Son Eklenenler:
- HUKUK AÇISINDAN LOZAN
- CUMHURİYET KİTAP DERGİ, SÖYLEŞİ
- TÜRKİYE’NİN ULUSAL GÜCÜ, BOĞAZİÇİ AYDINLAR DERNEĞİ-HAZİRAN 2021
- 23 NİSAN, ÇYDD DERGİSİ-23 NİSAN 2021
- AFGANİSTAN’IN DRAMI, AĞUSTOS 2021
- YUNANİSTAN TARİHTEN DERS ALMIYOR
- ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKA İLKELERİ VE TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
- ULUSAL ÇIKARLARIN KORUNMASINDA GÖRÜŞ BİRLİĞİNİN ÖNEMİ
- ONUR ÖYMEN’İN CUMHURİYET GAZETESİ, TUNCAY MOLLAVEİSOĞLU’NA VERDİĞİ MÜLAKAT – 17 HAZİRAN 2019
- ONUR ÖYMEN’İN YENİÇAĞ GAZETESİNE VERDİĞİ MÜLAKAT “TÜRKİYE, ÖNCELİKLE ÇIKARLARINI KORUMALI” – 15 NİSAN 2019
Onur Öymen’in Ulusal Kanal’daki Konuşması – 25.12.2011
Çok teşekkür ediyorum, bu konu kamuoyunda tartışılıyor son günlerde fakat nedense resmin bütününü halka anlatmak yerine sadece bir bölümünü söylüyoruz. Ne deniyor? Fransa’da gelecek yıl cumhurbaşkanlık seçimi var, Sarkozy bu seçimlerde güçlü görülüyor, seçim şansını yükseltmek için de Ermeni meselesini istismar ediyor. Ermeni oylarını kazanmaya çalışıyor. Bütün bunların arkasında bu var. Şimdi bu doğru. Yani iç politikada etkili. Fakat mesele bundan ibaret değil. Sarkozy gerçekten göreve geldiğinden beri açık bir şekilde Türkiye aleyhtarı bir politika izliyor. Sadece Ermeni konusunda değil. İlk yaptığı ve bize en çok zarar veren adımı 2008 yılında Türkiye & AB müzakereleri sırasında 5 müzakere başlığının Fransa tarafından veto edilmesi olmuştur. Tek başına Fransa 5 konunun müzakeresini engelledi. Niçin? “Bu 5 konuyu açarsak, bu Türkiye’yi tam üyeliğe götürür. Biz Türkiye’nin tam üyeliğini istemiyoruz onun için bu 5 başlığı veto ediyoruz”. Peki 1999 yılında Türkiye’yi üyelik sürecine sokan Helsinki Zirvesi’nde Fransa itiraz etmiş miydi? Etmemişti. Şimdi neden? Burada bir Sarkozy faktörü var. Peki Fransa daima Türkiye’ye karşı bir politika mı izlemişti AB üyeliğinde? Hayır. Bundan önceki başkan Chirac’ın ilk dönemlerinde Fransa Türkiye’nin üyeliğini en çok destekleyen iki ülkeden biriydi. Fakat görüyoruz ki Chirac’ın son dönemlerinde Fransa tutum değiştirdi. Sayın başbakan Erdoğan, o zamanki Almanya Şansölye ‘si Schröder ve Chirac, toplantısı var. O sırada anlaşıldı ki o tarihte muhalefet lideri olan Angela Merkel karşıtlık yapıyor yine. Schröder’in desteğine rağmen Almanya’daki dengeler dikkate alındığında, Fransızlar da hissettiler ki uzun vadede Almanya bu konuda yanlarında olmayacak. Neticede oradan döndü Chirac, kendi bakanlar kuruluna dedi ki üç ihtimal var. 1. Türkiye kendiliğinden bu işten vazgeçer. 2. Üyelik müzakereleri çıkmaza girer. 3. Üyelik müzakerelerinden başarılı sonuç alınır o zaman biz de Fransız halkına sorarız referanduma götürürüz. Yani bir tanesinde bile böyle olumlu bir çıkış yolu göstermiyor, Nasıl Türkiye’nin üyeliği engellenir? Sarkozy değil, Chirac’ın son zamanlarında başlamış. Bunda da en önemli etkenlerden biri Almanya. Özellikle Merkel’in Almanya’da başbakanlığa gelmesinden sonra Fransa’yı sürekli olarak baskı altında tuttuğunu biliyoruz. Çünkü Alman Hristiyan demokratları öteden beri Türkiye’nin üyeliğine kesinlikle karşıdırlar. Başbakan Kohl 16 sene üst üste başbakanlık yapmıştır, bir tek gün “şu şartlar yerine gelirse biz de Türkiye’nin AB üyeliğini destekleriz” dememiştir. Ondan sonra Hristiyan demokrat partinin başına gelen Schauble açıkça basına demeç verdi, “Türkiye’yi hiçbir zaman üye yapmayacağımızı söyleyecek cesarete sahip olmalıyız”, dedi. Ben o zaman Almanya’da büyükelçi idim, “siz bunu söylediniz mi?” dedim, kendisini ziyaret ettim. “Evet, söyledim” dedi. Peki dedim “sizin politikanız bu mu?”. “Bu benim görüşüm” dedi. “Niye böyle?”. “Çünkü arada büyük kültür farkı var” dedi. Peki dedim, “İspanyol kültürü ile İsveç kültürü bir mi Avrupa’da?”. Biz dedi “kültür deyince dini anlarız.” Din faktörü vardır Almanya’da, her zaman ön plana çıkmaz ama başka faktörler de var. Neticede Fransa’yı etkileyen büyük ölçüde Almanya’nın özellikle Merkel dönemindeki katı tutumu olmuştur. Merkel kendi partisinin kongresinde karar almıştır, Türkiye’ye tam üyelik değil özel statü verilmelidir diye. Şimdi Fransa’ya dönecek olursak Sarkozy döneminde artık açık bir şekilde anlaşılmıştır ki Fransa Türkiye’nin üyeliğine karşıdır ve Türkiye’ye karşı bir politika izlemektedir.
