Onur Öymen’in Lübnan Televizyonuna Verdiği Mülakat (Aralık 2011)


Biz özgürlük ve demokrasi için bölgedeki halkların direnişe geçmesini olumlu bir gelişme olarak değerlendirdik. Çünkü soğuk savaşın sona ermesinden sonra bütün dünyada demokrasi gelişirken maalesef sadece Ortadoğu’da gelişmedi. Samuel Huntington gibi bazı düşünürler, demokrasinin Hristiyanlığın bir ürünü olduğunu, halkı Müslüman olan ülkelerde demokrasinin yeşeremeyeceğini ileri sürüyorlardı, Türkiye’nin durumunu da istisna olarak görüyorlardı.

Biz böyle düşünmüyoruz. Halkı Müslüman olan ülkelerde de demokrasi olabilir. Nitekim daha 20.yy’ın başlarında İran’da çok önemli bir demokrasi tecrübesi yaşanmıştı. O bakımdan biz halkı Müslüman olan ülkelerin demokratik hayata geçmeye hakları olduğunu düşünüyoruz ve bunu yapabilecek güçte olduklarını görüyoruz. Ancak eski otoriter rejimlerin sona erdirilip demokratikleşmeye doğru adımlar atıldığı sırada bölgede bazı İslami akımlar, kökten dinci akımlar devlet yönetiminde etkili olma yolunda büyük çaba göstermeye başladılar. Bizim kanaatimize göre ve Türkiye’deki tecrübemize göre halkı Müslüman olan bir ülkede laiklik olmazsa gerçek bir demokrasi olamaz. Laiklikle bağdaşmayan bir devlet düzeninin demokrasiye dönüşmesi son derece zordur. O bakımdan biz öteden beri bunu savunuyoruz. Sayın Başbakanımız da Mısır’a, Libya’ya, Tunus’a gittiğinde bunu söyledi, o ülkelere laikliği önerdi. Türkiye’de kendi partisinin laiklik duruşu hakkında bizim bazı itirazlarımız olmaklar birlikte, Başbakanın Ortadoğu ilkelerine laikliği önermesi dikkat çekici oldu. Ortadoğu ülkelerinin şimdiye kadar hiçbiri laik bir devlete doğru yönelmedi. Mısır’da yapılan seçimlerin ilk turu bu açıdan son derece dikkat çekicidir. Oyların %60‘ından fazlasını Müslüman Kardeşler veya Selefiler aldı. Bunların ikisinin toplamı %65 yapıyor. Bu da gösteriyor ki Ortadoğu’nun gerçek ve laik bir demokrasiye ulaşması için uzun bir yolu var. Libya’da daha anayasa hazırlanmadan, seçim yapılmadan, halkın iradesine başvurulmadan geçici yönetim, ülkede şeriat düzeni olacağını ilan etti. Tunus’ta seçimleri  dinci bir parti kazandı. Fas’ta muhafazakar bir parti kazandı. Suriye’deki gelişmelerin arkasında da Müslüman Kardeşler’ in olduğu yolunda bazı işaretler var. Bu gelişmeler bölgede demokrasiyi geciktirebilir. Biz her ülkenin iradesine saygılıyız, bütün bölge ülkelerinin gerçek bir demokrasiye geçmesini isteriz ama bunun kısa zamanda ve çok kolay olmayacağı izlenimini de alıyoruz. Bu konuda bunu söylemek zorundayım.

