Onur Öymen’in 21 Şubat 2012′de İstanbul Rotary Kulübü için Yaptığı Konuşma

Sayın Başkan, İstanbul Rotary Kulübünün çok değerli üyeleri, nazik davetiniz için içtenlikle teşekkür ediyorum. Bugün sizlerle birlikte olmak gerçekten bana büyük bir mutluluk veriyor. Orta Doğu’daki gelişmeler, Suriye’deki gelişmeler, ülkemizin ve dünyanın da yakından izlediği konular. Fakat bunlara gelmeden isterseniz bir genel bakışta bulunalım. Bölgede demokrasinin geçmişi hakkında bir iki şey söylemek belki faydalı olur. Hepimiz biliriz ki demokrasi eski Yunan’dan başlamıştır. Atina, şehir devletleri vs. Aslında demokrasi Orta Doğu’da başlamıştır. İlk işaretleri Orta Doğu’da Mezopotamya’da ortaya çıkıyor. Onsan sonra Hindistan’a gidiyor, Yunanistan’a gidiyor, daha sonra Roma’ya başka bir taraflara gidiyor. Ama Orta Doğu için demokrasinin beşiği diyebiliriz bir anlamda. Peki nasıl olmuş da sonra bir daha geri gelmemiş, yani demokrasi buradan gitmiş ama bir daha niçin geri gelmemiş? Ne olmuş da Orta Doğu demokratikleşme sürecinde bu kadar geride kalmış? Aslında bazıları diyorlar ki Huntington mesela diyor ki, efendim Müslüman ülkelerde demokrasi olmaz, Hıristiyan ülkelerin bir ürünüdür. Kore’de nasıl olmuş? Kore’de olmuş, Hıristiyanların oranı %1‘den %25’e çıkmış. Türkiye’de nasıl olmuş? Türkiye istisna diyor. Ama o teoriye bakacak olursanız halkı Müslüman olan ülkelerde demokrasinin gelişme, yerleşme şansı hiç yok. Acaba böyle mi? Tam da böyle değil. Doğrusunu isterseniz geçmişteki gelişmeler çabuk unutuluyor.

Orta Doğu’da aslında 20.yy’ın başlarında İran’da büyük bir demokrasi hareketi var. O zaman Katar hanedanı var, Şah’ı ikna ediyorlar ve bir anayasa yapıyorlar, siyasi partiler oluşuyor, seçim yapıyorlar ve parlamentoda demokratik bir ülke gibi İran idare edilmeye başlıyor. Ama İran stratejik açıdan çok önemli. İngiltere ve Rusya İran’ı bölgelere ayırmışlar 1907’de antlaşma ile. İran’ın bu şekilde demokrasi içinde gelişmesine pek tahammül edilmiyor. Sonra ne oluyor? Biraz İngilizlerin de desteği ile Ruslar parlamento binasını bombalıyorlar. Birçok milletvekili ölüyor. Sonra bir kere daha demokrasi gelişimi var yine Tebriz’de başlıyor İran’da fakat sonra o da aynı şekilde yabancı ülkelerin baskısı ile yaşayamıyor. 1950‘lere geldiğimizde de yeni bir demokratik gelişme var. Musaddık 1951’de başbakan seçiliyor, niçin seçiliyor? Demiş ki biz İran petrollerini millileştireceğiz. O tarihe kadar Anglo-Iranian petrol şirketi, kaynaklara ve üretim sistemleri sahip. Sadece bu gelirlerin %16’sı İran’a veriliyor ve gerisini bu şirket alıyor. Neticede Musaddık petrolleri millileştiriyor. İngilizler ABD’ye gidiliyor Truman’a diyorlar ki bu petrollerin millileştirilmesi bizim için de sizin için de stratejik açıdan çok önemlidir, buna tahammül edemeyiz, bu iktidarı devirmek lazım diyorlar. Başkan Truman reddediyor, ben diyor buraya demokrasiyi savunarak geldim, başka ülkelerin iç yapısını etkileyecek bir dönemece giremem diyor. Birkaç sene Musaddık gerçekten başbakan olarak İran’ı  idare