Buna karşı biz ne yaptık? 2006 yılında aynen bu yasa, aşağı yukarı birkaç kelimesi değişik, Fransız meclisinden geçti, biz de oradaydık. Gittik tek tek milletvekilleri ile konuştuk her partiden. Bize çoğunun söylediği şu, “boşuna tezlerinizi anlatmayın biz sizin haklı olduğunuzu biliyoruz ama bizim seçim bölgemizde Ermeniler çok etkilidir, eğer biz bu tasarıya ret oyu verirsek bir daha seçilemeyiz. Kusura bakmayın” dedi bir çoğu. Demek ki bu işin bir iç politika boyutu olduğu doğru. Ama biraz önce de söylediğimiz gibi bundan ibaret değil. Türkiye ne yapmalıydı? Türkiye daha başından itibaren Fransa’nın bu olumsuz tutumu ortaya çıktığında daha çok kuvvetli tepki göstermeliydi, bunu yapmadı. Yani bugüne kadar gösterdiği tepkiler çok sınırlı kaldı. Hatta daha 2001 yılında Fransa parlamentosu soykırım kararını kabul ettiği zaman gene gösterdiğimiz tepkiler çok sınırlı kaldı, AKP’den önce de maalesef. Peki etkili tedbir nasıl gösterilebilir Fransa’ya? Biz geçmişte tepki gösterdik mi, sonuç aldık mı? Gösterdik ve sonuç aldık. 1984 yılında Fransızlar Türkiye’ye çok kapsamlı bir proje sundular, nükleer santral projesi. O zaman büyük para, 1 milyar dolarlık bir proje. Çok uygun şartlarda, aklınıza ne gelirse, bundan iyisi belki olamaz. O zamanki dışişleri bakanımız Vahit Halefoğlu’na sundular. Halefoğlu onlara şunu söyledi, “çok güzel bir proje, teşekkür ederiz buraya kadar zahmet etmişsiniz ama siz bu kapıdan çıktığınız anda ben bu projeyi çöp sepetine atacağım, bunu bakanlar kuruluna teklif bile edemem” dedi. Niye? “Çünkü siz bizim diplomatlarımızı öldüren Ermeni teröristlerine müsamaha gösteriyorsunuz, ASALA teröristlerine. Fransa bunu yaparken biz hiçbir proje falan vermeyiz” dedi. Şimdi ondan iki hafta sonra cumhurbaşkanı Mitterrand özel temsilci gönderdi Türkiye’ye Etyan Manak. Galatasaray’ın eski hocası. O şu mesajı getirdi Mitterrand’tan, “biz Türkiye’ye karşı yanlış bir politika izlediğimizi kabul ediyoruz, özür diliyoruz, geri adım atıyoruz, bundan sonra hiçbir terörist örgüt Fransa’da himaye görmeyecektir, hiçbir saldırı olmayacaktır Türk diplomatlarına” ve olmadı da. Şimdi devlet adamı bunu yapar. Yoksa gemilerin ziyaretine engel olacağız, hiç etkilemez Fransa’yı. Fransız uçakları Türkiye’nin hava sahasından geçerken topluca izin vermeyeceğiz, teker teker vereceğiz. Siyasi istişare toplantısını iptal ettik, Bunların hiçbiri Fransa’nın canını acıtmaz. Böyle kocaman bir projeyi reddederseniz o zaman düşünürler. Bu Türkler bugün bunu yapıyor, yarın daha hangi menfaatlerimizi engelleyebilirler diye. Diplomaside usul bu. Karşı taraf sizin menfaatinize, haysiyetinize zarar verecek bir adım atarsa siz de ona kabul edemeyeceği bir zarar vereceksiniz. Bunu yapamadığınız takdirde gerisi havada kalır. Üç gün sonra işler normale döner sanki hiçbir şey olmamış gibi gündem değişir, siz gene Fransa ile can ciğer kuzu sarması politikanızı izlersiniz. Bu Fransız tasarısından daha kötüsü İsviçre’de geçti. Fransa’da daha senato onaylamadı, resmiyet kazanmadı henüz ama İsviçre’de onaylandı resmiyet kazandı. Doğu Perinçek’in yaptığı mücadeleyi biliyoruz, başına gelenleri de biliyoruz. Bugün İsviçre’ye gitseniz ve Ermeni soykırım olmamıştır deseniz sizi mahkum ederler. İsviçre mahkemesi Perinçek aleyhine karar aldı, İsviçre temyiz mahkemesi bunu onayladı ve şimdi AİHM’de olay. Biz ne yaptık? Pazartesi günü (26.12.2011), tüm büyükelçileri çağırdık bir toplantı yapıyoruz. Konuşmacı kim? İsviçre dışişleri bakanı. Bu kadar olur mu? Bu kadar olur mu? Sizin aleyhinize bu kadar rencide edici, hasmane bir karar almış bir ülkenin dışişleri bakanını tek konuşmacı olarak çağıracağız kendi diplomatlarımızın toplantısına. Adam mı kalmadı dünyada? Çağıracak insan mı bulamadınız? Onlar diplomat toplantılarına sizi çağırıyorlar mı? Nereden icap etti bu? Ondan sonra Ermeni protokolleri hazırlanırken kimin aracılığıyla biz bu işi yaptık? İsviçre’nin. Yani bir aracı mı lazımdı? Bu aracı İsviçre mi olmalıydı? Hepsi yanlış işte, baştan aşağı.
