ONUR ÖYMEN’İN MASLAK UNİQ’TE DÜZENLENEN KONFERANSTAKİ KONUŞMASI – 24 MART 2019

Değerli konuklar,

Önce bu konferansı düzenleyerek görüşlerimi sizlerle paylaşma fırsatı veren UNİQ yöneticilerine içtenlikle teşekkür ediyorum.

Konumuz Geleceği Yakalamak başlıklı kitabımın yeni baskısında dile getirilen bilgilerin ışığında dünden bugüne dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeler ve geleceğe yönelik tahminler.

Bu konuyu araştırma fikri, nereden çıktı?

1996 yılında o zamanki Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel dar katılımlı bir toplantı düzenledi. Toplantıya görüşlerini açıklamak üzere davet edilen konuk Fransa’da devlet reformunun öncüsü sayılan Jacques Picq’di. O sıralarda ben Dışişleri Bakanlığı Müsteşarıydım. Benimle birlikte birkaç arkadaş daha toplantıya davetliydi.

Picq, Fransa’da devlet yönetiminin eski ve büyük ölçüde köhneleşmiş yapısını gözden geçirerek çağın gereklerine uydurmak amacıyla yola çıktıklarını ve eskimiş yasaları ve yönetmelikleri ayıklayarak devleti halka daha verimli hizmet eder bir yapıya ve Fransa’nın dünyanın en gelişmiş devlet yapılarından birine kavuşturmak için yola çıktıklarını anlattı.

Devlet reformu çalışmalarının Fransa’nın öncelikli hedeflerinden biri haline getirdiklerini, başkanlığını bizzat başbakanın yaptığı ve bütün bakanların katıldığı bir devlet reformu komitesi kurduklarını, ayrıca yerel yönetimler bakanlığının asli görevleri arasına devlet reformunu da eklediklerini söyledi ve yaptıkları çalışmalar ve elde ettikleri sonuçlar hakkından bilgi verdi.

Hepimiz Picq’in verdiği bilgilerden etkilendik. Demirel bu konuyu Türkiye açısından incelemememi ve değerlendirmemi istedi.

Dünyada ve Türkiye’de yapılan reform çalışmalarını incelerken ilginç sonuçlara ulaştım ve bu bilgileri Geleceği Yakalamak başlıklı bir kitapta topladım. 2000 yılında yayınlanan kitap ilgi uyandırdı. Geçen yılın sonunda kitabın 4. baskısı yapılacağı sırada, geçen süre içinde pek çok şeyin değiştiğini, yeni bilgilerin ortaya çıktığını, rakamların değiştiğini gördük. O nedenle kitabı adeta yeniden yazmak gerekti. Geleceği Yakalamak’ın hikayesi böyle…

Aslında Geleceği Yakalamak benim ilk kitabım değildi. Ondan önce yazdığım Türkiye’nin Gücü isimli kitabımda Türkiye’nin AB ile ilişkilerini ve sorunlarını anlatırken ülkemizin dünyadaki yeri hakkında da bazı bilgiler vermiştim. Uzun bir geçmişe dayanan Türk devletlerinin dünyada bıraktıkları izleri anlatamaya çalışmıştım. Örneğin, Amerika kıtası keşfedildiğinde Osmanlı Devleti’nin 192 yaşında olduğunu hatırlatmıştım.

Bir ülkeyi değerlendirirken o ülkenin, nüfusunu, topraklarının büyüklüğünü, ekonomik özelliklerini, askeri gücünü, devlet yapısını, tarihini, kültürünü, sosyal özelliklerini ve geleneklerini, siyasi rejimini birlikte değerlendirmek gerekiyor.

Bir ülkenin ulusal gücünü etkileyen en önemli unsurlardan birisi nüfusu. 10 bin yıl önce bütün dünyanın nüfusu 10 milyon kişiden ibaretti. Yani bugünkü İstanbul nüfusunun üçte ikisi kadar. Dünya nüfusu 2000 yılında 6 milyara çıktı. 2020 yılında ise 8 milyara ulaşması bekleniyor.

Türkiye’nin dünyadaki 233 devlet arasında nüfus sıralamasında 17. sırada geldiğini görüyoruz. 2019 yılında, Türkiye’nin nüfusu 82.961.805’e ulaştı ve 82.438.639 olan Almanya’yı geçerek Rusya hariç Avrupa’da nüfusu en büyük devlet olma özelliğini kazandı.