ediyor. Şah kaçıyor İran’dan İtalya’ya, fakat sonra Truman gidiyor Eisenhower geliyor. Bu sefer de Eisenhower’a diyorlar ki İngilizler, Musaddık İran’ı komünist yapacak. O sırada da komünizme karşı büyük bir tepki var ABD’de. Neticede Musaddık devriliyor ve bir daha da İran’a demokrasi gelmiyor. Şimdi diğer Orta Doğu ülkelerine niye gelmiyor? Bu son derece ilginç. Çünkü özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra demokrasi önce Doğu Avrupa ve Orta Avrupa’da, sonra Latin Amerika’da, sonra Uzak Doğu’da, sonra Afrika’da yayılıyor. Bir tek istisnası Orta Doğu. Acaba niçin? Bu soruyu cevaplamamız lazım. O bölgelerin halkları demokrasi istemedikleri için mi, demokrasiye layık olmadıkları için mi, yoksa Huntington’un dediği gibi Müslüman ülkelerde demokrasi olamayacağı için mi? İşte bunun izahı bir kelime ile yapılabilir. O kelime de petrol. Çünkü Orta Doğu’nun petrolü o kadar önemli ki büyük devletler için o nedenle bu petrolden vazgeçmeleri mümkün değil. ABD bugün mesela, kendi ihtiyacının ancak %50‘sini üretebiliyor. %50‘sini ithal ediyor, çoğu da Orta Doğu bölgelerinden. Başta Suudi Arabistan olmak üzere. ABD’nin de, Avrupa’nın da, Japonya’nın da can damarı ülkeleri. Bakacak olursanız tepki gösterilen ülkeler arasında siyaset olarak batıya karşı olan ülkeler var. İran, Libya, Saddam Hüseyin zamanında Irak vs. Yani bu bölgenin güvenlik altına alınması lazım. Bunun için ABD başkan Carter döneminde merkezi Florida’da olan Merkezi Komutanlık diye bir komutanlık kuruyor. Tek görevi Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da enerji kaynaklarını ve taşıma yollarını denetim altına almak. Şimdi bununla doğrudan doğruya ilgi göremeyebilirsiniz ama Kıbrıs meselesini de meselenin bu boyutunu görmeden anlamak kabil değil. Çünkü Kıbrıs adasının civarındaki sulardan her ay 4.000 tane petrol tankeri geçiyor. Süveyş kanalını denetleyecek durumda stratejik açıdan Kıbrıs. Kıbrıs’taki egemen İngiliz üsleri ve oradaki uçaklar kanalıyla tüm bu petrol zengini ülkelerin durumu havadan denetlenebiliyor. Oradaki ufuk ötesi radarlarla bütün bölge denetim altında tutulabiliyor. Yani özetle petrol stratejik açıdan o kadar önemli ki Birinci Dünya savaşından beri, bu petrol üreten ülkelerin kendi idarelerine dayalı demokratik rejimler kurmaları çok fazla hoşa gitmiyor. İlginç bir şey söyleyeyim size Clark var, eski NATO başkomutanı, ben NATO’da görevliyken birlikte çalışmıştık, yakın da dostumuz. Bu kişi bir süre önce Kaliforniya’da konferans veriyor ve bunun metnini internetten de bulabilirsiniz. Orada çok ilginç şeyler söylüyor. Neo-conlar ile ilgili, ben onlarlar konuştum diyor ve bana dediler ki biz bu bölgenin geleceğini etkilemek zorundayız, ne yapacağız? Önümüzdeki 5 yıl içinde 7 ülkenin hükümetini değiştireceğiz. Hangi hükümetler bunlar? İran, Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Sudan ve Somali. Çünkü bizim stratejik hedeflerimiz açısından bize daha yakın hükümetler olması lazım. Yani demokrasinin bir ülkede yerleşebilmesi için o ülkede