Şunu anlamamız gerekir ki yalnız Fransa değil, başka Avrupa ülkeleri de başta Almanya olmak üzere, Türkiye’nin AB ilişkileri konusunda son derece olumsuz bir tavır içindeler. Bunlarla nasıl mücadele edeceğiz? Bunlar kamuoyunu da etkiliyor. Son kamuoyu yoklamalarına göre Avrupa’da %60‘tan fazla halkın Türkiye’nin üyeliğine karşı. Fransa’da %70’e kadar çıkıyor. Fransa’da mesela eski cumhurbaşkanlarından Valéry Giscard d’Estaing var. Bu kişi 1962 yılında diyor ki AB’yi oluşturuyoruz ama kesinlikle Türkiye’yi almamalıyız diyor. En son Avrupa’nın anayasasının hazırlanması için konvansiyon vardı ona başkan seçtiler bu kişiyi. Türkiye açısından en kötü insan kim olur buna başkanlık edecek deseler, bunu derdik. Onu yaptılar. Ne dedi adam? Türkiye’nin AB üyeliğine üye olacağı gün AB’nin son günü olacaktır. Bu kadar açık. Böyle hasmane tutum izleyen Almanya’da yok mu? Yalnız Merkel değil. Eski başbakanlardan sosyalist parti eski başkanı, Helmut Schmidt var. Diyor ki eğer Türkiye AB’ye üye olursa biz Almanya’yı idare edemeyiz diyor. Anılarını yazdığı bir kitap var, orada da açıkça söylüyor. Bizim yanımızda kim var, karşımızda kim var bunu iyi bilmemiz lazım.
Tepkilerimizi oluştururken akılcı bir tavır sergilenmesi lazım. Bizim aleyhimize soykırım iddiaları ile ilgili kimin ne söylediğini biliyoruz. Lehimize kim konuşuyor peki? O yıllarda, Birinci Dünya Savaş ve hemen sonrasında, bu işleri en iyi bilecek durumda olan İngiltere var. O zaman İngiltere’nin işgal gücü olarak İstanbul’daki varlığını ve neler yaptığını, marifetlerini biliyoruz. Ama ne demiş İngiltere devlet bakanı 14 Nisan 1999’da Avam Kamarası’na çıkıyor ve diyor ki resmen, Osmanlı idaresinde Ermenilerin yok edilmesinin kararını kanıtlayacak bir belgenin yokluğu nedeniyle İngiliz hükümetleri 1915-16 olaylarını soykırım olarak tanımamaktadır. Bizce 80 yıl önce cereyan etmiş olayların bugünkü hükümetler tarafından değerlendirilmesi uygun değildir, zira bu olaylar hukuki ve tarihi tartışmalardır .Siz bu sözü isterseniz Ermeni soykırımı için, isterseniz Dersim tartışmaları için uygulayabilirsiniz, yani tarihin olaylarını bugünün siyaseti içinde tartışmak doğru değildir ve bu soykırım değildir diyor. Başka bir İngiliz bakanı 24 Ocak 2001’de diyor ki bir süre önce İngiltere hükümeti Ermeni sorunu için sunulmuş delilleri gözden geçirdi, 1915-16’da meydana gelmiş olayların belgelerini inceledi ve bu olayların BM tarafından tanımlanış olan soykırım tanımına uymayacağına karar verdi, bunlar İngiliz tutumudur ve değişmeyecektir dedi. Siz bu sözleri herhangi bir yerde duydunuz mu? Hükümetin açıklamalarında var mı? Bizim aleyhimizde kim ne derse haberdir fakat bizim lehimizde birisi bir şey söylemişse haber değildir. İngiliz Yüksek Komiseri 1920’li yıllarda diyor ki götürmüşler Nemrut Mustafa divanından aldıkları 67 kişiyi, sonra 140’a çıkmış bunların sayısı. Bunları yargılayacaklar Ermeni soykırımı suçlusu olarak falan hiçbir delil yok. Tutukluları mahkeme önünde itham edecek hukuki delillerimiz yoktur diyor komiser büyükelçi, İngiliz dışişleri bakanına yazıyor. Ancak siyasi şartlar onların geri gönderilmesini de uygun kılmamaktadır diyor, büyükelçinin görüşü bu. Churchill diyor ki böyle şey olmaz madem ki suçlu değiller hepsini bırakın. Yani tarihimizde böyle belge ve deliller var. Amerikan gazetesi 2 Ocak 1920 tarihinde diyor ki, “Türkiye’deki Ermenileri bugün yeni bir tehlike tehdit ediyor, bu tehlike ABD’de yaşayan Ermenilerden geliyor. Ermeniler tarafından icra edilen propagandalar kamuoyu üzerinde çok kötü bir tesir yapıyor. ABD’yi Kafkasya’da askeri bir serüvene sürüklemeye çalışanlara gazetemiz muhalefet etmektedir. Doğu Anadolu’daki vaziyete tamamen vakıf olan hiçbir ABD’li Ermeni taleplerini onaylayıp buna yardım etmez”. Buna benzer neler var.
