükümlü saymış ve taahhütlerde bulunmuş. AB usullerine, kurallarına uyacağım, bir kural da hukukun üstünlüğü kuralı. Bunun için mecliste bir Avrupa Uyum Komisyonu  kuruldu. Ben de üyesi ve başkan yardımcısıydım Herhangi bir yasa geldiği zaman komisyonun önüne, AB normları ile karşılaştırılıyor ve uyum sağlanıyor. Komisyonda ortaya çıkacak görüşe göre başka komisyonlarda kara varılıyor, sonra genel kurula geliyor. Şimdi bu açıdan baktığımız zaman AB ülkelerindeki  hukuk ve normlar nedir, uygulama nedir, buna bakmak lazım. Biz kendi kendimize tartışırsak bu iş doğrudur, yanlıştır diye bu yeterli olmaz. Türkiye’nin taraf olmayı kabul ettiği bir uluslararası kuruluşun normlarına uygun mu değil mi ona bakmak gerekli. Baktığınız zaman görüyorsunuz ki bu söylenenlerin pek çoğu başka ülkelerde olmuyor. Şimdi bir mukayeseli hukuk çalışması yapmak lazım, başka ülkelerde yasalar ne diyor, uygulama nasıl? Türkiye’de nasıl? Bizde yargı bağımsızlığından bahsediliyor, siz hiç savcı bağımsızlığından bahsedildiğini duydunuz mu? Avrupa’da en çok tartışılan konulardan biri savcı bağımsızlığı. Ülkeden ülkeye değişiyor ama ortak kuralları var. Bazı ülkelerde savcılar hükümetten tamamen bağımsız. Hatta savcı başsavcıdan da bağımsız. Daha alt düzeydeki bir savcı kendi üstündeki bir başsavcıdan talimat almadan  faaliyet gösterebiliyor, tamamen bağımsız. Bazı ülkelerde iktidarla bir bağlantısı olabiliyor ama o takdirde dahi iktidarla bağlantısının tamamen şeffaf olması  ve yasalara dayanması lazım.