Amerikalıların bölgeye yönelik tutumunda öyle anlaşılıyor ki, öncelikli hedefleri bölgedeki enerji kaynaklarını güvence altına almaktır. Petrol, doğal gaz kaynakları, bunların ulaşım yolları, Süveyş Kanalı bu bölgenin enerji boyutunun önemli unsurlarıdır. ABD bunları öncelikli bir hedef olarak dikkate alıyor. Bölgedeki halkların demokrasiye ulaşmalarından daha çok bölgenin istikrarını koruyan ve kendileri ile iyi ilişkiler içerisinde olan ülkelerin varlığına önem veriyorlar. Bunun için de aksi yönde politika üretebilecek ülkelerin ABD açısından sıkıntı yaratabileceklerini düşünüyorlar. Mesela Bush döneminde ABD’nin eski NATO başkomutanı ve ABD cumhurbaşkanı adaylarından Wesley Clark, 2007 yılında, California’da bir konuşma yaptı. Orada şunu söylüyor: yeni muhafazakarların, (neoconların), amacı önümüzdeki beş yıl içinde bölgedeki yedi hükümeti değiştirmektir. Kim bunlar? İran, Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Sudan ve Somali. Belli ki neoconlar bölge ülkelerini nasıl demokrasiye kavuştururuz düşüncesinden çok o bölgede bize yakın, istikrarlı, bizimle iyi ilişkiler kurabilecek hükümetleri nasıl iş başına getirebiliriz düşüncesindelermiş. Bunu kendileri söylüyorlar biz söylemiyoruz. Bölgeye bir bütünlük içinde bakmamız lazım. Eğer ilkeli bir yaklaşım sergileyeceksek bizim bütün bölge ülkelerinde demokrasinin oluşmasını desteklememiz lazım. Bazı ülkelerde demokrasi olsun, bazılarında olmasın. Bu doğru değil. Halkının demokratik bilinç gösterdiği ülkelerin bir kısmına bir türlü bakalım, bir kısmına başka türlü bakalım, bu da doğru değil. Büyük devletlerin Mısır, Libya, Suriye’deki gelişmelere bakışıyla mesela Bahreyn’deki gelişmelere bakışı bir mi? Henüz bir halk hareketini başlamadığı, halkın sokağa dökülmediği ülkeleri bu büyük devletler demokratik devletler olarak mı sayıyorlar? Bütün mesele bizim ilke olarak demokrasinin bu bölgeye yerleşmesini isteyip istememizle ilgili. Biz Türkiye olarak istiyoruz, istiyoruz ki bölgede  yaşayan insanlar demokrasi ile yönetilsinler. Ama bakıyoruz uzun zamandan beri kendilerini demokrasi ve laikliğin beşiği olarak kabul edilen ülkeler, ABD gibi, Fransa gibi laikliği kendi ülkelerinde uygulayan ülkeler, Ortadoğu’ya gelince laikliği ağızlarına bile almıyorlar. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde bir kelimeyle bile laiklik geçmiyor. Bizim görüşümüzü sordular o zaman, dedik ki  sizin bu projenizde laiklikten bahis yok, hep din esasına göre bölgenin demokratikleşmesini öngörüyorsunuz. Oysa halkı Müslüman olan bir ülkede laiklik olmazsa demokrasi olmaz. Mesela laiklik olmazsa kadın-erkek eşitliği olabilir mi? Kadın-erkek eşitliği olmazsa demokrasi olabilir mi? Bunları anlattık. Ama belli ki bazı ülkeler için bölgenin yerinin altındaki kaynaklar yerin üstündeki insanlardan daha önemli. Biz ise bölge ülkelerinde yaşayan insanları kardeş halklar olarak görüyoruz ve bizde nasıl demokrasi geliştiyse onlarda da gelişmesini istiyoruz.