Ayrıca bizde bir suçluluk ruh hali hakim oldu. Ne zaman böyle bir konu tartışılacak olsa Türkiye, geçmişimiz, atalarımız ne kadar gaddardı, diye bunları anlatan programlar izliyoruz televizyonlarda. Bir kişiyi çağırsalar cumhuriyeti, Atatürk’ü, devrimleri savunan, karşısına 5 tane adam diziyorlar ki Atatürk’e, cumhuriyete karşıt olanları. Hep suçlama. Şu Ermeni tasarısı görüşülürken hiç değilse tatil yapın değil mi? Hayır. Fransa’da Ermeni tasarısının görüşüldüğü gün çıkarıyorlar televizyonlara ne kadar zulüm yapmışız Ermenilere. Bir kişi çıkarıyorlar mı gören var mı, Ermenilerin yaptığı zulmü anlatacak? Bir kişi var mı? Neler yaptıklarını biliyor musunuz? Justin McCarty’nin Van’daki ayaklanma kitabını okuyun. Orada şehirde yaşayanların %62‘sini Ermenilerin ne kadar feci şekilde katlettikleri yazıyor. Bunları söylüyor musunuz? Girit’te 80 köyün ahalisini Rum çetecilerin nasıl imha ettiğini söylüyor musunuz? Bir tane Giritli çıktı mı? Yok. Peki kurtuluş savaşında 830 Türk köyünün yakıldığını, 114.000 Türk evinin tahrip edildiğini, 1.000.000 Türk’ün evsiz barksız kaldığını anlatan bir kişi çıkıyor mu? Hep biz suçluyuz. Başkalarının bize yaptığı zulümden hiç bahsetmeyelim. İngilizler de söylüyor, şu tarihi tarihçilere bırakmayı bir öğrensek… Hüküm veriyoruz. Başbakan diyor ki Dersim’de katliam yaptık özür dilerim diyor. Onun üzerine Le Monde dışişleri bakanı Davutoğlu’na soruyor, diyor ki sayın başbakanınız Dersim için özür diliyor, aynı şeyi siz Ermeniler için niye söylemiyorsunuz diyor. Yani bir laf söylediğiniz zaman o laf nereye gidecek göreceksiniz. Niçin Fransızlar kalkıp da Cezayir’de katliam yaptık özür dileriz demiyorlar? Sarkozy de demedi önceleri de demedi. 1.000.000 insan öldürmüşler. Sadece 8 Mayıs 1945 günü öldürülenlerin sayısı, en mütevazı rakam, 16.000, daha ileri rakamlara göre 45.000. Gidin Cezayir’e ben daha geçenlerde gittim, görün müzeleri, içiniz sızlar. Peki bunun için niye özür dilemiyor Fransızlar? Geçmişim le ilgili bizim o zaman böyle bir devlet politikamız yoktu, bazı subaylar, yerel düzeyde yanlış bir şey yapmışlarsa bu onların sorumluluğudur biz tarihi tarihçilere bırakırız diyor eski Fransız başbakan. Siz niye kendi devletiniz için bunu demiyorsunuz? Tarihten bahsederken bazı şeyleri cımbızla çekeceksiniz, siz devlet de demeyeceksiniz CHP yaptı bunları diyeceksiniz. Peki Menemen’deki katliamı da CHP mi yaptı? Orada silahlı, örgütlü, aşırı dinci insanların teğmenimizi öldürüp kafasını kesmesi CHP sorumluluğunda olan bir iş midir? 23 Aralık’ta yapıldı daha anma töreni, niçin iktidardan bir kişi yok? Orada öldürülen, vahşice katledilen bu devletin bir subayı değil mi? Onun anısı önünde eğilmek sizin göreviniz değil mi ? Yok, ben de katıldım o zaman da yoktu, sordum ilgili arkadaşlara, efendim hiç katılmazlar dediler. Bu yıl? Bu yıl da katılmadılar. Tarihi böyle seçerek o zamanki siyasi hasımlarınızı suçlamak için değerlendireceksiniz tarihi… Yani hem iç boyutu hem dış boyutu ile bu işlerin savunulacak bir tarafı yoktur. Siz bir kere Yunan televizyonunda mesela Girit’te Türklere ne kadar zulüm yaptık konulu bir program olduğunu işittiniz mi? Hiç böyle bir bilgi geldi mi? Orada Yunanlıların zulmüne uğrayan Türklerin ailelerinden bir kişi çıkarıp da efendim bize ne zulümler yaptılar dediklerini işittiniz mi? Şimdi her akşam açıyoruz televizyonları Ermeniler çıkıyor, kendisine Türk diyemeyen bazı vatandaşlar çıkıyor biz “Türkiyeliler” Ermenilere zulüm yaptık diyor. Ermeniler deyince Ermeni millet, Ermenistanlılar demiyor. Ama kendinden bahsederken Türk’üm diyemiyor ve Türkiyeliyim diyor. Bunlar profesör. Bunları utanarak söylüyorum. Türkiye bu duruma gelmemeliydi. Bizim hayatımızın büyük bir bölümü yurtdışında geçti oradaki basını da izledik, kendi geçmişini yerden yere vuran bir ülke medyası hiç görmedim. Yani bir tarihi tartışma yapacaksanız birkaç tarihçi getirirsiniz günlük politika ile bağlantısı olmayan bir şekilde tartışırlar ama böyle kampanya şekline sokmazsınız.
Siz biliyor musunuz maalesef bir CHP milletvekilinin Dersim ile ilgili ve Atatürk’e de dil uzatan bazı ithamlarda bulunan konuşmalarından sonra, hatta soykırım ve katliam ithamları olan bir konuşmasından sonra, yalnız bu konuda düzenlenen televizyon programları 204 saat Türkiye’de. Yayınlanan makale ve yazı sayısı 2.000. Düşünebiliyor musunuz? Bir fırsat bulduk kendi tarihimize vurmak için hem sağdan hem soldan vuracağız. Bu kadar olabilir mi? Siz Dersim’de hayatını kaybeden bir subayın, askerin ailesi ile yapılmış bir röportaj izlediniz mi, işittiniz mi ?Yok. O bakımdan diyorum ki bu suçluluk psikolojisinden kurtarmamız gerekir kendimiz. İçerde kendi kendimize bu kadar haksızca saldırırsak, yabancılar de bunu fırsat bilirler ve niye Ermeni konusunda bunları söylemiyorsunuz derler.