Şimdi sayın Ülsever biraz önce bir wikileaks telgrafından bahsetti. Ben mesleki olarak bu telgrafları okurken çok büyük üzüntü duyuyorum. yani başka bir ülkenin iç yazışmalar hakkında ister istemez siz bilgi sahibi oluyorsunuz veya bunları okumak zorunda kalıyorsunuz bu üzücü. Wikileaks diye bir STK var diyelim. Bunların amacı, dünyada hiçbir şey gizli kapaklı kalmasın sır denilen şeyleri halk bilsin, gerçekleri görsün, demokrasinin gereği budur, diyorlar. Bu düşünce ile yola çıkıyorlar, yalnız bu ABD  Dışişleri belgeleri değil çok sayıda belge var. Bankaların iç yüzü, uluslararası ekonomik ilişkilerin iç yüzü, yolsuzluklar falan. Bu belgeler Bağdat’taki bir ABD askeri tarafından sızdırıldı deniliyor. Adam yargılanıyor ama ben bir kişinin devletin bütün dünyadaki yazışmalarını bulup sızdıracak kodları bilebileceğine pek fazla ihtimal vermiyorum. Belgeler üzerinde gizlilik kalkmadı diyorlar, ne demek bu? Bazı belgelerde yazıyor, aşağıdaki metin belgenin tamamı değil diyor. Yani tamamını yayınlanmıyor, bir kısmını gizli tutmaya devam ediyor. Niçin? Çünkü bazıları, bazı insanların hayatına mal olabilir, hedef haline getirilebilir. Yani belgelerin hala bir gizli tarafları var. Sayın Ülsever’in bahsettiği belge çok önemli ama konuya ilişkin kitapta bunun da tamamına rastlamadım, o kitapta hiçbir belge tam olarak vermediği için. İçinden alıntı yapılıyor. O belgede mesela çok ilginç şeyler var. Anlatıyorlar, şu suçludur, bu bunu yapmıştır falan dedikten sonra başka suçlamalar var. Meşhur Alman vakıflarını suçluyor aynı telgraf. Deniz Baykal’ı suçluyor, rüşvet almıştır diyor. Ondan sonra bunlar ABD düşmanıdır diyor. En sonunda da davanın savcıları başbakanla düzenli olarak görüşürler diyor. Bir de not var, notta bu brifingi bize verenler herhalde Ergenekon davasında bizi kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlar diyor. Başka belgelerde yine böyle şeyler var ve brifingi verenlerin isimi de var. Bu son derece ciddi. Bakıyoruz basına bir bölümü bunu hiç görmüyor, görenler de bir bölümüne dikkat çekiyor. şunu düşünün, spesifik bir konu olduğu için söyleyeyim size, şimdi bir ülkenin güvenlik gücü o ülkenin o sırada görevde olan muhalefet liderini rüşvet almakla suçluyor. Başka bir ülkede olsa bu ülkenin gündeminin bir numaralı maddesi olur. Niye dava açmadınız, kanıtı var mı, mahkemeye niye suç duyurusunda bulunmadınız diye sorulur.. Bütün dünya ayağa kalkar. Başka bir ülke olsa. Bizde ise Baykal suç duyurusunda bulundu, dava açtı vs. ama kamuoyu bu konuyu sıradan bir olaymış gibi gördü. Sonra Alman vakıfları ile ilgili bu şekilde suçlayıcı laflar var. Peki Alman vakıfları yasa dışı bir iş yapıyorlarsa niye hala çalışıyorlar Türkiye’de? Niye hala suç duyurusunda bulunmuyorsunuz? Kim bunun sorumlusu? Baykal’ın istifasından birkaç ay önce bir şey çıktı, bu Alman vakıfları CHP’ye para yardımında bulunuyor diye bir iddia. Sonra Alman büyükelçisi çıktı bu belge sahtedir dedi. Bunun üzerine giden yok.,Sahte belge hazırlayan kimdir? Daha önce Baykal’ın kızının İsviçre’de 1 milyon dolarlık hesabı olduğuna dair sahte belgeyi kim hazırladı? Yani bir sürü etrafta hukuk dışı olay oluyor ama hepimiz bir ucundan değerlendirebiliyoruz. Bütün olarak baktığımız zaman hukuk devleti ile bağdaşmayacak şeyler oluyor. daha önce söylemiştim ama bir kere daha söyleyeyim hukukçuların yanında söylemek bana düşmez ama hikaye şu: bir tarihte bir ülkede bir adet varmış, bir vatandaş ölünce çan bir kere çalarmış, bir devlet büyüğü ölünce çan iki kere çalarmış, kral ölünce üç kere. Bir gün çan dört kere çalmış ve kim öldü demişler? Kral’dan büyük kim var? Efendim demişler bugün hukuk öldü. Hukuk devlet başkanının da üzerinde bağımsızlığı, cumhuriyetin de demokrasinin de devletin de teminatı olan bir kurum. Yargı bağımsızlığını, savcı bağımsızlığını, hukukun üstünlüğünü biz yaşatamazsakbiz demokratik bir ülke olduğumuzu söyleyemeyiz. Demokrasiden Diktatörlüğe kitabımda bunun örnekleri var. Efendim biz seçim yapıyoruz, diyorlar. Yeter mi? Seçimle gelip de diktatörlüğe yönelen kaç ülke var dünyada. Eski Yunandan itibaren.

Bütün mesele hukukun üstünlüğünü korumak, sistemler farklı olabilir ama hukukun üstünlüğü her sistemde korunmalı. Bazı ülkelerde jüri sistemi var, bazılarında yok. Ama her yerde ortak kavram hukukun üstünlüğü. Savunma hakkının kutsallığı, Masumiyet karinesi. Bunlar her çağdaş sistemde var. Biz çağdaş uygarlık sistemine ulaşacağız derken sadece büyük binaları, köprülerü, demir yollarını mı kastettik? Gidin Suudi Arabistan’da da en büyük mimari eserleri var. Hukukun üstünlüğü, kadın erkek eşitliği yoksa duble yol yaparak çağdaş bir ülke olmuyorsunuz ki. Hitler de otoban yapmıştı. Çağdaş bir ülke mi oldu?

