Son Eklenenler:
- HUKUK AÇISINDAN LOZAN
- CUMHURİYET KİTAP DERGİ, SÖYLEŞİ
- TÜRKİYE’NİN ULUSAL GÜCÜ, BOĞAZİÇİ AYDINLAR DERNEĞİ-HAZİRAN 2021
- 23 NİSAN, ÇYDD DERGİSİ-23 NİSAN 2021
- AFGANİSTAN’IN DRAMI, AĞUSTOS 2021
- YUNANİSTAN TARİHTEN DERS ALMIYOR
- ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKA İLKELERİ VE TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
- ULUSAL ÇIKARLARIN KORUNMASINDA GÖRÜŞ BİRLİĞİNİN ÖNEMİ
- ONUR ÖYMEN’İN CUMHURİYET GAZETESİ, TUNCAY MOLLAVEİSOĞLU’NA VERDİĞİ MÜLAKAT – 17 HAZİRAN 2019
- ONUR ÖYMEN’İN YENİÇAĞ GAZETESİNE VERDİĞİ MÜLAKAT “TÜRKİYE, ÖNCELİKLE ÇIKARLARINI KORUMALI” – 15 NİSAN 2019
2009 İlerleme Raporu Hakkında Basın Toplantısı
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in Düzenlediği Basın Toplantısı
16 Ekim 2009
Değerli arkadaşlar, bugün sizlere Avrupa Birliği’nin son olarak yayınladığı Strateji Belgesi ve Türkiye İlerleme Raporu hakkındaki görüşlerimizi anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle şunu söyleyeyim ki İlerleme Raporunu değerlendirdiğimiz zaman, raporun genel havasının, Hükümeti kollayan ve destekleyen bir üslupla kaleme alınmış bir rapor olduğunu görüyoruz. Raporda Cumhurbaşkanını öven ifadelere yer verilirken Sayın Başbakanı eleştirmekten dikkatle kaçınılmıştır. O kadar ki Sayın Başbakanın Doğan grubuna yönelik yaptığı boykot çağrılarından bahsederken bile bu çağrıları Başbakanın değil, yüksek düzeydeki bir siyasetçinin yaptığından bahsediliyor. Raporda, nedense böyle özel bir muamele yapma ihtiyacı duymuşlar. Avrupa Birliği’nin Hükümeti incitici bir dille eleştirmemesinin arkasında Hükümetin son dönemde yürüttüğü Kürt ve Ermeni açılımları politikaları ve Avrupa Birliği’nin beklentileri ve telkinlerine uygun girişimlerin rolünün olduğunu tahmin ediyoruz. Kıbrıs’la ilgili paragrafta beklenen katı üslubun yer alamamasını da bu çerçevede görmek kabildir.
Dikkat çeken başka bir nokta da şudur: Daha önceki raporlarda hiç eleştirilmeyen yüksek yargı organları bu raporda eleştiriliyor. Mesela YARSAV eleştiriliyor. Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik eleştiriler ise bir önceki raporun yaklaşık iki mislidir. Bunlar son derece dikkat çekicidir. Muhalefetten bahsederken, Muhalefetin sadece milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını desteklediği söyleniyor. Ayrıca Muhalefetin bazı yasaları Anayasa Mahkemesine taşıdığından bahsediliyor. Muhalefetin Avrupa Birliği sürecini desteklediğinden hiç söz edilmiyor. Türkiye’de Muhalefetin yargı bağımsızlığı ve ifade özgürlüğü için sarf ettiği çabalara hiç değinilmiyor. Sendikalar Yasasının çıkarılması için gösterdiği gayretlerden hiç bahsedilmiyor. Yani hemen hemen Muhalefetten hiç bahsetmeyerek ve İktidarı mümkün olduğu kadar kollayarak kendilerine göre yeni bir üslup oluşturmaya çalışıyorlar. Biz bunu oldukça kaygı verici buluyoruz.