halkın iradesine dayalı bir rejimin kurulması herkes tarafından benimsenmesi lazım, herkesin bunu içine sindirmesi lazım ama böyle olağanüstü stratejik önem taşıyan ülkelerde bu o kadar da kolay olmuyor. Şimdi örnek olarak size gösterebileceğim Hürmüz Boğazı ile ilgili gelişmeler, kapatılması ile ilgili Batılı devletleri tedirgin ediyor. Çünkü Batı ülkelerinin ithal ettiği petrolün %40’ı Hürmüz Boğazı’ndan geçiyor. Bu kadar bağlantılı konular birbirine. Nasıl oluyor da Latin Amerika’da, Uzak Doğu’da her yerde demokrasi oluyor da niçin Orta Doğu’da olmuyor? Fakat her işin bir sınırı vardır. Baskı rejimleri çok ciddi tepki uyandırıyor. Orada seçim yapılıyor Mısır’da mesela, oyların %88‘ini Mübarek kazanıyor. Böyle demokrasi olmaz tabi. Kimse bunun demokrasi seçimi olduğunu iddia edemez. Libya’da hiç seçim yapılmadı Kaddafi iktidara geldiğinden beri. Kaddafi hiç seçime girmemiş, kendisi de, bu devrim konseyi üyeleri de. Tunus’ta da öyle. Bu durum halkta çok büyük bir tepki uyandırıyor. O kadar çok ki bir noktada halk isyan edecek noktaya geliyor ve Tunus’ta insanlar kendilerini yakmaya başlıyorlar protesto olarak. Bazıları diyorlar ki efendim bütün bular büyük devletlerin oyunudur falan, buna pek inanmamak lazım. Yani başka devletlerin telkini ile çok şey yaparsınız da kendinizi yakmazsınız.. Belli ki orada çok ciddi tepkisi var halkın. Şimdi o tepkiler bir çok ülkede demokrasi hareketlerini körükledi ama bazı ülkelerde yumuşak bir geçiş sağlanamadı. Libya, Mısır, Yemen gibi ülkelerde. Suriye’de gördüğünüz gibi çok ciddi silahlı çatışmalara yok açtı, sadece Suriye’de şimdiye kadar hayatını kaybedenlerin sayısı 7.000’i geçti. Bu tahammül edilebilir bir durum değil. Buna gösterilen tepkilere dünyada baktığınız zaman işin can alıcı noktası orası. Biz neye tepki gösteriyoruz? Yani o ülkelerin otoriter, totaliter rejimler tarafından idare edilmesine mi tepki gösteriyoruz, yoksa bu silahlı ayaklanmaları ve halk hareketlerini, o ülkelerin hükümetlerinin silah zoruyla bertaraf etmeye çalışmasına mı tepki gösteriyoruz? Şimdi burada bütün mesele sadece bu ayaklanmaların güç kullanılarak bastırılması mıdır? Yani bu güç kullanılarak bastırılma durumu olmasa, biz içimize sindirecek miyiz?

Arap Ligi diyoruz, girişimleri var BM’ye Suriye ile ilgili. Fakat orada dikkat çeken şu ki bu Arap Ligi üyelerinin çoğu da demokrasi ile yönetilmeyen ülkeler.  O zaman demek ki hedef esas itibariyle kan akmasını önlemek ve ortak huzuru sağlamak. Mesela Bahreyn’de de ayaklanmada hükümet Suudi Arabistan’dan tankları davet etti. Suudi tankları geldi Bahreyn’de ayaklanmacıları bastırdı. Dünyadan da bir tepki çıkmadı. Neden? Çünkü Bahreyn büyük devletlere yakın politika izleyen bir petrol ülkesi. Onun için Suriye’ye gösterilen tepkinin onda biri belki yüzde biri Bahreyn’de gösterilmedi. Yemen’de de gösterilmedi. Niçin? Otoriter rejim Yemen’de aynı zamanda El-Kaide ile mücadele ediyor. Onun için oradaki devlet başkanı görevden ayrıldı ve yerine yardımcısı geliyor, bir rejim değişikliği olmuyor.