2050 yılında 95 milyon nüfusla dünyada 19. Sırada gelecek ve Avrupa’da en büyük nüfusa sahip ülke olma özelliğini koruyacak.

Siyasi gelişmelere bağlı olarak bunun çok önemli sonuçlar doğurması bekleniyor. Örneğin, eğer Türkiye AB’ye üye olursa topluluğun birçok kararı nüfus sayısına göre hesaplanan üyelerin ağırlıklı oyuyla alındığından Türkiye en yüksek ağırlıklı oya sahip ülke olacak. Ayrıca Avrupa Parlamentosunda en çok sayıda milletvekili bulundurarak oradaki oylamalarda da büyük ağırlık kazanacak. Özellikle, AB bütçesi, yeni ülkelerin katılımı gibi konularda Avrupa Parlamentosunun yetkisi arttırıldığı için bunun önemli bir sonucu olacak. Türkiye’nin Avrupa Konseyindeki temsili de bundan etkilenecek.

Toprak büyüklüğüne bakıldığında, resmi kayıtlara göre, ülkemizin toprakları 769.630 km2 olarak gösteriliyor. Aslında yeni yaklaşımlara göre, karasularının ve ekonomik bölgenin ülke sınırları içinde görülmesi görüşü benimseniyor. Emekli Amiral Cem Gürdeniz bu deniz alanlarını ‘mavi vatan’ olarak nitelendirdi ve onun bu önerisi geniş kabul gördü.

Ancak, sadece kara toprakları dikkate alınsa bile Türkiye, Rusya hariç Avrupa’nın en büyük yüzölçümüne sahip ülkesidir. Bu alanda, dünyada 36. sırada yer alıyor. Ancak, toprakları Türkiye’den fazla olan ülkelerin çoğunun nüfusu Türkiye’den az.

Örneğin, 823 bin km2’den geniş topraklara sahip olan Namibya’nın nüfusu 2.600.000 kişiden ibaret. 1 milyon km2’den büyük topraklara sahip olan Moritanya’nın nüfusu 4,5 milyon. Yine 1,2 milyon km2’lik yüzölçümüne sahip Çad’ın nüfusu Türkiye’nin beşte birinden az. 2.700.000 km2’lik Kazakistan’ın nüfusu Türkiye’nin dörtte biri.

Hem toprakları Türkiye’den büyük hem de nüfusu Türkiye’den fazla olan ülkelerin sayısı 10’dan ibaret. Bunlar ABD, Brezilya, Çin, Endonezya, Hindistan, Meksika, Mısır, Nijerya, Pakistan ve Rusya.

Toprakları Türkiye’den küçük, fakat nüfusu Türkiye’den fazla olan sadece 4 ülke var: Bangladeş, Filipinler, Japonya ve Vietnam.

Türkiye askeri açıdan NATO’nun 2., dünyanın 9. en büyük ülkesi.

Bütün bu unsurlar dikkate alındığı zaman Türkiye’nin dünyadaki yeri daha iyi anlaşılıyor.

Türkiye’nin başka özellikleri de var. Türkiye hem NATO’ya hem de İslam Konferansına üye tek ülke. Ortadoğu ülkeleriyle sınırdaş olan tek Avrupa ülkesi. Halkı Müslüman olan ülkelerden laikliği anayasasının değiştirilemez maddesi haline getirmiş tek ülke.

Suriye’deki büyük insanlık dramlarından sonra, ülkesine en çok sayıda sığınmacı alan ülke.

Bütün bunlar, günlük gelişmeler ve sorunlar bir tarafa bırakılacak olursa, Türkiye’nin gücünü ve dünyadaki yerini gösteriyor. Böyle bir ülke bir de stratejik açıdan dünyanın en önemli bölgelerinden birinde bulunuyorsa, o ülkenin üzerinde tarih boyunca büyük devletlerin hevesleri ve beklentileri bulunması şaşırtıcı olmamalı. Bugün yaşadığımız sorunların arkasında işte bu büyük devletlerin etkilerinin, zorlamalarının, yapmaya çalıştıkları baskıların da rolü olduğu inkar edilemez.