Deniz Feneri Davasına kısaca değiniliyor. Doğan Medya Grubuna verilen ağır mali cezalardan bahsediliyor ama o kadar usturuplu bir şekilde bahsedilmiş ki sanki bu cezaların ağırlığı, Doğan grubunun ekonomik gücünü etkileyecek ve bu nedenle basın özgürlüğüne zarar verecekmiş gibi bir anlam çıkıyor. Yoksa bu ağır para cezalarının Hükümetin izlediği bilinçli bir politikanın sonucu olduğu söylenmiyor. Basın özgürlüğüne yönelik baskılardan bahsederken, yapılan boykot çağrısından söz ediliyor. Bu konuda Başbakandan değil de yüksek düzeyli bir politikacıdan bahsediliyor. Yani bizim gördüğümüz kadıyla bu raporun önceki raporlardan farkı, Hükümeti kollayıcı, Muhalefeti görmezden gelici ve Türkiye’nin kurumlarını eskisinden daha ağır bir dille suçlayıcı bir rapor olmasıdır.
Avrupa Birliği ile ilişkilerden sorumlu Sayın Devlet Bakanının bu rapordan övgüyle söz etmesi ve dengeli bir rapor olarak nitelendirmesini bu açıdan değerlendirmek gerekir. Yani bu rapor, Hükümeti kolladığı için onlara göre iyi bir rapordur. Ama Silahlı Kuvvetlerini önceki raporlara göre iki misli suçluyorlar. Peki, bu Silahlı Kuvvetler bizim Silahlı Kuvvetlerimiz değil mi? “Bizi eleştirmeyen her şey iyidir. Kurumlarımızı eleştirse de mahsuru yoktur” mu diyeceğiz?
Bu raporun yüksek yargı organlarını eleştirmesi sizi rahatsız etmiyor mu? Avrupa Birliği’nin, Türkiye’de yargı bağımsızlığını korumaktan başka bir kaygısı olmayan yüksek bir yargı kurumunun, bazı davalara yönelik eleştirilerde bulunmasına tepki göstermesi sizi kaygılandırmıyor mu? Türkiye’deki bütün hâkim ve savcıları temsil eden sivil toplum örgütü olan YARSAV’ın bu raporda ilk defa olarak eleştirilmesi sizi hiç tedirgin etmiyor mu? Öyle anlaşılıyor ki tedirgin etmiyor. Genel yaklaşım o ki bizim Hükümetimiz eleştirilmediği sürece rapor, dengeli bir rapordur.
İşin esasına baktığımız zaman, içerik olarak değerlendirdiğimizde son derece kaygı verici bir tablo görüyoruz. Türkiye, Ekim 2005’te Hırvatistan’la aynı gün müzakerelere başladı. Strateji Belgesinde de ifade edildiği gibi Hırvatistan’la yapılan müzakereler sonuçlanma aşamasına gelmiş. Türkiye ile müzakereler ise henüz bütün müzakere başlıklarının üçte biri düzeyine bile gelmemiştir. Hırvatistan’ın 2012 yılında Avrupa Birliği’ne üye olabileceği söyleniyor. Türkiye için ise tarih bile verilmiyor. Türkiye gayet uzak bir tarihte, ne olacağı belirsiz bir ülke konumundadır.
Ayrıca Avrupa Birliği ile ilişkilere daha yeni başlayan Sırbistan, Karadağ ve Makedonya gibi ülkelerin vatandaşlarının Ocak 2010’dan itibaren Avrupa Birliği ülkelerine vizesiz girebileceği söyleniyor. Bosna Hersek ve Arnavutluk vatandaşlarının ise 2010 yılının ortasından itibaren AB ülkelerine vizesiz girebileceği ifade ediliyor. Türkiye ile ilgili hiçbir bahis yok. Oysaki Türk vatandaşlarına vize uygulanmasının Avrupa Birliği mevzuatına aykırı olduğu, Avrupa Adalet Divanı tarafından karara bağlanmıştır. Ama rapora bakarsanız böyle bir konu gündemde bile değildir. Türk vatandaşlarının Avrupa ülkelerine vizesiz girmesi söz konusu bile değildir.
