ONUR ÖYMEN’İN DORTMUND ADD’DE YAPTIĞI KONUŞMA – 26 EKİM 2018

Değerli arkadaşlar, değerli konuklar,

Önce nazik davetiniz için içtenlikle teşekkür ediyorum. Birkaç gün sonra cumhuriyetimizin 95. Yıldönümünü kutlayacağız. Böyle bir günde Almanya’daki dostlarımızla birlikte bulunmak ve düşüncelerimizi paylaşmak benim için özel bir mutluluk vesilesidir.

Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet bilinen kısa tanımıyla halkın halk için halk tarafından idaresidir. Eski Atina’da bu kavramı demokrasi sözcüğüyle, eski Roma’da Cumhuriyet sözcülüğüyle ifade ediyorlardı.

Tarih boyunca cumhuriyetin ilginç bir serüveni var. Türkiye Cumhuriyeti’nin değerini anlamak için kısaca dünyada demokrasinin ve cumhuriyetin tarihine göz atmak gerekiyor. Herkesin aklına cumhuriyet denilince Atina demokrasisi ve Roma Cumhuriyeti geliyor.

Oysa Danimarkalı araştırmacı Thorekilt Jacobsen demokrasisinin kökeninin Mezopotamya’dan geldiğini söylüyor. Oradan Hindistan’a ve daha sonrada Atina ve Roma’ya geçmiş. Ne yazık ki, Ortadoğu’da yani demokrasinin beşiği olan topraklarda bugün demokrasiden söz eden yok. Yani, demokrasi bu topraklardan çıkıp Batıya gitmiş ve bir daha da geri gelmemiş.

Eski Yunanın binlerce yıllık geçmişi içinde demokrasi yönetiminin geçerli olduğu dönem 250 yıl. 

Demokrasi MÖ 6. Yüzyılın sonlarında doğuyor. Önce Isparta’da yerleşmiş. Yalnız orada bugün bize tuhaf gelen bir sistem var. Ülkeyi birbirini denetleyen iki kral yönetiyor. Bir anlamda bugünkü eş başkanlık gibi bir şey.

Atina’da ülke yönetimine hakim olan bir meclis bulunuyor, Kadınlar, köleler ve yabancılar bu mecliste yer alamıyor. Devletin üst düzeyinde görev yapabilmek belirli bir gelir düzeyine sahip olmakla mümkün. Yani Atina demokrasisinin bugünkü anlamıyla gerçek demokrasiyle pek ilişkisi yok. Devletin üst düzey yöneticileri sadece bir yıl görev yapabiliyor. Ancak, Perikles gibi ünlü bir komutan 32 yıl görev başında kalabiliyor. Demek ki, kurallar var ama demokrasiyle bağdaşmayan istisnalar da var.
 
Atina’da demokrasi denen rejime Romalılar cumhuriyet diyor. Roma cumhuriyeti MÖ 509 ile MÖ 27 yılları arasında varlığını sürdürmüş. En önemli kurum sadece asillerin katılabildiği 30 kişilik Senato. Bir de sade vatandaşların katılabildiği 193 kişilik bir meclis var, ama buna katılabilmek için de belirli bir gelir düzeyine sahip olmak gerekiyor. 
 
Roma Cumhuriyetinin tuhaflıklarından biri seçilmiş diktatörler. Senato belirli koşullarda konsüllerden birini altı aylık süre için diktatör ilan edebiliyor. Diktatör ilan edilince hükümet lağvediliyor.  

Roma hukukunun esasları 12 Levha Kanunları. Bu kanunlardan ilginç bir, iki hüküm şöyle:
 
• İhtilaflı taraflar öğlen saatinden önce görüşlerini mahkemede açıklayacak. Mahkemede bulunmayanlar haksız sayılıyor. Hakim güneş batmadan önce hükmünü verecek, yani adaletin gecikmesi söz konusu değil

• Özgür bir kişi, bir vatandaşın kemiğini kırarsa 300 para ödeyecek. Kemiği kırılan bir köle ise bu ceza 150 paraya düşüyor.

• Roma’da yalancı şahitlik cesaret işi. Zira yalancı şahitlik yaptığı saptananlar Tarpeian Kayasından aşağı atılacak. 
 
Kurallar böyle gidiyor.
 
Daha yakın tarihlere geldiğimiz zaman 1776 tarihinde Amerikan Bağımsızlık Bildirgesini ve bugünde pek az değişiklikle yürürlükte bulunan 1787 tarihli Amerikan Anayasasını görüyoruz. Amerikan anayasasının 231 yıllık geçmişinde toplam olarak sadece 27 değişiklik yapılmış. Hiç kimse çıkıp bizim anayasamız eskidi, çağın kurallarına uymuyor, yepyeni bir anayasa yapalım demiyor. 
 