Madalyonun sadece bir tarafını gösterip diğer tarafını göz ardı etmek mümkün değil. Osmanlı devletinin aydınlanma çağını ve sanayi devrimini kaçırması büyük bir kayıp olmuştur. Atatürk diyor ki “İstanbul’un fethini başaran büyük kudret aynı tarihlerde keşfedilen matbaayı bazı tutucu hukukçuların engellemesi nedeniyle 300 yıl boyunca Türkiye’ye getirmeyi başaramamıştır”.

Sadece matbaayı da değil, sanayi devriminin pek çok ürünü Türkiye’ye çok geç gelmiş ve ülkemiz sanayi alanında çok geride kalmıştır. Bunun o tarihlerdeki askeri gücümüze de olumsuz etkileri olmuştur. En parlak dönemlerinde yüksek askeri teknoloji imkanlarına sahip olan Osmanlılar sanayi devrimini kaçırınca, daha sonra keşfedilen silahlara ve askeri teçhizata sahip olmakta da gecikmişlerdir. Hatta bazen parasını ödediğimiz savaş gemilerini bile almak imkanından mahrum kalmışızdır. (İngiltere’den alamadığımız Sultan Osman ve Muavenet gemilerinde olduğu gibi)

Buhar gücüyle çalışan ilk gemi Atlantik’i 1819 yılında geçti. Amerika ile Avrupa arasında denizin altından ilk iletişim kablosu 1865 yılında döşendi. Oldukça yavaş sayılabilecek bir tempo ile gerçekleşmesine rağmen, Türkiye bu sürecin dışında kaldı.

Birazdan örneklerini vermeye çalışacağım gibi, şimdi de maalesef teknoloji devrimini kaçırmak üzereyiz. Araştırma, innovasyon, yapay zeka, robot, tıbbi keşifler, uzayın keşfi gibi alanlarda Türkiye’nin adı pek geçmiyor.

İlk ‘yerli ve milli’ otomobilimizi üretmek şu sıralarda en önemli hedeflerimizden biri. Oysa, dönemin sanayileşmiş ülkeleri ilk milli ve yerli otomobillerini 19. yüzyılın sonlarında ürettiler. Burada onlardan 120 yıl geride kaldık.

O ülkeler milli bilgisayarlarını 2. Dünya savaşının sonlarında üretmeyi başardılar. Bütün parçaları yerli olan bir bilgisayarın ülkemizde üretildiğini henüz işitmedik.

1930’lu yıllarda başladığımız uçak üretimini uzun yıllar askıya almak zorunda kaldık. Elektrik üretimi için nükleer santralleri hala yabancı ülkelerden almak zorunda kalıyoruz. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Teknoloji deyince sadece sözünü ettiğim örnekleri düşünmemek lazım. Örneğin, tarım alanında Hollanda ve Danimarka gibi ülkelerin uyguladıkları teknolojiler büyük verimlilik artışı sağladı. 23,8 milyon hektar ekilebilir araziye sahip olan Türkiye bazı tarım ürünleri üretiminde ve ihracatında, tarımda kullanılan teknolojilerde 2,2 milyon hektarlık ekilebilir araziye sahip Danimarka’nın ve sadece 908 bin hektarlık ekilebilir araziye sahip Hollanda’nın çok gerisinde kaldı. Hollanda’nın tarım ürünleri ihracatı Türkiye’nin 19 katı.

1980’lerin başında, Türkiye’nin tarım ürünleri ihracatı 2 milyar dolar, ithalatı ise sadece 50 milyon dolardı. Yani, ihracatımız ithalatımızın 40 katıydı. 2017 yılında, tarım ürünleri ihracatımız 5,3 milyar dolar, ithalatımız ise 9 milyar dolar. Yani ithalatımız ihracatımızın neredeyse 2 katı. Son zamanlarda tarım alanında yaşanan sıkıntılar değerlendirilirken bu husus dikkate alınmalıdır.

Tarım alanındaki sonuçlar değerlendirirken verimlilik rakamlarına da bakmak lazım. Örneğin, 21. Yüzyıla girerken buğday üretiminde hektar başına verimlilik Hollanda’da 8,8, İngiltere’de 7,7 ton iken, Türkiye’de sadece 2 tondu.