Bizce İsraillilerin bazı Arap ülkelerinin geçmiş yönetimlerle sağladıkları bir düzen vardı. Mesela Mısır ile Hüsnü Mübarek zamanında sağladığı bir düzen vardı Camp David’den beri devam eden. Bu düzenin devamı İsraillilerin işine geliyor. Şimdi yeni faktörler, yeni oyuncular ortaya çıkınca öyle anlaşılıyor ki İsrail de gelecekteki ilişkilerin nasıl şekilleneceği konusunda kuşku duyuyor. Özellikle Mısır’da seçimlerden sonra kazanan Müslüman Kardeşler ve Selefiler konusunda İsrail’in hiç de olumlu düşünce sahibi olmadığı biliniyor. Evvelce Mısır’da yasa dışı sayılan bazı güçlerin şimdi iktidarı ele geçirmeleri İsrailliler için ciddi bir kaygı konusudur. Suriye’de ne olacağı belli değil. Suriye’de de aynı şekilde bir yönetim değişikliği olursa ve orada da Müslüman Kardeşler etkili olurlarsa, İsrail iki taraftan da İslamcı güçlerin kıskacı altında kendini hissedecektir. Ama burada İsrail’den daha önemli olan bölge halklarının ne istediğidir. Bölge halkları gerçekten çağdaş bir demokrasi istiyorlarsa biraz gecikerek de olsa zahmetli de olsa buna ulaşırlar. Ama bölgeye hakim olan kanaat demokrasi yerine İslami rejimlere sahip olmaksa o zaman bu biraz daha vakit alır.

Bölgede aşırı İslami güçlerin iktidarda olduğu ancak ABD ile iyi ilişkiler sürdüren devletler vardır. Onun için ABD bölgede İslami rejimin bulunmasından şimdiye kadar rahatsızlık duymamıştır. Bu halk hareketleri olmasaydı ABD’nin bu ülkeleri demokrasiye geçmek için zorlayacağını tahmin etmiyoruz. Ortadoğu Projesi’ni ortaya attılar fakat bunun da bir sonuç veremeyeceğini gördüler. Şu anda katı İslami kurallarla yönetilen Orta Doğu ülkelerinin ABD için bir rahatsızlık konusu olmadığını biliyoruz; yeter ki onlarla hem petrol konusunda hem güvenlik konusunda yakın işbirliği yapsınlar. Bu gelenek 1950’li yılların başında Musaddık’ın İran’da iktidardan devrilmesi dönemlerine kadar uzanıyor. O devirde de İran’da halkın demokratik tercihiyle başbakanlığa gelmiş bir liderin sırf petrolleri millîleştirdiği için görevinden uzaklaştırılmasında yabancı ülkelerin rolünü biliyoruz. Bu konuda ayrıntılı bilgiler kitaplarda yayınlandı. Şimdi biz zannediyoruz ki ABD için gene birinci öncelik  bölgedeki siyasi menfaatleridir, enerji menfaatleridir ama bölge halkının demokrasiye geçmesinin ABD’nin stratejim menfaatlerine zarar vereceğine ben şahsen inanmıyorum. İsrail’e gelince, İsrail’in daima ABD politikasını yönlendirdiği söylenir ama aksi yönde örnekler var. Mesela 1956 yılında İsrail’in İngiltere ve Fransa ile birlikte Süveyş’e yaptığı çıkartmayı ABD durdurmuştur. Bu ülkelerin geri çekilmesini sağlamıştır. O bakımdan ABD önce kendi menfaatini düşünür. ABD bizim dostumuzdur, müttefikimizdir ama biz her şeyden önce Türkiye’nin çıkarlarını düşünürüz. Biz nasıl önce Türkiye’nin çıkarlarını düşünüyorsak, başka ülkeler nasıl önce kendi çıkarlarını düşünüyorlarsa ABD de kendi çıkarlarını düşünüyor. Yeter ki ABD’nin çıkarları bölge halklarının demokrasiye geçmesine engel olmasın.