Geçmişi suçlamak biraz moda oldu. Belli ki yeni bir rejim kurmak için eskiyi o kadar kötüleyeceksiniz ki artık bu rejimden kurtulalım yenisini kuralım diyecekler. Bu binanın yerine yeni bir bina dikmek isterseniz ne yaparsınız? İlk iş bu binayı yıkmak olur. Onlar da Atatürk cumhuriyetini yıkacaklar ki kendi rejimlerini kursunlar. Başbakan 31 Mart Vakasından bahsediyor. 31 Mart Vakasını yapanları savunan tarzda, bastıranları eleştiren tarzda. Tepki var mı? Buna çok büyük tepki gerekmiyor mu? Menemen olayından bahsediyor, o olayda da yani silahlı yobazların yaptığı katliam açısından değil de oradaki Müslümanlara yapılan baskı tarzında anladım ben. bunlara kim tepki gösterecek? Savaş yılların bi gemi batırılmış, CHP sorumlu. Peki aynı tarihlerde Fransa’dan Almanya’ya Yahudileri taşıyan trenleri durduran, ölüme götürülenleri kurtaran Türk diplomatları, hangi siyasi parti iktidardayken yaptı bu işi? O sırada AKP miydi iktidarda yoksa DP miydi? O zaman yapılan iyi işleri, doğru, cesaretli işleri söylemeyeceksiniz. Hangi parti Türkiye’yi savaşa sokmadı ve milyonlarca insanın hayatını kurtardı? CHP değil mi?

Rejim değişikliği derken biz hepsini birden kastediyoruz. Rejim değişikliği demek Türkiye’de eğitim sistemini de insanların çağdaş kafalı, uygar, Atatürk’ün gösterdiği doğrultuda eğitilen insanlar olmaktan çıkarılıp içine kapanık, bağnaz, düşünmeyen ve itaat eden insanlar haline getirilmesi demek. Çocukları tartışan insanlar değil de biat eden insanlar haline getireceksiniz. Şimdi eğitim sisteminde yapılan değişiklik bu. Bunu anayasa mahkemesine götürmek gerekmiyor muydu? Geçen gün burada arkadaşlarımız söyledi, niçin götürmedik acaba? Biz hala Türkiye’de laikliğin tehlikede olmadığına mı inanıyoruz? Bütün bu gelişmelerden sonra laiklik tehlikede değildir sözünün doğru olduğuna mı inanıyoruz? Değilse bunları biz düzeleceğiz. Yani bu anayasa değişikliği sürecinden benim kanaatimce CHP bir an önce çekilmelidir. Benim kanaatim budur, aksi halde size rağmen yapılacak bir rejim değişikliğinin yola çıkarılmasına katkı sağlamış olursunuz. Dayanak olmuş olursunuz. Bence bu süreç Türkiye’yi çok tehlikeli bir mecraya götürecek. Hem eğitim, hem dış politika, hem yargı, hem demokrasi her alanda. Onun için bu anayasanın Türkiye’yi daha demokratikleştirmek için yapılmakta olduğuna ben şahsen inanmıyorum. Yani Türkiye’de sayın Kocasakal biraz önce söyledi, bu kadar hukuksuzluklar varsa bunun sebebi anayasa mıdır? O zaman demek ki siz anayasa değişikliği ile bunları düzeltemezsiniz. Zihniyet değişikliği lazımdır. Bu zihniyet değişikliği de herhalde bu iktidardan beklenemez. Bunu yapacak olan CHP’dir. Onun için başından beri söylüyoruz bizim CHP için söylediğimiz sözleri hiç kimse partiyi zayıflatmak için söylenmiş laflar gibi düşünmemeli, birlik olalım diyoruz. Siz çekilin başkaları gelsin diyen yok, birlik olalım el birliği ile omuz omuza bilgimizi , deneyimlerimizi birleştirelim ve partiyi esas çizgisine oturtalım, diyoruz. Bunu söylediğimiz için partiye kötülük mü yaptık biz?

Bence Türkiye bir dönüm noktasındadır. Yarın karşımıza çıkabilecek sıkıntıları bugünden görmek lazım çaresini  de ortay koymak lazım. CHP başından beri Türk siyasi hayatına meclisteki sayısından çok daha fazla etkide bulunmuş bir partidir. Geçen gün söyledim, 1 Mart tezkeresini reddederken bizim mecliste çoğunluğumuz var mıydı? Ermeni protokollerini reddederken, açılım politikasını geçersiz kılarken, Kıbrıs ile ilgili protokolleri geçersiz kılarken çoğunluğumuz var mıydı? Nasıl yaptık? Siyasi ağırlığımız ile. Efendim sayımız bu kadar, ne yapalım denmez. İsmet Paşa’nın çoğunluğu mu vardı?