Son yıllarda ön plana çıkan kavramlardan biri insan sermayesi. Bu, genel ve mesleki eğitim gibi alanlarda elde edilen yeteneklerin bireylerin ve toplumun ekonomik değerlerini yükseltmek amacıyla kullanılması anlamına geliyor. Eğitim de insan sermayesine yapılan ve toplumda verimliliği arttıran bir yatırım gibi değerlendiriliyor.

Dünya ekonomik forumu, insan sermayesi alanında ülkeleri sağladıkları başarı düzeyine göre sıralandırmıştır. İlk sırada Finlandiya geliyor. İlk 10 ülke arasında Japonya, İsveç ve Hollanda da var. İlk 30 ülke arasında Fransa, ABD, İngiltere, Almanya, Rusya, İsrail gibi ülkeler bulunuyor. Maalesef Türkiye ilk 60 ülke arasında bile yer alamıyor. Listede 68. sıradayız.

İnsan sermayesi dünyanın şimdi yaşadığı teknoloji devriminde çağı yakalamak açısından önem taşıyor. Ancak bu devrim sanayi devrimi gibi değil, çok hızlı bir tempo ile gelişiyor.

İlk bilgisayar 1946 yılında üretildi. Bu o kadar büyük bir makinaydı ki 1949 yılında Popular Mechanics dergisinde yayınlanan bir makalede geleceğin bilgisayarlarının sadece 1,5 ton ağırlığında olacağı ve içlerinde sadece 1000 tüpün bulunacağı müjdeleniyordu.

2017 yılında üretilen bilgisayar ise sadece 690 gram geliyordu. 2018 yılında üretilen bilgisayarların hızı peta ölçüsüne göre değerlendiriliyor ve 1 peta 1 katrilyon bite’a eşit. Dünyanın en hızlı bilgisayarları Çin tarafından üretildi ve 93 petabite.

2060 yılına kadar yapay zekaya sahip ürünlerin insan zekasıyla yarışabilecek düzeye geleceği öngörülüyor.

Bugün sadece Çin’de 746 milyon internet kullanıcısı var. Bu sayı Almanya’da 73 milyon, G. Kore’de 47 milyon, Türkiye’de 46 milyon. Bu alanda dünyada 15. sırada geliyoruz. Ancak, internet kullanıcılarının nüfusa oranına bakıldığında, İspanya ve İtalya gibi ülkeler Türkiye’nin önüne geçiyor.

Teknoloji devrimini yakalayabilmek için araştırma ve geliştirme harcamalarını en ileri ülkelerin oranına yaklaştırmak gerekiyor. Örneğin ABD’de ARGE harcamaları 473 milyar dolar, Çin’de 409, Almanya’da 109, G. Kore’de 91, Brezilya’da 35 milyar dolar. Türkiye’de ise 15 milyardan ibaret. G. Kore’de ARGE harcamalarının GSMH’ye oranı %4,2, Türkiye’de ise %1’den ibaret.

Yüksek teknoloji ürünleri ihracatında 1. Sırada Çin geliyor. Onu izleyen ülkeler Almanya, ABD, Singapur, G. Kore, Fransa, Japonya ve İngiltere. Türkiye listede 37. sırada.

Teknoloji devriminin bazı göstergeleri bunlar. Geleceği Yakalamak kitabında bu konuda daha ayrıntılı bilgiler var.

Çağdaş ülkelerin aldıkları yabancı yatırımlar hem teknoloji alanında hem de diğer alanlarda kalkınma süreçlerini etkiliyor. en çok yatırım alan ülkeler arasında Amerika, İngiltere, Çin ve Hong Kong var. Çin’in aldığı toplam yabancı sermaye stoku 1,5 trilyon dolar, Singapur’un 1,1 trilyon, İspanya’nın 772 milyar dolar. Türkiye 143 milyar dolar ile 38. Sırada ve BAE’nin arkasından geliyor.

Ekonomik gelişmede borsaların önemli rolü var. Dünyada 60 büyük borsa var. Bunlardan 16’sı piyasa kapitalizasyonu 1 trilyon doların üstünde. İstanbul borsasının kapitalizasyon değeri 174 milyar dolar. Suudi ve Tel Aviv Borsasının arkasından Ortadoğu’da 3. sıradayız.

Gerek kalkınma gerek halkın yaşam düzeyi açısından eğitimin kalitesi çok önemli. Dünya ekonomik forumunun sıralamasına göre, bu alanda İsviçre ilk sırada, Almanya 16., Fransa 26., G. Kore 37, Çin 39. sırada. Türkiye ise maalesef 99. sırada yer alıyor.