Çağdaş demokrasilere örnek olarak gösterilen 1787 tarihli Amerikan Anayasasının da bazı ilginç özellikleri var. Anayasa’dan vatandaşların haklarından ve özgürlükleri ön plana çıkartılıyor ama demokrasi kavramı yer almıyor. Başka bir özelliği de şu: İnsanların eşitliği ilkesine dayanan bu anayasa köleliği kaldıramamış. Devleti kuranların bile köleleri var. Köleliğin kaldırılması için 65 yıl daha beklemek gerekecek. 
 
Avrupa’da çağdaş demokrasinin öncüsü olarak 1789’da yapılan Fransız İhtilali gösteriliyor. O ihtilalden üç yıl sonra 1792’de ilk cumhuriyet kuruluyor ve ilk anayasa yapılıyor. Ancak bu cumhuriyet sadece yedi yıl yaşıyor. Bu yedi yılın içinde de demokrasinin kesintisiz olarak yaşandığı düşünülmemeli. 1793-1794 yılları arasında rejim karşıtlarının başlattığı terör eylemlerini önlemek için olağan üstü önlemler alınıyor. Kilisenin ve asilzadelerin desteklediği isyancılarla yapılan mücadelede, özellikle Vendée bölgesinde 220.000 kişi öldürülüyor. 30.000 asker de hayatını kaybediyor. İsyancılarla baş etmek için kurulan hükümete “terör hükümeti” deniliyor. 1795’te direktuar denilen bir yönetim kuruluyor. O da dört yıl iktidarda kalabiliyor. Daha sonra 1799’da bir hükümet darbesi yapan Napolyon yönetimi ele geçiriyor. Ancak yönetimin başı olmak da Napolyon’a yetmiyor, 1804 yılında imparatorluğunu ilan ediyor. Tabii ki anayasada değişiklik yapılıyor. Yeni rejim halkın oyuna sunuluyor ve açık farkla kabul ediliyor. Yani Fransa “halkın özgür iradesiyle” demokrasi yerine diktatörlüğü seçiyor.

Fransa yeniden cumhuriyet dönemine geçebilmek için tam 49 yıl bekliyor. 1848’de Fransa’da devrimciler monarşiyi yıkıp yeniden cumhuriyet rejimi kuruyorlar ve cumhurbaşkanlığı seçimi yapılıyor. Bu defa Napolyon’un yeğeni Louis Napolyon aday oluyor. Seçimlerde 5 milyon 587 bin oy alıyor, bu bütün oyların %75’i demek.
 
4 yıllık cumhurbaşkanlığı süresi Louis Napolyon’a yetmiyor. Yeniden seçilme hakkına kavuşması için anayasanın değiştirilmesi lazım. Ancak parlamentoda yeterli destek bulunamıyor. Louis Napolyon’un geri adım atma gibi bir alışkanlığı yok. 2 Aralık 1851 tarihinde bir hükümet darbesi yaparak diktatörlüğünü ilan ediyor. 
 
Orada da Louis Napolyon’u destekleyen bazı aydınlar var. Bunlardan biri Victor Hugo. Louis Napolyon’a karşı çıkan aydınlardan 220 kişi tutuklanıyor, 3000 kişi Cezayir’e sürülüyor. 
 
Darbe döneminde yeni bir anayasa hazırlanıyor. Buna göre, cumhurbaşkanları on yıl için seçilecek ve kanun yapma yetkisi de cumhurbaşkanında olacak. Senato üyeleri cumhurbaşkanı tarafından ömür boyu seçilecekler. İşte böyle bir anayasa halkın oyuna sunuluyor. Sonuç 7,5 milyon kabul, 640 bin ret oyu. 
 
1852 yılında seçimler yapılıyor. Muhalefet sadece 8 milletvekili çıkarabiliyor. Bunlarda da sadece 3’ü cumhuriyetçi.

Louis Napolyon bu sonuçtan memnun oluyor mu? Hayır olmuyor, çünkü onun hedefi imparator olmaktır. Bir halk oylamasına gidiliyor. 7 milyon 800 bin kişi Louis Napolyon’un imparatorluğunu destekliyor. Karşı oy kullananların sayısı 250 bin. 
 