Peki, durum neden böyledir? Çünkü müzakerelerde, Türkiye’den Avrupa’ya yoğun bir yasa dışı göçün olduğunu, Türkiye’nin bu göçü engelleyemediğini ve vatandaşları geri almayı kabul etmediğini gerekçe göstererek Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat hakkı tanımadıklarını ifade ediyorlar. Yani Hükümet kaçak göçü engelleyemediği için bunun bedeli vatandaşlara ödetiliyor. Hükümetin Orta Doğu ülkeleriyle ilişkileri geliştirmesini her zaman destekleriz. Her hükümet bu yolda çaba sarf etmiştir. Fakat bu ülkelere vizesiz seyahat imkânı tanıdığımız zaman bilmeliyiz ki yasak göç azalmayacaktır, artacaktır. Yani hem vizesiz seyahat imkânı tanıyıp hem de yasa dışı göçü engelleyebilirseniz ne ala. Ama engelleyemezseniz bunun bedelini Avrupa ülkelerine seyahat eden Türk vatandaşları öder.
Değerli arkadaşlarım, raporun içeriğine baktığımız zaman bazı olumlu, bazı olumsuz ve bazı eksik unsurlar görüyoruz. Bunları objektif bir gözle değerlendirmemiz gerekiyor. İsterseniz öncelikle olumsuz gördüğümüz unsurlara bakalım. Mesela raporda, 2009 seçimlerinin tam adil ve özgür yapıldığı söylenir. Seçimlerde yapılan hilelerden, seçim rüşvetlerinden hiçbir bahis yok. Devlet memurlarının, valilerin seçimlerden önce vatandaşlara buzdolabı, çamaşır makinesi vs. dağıttıkları için Yüksek Seçim Kurulu tarafından haklarında suç duyurusunda bulunduğuna dair hiçbir atıf yok. “Bunlar ayrıntılı konulardır. Böyle bir raporda yer alır mı? “ demeyin çünkü raporda başka konulara dair inanılmayacak kadar ayrıntı yer alıyor. Ama bu gibi önemli konular yer almıyor.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda gece yarısı yapılan değişikliğe sahip çıkılıyor. Oysa biz bunun Anayasamıza aykırı olduğunu defalarca dile getirmiştik ve Avrupa Birliği’nin daha önce yayınladığı raporlarda bu kanunun bir bölümüne, özellikle askerlerin Askeri Mahkemede yargılanması ile ilgili bölümüne aykırı bir hususun olmadığını söylemiştik. Ama şimdi rapor bu değişikliğe sahip çıkıyor ve “Hükümet ne yaparsa, o doğru bir iştir” anlayışı burada da görülüyor.
Raporda Ergenekon Davasını destekleyici bir hava var. Ergenekon Davası ile ilgili bazı usul konuları eleştiriliyor ama öyle anlaşılıyor ki daha tek bir kişi bile mahkum edilmediği halde, Avrupa Birliği bu davadaki iddianameyi benimsemiştir. Oradaki insanların gerçekten Hükümeti devirmek isteyen, çete kuran insanlar olduğu konusunda en azından bir izlenim edinmiştir. Yürütülmekte olan bir dava hakkında bu kadar kesin bir yargıya varılması da son derece tuhaftır.
Dikkatinizi çekerim ki bu raporda savcıların genel yaklaşımı benimseniyor ama mesela AKP’yi kapatma davası söz konusu olduğunda o zamanki Cumhuriyet Başsavcısının tavrı benimsenmediği gibi ona çok ağır suçlamalar yöneltiliyor, yargının siyasallaştırıldığı söyleniyor ve dava, yargı darbesi olarak nitelendiriliyordu. Ergenekon Davasında ise, Avrupa Birliği’nin yargının siyasallaştırılması gibi bir endişe taşımadığı anlaşılıyor. Öyle anlaşılıyor ki Türkan Saylan ve Sabih Kanadoğlu’nun evlerinin aranması, üniversite rektörlerinin tutuklanması, önemli gazetecilerin göz altına alınmaları gibi konular, Avrupa Birliği’ni hiç rahatsız etmiyor. Buna mukabil, başka gazeteciler hakkında dava açılmasından ciddi rahatsızlık duydukları anlaşılıyor. Demek ki bu konuda da Avrupa Birliği bir farklılaştırma yapma yönüne gidiyor.