Bu konuda Atatürk 1920 yılında İstanbul’daki ABD büyükelçisine, yüksek komiserine, mektup yazıyor ve aynen şöyle diyor, “Bu uydurma Ermeni kırımı meselesi ve tüm dünyayı aldatmak için yaratılan kin ve hırs ürünü propagandaların niteliği hakkında uygarlık ve insanlık dünyasının bir kere daha aydınlatılması ve bu suretle haksızlığa uğramış Türk ulusunun iğrenç ve alçakça bir suçlamadan arındırılması için itilaf devletleri ve Amerikan hükümetinin adalet severlik duygularına müracaat ediyoruz”. Demek ki bu iğrenç ve adi bir propagandadır, kin ve hırs ürünüdür. Bunu hatırlayan var mı? Türkiye’de televizyonlara çıkıp da her gece soykırım yaptık, katliam yaptık, mahvettik insanları… Orada ölenler olmadı mı? Oldu. Üzülmüyor muyuz? Üzülüyoruz. haksızlık yapılması mı? Yapıldı. Ama bunu Türkiye’nin geçmişini suçlamak için her gün günlük siyaset malzemesi yapmayı da ben şahsen doğru bulmuyorum. Bırakın tarihçiler konuşsun. Ermenilerin öldürdükleri Türklerin sayısını biliyor musunuz? Devletin rakamlarına göre 506.000. Ama o devirde yayınlanan propaganda kitaplarında, Mavi Kitap’ta mesela, bir tek Türk’ün Ermeniler tarafından öldürüldükleri yazılmıyor sadece Türklerin öldürdükleri Ermeniler yazılıyor. Yani tarihi tartışacaksanız en azından tarafsız olun. Efendim Rusları destekliyordu Ermeniler. Diyorlar ki efendim birkaç tane çete. Türkiye’nin doğusunu işgal eden Rus ordusunu fiilen destekleyen Ermeni birliklerin, silahlı kuvvetlerin sayısı kaç dersiniz? Benim okuduğum yabancı kaynaklara göre 150.000. 150.000 Ermeni Rus ordusu ile birlikte Türkiye’ye saldırıyor, TSK’yı arkadan vuruyor, cephaneliklerini, gıda ve yakıt depolarını imha ediyor, köyleri basıyor, insanları öldürüyor, tahrip ediyor, bunlardan bahsedenler yok. Yani televizyona çıkan bazı Ermeni vatandaşlarımız var, biz onların yasına saygı gösteririz, ama olayları böyle tek taraflı anlatırsanız o zaman Türk halkı rencide olur. Biz tabi ki bir tane Ermeni bile öldürülmüşse bunun acısını paylaşırız. Hrant Dink öldürüldüğünde ilk demeci, tepkiyi ben verdim. Bu işin başka tarafı. Ama siz sadece bunu anlatırsanız Ermenilerin canlı canlı Türkleri nasıl camilere doldurup yaktıklarını söylemezseniz, o zaman tarafsız bir izlenim uyandırmazsınız halkta. tarihi tartışacaksak, bunu da söyleyin. Ben Fransa’da bir televizyona katıldım canlı yayına, bana dediler ki niye tarihinizle yüzleşmiyorsunuz? Yüzleşelim mi dedim. Evet dediler. İşte bir iki şey anlattım, böyle camilere nasıl doldurulup yaktıklarını, Kurtuluş savaşında nasıl köyleri yaktıklarını, hamile kadınların karnını nasıl süngü ile deştiğini Yunanlıların falan. Şimdi dedim biz bunları anlatalım mı halka? Çocuklarımızı düşman mı edelim Ermenilere ve Rumlara? Onun için kitaplarımıza bu vahşet sahnelerini koymamaya gayret gösteriyoruz. Yapalım mı dedim? Haklısınız dediler. Onların tarihle yüzleşmekten kasıtları başkalarının size yaptıkları kötülükleri kapsamıyor…Siz kötülük yaptıysanız sadece onu söyleyin, anladıkları bu. Peki bizim söylediklerimizi hükümet üyeleri söyleyemez mi, onlar bilmiyor mu? Devletin bütün arşivleri ellerinde değil mi, bilmeyenler bile öğrenemezler mi? Niçin bunu yapmıyorlar? Ya hariciyeye kulak asmıyorlar, belgeleri istemiyorlar veya şu veya bu sebepten böyle bir halkımıza geçmişle ilgili bir suçluluk duygusu vermeyi uygun görüyorlar ki yani o cumhuriyetin ilk yılları çok kötüydü, bu cumhuriyet rejimini ,Atatürk’ün cumhuriyet rejimini yıkıp yerine başkanlık rejimi, kendi rejimimizi, özerklik için haklı görsün vatandaş bizi. Yaptıkları bu. 1.Avrupa’da Türkyie’ye büyük bir haksızlık yapılıyor, Sarkozy bu işte son derece yanlış bir politka izliyor, sorumludur ama sadece Sarkozy’den ibaret değil, Fransa’da sorumludur. Bizim Avrupa’ya yönelik politikalarımızı masaya yatırmamız lazım. Kim niçin Türkiye’ye karışı husumet politikası izliyor, bunları masaya yatırmamamız lazım. Bunun gerektirdiği karşı tedbirleri almamız lazım. Ama kendi kendimizi suçlamaktan buna fırsat bulamıyoruz. Basınımız da burada iyi bir sınav veremiyor.
Milletvekilleri maaşına yapılan zam konusu Türk kamuoyunda haklıdır, hassasiyet uyandırıyor. Öteden beri böyledir. Bunlar kendilerini düşünüyorlar, halkın perişan haline bakmıyorlar diye tepki gösteriyor vatandaşlar. Onun için bu konu ne zaman meclise gelse biz geçmişte çok duyarlı davranırdık. Mesela sayın Baykal’ın genel başkanlığı döneminde de AKP’liler böyle bir yasayı meclise sunmak istediler ama kendileri de sunamıyorlar. Dediler ki siz de destek verin de birlikte sunalım. Sayın Baykal’ın talimatıyla biz bunu kabul etmedik. Dedik ki anayasa değişikliği gibi önemli bir konuda bizim mutabakatımızı aramıyorsunuz da bu maaş konusu gelince mi hatırlıyorsunuz muhalefet ile işbirliği yapmayı, biz dedik destek vermiyoruz, gücünüz yetiyorsa kendiniz getirin meclise. Getiremediler. Buna dikkat etmek lazım. Kimisinin zarara uğraması, sıkıntıya düşmesi gerekmez. Diğer memurlara ve emeklilere yapılan zam oranında zam yapılırsa vatandaşlardan bunu belki bir tepki gelmez ama aşırı bir zam yaptığınız zaman haklı olarak vatandaşlar Ermeni sorunu konusunda Fransızlara göstereceğimiz tepki ile meşgulken siz orada bütün partiler bir olmuşsunuz, karar çıkarıyorsunuz. Nasıl da çıkartmışlar bilmiyoruz ama. Geçmişte biz bu konulara çok duyarlı davranıyorduk. bana da internetten geliyor, köşe yazarları yazıyorlar. Facebook’ta okuyoruz ve çok haklı buluyorum bu tepkileri kendi hesabıma. Vatandaş bu kadar ıstırap çekerken milletvekillerinin kendilerini düşünerek böyle bir yola gitmeleri bence kamuoyunda meclisin itibarını artıracak bir durum olmamıştır.