Mısır’da ise dikkat çeken durum, bu ayaklanmaları kim yaptı? Yapanlar gerçekten özgürlük ve demokrasi isteyen gruplar mı? Evet, başlangıçta böyle fakat  ondan sonra başka siyasi gruplar bu hareketlere öncülük etmeye başladılar. Neticede Hüsnü Mübarek gitti ve sonra askeri rejim ara rejim olarak geldi. İlk icraatı ise Hüsnü Mübarek zamanında yasaklanmış olan aşırı dinci Müslüman Kardeşler örgütünü ve ondan daha da radikal olan Selefiler örgütünü serbest bırakmak, onlara siyasi parti kurma hakkını tanımak oldu. Bunların sürgündeki liderlerini Mısır’a getirdiler. Bunların demokrasi ile bağdaşmayan politikalarını kabul ettiler. Sonuçta ne oldu? Bu seçim yapıldı. Kim kazandı? Müslüman Kardeşler ortalama %44 oy aldılar, %26 oy da Selefiler’in partisi aldı. Aşırı dincilerin aldığı oy toplamı %70. Yarın iktidarı askerlerden tam olarak devralıp da ülkenin idaresini aldıkları zaman bileceğiz ki oradaki iktidar partisi böyle bir parti. Şimdi sayın Başbakan, hepimizi şaşırtacak bir şekilde, Libya’ya, Tunus’a Mısır’a gitti ve orada laikliği önerdi. Sizde laik devlet rejimi kurun dedi, hemen Müslüman kardeşlerden bir tepki geldi, siz ne demek istiyorsunuz ne karışıyorsunuz diye. Sonra dediler ki yanlış anlaşıldı, tercüman hatası falan fakat o değil. Orada laikliği bugünkü koşullarda içlerine sindirecek bir durumda değiller. Libya’da geçici yönetim kurulu konseyi başkanı açıkladı, Libya bundan sonra Şeriat ile yönetilecek diye. Tunus’ta seçim yapıldı dinci parti kendinden bir sonraki partiden üç misli oy aldı. 97 milletvekili çıkarttı ve siyasete ağırlık koyacak toplam milletvekili zaten 220. Fas’ta seçim yapıldı, orada da dinci bir parti kazandı buna bakmak lazım ve Suriye ile bağlantısı ne?

Suriye’de olup bitenler diğer ülkelerden daha da vahim görünüyor birkaç sebepten dolayı. Bir tanesi şu, Orta Doğu’da Suriye’nin çok özel bir yeri var. Derler ki Orta Doğu’da Mısır olmadan savaş, Suriye olmadan barış olmaz. Bütün bölgeye hakim, İsrail’e komşu bir ülke. Bu ülkenin özelliği ne? Bu ülkeyi yönetenler Aleviler. Ama halkın %90’ı Sünni. Yani din ve mezhep açısından bakarsanız küçük bir Alevi grup ülkeyi yönetiyor. Irak’ta bunun tersiydi. Halkın çoğunluğu Alevi ama yönetim Sünnilerin elindeydi. Orta Doğu’da maalesef din ve mezhep üzerine politikalar yürütüldüğü zaman bizi de rahatsız edecek bir tablo çıkıyor. Mesela İran kendisi Şii bir ülke olduğu için bölgeye bir nüfuz yayma politikası izliyor. Şimdi şu anda Irak’ta yönetim Şiilerin elinde. İran ile yakın ilişkisi  var. Şu anda Irak ile Suriye yönetimlerinin de yakın ilişkisi var. Afganistan sınırından Akdeniz’e kadar bir Şii kuşağı oluşturma çabası var. İran, Irak, Suriye., yönetim Şii. Lübnan’da da Şii Hizbullah örgütü var. Hem siyasette hem askeri olarak Hizbullah orada ellerinde 44.000 tane roket var. Bunlarla her an İsrail’e bir saldırı düzenleyecek durumdadır. Suriye’deki çatışmaların arkasında biraz da bu var. Oradaki Sünniler, bu Şii veya Alevi yönetimi değiştirip kendi yönetimlerini kurmak istiyorlar. Uluslararası basına da yansıyan bilgilere bakacak olursanız, Suriye’deki bu ayaklanmacıların içinde