Raporda askeri yargının işleyişi eleştiriliyor ama nesinin eleştirildiği açıkça belli değil. Silahlı Kuvvetlerin haksız bir siyasi etki uyguladıklarına işaret ediliyor ve komutanların bazı beyanları eleştirilip askeri olmayan konularda beyanlarda bulunduklarına değiniliyor. Genelkurmay Başkanından, daha önceki raporlarda hiç rastlanılmadığı üzere, ismen ve şahsen bahsediliyor ve askeri olmayan konularda söz söylediği için eleştiriliyor. Hatta Ergenekon’dan yargılanan bazı şahısları himaye ettiği yolunda eleştiriler var. Ama Genelkurmay Başkanının, Türk Silahlı Kuvvetlerinin demokrasiye bağlılığı ve darbecilerin Türk Silahlı Kuvvetlerinde barındırılmayacağı yolundaki sözleri, raporda hiçbir şekilde yer almıyor. Yani raporda Silahlı Kuvvetlere yapılan atıfların hepsi, sadece eleştirmek için yapılmış. Geçen yılki raporda Silahlı Kuvvetlere yapılan genel eleştiriler 33 satırda yer almıştı, bu raporda ise daha somut ve doğrudan doğruya Genelkurmay Başkanını da hedef alan eleştiriler 53 satırla ifade edilmiştir.
Az önce de söylediğim gibi Hükümeti himaye etme işareti olarak Başbakanın sözlerine atıfta artış olduğunu görüyoruz. Atatürk’e karşı işlenen suçlarla ilgili yasa, düşünce özgürlüğünü engelleyen yasalarla bir arada düşünülüyor. Yani Atatürk’e yönelik suçların cezalandırılmasının Avrupa Birliği’ni rahatsız ettiği anlaşılıyor. Peki, Atatürk’e yönelik suçları engelleyen ve cezalandıran yasa nedir? 1951 yılında kabul edilen bu yasa, sadece Atatürk’e hakaret ile küfrü yasaklar ve Atatürk heykelleri ile büstlerinin kırılmasını cezalandırır. Demek ki Atatürk’e yönelik hakaret ve küfrün cezalandırılması Avrupa Birliği’ni rahatız etmiş. Daha sonraki açıklamalarında öyle demek istemediklerini ve Atatürk’e büyük saygıları olduğunu söylüyorlar. Peki, o halde bu lafların bu raporda ne işi var? 2004 yılında bu konudan şöyle bir bahsetmişlerdi. Beş yıldır Atatürk’e hakareti yasaklayan bu yasa akıllarına gelmiyordu. Şimdi birdenbire akıllarına gelmiş ve bu yasanın Türkiye’de ifade özgürlüğünü engelleyen yasalardan biri olduğunu söylüyorlar. İnanın buna çok şaşırdık.
Heybeli Ada Ruhban Okulu ile ilgili taleplerini tekrarlıyorlar. Patrik’in ekünemik sıfatının kabul edilmesini istiyorlar. Biliyorsunuz, biz bunu Lozan’da kabul etmemiştik. Daha 1923 yılında kabul etmediğimiz ve o zamandan bu yana hiçbir Türk Hükümetinin kabul etmediği bir şeyi ısrarla bize kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Raporda Kürt açılımına da değinilerek somut tedbirlerle sürdürülmesi gerektiği söyleniyor ve açılım destekleniyor. Ama bu açılımın ne olduğu bilinmiyor. Öyle anlaşılıyor ki Avrupa Birliği de, Türkiye’deki bazı çevreler gibi içeriğini bilmediği bir açılımı destekleme yaklaşımını benimsemiştir.
Bunlar bizim abartılı ve olumsuz gördüğümüz unsurların örnekleridir. Raporun bizim de benimsediğimiz, olumlu bulduğumuz yönleri de var. Raporu bütün olarak suçlayıp çöpe atmak yanlıştır. Olumlu unsurlardan biri; raporda siyasi reformların çok yavaş ilerlediğinden bahsedilmesidir. Biz de aynı görüşteyiz. Reform süreci çok yavaş ilerlemektedir. Yüksek Seçim Kurulu’nun verdiği bazı çelişkili kararlara değiniliyor. Biz de aynı kanaatteyiz. Yüksek Seçim Kurulu’nun bazı kararlarından bizim de şikâyetimiz var. Raporda rüşvet ve suiistimallerin önlenmesi için atılan adımların yetersiz olduğundan, iç mali denetimin yetersiz olduğundan, söz ediliyor. Biz de aynı görüşleri savunuyoruz. Raporda kamu yönetimi reformu yapılması gerektiği ve aynı zamanda bu reformun partizan düşüncelerle yapılan kayırmacı atamaları önleyecek nitelikte olması gerektiği belirtiliyor. Doğrudur, biz de öyle düşünüyoruz. Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda kaygılar var. Biz de öyle düşünüyoruz ama az önce söylediğim eleştirileri isabetsiz ve haksız buluyoruz.