O tarihten sonra, Fransa defalarca rejim değişikliğine gidiyor. Beş defa cumhuriyet kuruluyor. Beşincisi De Gaulle’nin dayatmasıyla 1958 yılında kurulan cumhuriyet. O cumhuriyetin anayasası bugün Avrupa’nın en anti-demokratik anayasalarından birisi sayılıyor. Zira, o anayasanın 16. maddesi bazı durumlarda cumhurbaşkanına olağanüstü yetkiler veriyor. 
 
Özetle, Batı ülkelerinin demokrasi ve cumhuriyet geçmişinde sadece güneşli günler yok. Bugün de bütün Batı ülkelerinin eksiksiz bir demokrasiye sahip olduklarını söylemek mümkün değil. Economist Intelligence Unit’in sıralamasında sadece 19 ülke tam demokratik ülkeler sayılıyor. Bunların arasında Amerika, Fransa, İtalya ve Japonya gibi ülkeler yok.

Türkiye’ye gelince, 19 yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunda cumhuriyetin adını bile ağıza almak cesaret meselesi. Özgürlük fikrinin temsilcilerinden Namık Kemal “zulüm ve işkence ile özgürlüğü kaldırmak ne mümkün. Gücün yetiyorsa insanların düşünce kabiliyetini dünyadan kaldır” diyor. Ancak o bile cumhuriyet kelimesini kullanmaktan kaçınıyor. Namık Kemal Cumhuriyet rejimi bizde uygulanamaz. Memleketimizde zaten böyle bir düşünce kimsenin aklına gelmez” diyor.
 
En çağdaş düşünceli aydınlardan ve 1876 I. Meşrutiyet Anayasasının mimarı Mithat Paşa bile kendisine “cumhuriyet kurmak istiyor” diyenleri iftiracılıkla suçluyor.

Cumhuriyetten övgü ile bahseden pek nadir aydınlardan biri Ziya Paşa. Cenevre’de yayınlanan Hürriyet Gazetesine 1870 yılında yazdığı “İdare-i Cumhuriyye ve Hükümet-i Şahsiyye” başlıklı makalesinde şöyle diyor: “Cumhuriyet idaresinde padişah, imparator, sadrazam yoktur. Memleketin padişahı, imparatoru, kralı memleketin ahalisidir…Cumhuriyet idaresinde gazeteciler hükümeti koltuklamaya borçlu olmayıp kanun hükmü çerçevesinde her türlü tarizi yazmaya yetkilidirler…Meclis üyelerinin hiçbirinde memuriyet üzerinden zengin olmak, para kazanmak kusuru olamaz. Cumhuriyet idaresinde Bakanların entrikaları asla yürüyemez.”
 
Peki, şahsa bağlı iktidarlarda durum nasılmış? Ziya Paşa yazısında onu da yazıyor: “Şahıslara bağlı hükümetlerde bunların vükelası, müsteşarları ünvanlıyla bazıları iş başına geçerler. Sözde memleket bunların ceddinden miras kalmış çiftlik, halk da çiftlikteki damızlık gibi milyon halkı çalıştırırlar, soyarlar, ellerindekini alıp kendi safahatlarına harcarlar. Himaye ettiklerinden biri suçlu olsa kanunun pençesinden kurtarır, mahkemede haksız bir işi olsa haklı çıkartır, düşmanlık ettiği bir adamı asla suçu yokken hapsedip sürer, geçim yolunu ortadan kaldırır, sefalet çektirir. Şahıslara bağlı hükümetlerde gazeteciler işbaşındaki büyüklerin dalkavukluğuyla geçinirler. Hükümet bir fena işte bulunsa da gene övgülerini göklere çıkartırlar. Yapılan fenalığı iyilik gibi göstermeye çalışırlar. Zira asıl maksatları vatana ve millete hizmet olmayıp para kazanmaktır.”
 
Birinci dünya Savaşından sonra cumhuriyet fikrini ilk defa düşünen ve yakın çevresine söyleyen kişi Mustafa Kemaldir. 
 
Atatürk, bu projesini Samsun’a çıktıktan kısa bir süre sonra, 7-8 Temmuz gecesi Erzurum’da hedeflerini yakın çalışma arkadaşlarından Mazhar Müfit Kansu’ya yazdırıyor. O hedefler şunlar:
• Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır
• Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
• Tesettür kalkacaktır.
• Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.
• Latin harfleri kabul edilecektir.

Lozan’dan üç ay sonra Türkiye saltanatı kaldırdı ve cumhuriyeti ilan etti. Mecliste bu düşünceye karşı çıkanlar da vardı, ama Atatürk cumhuriyeti kurmaya kararlıydı ve bunun gerektirdiği siyasi mücadeleyi başarıya ulaştırdı. 1924 Anayasası bu cumhuriyetin temellerini ve niteliğini ortaya koyuyordu. Türkiye bir parlamenter demokrasi olacaktı.  