Biraz zor da olsa sonunda bölgede demokrasi galip gelecektir. Türkiye tüm NATO ülkeleri içinde komşuları arasında demokratik hükümetlerin bulunmadığı tek ülkedir. Bölgeye demokrasinin tarih Çünkü tarih boyunca demokratik ülkeler arasında hiçbir savaş yaşanmamıştır. Eğer bölgeye gerçek bir demokrasi gelirse barış da gelecektir, huzur da gelecektir, istikrar da gelecektir. Bölgedeki sıkıntıların önemli bir nedeni bölgede demokratik devletlerin olmayışıdır. Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra 1990’lı yılların başlarından itibaren bütün dünyada bir demokrasi cereyanı yayıldı. Orta Avrupa’da başladı, Latin Amerika’da evvelce askeri idarelerle yönetilen devletler demokrasiye geçtiler. Uzak Doğu’da oldu, bazı Afrika ülkelerinde oldu. Bir tek Ortadoğu’da olmadı. Bu ülkeler demokrasiyi istemedikleri için mi? Niçin? Bölgenin gerçek anlamda tek demokratik laik ülkesi Türkiyedir?  Bölgede barış ve istikrar içinde, gerçek bir demokrasinin gerçekleşmesini bekliyoruz. Gerçek bir demokrasi nasıl olur? Mesela demokratik ülkelerde bir ülkede bir ordu olur, iki ordu olmaz. Federal devletler dünyada var, ABD’de de var, Almanya’da da var. Kaç tane ordu var burada? Bir tane. Niçin bazı Ortadoğu ülkelerinde birden çok ordu niteliğinde silahlı kuvvet var ve bu meşru kabul ediliyor? Çok sayıda silahlı kuvvetlerin olduğu bir ülke gerçek bir demokrasi olabilir mi? Orada demek ki bazı etnik gruplar veya dini gruplar  silah zoru ile kendi iradelerini kabul ettirmeye çalışıyorlar bu da demokrasi ile bağdaşmıyor. Aynı şekilde laiklikten bahsettik, ABD kurulurken Amerikan devletinin kurucularından ve kendisi de bir din adamı olan Thomas Jefferson, , demiş ki, Amerikan anayasasını yaparken din ile devlet işleri arasına bir duvar ördük. Din ile devler işi birbirine karışmayacak diyor. Ama bakıyoruz Afganistan’ın Sovyet işgali altında olduğu dönemde Amerikalılar mücahitleri desteklerken din faktörünü kullandılar. Eski ABD dışişleri bakanlarından Madeleine Albright kitabında ABD’nin dış politikada evvelce din faktörünü kullanmamasının bir  hata olduğunu yazıyor. Yabancı ülkeler din faktörünü dış politikada kullandıkları zaman, bu demokrasiye de dine de zarar verir. Müslümanlar dini ne şekilde yorumlayacaklarını Müslüman olmayan ülkelerden öğrenmemeliler. Biz dini Allah ile kul arasında kutsal bir bağ olarak görürüz. Ama devlet işlerinin dini esaslara göre yönetilmesini kabul etmeyiz. Bizim Türkiye olarak cumhuriyetten itibaren benimsediğimiz devlet anlayışı budur ve temenni ederiz ki, bu anlayış tüm bölgede egemen olsun, bölgede laik, demokratik devletler güçlensin, böylelikle gerçek bir barış ve istikrar ortamı sağlansın.

Bir süre için belki İslami güçler Ortadoğu’da siyasete hakim olabilirler ama sonunda benim kanaatim o ki, İslam’ı kendi boyutu içinde Allah ile kul arasında güçlü bir bağ olarak kabul eden ve devlet işlerini din işlerinin dışında düşünen bir devlet anlayışı bölgede yerleşecektir. Türkiye’de de bizim buna geçmemiz çok kolay olmadı. Biz de Türkiye’de zamanında biraz güçlüklerle karşılaştık ama sonunda başardık. Türkiye başardığına göre bütün bölge ülkeleri başaracaktır. Atatürk demişti ki, eğer sadece kendimizi düşünseydik kurtuluş savaşımız bu kadar zor ve kanlı  olmazdı, ama biz bütün şark ülkelerini düşündüğümüz için bu mücadelemiz bu kadar zor olmuştur. Ben inanıyorum ki Türkiye emperyalizmin baskısından kurtulduğu gibi diğer şark devletleri de aynı şekilde kurtulacak ve kurtarılacaktır. Bizim dileğimiz bölge ülkelerinin gerçek anlamda tam bağımsızlığa ve demokrasiye kavuşmalarıdır.


Bu belge Görsel Basın arşivinde bulunmaktadır.