Avrupa Birliği, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili olarak, daha önceki raporlarında Adalet Bakanının ve Müsteşarının bu kurulda bulunmasının yanlış olduğunu, bu kurulun bağımsızlığını etkilediğini, dolayısıyla her ikisinin de kuruldan çıkarılması gerektiğini talep ediyordu. Şimdi ise kurulun yapısında birtakım yanlışlar olduğunu ifade ederek geçiştiriyor ve üstünü örtüyor. Diplomasi diline dikkat etmek gerekir. Açıkça söylenenler ile üstünü örterek söylenenler ve sadece değinilerek söylenenler ile hiç değinilmeyenler çok önemlidir. Raporda Adalet Bakanlığı müfettişlerinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı olması gerektiği belirtiliyor. Bu da olumlu unsurlardan biridir.
Rapor, müfettişlerin hâkim ve savcıların telefonlarını dinlemelerini eleştiriyor, bu da doğru bir eleştiridir. Ergenekon Davasında bazı usulsüzlükler yapıldığından bahsediliyor. Bu bizim de katıldığımız bir noktadır. Ama bu davanın siyasallaştırılmasıyla ilgili hiçbir atıfta bulunmuyor. Yargıçların tutuklama karalarını çok çabuk aldığından bahsediliyor. Bu da olumlu bir tespittir.
Raporda bahsi geçen diğer bir unsur, şeffaflıkla ilgili hiçbir sonuç alınamadığıdır. Deniz Feneri dosyasının mahkemeye intikal ettirildiğinden söz ediliyor ama bu davanın Türkiye’de ne kadar tahribata yol açtığı hakkında hiçbir tespitte bulunulmuyor. Bunun yanı sıra milletvekili dokunulmazlıklarına atıfta bulunuluyor. Siyasi partilerin ve seçimlerinin finansmanını hiçbir denetime tabi olmadığı belirtiliyor. Seçimlerde bazı partiler diledikleri gibi para harcamaktadırlar. Bu durumun demokrasiye zarar verdiğini her vesileyle ortaya koymuştuk.
Raporda ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin son bir yıl içinde 381 davada Türkiye’yi mahkûm ettiği ifade ediliyor. Bu çok önemli bir tespittir. Biz de her konuşmamızda bu durumun altını çiziyoruz. Demek ki çok fazla yanlış yapılıyor ki bu kadar çok mahkûmiyet kararı verilmektedir. Türkiye bu durumun sonucunda, 2008 yılında 5,2 milyon Euro para cezası ödemiştir. Yani bazı uzmanların, yetkililerin ihmalleri yüzünden Türkiye bu kadar büyük bir ceza ödemek durumunda kalmıştır.
Diğer bir unsur, Türkiye’de işkence ve kötü muameledir. 2008 yılında, Türkiye’de 35 davada 431 güvenlik görevlisi hakkında soruşturma açıldı ama bunlardan hiçbirisi hakkında mahkûmiyet kararı verilmedi. Disiplin cezası verilenler ise sadece güvenlik kuvvetlerinin yüzde 2’sini oluşturmaktadır. Ciddi bir hastalık halinde tutukluların serbest bırakılmadığı söyleniyor. Bunun yanı sıra gazeteciler hakkında politikacılar tarafından açılan davaların çokluğundan söz ediliyor. Bu da paylaştığımız görüşlerden biridir. Web sayfalarının kapatıldığı, sendikaların gösterilerinin engellendiği ve kadın eğitiminde Türkiye’nin OECD ülkeleri arasında sonuncu sırada yer aldığı belirtiliyor. “Haydi, kızlar okula” gibi kampanyaların yeterli olmadığı anlaşılıyor.