de, Müslüman Kardeşler ağır basıyor. Suriye’de otoriter rejimi savunmak hiçbir şekilde mümkün değil. Hafız Esad Hama şehrinde 30.000 kişiyi öldürmüştür bombardıman ederek. Oranın böyle bir geçmişi de var. Şimdi çeşitli sözler veriyor Beşir Esad, demokrasi yapacağım, referandum yapacağım, seçim yapacağım diye. Fakat neticede orada da çok ciddi şiddet eylemleri var. Bu tabloya baktıktan sonra Türkiye’nin durumuna bir göz atmak lazım. Türkiye ne yapabilir? Şimdi bir kere benim kanaatime göre Türkiye’nin en yapmaması gereken şey şiddet hareketlerine karışmak, şiddete başvuran gruplara destek vermek ve şiddet olaylarına Türkiye’nin sürüklenmesine göz yummaktır. Biz 1922 yılından beri bölgedeki hiçbir savaşa katılmadık. Türkiye’den başka hiçbir ülke yok, bölgede bu kadar uzun süre savaşa katılmayan. Bütün Avrupa içinde 3 tane ülke var Türkiye kadar uzun süre gerçek  anlamda bir savaşa katılmamış olan. Şimdi Türkiye, gerek Suriye’de, gerek İran’daki bu çatışmalara eğer bir şekilde katılacak olursa bu son derece tehlikeli sonuçlar verir. Onun için biz hükümete diyoruz ki Suriye’de olup bitenler Suriye’nin iç işi değildir. İnsanları bu devirde istediğiniz gibi öldürme hakkınız yoktur. Orada demokrasinin, insan haklarının gelişmesi için ne kadar ağırlığınızı koysanız doğrudur. Ama şiddet eylemlerine, çatışmalara taraf olmayacaksınız. Çatışan tarafların bir bölümünün Türkiye’de eğitildiğine dair batılı medyada bir çok haber çıktı. Bundan kaygı duyuyoruz. Bir başka nokta şu bütün bölgeyi kapsayan ilkeleriniz olacak. Doğu Avrupa ülkeleri, Orta Avrupa ülkeleri demokrasiye geçerken biz dedik mi, Polonya’nın Çek Cumhuriyeti’nin demokrasiye geçmesini destekleriz, Macaristan’ın desteklemeyiz? Baklan ülkelerini destekleriz, Romanya’yı desteklemeyiz demedik. Bunu bir ilke meselesi yaptık ve demokrasi tüm bu bölgede gelişmelidir dedik. Şimdi aynı şeyi Orta Doğu’da söylüyor muyuz? Yoksa orada seçici mi davranıyoruz? Bazı ülkelerin demokrasiye geçmesini savunup, destekleyip, bazılarının geçmemesinden çok büyük rahatsızlık duymadığımızı ortaya koyuyoruz. Bizim Dışişleri Bakanımız mesela Bahreyn’e gitti. Bahreyn’de muhalifler ile görüşmeye. Ama hangi muhaliflerle, Libyalı muhaliflerle. Bahreynli muhaliflerle görüşmedi. Peki niye? Çünkü Bahreyn’deki bu milliyetçi, özgürlükçü ayaklanmaların desteklenmesi gibi bir politikamız olmadığı için. Niçin Yemen’den bahsetmiyorsunuz hiç? Yemen’de kaç bin kişi öldü? O bakımdan bence yapılması gereken şey ilkeli bir politika izlemektir. Bütün dünyaya nizam vermek Türkiye’nin görevi değildir, bölge jandarması değiliz. Ama ilerde bu bölge eğer demokrasiye kavuşursa, izlenen politikalar hiç kimsenin ağzında acı bir tat bırakmamış olur. Bu bölgenin demokrasiye geçmesinin ne faydası olur? Bir kere o bölgenin insanları için çok faydalı olur. Artı, demokrasi ve barış için faydası olur. Tarih boyunca demokrasi ile yönetilen ülkeler arasında hiç savaş çıkmamış. Her iki tarafında demokrasi olduğu ülkeler arasında. Eğer gerçek demokrasi yerleşirse sonunda bu barışa da hizmet edecektir. Çünkü demokrasilerde dengeleme sistemi var, parlamento var.