Bütün partilerin ilkeler ve program çerçevesinde hareket etmeleri uygundur. Siyasetin esası da budur. ASALA ne zaman başladı bizim diplomatlarımızı öldürmeye buna dikkat etmek lazım. Bir münferit olay var 1973’te Los Angeles başkonsolosumuzu ve yardımcısını yaşlı bir Ermeni biraz da meczup bir adam öldürüyor fakat onun dışında sistemli olarak Türk diplomatlarına yönelik ASALA terör eylemleri 1975 yılının başında başlıyor. Niçin 1975? Çünkü Kıbrıs harekatından sonra Kıbrıs terör örgütü EOKA’nın bir kolu EKAS bildiri yayınlıyor. Şu anda biz Kıbrıs’ta Türk ordusu ile mücadele edecek durumda değiliz ama dünyanın her yerinde Türk menfaatlerini vuracağız diyor. Arkasından bizim Viyana büyükelçimiz, arkadan Paris büyükelçimiz İsmail Eres öldürülüyor ve pek çok diplomat ve büyükelçimiz öldürüldü. Bu olaylardan sonra bizim dikkatimizi çeken bir iki nokta var, bunların çoğu faili meçhul cinayet olarak kalıyor. Türkiye’de faili meçhul cinayetlere haklı olarak duyarlılık gösteren basınımız, bu öldürülen diplomatların cinayetlerinin da faili meçhul olduğunu hatırlıyorlar mı, hatırlatan var mı? Şimdi bunların bir kısmının gidip Ermenistan’a yerleştiklerini biliyoruz. Bunlardan bir tanesi yakalandı mı, yargılandı mı, mahkum edildi mi Ermenistan’da? Dedim ki Sayın cumhurbaşkanımız Erivan’a gittiğinde futbol maçı seyretmeye herhalde bu konuyu da gündeme getirmiştir, diye ümit ediyoruz. Oradaki meslektaşlarımızın kanına giren bu insanların yakalanıp yargılanmalarını istemiştir diye ümit ediyoruz her ne kadar bu konuda bir bilgi almadıysak da yapmıştı bu ülkenin cumhurbaşkanı olarak diye düşünüyorum. Bereket maçı biz kazandık orada ama onun ötesindeki konuları da unutmuş değiliz. Şimdi yalnız bu değil yani Türkiye’ye yapılan zulüm bundan ibaret değil. Gene 1974 yılında Kıbrıs harekatında, Türk birlikleri Girne’deyken, Rumlar Magosa civarında 3 Türk köyüne saldırdılar. BU köylerdeki bütün halkı katlettiler. Bunu yapanlardan bir tanesi yakalandı mı, bir tanesi mahkum edildi mi? Türkiye Kıbrıs ile ilgili bu kadar demeç verdi yıllardan beri, bu demeçlerden bir tanesinde buna değinildi mi? Biz çok söyledik de ben bu iktidar dönemini kastediyorum. Kıbrıs ile ilgili müzakereler yapılırken Rumların talebi olan kayıp Rumlar meselesi hep masaya getirildi, komiteler kuruldu, bu Magosa civarındaki köylerde katledilenler ile ilgili bir komite kuruldu mu? Biz bunu dile getirdik mi? Biz hep savunmadayız, biraz da sesimizi çıkaralım. Bunlar da yapıldı. Şimdi Ermeni Soykırımını tartışıyoruz peki Yunanistan’ın Pontus Soykırımı konusunda ne yaptığını biliyor musunuz? Yunan parlamentosu Ponrus Soykırımı iddiası ile yani Türklerin Trabzon civarındaki Rumları öldürdüğü iddiası ile meclisin denetiminde ve desteği ile 13 ciltlik ansiklopedi yayınladılar. Selanik’te Pontus Soykırımı anıtı diktiler. Ne tepki gösterdi hükümet? Hiçbir şey olmamış gibi Yunanistan’ı ziyaret ediyoruz, dostluk mesajları veriyoruz. Şu kadar antlaşma yaptık falan. Bir kere bu haksız suçlamaya karşı bir tepki gösterin. Bu yok, hep biz suçluyuz. Şehit edilen diplomatların anısına bir anıt dikilecek. Biz bunun için çok uğraştık sayın Şükrü Elekdağ ile birlikte. Önce dediler Anayasa Mahkemesi binasının karşısındaki parka dikeceğiz falan. Biz destek oluruz dedik. Sonra dışişleri binasının karşısındaki parka dikeceğiz dediler. Kaç sene geçti dikildi mi? Ben duymadım. Düşünebiliyor musunuz? Türk askerini şehit eden silahlı ayaklanmanın liderinin anıtı var Türkiye’de, Ermeni teröristleri ASALA’nın katlettiği Türk diplomatların anıtı yok. Yani Cebeci şehitliğinde mezarlığın bir bölümü de olmasa bunları göremeyeceğiz veya Karşıyaka Belediyesi’nin İzmir’de yaptığı bir anıt olmasa. Hem eski bir dışişleri mensubu olarak hem de vatandaş olarak söyleyeyim bunlar bizim içimizi acıtıyor. Yani bir ülke kendi geçmişine, bu ülke uğruna şehit olan insanlarına sahip çıkmazsa bu ülkenin geleceği için iyimser olamayız. Şimdi Kubilay’ın anıtı var değil mi? Dersim’de şehit edilen Teğmen İsmail Hakkı’nın anıtı var mı? Nerede? Yüzlerce askerimiz var, kaç tane subayımız var. Bunlar için bir anıtımız var mı? Varsa ben bilmiyorum.