Raporda çok önemli üç tane rakam veriliyor. Birincisi, 15 yaşın altındaki çocuklarda fakirlik oranı yüzde 26.1, kırsal kesimlerdeki fakirlik oranı ise çocuklarda yüzde 42 olarak gözüküyor. Ülkenin Batısı ile Doğusu arasında yüzde onluk bir fark olduğuna dikkat çekiliyor. Açılım yapılacaksa, açılımın bu konuda yapılması gerekir. İlkokula gitme oranı yüzde 96.5, ortaokula gitme oranı ise yüzde 58 olarak belirtiliyor. Burada da büyük bir problem var. Ayrıca Yahudilere karşı nefret içeren eylemler yapıldığına işaret ediliyor. Buna benzer başka eleştiriler de yer alıyor.
Biz bu raporu objektif olarak değerlendirdik. Eksik ve olumlu bulduğumuz unsurları söyledik. Bir bütün olarak bakıldığında bu rapor, genel itibariyle Hükümetin beklentileri doğrultusundadır. Bu rapordan önce Hükümetin Brüksel’de yürüttüğü lobi çalışmalarının bir etkisi olmuşa benziyor. Ama bu lobi çalışmaları Türkiye’nin bütün kurum ve kuruluşlarına karşı haksızlığı önleyici doğrultuda olmamış. Rapor daha çok Hükümete yönelik bir yumuşama sağlamaya yönelik olmuş gibi gözüküyor. Bu konuda tespitlerimiz bunlardır. Sorusu olan varsa alayım arkadaşlar.
Gazeteci: AB Uyum Komisyonu toplantısında çıkan tartışmayı ve Egemen Bağış’ın Sayın Deniz Baykal’a yönelik “çetelerin avukatı” sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onur Öymen: Sayın Baykal, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanıdır. Sayın Bağış, Genel Başkanımızın çetelerin avukatlığını yaptığı gibi boyunu aşan ve nezaketsiz sözler sarf etti. Bütün Bakanlar arasında iç politika polemiklerine en az girmesi gereken Bakan Avrupa Birliği ilişkilerinden sorumlu Bakan olmalıdır. Sayın Egemen Bağış eski alışkanlıklarını terk edemiyor ve her vesileyle, siyasi nezakete hiç yakışmayan ve Cumhuriyet tarihinde örneğini hatırlamadığımız bir üslupla Muhalefete hakaret ediyor. Partimizi düpedüz çetelerin partisi olmakla suçluyor. Öncelikle siz bunların çete olduğunu nereden biliyorsunuz? Elinizde herhangi bir mahkeme kararı var mı? Her insan, hukukun temel bir kuralına göre, mahkûm edilmedikçe masum sayılır. Siz hukukun masum saydığı insanlara nasıl hakaret edebiliyorsunuz?
Üstelik biz, adi suçlara karışan insanları korumadığımızı ve bu insanların mutlaka cezalandırılması gerektiğini her vesileyle söylüyoruz. Geçmişte yargısız infaz gibi suçları işleyenler varsa, bunların mutlaka cezalandırılması gerektiğini ifade ediyoruz. Ama hiçbir adi suça karışmamış, Türkiye’nin saygın yazarlarının, bilim adamlarının, rektörlerinin, sırf Hükümete muhalif oldukları için bu paketin içine sokulmasına ve davanın siyasallaştırılmasına karşıyız. Bunun neresinde çetelerin desteği vardır?
Sayın Bağış bir taraftan da “CHP Avrupa Birliği sürecini desteklesin” diyor. Sayın Bağış Amerika’da çevirmenlik işleriyle uğraşırken CHP, Avrupa Birliği sürecini desteklemek için çok yoğun bir çaba gösteriyordu. En azından Avrupa Birliği ile ilişkilerden sorumlu bir Bakan olarak, AB konusunda partimizin görüşlerini içeren, yayımladığımız 630 sayfalık bir kitabı alıp okuyabilirdi. Eğer o kitabı okumuş olsaydı, CHP’nin Avrupa Birliği üyeliğine değil, Avrupa Birliği’ne özel statülü üyeliğe karşı olduğunu anlardı. Böyle bir zahmete kalkışmamış. Çünkü amacı, Muhalefeti ulu orta yıpratmaktır.
Bu noktada Anadolu Ajansı’nın röportajına değinmek istiyorum. Anadolu Ajansı Bakandan görüş aldığı halde bizden görüş almamıştır. Bu durum, AA’nın da TRT gibi Hükümetin yayın organı olma yolunda ilerlediğini ortaya koymaktadır. Bazı kanallar bizden de görüş almak istediler ama Hükümetten görüş almadan bizden görüş almanın doğru olmayacağını belirttiler. Ama bazı televizyonlara bakıyoruz, bu konuda sadece Hükümetin görüşlerini yansıtıyorlar. Biz şimdi bunları söylüyoruz ama bakalım bunları yayınlayabilecekler mi? Göreceğiz.