Peki Türkiye örnek olabilir mi? Aslında Atatürk Türkiye’yi örnek yapmak istemiştir bütün bölgeye. Demiştir ki eğer biz Kurtuluş Savaşını yaparken sadece Türkiye’yi düşünseydik, bu savaş bu kadar zahmetli ve kanlı olmazdı. Biz bütün bölge ülkelerinin kurtuluşunu hedefliyoruz demişti. Ondan sonra İran Şahı Atatürk ile görüşmüştü, Afganistan Kralı görüşmüştü ve Atatürk’e nereden başlayalım diye sormuşlardı. Atatürk, milli iradeye dayalı bir sistemin kurulmasını tavsiye etmişti. Yapamıyor her iki devlet de. Ama Atatürk o dönemde de Türkiye’yi örnek göstermeye çalışmıştır. Türkiye demokrasi açısından örnek olacak durumda mıdır? Gerçekçi olmak gerekirse bugün Türk demokrasisinin bulunduğu durum örnek teşkil ediyor dersek inandırıcı olmayız. Mesela dünya demokrasi sıralamasında Türkiye dünyada 88.sırada. Basın özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği vs. daha birçok liste var ama işin can alıcı noktası şu ki Türkiye’nin bölgeye gerçek anlamda bir demokrasi örneği olabilmesi için önce kendi içinde bazı iyileştirmeler yapması gerekir. Ben biraz önce Kıbrıs’tan geldim, dün orada Sayın Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun da katıldığı bir toplantıda bunları konuştuk. Ben orada dedim ki, evet Türkiye’nin sıkıntıları var bölgeye örnek olmakta ama KKTC örnek olabilir. Bizim desteğimizle kurulan KKTC demokrasi alanında bizden çok daha ileridedir. Hapiste bir tane gazeteci yok. Bir keresinde biz gazeteci hakaret içeren bir yazı yazıyor ve tutuklanıyor. Hemen meclisi toplamışlar ve bizim ülkemizde böyle şey olmaz diyorlar bir günde kanun çıkarıp adamı serbest bırakıyorlar, 24 saatte. Yargı bağımsızlığını tartışan yok, laiklik, hem üzülerek hem sevinerek söyleyelim, insan kendi evladının kendinden iyi olmasını ister onların başarısı bize gurur verir, Kıbrıs’a yavru vatan deriz. Ama laiklikte de kadın-erkek eşitliğinde de KKTC Türkiye’de daha ileridedir. Keşke bütün bu bölgedeki ülkeler KKTC’nin ulaştığı demokrasi standardına ulaşabilseler.