O sırada dünyada başkanlık rejimi ile yönetilen devletler de vardı. Örneğin ABD, 136 yıldan beri başkanlık sistemi ile yönetiliyordu. Ama Türk Devletini kuranlar başkanlık rejiminin başkanlık diktatörlüğüne götürebileceğini düşünüyorlardı. O nedenle, parlamentonun üstünlüğüne dayalı bir rejim kurdular. O rejimin özünde egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu fikri vardı. O milletin adı neydi? O milletin adı “Türk milletiydi”. Atatürk 1924 Anayasasının 84. maddesinde yazıldığı gibi hangi etnik kökenden, dinden, mezhepten gelirse gelsin Türkiye’nin ahalisine Türk milleti denileceğini söylüyordu. Türkiye’ye vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk sayılacaktı. O tarihten sonra kabul edilen bütün anayasalarımızda da bu hüküm yer almaktadır. 

Ne yazık ki, son yıllarda anayasadan Türk kelimesini kaldırma önerileri ortaya atıldı.
 
Özellikle, Kürt meselesine bir çözüm bulma niyetiyle yola çıkan Atlantic Council yöneticilerinden David Phillips 2009 yılında hazırladığı raporda Türkiye’nin yeni bir anayasa yapması ve bu anayasada Türk kelimesinin geçmemesi gerektiğini savunuyor. İşin ilginç tarafı çok sayıda Amerikan düşünce kuruluşunun raporlarında da yer almasıdır.
 
Atatürk, Cumhuriyetin ve demokrasinin ancak laik bir devletin çatısı altında gerçekleştirilebileceğine inanıyordu. Hedeflerinden biri de din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıydı, yani laiklikti. Cumhuriyet daha ilk yıllarından itibaren bu konuda gerekli temel düzenlemeleri yapmış ve kısa bir süre sonra da laikliği bir anayasa maddesi haline getirmiştir. 
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli özelliklerinden biri de bağımsızlıktır. Atatürk, siyasette, ekonomide, bilimde, kültürde, her alanda tam bağımsızlık fikrini savunmakta ve Türkiye’yi yabancıların telkinleriyle yönetmeye çalışanlara tepki göstermektedir. 
 
Atatürk şöyle diyor: “Hangi ülke vardır ki yabancıların telkinleriyle yükselmiş olsun, tarih böyle bir şeyi yazmadı.” Bugün yurt dışında Kemalizm’i eleştirenlerin esas sıkıntısı işte bu tam bağımsızlık kavramından kaynaklanıyor. Çünkü Batılı büyük devletler Türkiye gibi ülkelerde onların her istediğini yapacak iktidarların iş başında olmasını isterler.
 
Cumhuriyetin temelinde insan hakları da önemli bir yer tutuyor. 1924 Anayasasının insan haklarıyla ilgili maddeleri neredeyse tıpatıp 1792 tarihli Fransız Cumhuriyet Anayasasının hükümlerinin tekrarıdır. 

Türkiye’de, hala tartışılan bir halk oylamasıyla rejim değişikliğine gidildi ve Cumhurbaşkanlığı sistemi adı alında başkanlık rejimi kuruldu.

Demokrasilerin başlıca iki temel dayanağı var: Biri devletin kurucu iradesi. Biri de seçimleri kazanan iktidarın iradesi. Kuşkusuz serbest seçimler, basın özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği gibi unsurlar da demokrasinin vazgeçilmez koşulları. Devletin kurucu iradesini göz ardı ederek sadece seçimle gelmiş bir iktidarın iradesiyle yeni bir anayasa yapmaya girişmek, hatta başkanlık sistemine geçmek için rejim değişikliğine gitmek demokrasinin temel ilkeleriyle bağdaşmıyor.

Peki Cumhuriyeti kuranların bu konudaki görüşleri ve iradesi neydi?

1930’lu yılların başında Atatürk’ün bir başkanlık rejimi kurma niyeti olduğu yolunda rivayetler çıkıyor. Atatürk’ün bunlara tepkisi çok açık ve nettir. Atatürk şöyle diyor: “Şaşarım o efendilerin aklı perişanına. Hep biliyoruz ki, memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsi idareden gelmiştir. Bu kadar geri kalmamızın başlıca amillerinden biri budur. Biz öteden beri, böyle bir idareyi bertaraf etmek için mücadele ettik. Şimdi nasıl olur da benim aynı yola gitmekliğim, yeniden devlet hayatında tarafımdan böyle bir çığır açılması istenebilir…Amerikan sistemini memleketimizde tatbik etmeyi hiç hatırıma getirmedim; sistemsiz ve kanunsuz tarzda, Reisicumhurlukla Başvekaleti birleştirmeyi düşünmedim ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe malumdur zannederim.”
 