Gazeteci: Sayın Baykal’ın Başbakan Erdoğan’la Kürt açılımı konusunda yapacağı görüşmeyi kayda alma konusunda bir önerisi var. Hükümet kanadından gelen işaretlere bakılırsa buna sıcak bakmıyorlar. Siz bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Onur Öymen: Anlaşılan kamera ve kayda alma konusu bu aralar İktidarı çok rahatsız ediyor. Sayın Başbakanın kameralardan çok fazla hazzetmediğini anlıyoruz. Sayın Başbakan, Genel Başkanımızla yapacağı görüşmenin tarihi bir nitelikte olmasından ve kameralarca kaydedilecek olmasından oldukça rahatsız olmuşa benziyor. Bu koşullarda görüşmeyeceği yolunda sözler söylemiş. Öyle anlaşılıyor ki Sayın Başbakan çeşitli mazeretlerle bu görüşmeden kaçma eğilimindedir. Halkın belli bir tarihte de olsa gerçekleri duyacak olmasından tedirgindir. Bizim ise halktan çekindiğimiz bir şey yok. Halkın önünde her şeyi konuşmaya hazırız.
Bu kadar tarihi bir konuşmanın halktan saklanması doğru değildir. Yanlış anlaşılmalara yer bırakmamak için bunun kayda geçirilmesini istiyoruz. Meclis görüşmeleri videoya alınıyor da bu görüşme neden kayda alınamasın? İtimat etmiyor musunuz diye soruyorlar. Evet etmiyoruz. Çünkü Başbakan sözlerinden o kadar çok çark etti ki itimat etmemiz mümkün değildir. Dokunulmazlıklar konusunda önce söz verdi sonra ise bundan caydı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde önce “uzlaşacağız” dedi, sonra yine caydı. Bu kadar tarihi bir konuda gerçeklerin mutlaka kayda geçmesi lazımdır. Bizim de görüşme için temel şartımız budur. CHP diğer partiler gibi her esen rüzgârda yönünü değiştirecek bir parti değildir. Bugün Genel Başkanımız da söyledi, “Cesareti varsa gelsin, konuşalım” dedi. Kendisi her zaman Kasımpaşalı olduğunu söyler. Biz de Kasımpaşalıları cesur insanlar olarak görürüz. Umarız Sayın Başbakan Kasımpaşalıların bir fabrikasyon hatası değildir.
Gazeteci: Kamera kaydı olması yerine sadece ses kaydı alınması gündeme geldi. Bu öneriye nasıl bakıyorsunuz? Ayrıca son olarak İsrail’le yaşanan dizi krizini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onur Öymen: Bu da bir öneri olabilirdi ama görüntülü kayıt daha önemlidir. Hükümeti herkesin her sözünü kayda aldığını zaten biliyoruz. Ondan bir kaygımız yok.
İsrail’le ilgili olarak şunu söyleyeyim. Belki aramızda bilmeyen arkadaşlarımız vardır. Önemli bir bölümü bu Hükümet zamanında olmak kaydıyla, İsrail’le altı defa ortak tatbikat yapılmıştır. Nasıl olmuş da daha önceki tatbikatlar değil de şimdiki tatbikat Başbakanı rahatsız ediyor? Daha önceki tatbikatlarda, İsrail’in Filistinlilere ve Lübnanlı sivillere ettiği muamele Sayın Başbakanı hiç tedirgin etmemiş mi? “Biz halkın istediği doğrultuda hareket ettik” diyor. Ermeni protokolü imzalanırken de halkın istediği doğrultuda mı hareket edilmiş? Azeri kardeşlerimizi derinden yaralayan bu protokolün imzalanması halkımızın arzusu mudur? “Azerbaycan’la ilişkilerimizi soğutup Ermenistan’la yakınlaşalım” diyen bu halk mıdır? Bir sözü söylediğiniz zaman o sözün nereye gideceğini bileceksiniz. Çok teşekkür ederim.
Bu belge Basın Bültenleri arşivinde bulunmaktadır.