Şimdi bütün bunları söyledikten sonra benim müdahale edeceğim nokta şu, bu rejimler aşırı dinci hükümetlere yönelirlerse dünyanın tepkisi ne olacak? ABD senatosunun dış ilişkiler komitesi balkanı, Kahire’ye gitti ve orada Müslüman Kardeşler partisi ile temas etti. Diyor ki halk bunları seçtikten sonra bize söz düşmez, biz de bunlarla iyi geçiniriz diyor. Güzel de, haklın seçtiği bu Müslüman Kardeşlerin geçmişini biliyoruz, Selefiler’i de biliyoruz. Mısır halkının %10’u Hristiyan’dır, Kıpti. Bunların varlığına itirazları vardır Selefiler’in. Avrupa ülkelerini de birer birer Müslüman yapacağız diyen bir parti bu. Böyle bir partiyi halk seçmişte, halk seçti diye Avusturya’da niye yapmadınız? Aşırı radikal eğilime sahip diye adamın devrilmesi için niye her şeyi yaptınız? Niçin Slovakya’da temas yapmadınız? O da otoriter bir rejimdi ama halkın seçimiyle iş başına gelmişti? Niçin Hırvatistan’da yapmadınız işbirliği? Yani bizim dostlarımıza bu konularda söylememiz gereken şey ilkeli davranmaktır. Eğer biz ilkeli davranırsak kimse bize bir şey diyemez ama biz ilkelerimizden sapıp da esen rüzgara göre politika yaparsak bu sakıncalıdır.

Bitirirken sözlerimi bir cümle de İran ile ilgili söyleyeyim. Bence en büyük tehlike İran’dan geliyor. Çünkü İran’ın bir nükleer projesi var ve bu proje nükleer silah üretimine gider mi gitmez mi? Atom Enerjisi Komisyonu’nun bu yöndeki raporu çok kuşku vericidir. Eğer İran bu politikasından vazgeçmezse İran’ın bir çatışmaya sürüklenmesi muhtemeldir. ABD savunma bakanı 2010 yılının başında şunu söyledi Ankara’ya geldiğinde, dedi ki İran bu politikasını sürdürürse İran’a yönelik bir askeri müdahale kaçınılmaz olur. İkincisi Türkiye bu çatışmanın dışında kalamaz. Üçüncüsü ise askeri açıdan hazırlanın. Bu wikileaks belgelerinde de yer alıyor. Muhtemel senaryo nedir? İsrail daha önce nükleer silah üretme faaliyetine başladığı düşüncesi ile Irak’taki bir nükleer santral inşaatını imha etti uçaklarla. Daha sonra Suriye’de bir nükleer santral inşaatını da havadan müdahale ile imha etti. Muhtemel senaryo, İran’daki tesisleri de imha etmeye teşebbüs edebileceğidir. Batı basınında bu konuda çok ciddi yazılar yayınlanıyor. ABD’nin de bundan rahatsız olduğu söyleniyor. Bu olursa ne olur? İran’ın elinde Şahap III füzeleri var ve menzilleri yaklaşık 2.500 km. Bu füzelerle Avrupa’yı vuramaz ama İsrail’i vurabilir. Bu füzeleri havada imha etmek için de füze kalkanı lazım. Bunun radarı nerede Türkiye’dedir. Böyle bir çatışma senaryosunda İranlı yetkililerin demeçleri var, bizim ilk hedefimiz Türkiye’deki radar olur diyorlar. Bu kadar ciddi bir durum. Çaresi ise bizim milli füze kalkanı projemiz olmasından geçer. İsrail’in var, Hindistan’ın var, başka ülkelerin de var, bizim neden yok? Hükümet başladı böyle bir projeye ama yavaşlattılar. Üstelik bizim civarımızdaki füzelerin hepsi İran’dan kaynaklanmıyor .Suriye’de de var, Yunanistan’da da. Vaktiyle Kıbrıs Rumlarının almaya çalıştığı bizim engellediğimiz S300 füzeleri. NATO genel sekreteri 3 gün önce Atina’ya gittiğinde Yunan dışişleri bakanı demiş ki bizim için en büyük tehlike Türkiye’dir. Füzeleri orada boşuna tutmuyor. Milli füze sistemi olmazsa olmaz. Kendinizi savunacaksınız ama kendi iradeniz dışında da çatışmaya sürüklenmeyeceksiniz.


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.