Esas mesele bu terör örgütü ile müzakere talimatını veren hükümet doğru iş mi yaptı yanlış iş mi? Bu hukuka uygun mudur? Anayasamıza uygun mudur? Burada hükümetin sorumluluğu yok da sadece müzakere yapanların sorumluluğu nedir bunu mu tartışacağız yoksa arkasındaki siyasi sorumluluk nedir? Bunun sorulacağı yer meclis. Birkaç sene önce İspanya’nın BM temsilcisi Büyükelçi Arias, aynı zamanda BM terörle mücadele komitesi başkanı. Diyor ki ‘her hâlükârda terör ile müzakere son derece yanlıştır. Hiçbir şekilde terör ile müzakere etmemelidir. Terör ile müzakere ettiğiniz zaman teröristlere teslim olursunuz. Bu söylediklerim ETA için de geçerlidir, IRA için de geçerlidir, PKK için de geçerlidir.’ Adam yıllarca önce diyor ki PKK ile müzakere masasına oturursanız siyaseten teslim olursunuz,. Biz de CHP olarak bunu savunmuştuk daha önceki dönemde. Yani elinden silahı bırakmayan silah zoru ile siyasi çözüm dayatmaya çalışan bir terör örgütü ile müzakere edilmez mücadele edilir demiştik. Şimdi müzakere ediliyor maalesef CHP de üzülerek söylüyorum ama bu kadar hayati konuda bir şey söylemezsek halk bizim bunları düşünmediğimizi zanneder, terör ile müzakere olabilir diyoruz. Siz partinin politikasına bu denli köklü bir değişiklik getiriyorsunuz. Arkanızda Kurultay’ın bu doğrultuda desteği var mı? Size diyor mu, ‘biz de parti olarak partinin en yüksek organı olarak terör ile müzakereyi uygun görüyoruz’?. Benim bu meşhur 10 Kasım 2009 tarihli konuşmamın özü buydu. O zaman hükümetin teröristlerle konuştuğu daha bilinmiyordu ama uluslararası belgelerde bu konuşmalar vardı. ben bunu açıkladığım için dünyayı ayağa kaldırmaya çalıştılar. İşin esası buydu.

Wikileaks’te bu da var. Diyor ki, PKK’yı bir çözüme razı etmek için onlara baskı yapmak lazım diyor. Yani bu telkinlerin dış boyutu da var. Bir kumaşı yanlış biçmişseniz sorumlu olan makas mıdır makası kullanan mıdır?

Önce soru soran arkadaşlarımızın birine cevap vereyim, neden kurultayda olmadığımı soruyor? Ben delege değilim. Onur üyesi diyorlar eski genel başkan yardımcılarına, onur üyesi olarak da şu ana kadar kurultaya katılmak için henüz bir davetiye almadım.