Basına da görev düşüyor. Kubilay’ın anma töreni bizim için son derece önemli bir gündür. Bu anma törenine iktidara mensup hiç kimsenin katılmadığı konusunda basında bir kelime okudunuz mu? Her şeyin sebebi var ama bunlar vatandaşın dikkatinden kaçmıyor. Bize de söylüyor vatandaş, bizi de arıyor ve duyarlılığını yerine getiriyor. Siz bu devletin başındasınız, bu devlete karşı sorumluluğu yerine getiriyorsunuz. Cumhuriyet’e karşı devrim yapmış, askerlerimizi, subaylarımızı öldürmüş, kafasını kesmiş insanlara karşı bir tepki göstermeniz gerekmiyor mu? Onların öldürdüğü, şehit ettiği bir subayımızın anısı önünde eğilmek sizin göreviniz değil midir? Sizin göreviniz sadece devletin yaptığını iddia ettiğiniz kötülükleri suçlamak mıdır? Ciddi bir devlet isek geçmişimize sahip çıkacağız ve geçmişimizde bu devleti korumak için canını veren insanlara saygı göstereceğiz.
Şimdi gerek bu son seçimlerde gerek daha önceki araştırmalarda güvenilir bir şirket olduğunu kanıtlıyor. O bakımdan biz bu bulguları da doğru kabul etmek zorundayız. 2010 yılının Şubat ayında yapılan araştırmalara göre araştırmalarda aşağı yukarı 3 – 3,5 puan fark kalmıştı CHP ile AKP arasında. AKP düşüşteydi %32’ye kadar. CHP %28,7’ye kadar çıkmıştı 3,5 puanlık bir fark vardı. Şimdi 35 puana çıkmış. Şimdi bunun sebeplerini mutlaka arayıp bulmamız lazım bizim. Nereden kaynaklanıyor? O zamana nazaran Türkiye’de değişen ne oldu? Türk siyasetinde, ekonomisinde değişen ne oldu bakmak lazım. Burada biz kendi hesabımıza CHP olarak değerlendirdiğimiz zaman şunu görüyoruz demek ki bu dönemde bize olan destekte biz artış beklerken eksilme olmuştur. Niçin olmuş olabilir? CHP ne yaptı da halkın desteği azaldı? Şimdi bizim partiye öteden beri oy veren, gönül veren insanlar çoğunlukla partinin temel ilkelerine, temel doğrultusuna gönül veren insanlardır. Bu insanlar partinin bu çizgisinin sürdürülmesini isterler. Eğer partinin çizgisinde bir gerileme olduğu izlenimi verilirse, başka bir yöne doğru partinin gittiği izlenimi verilirse o zaman bu desteği sürdürmemiz zorlaşır. Benim gördüğüm tabloda biraz bu var. İktidar partisi olağanüstü bir başarı sağladı da o yüzden herkes iktidara yöneldi dersek bu diğer göstergelerin de ortaya koyduğu gibi pek gerçekçi değildir. Sıfır sorun politikası Türkiye’yi nereye getirdi? Herhalde halkımız dış politikada çok başarılı olduk, zaferden zafere koştuk, oy verelim demiş olamaz. Ekonomide görüyoruz halkın büyük bir bölümü %70 civarında insan pahalılıktan şikâyetçidir. Demek ki geçim sıkıntısı var. Burada genç işsizler ayrı bir tabloda gösterilememiş ama genç işsizlerin oranı normal işsizlikten çok daha fazladır. Yani geleceğe güveni az insanları. Daha kötü olacağını düşünüyorum diyor gençler. Yani iktidara güveni artan bir halk geleceğe karamsar bakar mı? Geleceğe güvenmiyor, ekonomiden sıkıntılı, işsizlikten dertli, buna rağmen muhalefete bir alternatif olarak desteğini artırmıyor. Şimdi bu tablodan bu çıkıyor. Bizim bunu çok iyi değerlendirmemiz lazım. Buna bakarak bizim parti olarak övünülecek bir görünümde olduğumuzu söylersen aşırı iyimser olur. O zaman yapılması gereken şey partinin bir değerlendirme yapması. Bu da Kurultay’da olur. O zaman eğer bazı arkadaşlarımızın önerdiği gibi bir tüzük kurultayı yapılırsa mesela veya olağanüstü seçim kurultayı, o zaman tüm bu konuları açıkça tartışmak, değerlendirmek imkanı olur. Çünkü kurultay partinin tabanının sesidir. Böyle durumlarda yapılacak iş tabanın sesini dinlemektir. Bu iniş fren tutmayan bir iniş sayılabilir mi? Bence sayılamaz. Yani partiler zaman içinde inişler çıkışlar yaşarlar. Başka ülkelerde öyledir, bizde de böyle olmuştur. Bazı eşikler vardır ki o eşiğin altına indiğiniz zaman toparlanmak zor olur. Bu hükümetten önceki iktidarı düşününüz, oradaki üç partiden ikisi şu anda artık toparlanması çok zor düzeye inmişlerdir. Bir zamanlar Türkiye’yi açık farkla tek başına idare eden bir parti %3‘lerde, %4‘lerde bir konumdadır. Demek ki partinin eşiği %4‘lerde bir konuma inerse o zaman çok ciddi sıkıntı var demektir. Bunun çaresi o noktaya gelmeden partilerin tüm bu verileri masaya yatırması nerede sorun yaşanmıştır, bir eksiklik var mıdır, varsa nedir, nasıl düzeltilir, kim düzeltir? Bu soruyu da partiler soracaktır, hatayı kim düzeltebilir? Daha sonra da ona göre parti tedbirlerini alacaktır ve yükselişe geçecektir. Ben inanıyorum ki AKP’ye dur diyebilecek tek siyasi güç CHP’dir. O bakımdan CHP’nin güçlenmesi sadece partinin çıkarları açısından değil, ülkenin çıkarları açısından da son derece önemlidir. Yani biz CHP’yi güçlendirmek için çalışmalıyız ve vatandaşlarımızın da bize destek olması, yol göstermesi çok yararlı olur. Yani parti içi çekişme, çatışma