Şu sıralarda maalesef ekonomide bazı sıkıntılar yaşıyoruz. Yüksek potansiyelimize rağmen, dünya sıralamasında Venezuela’dan sonra Türkiye en yüksek enflasyon oranına sahip. Faiz hadlerinden Arjantin’den sonra 2. Sıradayız. Tartışılması gereken konu bu sonuçlarının ne kadarı doğrudan doğruya Türkiye’de uygulanan politikalardan ne kadarının da dış faktörlerden kaynaklandığı. Örneğin, son zamanlarda çok sık dile getirilen dış borçlar konusuna bakıldığında Türkiye’nin kamu borçlarının GSMH’sına oranı %27,57 gözüküyor. Oysa, ispanyanın %99, Belçika’nın %105, İtalya’nın %132, Portekiz’in %128, Japonya’nın %237. Özel sektör borçlarıyla birlikte düşünüldüğünde bile, Türkiye’den daha fazla borçlu olan pek çok ülke var. Bu da her yönüyle değerlendirilmesi gereken bir konu.

Ancak, geleceğe yönelik araştırmalar yapan bazı uluslararası kurumlar Türkiye’nin geleceği ile ilgili oldukça iyimser tahminlerde bulunuyorlar.

Örneğin PWC’nin 2017 yılının Şubat ayında yaptığı değerlendirmeye göre, Türkiye’nin GSMH’sı 5 trilyon 184 milyar dolara ulaşıyor ve Fransa’nın önüne geçiyor. Tabii bu tahminlerin gerçekleşmesi büyük doğal afetler yaşanmamasına ve ekonominin iyi yönetilmesine bağlı.

Ulusal Güç’ten bahsederken Türkiye’nin askeri gücünün dünyada 9. sırada geldiğini söylemiştik.

Son yıllarda yumuşak güç kavramı ortaya çıktı. Burada dikkate alınan 500 göstergeye bakılarak ülkelerin dünyadaki etkinliği, diğer ülkeleri etkileme gücü gibi unsurlar dikkate alınıyor. Göstergeler arasında Hükümetlerin faaliyetleri, kültür, eğitim, uluslararası çalışmalara katılma, üniversitelere kabul edilen yabancı öğrencilerin sayısı, turizm, sanat ve kültür faaliyetleri gibi unsurlar da yer alıyor. Yumuşak güç sıralamasında 30 ülke sıralanıyor. Yıllar içinde bazen İngiltere, bazen ABD, bazen Fransa ilk sırada yer alıyor. Türkiye listede 2015 yılında 28. sırada, 2016 yılında listede yok, 2017 yılında yeniden listeye bu defa 30. sırada girmiş.

Çağdaşlık yarısında sosyal konular da yer alıyor. Özellikle kadınların toplumdaki durumu önemle izleniyor. Kadınlara oy hakkı verilmesi alanında Türkiye öncü ülkeler arasında. Listenin başında bu hakkı 1893 yılında kabul eden Yeni Zelanda yer alıyor. Onu Avustralya, Finlandiya ve Norveç izliyor. 1934 yılında bu hakkı tanıyarak dünya ülkeleri arasında 9. sırada. Geçmişimizle ne kadar iftihar etsek azdır. Ancak bugünkü sıralamalar maalesef koltuklarımızı kabartacak bir tablo göstermiyor. Türkiye Kadın erkek eşitliğinde dünyada 131. sırada gösteriliyor. Parlamentolardaki kadın milletvekillerine göre yapılan sıralamada 133. sıradayız.

Demokrasi sıralamasında da durum pek farklı değil. Türkiye demokratik ilkelere dayalı bir Cumhuriyet olarak kurulduğunda Avrupa’da sadece 7 demokrasi vardı. Bugün EIU’in sıralamasına göre devletler 4 kategoriye ayrılıyor. İlk sırada tam demokratik ülkeler var. Bunla 19 ülke. Aralarında ABD, Fransa ve İtalya gibi ülkeler yok. Onlar 68 ülkenin yer aldığı arızalı demokrasiler arasında yer alıyor: Türkiye maalesef bu grupta da yok. Demokrasilerle otoriter ülkeler arasındaki karma listede ve 110. sırada yer alıyor.


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.