CHP’nin bugünkü tablosu maalesef hepimizi üzüyor açıkça söylemek gerekirse. Partide hepimizin öteden beri özlediği birlik ve bütünlüktür. Eskiler ve yeniler diye ayrım yanlıştır. Duvara dayanma yıkılır adama dayanma ölür derler. Hiç kimseye dayanmadan kendi ilkelerinize dayanarak politika yapacaksınız. CHP ilkeleri belli. Bunun etrafında toplanıldığı takdirde bugün yaşanan sorunlardan hiçbiri yaşanmazdı. Çare? Eleştirmek kolaydır, biz hiçbir zaman.eleştirerek kendi partimizi kamuoyu önünde zayıflatmak istemdik Bunu yolu basit ve kolaydı. Tüzük kamuoyunun büyük bir bölümünü belki çok fazla ilgilendirmiyor ama partimizi ilgilendiriyor çünkü burada partiye daha büyük bir demokratik içerik kazandırmak lazım. Daha özgürlükçü bir tüzük yapalım, tamam. Önümüzde belediye seçimleri var ve bunda ön seçim yapacak mısınız? İşte bu imzacı arkadaşların tüzük tasarısında bildiğim kadarıyla bu var. Genel merkezde ise bu yok. İkincisi, bir seçimli kurultay için çağrı yapmak. Şimdiki tüzüğe göre delegelerin %51 oyu olmadan çağıramıyorsunuz. İşte bu imzacıların hazırladığı tasarıda bunu %20’ye indirmeyi öngörüyorlar. Bunlar anlaşılabilir şeylerdir ve olması da demokratikleşme açısından son derece yararlıdır. Burada bir şeye dikkat etmek lazım, insanlar birbirini suçlayarak ve baskı yaparak partiyi yükseltemezler. Yani kurultaya katılmayanlar tarihi sorumluluk altındadır dediğiniz zaman katılmayan insanları zan altında bırakıyorsunuz. Mesela sayın Baykal katılmamış ve bunun için tarihi bir sorumluluk içinde mi şimdi? Baskı ile partiyi yola getirmeye çalışmak hem demokrasiye uygun değil, hem de mümkün değil. Benim babam eğitimciydi ve Atatürk zamanında Avrupa’ya eğitim için ilk gönderilenlerdendi ve o baskı ile insanları yola getirmenin doğru olmadığını anlatmak için, ‘keman çekiçle akort edilmez’ derdi. İnsanların ruhunu baskı altına alarak yönlendiremezsiniz. Onun için herkes biraz ölçülü hareket edecek ve birbirine saygı gösterecek. Bir de işin esası var. Maalesef bir süreden beri partinin temel ilkeleri tartışılır oldu. Daha önce de çeşitli vesilelerle söyledik, ‘Atatürk’ü koruma kanununun kaldırılmasının sakıncası yoktur, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması yanlış oldu, tekrar açılması uygun olur’ falan. Bunun gibi partimizin temel ilkeleri ile bağdaşmayan bazı söylemler söylenince o zaman herkesin kafasından şu soru çıktı ortaya. Bunlar programda yok, o zaman patinin tabanı bunu benimsiyor mu? Bunun tartışılma yeri kurultay. Ama tüzük kurultayında tartışılması uygun değil. Tüzüğün teknik yönleri tartışılır. Kalkıp da temel  konular tartışılmaz. Ya genel kurultayda ya da program kurultayında olur. O bakımdan yapılması gereken şey seçimli kurultaydı ve genel başkanın bu konuda yetkisi vardı. Yeterli sayıda imza ile tüzük kurultayı çağırıldığı takdirde genel başkan istediği takdirde, buna bir seçim maddesi koydurabilir. Böylelikle güven tazelenirdi ve o zaman herkes anlardı ki, partinin politikası buymuş. Demokratik bir seçim olurdu. Bu kurultayda bu tartışmalar yapılamadığından Kurultayın temel politika değişiklikleri konusundaki görüşleri bilinemedi.

Bir arkadaşımızın tartaklandığı yolunda bilgiler geliyor, inşallah doğru değildir. Bunlar bize yakışmayan şeyledir. CHP kurultayı demokrasi içinde olacak yeterince katılımcı sayısı varsa imzalar atılır ve kimse de tartışmaz bunu. Bazıları da derse ki yeterince imza yoktu ona rağmen cetvel ortadan kaldırıldı, o başka. Aslında tartışmanın özü şu, sayın Baykal’a düzenlenen komplodan sonra sayın Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olduğu sırada hem ona oy verdik hem de seçtiği parti üyesi arkadaşlarımıza. Ben de verdim. Çünkü partinin birlik bütünlük içinde olması gerekliydi. Ama şimdi bir kaç yüz arkadaş katılmıyorsa kurultaya, bu bir tavır almaktır. Bir anlamda bu bir sarı kart, bu bir uyarıdır. Yapılması gereken şey seçimli kurultaydır., Bu kurultaydan hemen sonra. Parti meclisi üyelerinin de sayısı değiştikten sonra, sanırım 80‘den 60’a inecek, o zaman 80 kişilik bir Parti Meclisi tüzüğe aykırı olacak. Seçimli kurultaya gideceksiniz en kısa zamanda. Bunu ilerde yaparız falan derseniz bunların hepsi partiye zarar verir ve hukuk yolunu açar. Partinin meselelerinin hukuk yoluyla halledilmesini hiç istemeyiz. yani partini sorunları uzlaşma ile halledilir ve Türkiye’nin bu kadar ciddi meseleleri varken ve iktidarın yanlışlarını engelleyebilecek tek parti CHP iken partinin bu günkü manzarası gerçekten bize çok fazla gurur vermiyor. Biz isteriz ki bunları değil de Türkiye’nin mesleklerini tartışalım.