gibi görmemek lazım. Parti yükselişte, parti çok iyi bir konuma gelmiş ama bazı insanlar bundan rahatsızlık duyuyor. O zaman diyebiliriz bu bir kişisel çekişme konusudur. Ama parti aşağı doğru iniyorsa bunu toparlayalım, yukarı çıkaralım, birlikte hareket edelim, omuz omuza verelim diyorsak bu kişisel bir çekişme değil partinin iyiliğini isteyen insanların samimi bir gayreti gibi değerlendirilmelidir. Bu konuda partimizin şimdiye kadar alışık olmadığı bazı söylemler anlaşılıyor ki bize gönül veren insanların desteğinde bir azalmaya yol açmıştır. Yani demin söylediğim gibi iktidarın olağanüstü bir yükselişe geçmesi için objektif bir sebep yoksa o zaman kendi kendimize şu soruyu sormamız lazım, koşulların iktidarın oy kaybetmesini gerektirdiği halde iktidar oy kaybetmiyorsa biz düşüyorsak bunun bizim tespit etmemiz gereken bir sebebi olması lazım. Bunun görüşüleceği yer benim kanaatimce partinin kurultayıdır. Ama ben kötümser değilim, iyimserim, mutlaka buna bir çare bulunur. Çünkü CHP yükselmezse o zaman kötümser olmak için sebepler olur. Dünya tarihine bakacak olursak iktidarda uzunca süre kalan partiler daima oy kaybederler. Demokrat Parti için de böyle olmuştur, ilk iki seçimde yüksek oy almıştır, sonra düşmüştür. İngiltere’de muhafazakar parti böyle olmuştur. İspanya’da Gonzalez’in İşçi Partisi iki seçimde başarılı olmuştur, sonra kaybetmiştir. Almanya’da da. Yani genel eğilim bu iken Türkiye’de farklı bir eğilim ortaya çıkıyorsa bunun çok ciddi sebepleri olması lazım. Mutlaka bu inişi durdurmamız ve yükselişe geçirmemiz lazım. Bunu da partiden başka kimse yapamaz, örgütün sesine kulak vermemiz lazım. Örgüt bizim sağ duyumuzdur, pusulamızdır. Kimseyi kötülemek istemem. Parti içinde çekişmenin zamanı değildir. İnişte olan bir parti çekişmeye girerse bundan herkes kaybeder. Şimdi birlik olma zamanıdır. Birbirimizi dışlayarak sonuç alamayacağımızı insanlar görmüştür. Bu gerçekler CHP’lileri birbirini dışlayarak yükselebileceği ihtimalin mevcut olmadığını gösteriyor. Birbirimizin sırtına basarak yükselmek siyasette mümkün değildir. Omuz omuza vererek yükselmek doğru yoldur. O bakımdan şimdi birlik zamanıdır.
Eğer şu sırada parti yönetiminde sorumluluk taşısaydım bugünkünden daha da fazla üzülürdüm çünkü bu işte kendimi sorumlu hissederdim.
Bu konuda küçük bir saptama yapayım müsaade ederseniz şimdi bir partiyi bütün olarak eleştirmek o kadar doğru değil. Bazen bir milletvekilinin bir sözü bir çok insanın partiye desteğinin azalmasına yol açabilir. Herhalde bunu söylemiyorsunuz.
Ben küçük bir hesaplama yapayım Atatürkçülükten uzaklaşma deyince arkadaşımız herhalde bir milletvekilini kastediyor. Ama ben inanıyorum ki partinin ezici çoğunluğu Atatürk’e yürekten bağlı olmaya devam ediyor. Yani burada şu ayrımı yapmak lazım. Atatürk’ten uzaklaşmak deyince kastettiği bir milletvekilidir. O zaman açık konuşmak lazım. Çünkü parti örgütünün bu gibi genel suçlamalardan çok haklı olarak rahatsızlık duyduğunu biliyorum. Yani bir arkadaşımızın ölçüsüz bir beyanı bütün partiye mal edilemez. Atatürkçülük ‘ten uzaklaşmak deyince partinin bütünü rencide oluyor.
Söylemek istediğimi anlıyorsunuz tabi. Partinin tabanının, örgütünün, bizim kadar bu konularda duyarlı olduğuna inanıyorum. Bunu söylemek istiyorum.
CHP’den bahsedildiği için şimdi şöyle, kusura bakmayın. Şimdi CHP’liler bağlayan genel başkanından sonuncu üyeye kadar partinin temel ilkeleridir ve partinin programıdır. Bu gibi temel konularda karar mercii kurultaydır. Sayın Ülsever’in bahsettiği metin CHP kurultayından geçmemiştir. Kurultay toplanmadığı zaman en güçlü makam parti meclisidir. Benim bildiğim kadarıyla bu metin parti meclisinden de geçmemiştir. Mecliste CHP’yi temsil eden parti grubudur. Bu parti grubundan da geçmemiştir. Bu metin daha önce çeşitli vesilelerle önümüze çıkarıldığı zaman ben şunu söyledim, bu metin içinde benim de şahsen hiçbir şekilde kabul edemeyeceğim unsurlar var. Partinin görüşü böyle hazırlanan belgelerle ortaya konursa o partide dağınıklık olur. Çünkü partinin yetkili kurumlarına siz yetki vermişsiniz, kurultaya geldiği zaman Atatürk’ün millet tabirini benimsemeyen bir görüşün CHP kurultayında benimsenebileceği tahmin edilebilir mi? Yani millet kavramını kabul etmeyeni vatandaşlarımız arasında sadece hukuki bağdan bahseden bir görüş CHP görüşü olabilir mi? Biz bunu kabul etmiyoruz. Çünkü bizim temel görüşümüz hangi dinden, hangi mezhepten, etnik yapıdan gelirse gelsin Türk vatandaşlarına Türk milleti denir görüşüdür. Bizim bu görüşten sapacak bir anayasa değişikliğini kabul etmemiz CHP olarak mümkün değil.
CHP mensupları Türk’tür, Türkiyeli değildir, nokta.
Bu belge Basın, Görsel Basın arşivinde bulunmaktadır.