Burada önemli olan şudur: Tüzük meseleleri, partinin demokratik yapısı usulleri açısından son derece önemlidir ama politikaları da son derece önemlidir. Yani tartıştığımız konular partinin temel politikaları .Şimdi bunları gündemden çıkaramazsınız. Partiye güç vermez bu. Bu parti iktidarı dengeleyebilecek tek parti ise güçlü olmalı. Bu da sen, ben, eski, yeni ayrımı olmadan, Atatürk’e dil uzatmamakla olur. Şu andaki tablo ümit verici değil. Baykal bu kurultaya katılmıyor bunun bir anlamı yok mu? Parti eski genel sekreteri Önder Sav katılmıyor, bunun bir anlamı yok mu? Yüzlerce delege katılmıyor. Giden gider, kalan sağlar bizimdir diyebilirsiniz ama parti böyle görevini yapamaz. Siz oy alayım diye ilkelerinizden saparsanız yanlıştır. 2010 yılı başındaki kamuoyu yoklamalarına göre CHP’nin oy oranı % 28.7’ye çıkm ıştı. AKP % 32’ye düşmüştü. Fark 3 puana inmişti.  Bugün iktidarla ana muhalefet partisi arasındaki oy makası 35 puana çıkmış. Bunu bir başarı olarak nitelemek kolay değildir. Nasıl oldu? Benim gördüğüm kadarıyla şimdi böyle heyecanlara kapılmadan, insanların salim kafayla düşünmesi lazım. Siz kalkıp da Atatürk’ün bilgisi dahilinde Türkiye soykırım yaptı derseniz ve ona da hiçbir şey olmazsa o partinin tabanı acaba bu partinin görüşü müdür diye sormayacak mı?

Bu kurultay bunların tartışıldığı kurultaya değil. Olağan kurultaylarda İki  komisyon olur, tüzük komisyonu ve temel meseleler komisyonu. Temel meseleleri biz orada tartışırız.

Civarımızda ne olduğunun farkında mıyız? Afganistan İran sınırından Atlantik okyanusuna kadar son derece tehlikeli bir siyasi gelişme var. Aşırı dinciler her ülkede iktidarı birer birer ele geçiriyorlar. bir taraftan İran’dan Akdeniz’e kadar olan bölgede İran’ın etkisindeki bir Şii siyasi ağırlık hüküm sürüyor, oradan Atlantik okyanusuna kadar da Müslüman Kardeşlerin öncülüğünde, Sünni, aşırı dinci, kökten dinci iktidarlar iş başına geliyor. Fas’taki ve Tunus’taki seçimleri Müslüman Kardeşlerin partisi kazandı. Mısır’da da öyle ve orada Selefiler de %26 oy aldılar. Suriye’de rejim değişirse yüksek ihtimalle orada da Müslüman Kardeşlerin ağırlıkta olduğu bir yapılanma olacak. Tehlikeye bakın. Türkiye’de  kendi partisi laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu için cezalandırılan partinin lideri olan bir başbakan gidip de Mısır’a, Libya’ya, Tunus’a laikliği öneriyorsa bu çok ciddi bir iş. Anlıyor ki onun da  etkisi kalmayacak? Kim para veriyor buna? Kim destekliyor Müslüman kardeşleri? Bakın 1926’da kurulmuş ve bütün Arap dünyasında en etkili siyasi güç budur. Ama bir çok ülkede yasaklanmış bugüne kadar. Şimdi niye serbest bırakıldı bunlar? Kim serbest bıraktı Mısır’da Askerler sürgündeki liderlerini çağırdılar, meşrulaştırdılar. Müslüman kardeşler iktidara geçene kadar şimdilik yumuşak görünüyorlar etrafa karşı. ABD Senatosunun dış ilişkiler Başkanı gidiyor Mısır’da Müslüman kardeşlerin temsilcisi le görüşüyor. Bunlar daha önceki yönetim zamanında resmen terör örgütü ilan edilmişti. AB terör örgütleri listesine bakın. 17.sırada Müslüman kardeşlerin uzantısı olan HAMAS var. Güneyimiz böyle. AB ise Türkiye’yi resmen dışlıyor. Basın yazmadı ama Bayan Clinton, bizim dışişleri bakanımızla yaptığı görüşmede, Türkiye’nin AB üyeliğini siz buz dolabına kaldırın artık diyor. Güneyimizde  bizim için son derece tehlikeli olacak bir dinci kuşak oluşacak, batı ile ilişkilerimiz buz dolabına konacak, Rusya zaten kendi politikasını izliyor, peki Türkiye? Yapayalnız kalıyor. Bu gerçeklerini ortaya çıkaracak, sağlıklı politikalar izlemesini sağlayacak, sıcak çatışmalara girmesini engelleyecek, İran’ın füze kalkanı nedeniyle Türkiye’ye karşı tehdit unsuru olmasını engelleyecek kim var ülkede? Hangi güç var? Kim yapacak bunu? Yargının, sendikaların, üniversitelerin halini görüyoruz. Kim var? CHP. O da içinden bölünürse kim yapacak? Daha önceki dönemde niye katılmadık anayasa çalışmalarına? O zaman yok muydu bunlar? Biz katılmadık. çünkü gördük ki amaçları rejimi değiştirmek. Başkanlık rejimi getirecek. Özerlik sistemi getirecek, devlet içinde devletler kurulacak. Önerenlerin yazılı metinlerinde var. Terör örgütünün silahlı dayatılması ile gelecek, siz terörle müzakerelerde neyi konuşuyorsunuz? Silahları tamamen bırakmayı mı kararlaştırdılar? Adam size silahla siyasi çözüm dayatıyor. Anayasanın özerklik maddelerini dayatıyor. Türk kelimesini çıkarın diyor. Bu sürece dayanak olabilir misiniz? Buna partinin tabanının söyleyecek sözü olmaz mı? Programın herhangi bir satırında terör örgütü ile müzakere etmek var mıdır? Yok. Demek ki programdan sapıyorsunuz. Kim düzeltecek bunu? Çözüm için benim kanaatim seçimli kurultaydır.

AKP iktidar partisidir, biat partisidir. Genel başkana rağmen orada politika yapmak kimsenin haddine düşmemiştir. CHP öyle değil. Bizim partimiz insanların özgür iradeleriyle düşündükleri, tartıştıkları bir partidir. Ama bizim temel çizgilerimiz var ve vazgeçemeyiz bunlardan. Atatürk’ten yana bu parti elinde silahla devlete bazı şeyleri dayatmaya çalışan herkes ile mücadele etmiştir. Partinin ortak aklı vardır. 12 milyon civarında bu partiye oy veren vatandaşın ortak aklı ve beklentisi vardır. Bunun harekete geçirilmesinin yolu yine parti içinde bulunacaktır. Bunun yolu da parti içinde seçimdir. Seçimsiz bir yönetim ile yanlış bir çizgiye yönelenleri doğru yola getiremezsiniz. Demokrasinin özünde seçim var korkmamak lazım. Lider değişirse dünyanın sonu gelmez. zaten lider doğru çizgide ise kimse değiştirmeyi düşünmez. Ama liderin temel ilkelerden farklı görüşleri varsa değişir. Bakın ben Almanya’da 5 yıl görev yaptın ve sosyal demokrat partinin lideri 4 kere değişti. Almanya’da kıyamet kopmadı. Genel başkanın lider olması beklenir ama lider olmak için de partinin temel eksenine herkesten çok sahip çıkması beklenir. Türkiye’nin 1 numaralı meselesi vatandaşımızın can güvenliğidir değil mi? Bunu tehdit eden bir terör örgütü var. Demek ki ilk işi Türkiye’nin komşu ülkedeki terörü bertaraf etmektir. Böyle bir politikanız var mı sizin? Bizim vardı. Biz yıllarca bunu savunduk. Hükümetin başının etini yedik, neden PKK’yı Kuzey Irak’tan tasfiye edemiyorsunuz diye..Ama kötümser olmamak lazım. CHP’nin içindeki ana damara itimat etmek lazım.


Bu belge Basın, Görsel Basın arşivinde bulunmaktadır.