Dünyadaki uygulamalara baktığımızda şunu görüyoruz: başkanlık rejiminin yürürlükte olduğu 103 ülke var. Bunlardan sadece 15’i demokratik ülkeler. Bu ülkelerin başında ABD geliyor. Yalnız ABD’yi diğer ülkelerle kıyaslamak zordur. Devletin demokratik yapısı Cumhurbaşkanı, Senato ve Yüksek Federal Mahkeme arasındaki dengelerden oluşuyor. 
 
Bu 15 demokratik ülkenin sadece dördü Avrupa ülkesi: Fransa, Portekiz, Romanya ve Estonya. Bir de gerçek bir demokrasiye ulaştığı konusunda ciddi kuşkular bulunan Rusya.
 
Cumhuriyetimizin 95. yılında dikkat etmemiz gereken noktalardan biri de şudur. Acaba hangi ülkenin cumhuriyeti bizim cumhuriyetimizden daha uzun süre yaşamıştır? Almanlar Weimar Cumhuriyeti’ni sadece 14 yıl yaşatabildiler. Fransız İhtilali’nden sonra 1792’de kurulan cumhuriyet kaç yıl yaşatıldı dersiniz? Sadece 8 yıl yaşadı. Ondan sonra Napolyon darbesi ile bir imparatorluk haline dönüştü. Fransa’nın ikinci bir cumhuriyete ulaşması için 48 yıl gerekiyor. 48 yıl sonra gelen ikinci cumhuriyet de bizim ikinci cumhuriyetçilerin kulağına küpe olsun, sadece 4 yıl yaşıyor. İngiltere’de Cromwell’in kurduğu cumhuriyet 10 yıl yaşıyor.
 
Tarihte fazla gezinmeyelim belki ama dünyada Türkiye kadar cumhuriyeti 95 yıl gibi uzun süre yaşatabilmiş ülke azdır. Almanya’nın bugünkü cumhuriyetinin de doğum tarihi 1949. O tarihten bu yana geçen zaman 70 yılı bile bulmadı.

Avrupa’nın başlıca ülkelerinde bugün yaşayan cumhuriyetlerin tarihi bizim cumhuriyetimizden daha yenidir. Bununla birlikte bazı gerçekleri de görmemiz gerekiyor. Bugün Türkiye’deki demokrasinin birçok açıdan başka ülkelerin demokrasilerinin gerisinde olduğu görülüyor. Güvenilir uluslararası kuruluşların ve örgütlerin saptamalarına göre, Türkiye uluslararası demokrasi endeksinde 100. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütünün basın özgürlüğü sıralamasında 157 sıradayız. Freedom House özgürlükler açısından ülkeleri dört kategoriye ayırıyor: Özür ülkeler, Kısmen Özgür ülkeler, Özgür olmayan ülkeler. Maalesef 2018 raporunda Türkiye “özgür olmayan ülkeler” kategorisine düşürüldü.

Kadın Erkek eşitliğinde 131. sırada geliyoruz. OECD rakamlarına göre, kadınların işgücüne katılma oranı %37,3. AB ülkelerinde en düşük katılım %48’le Yunanistan.

Bilgiye erişmede dünya ülkeleri arasında 82. sırada geliyoruz. Legatum, refah endeksinde 88. sıradayız.

İnsan gelişimi endeksinde 71. sıradayız. Eğitimde PİSA, matematik, bilim ve okuma-anlama endeksinde Meksika hariç, bütün OECD ülkelerinin gerisindeyiz.

AİHM’de bizden daha fazla aleyhinde ihlal kararı olan ülke sayısı çok azdır. 

Bu tablo Cumhuriyeti kuranların özlediği bir tablo değildi.
 
Cumhuriyetimizin kuruluşuyla, demokrasimizin dayandığı temellerle, ülkemizin kurucu iradesinin tercihleriyle ne kadar övünsek azdır, ama ülkemizde demokrasinin bugünkü durumu hakkında aynı şeyleri söyleyebilecek durumda değiliz. Bu nedenle, parti farkı gözetmeksizin hepimize düşen ortak görev eksiklerimizi kabul ederek ülkemizi dünyanın en çağdaş demokrasileri düzeyine yükseltmek olmalıdır. 

Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen kötümserliğe kapılmamalıyız. Türk milleti bundan daha zor koşullarda bile engelleri aşarak başarıya ulaşmanın yolunu bilmiştir. Türk halkı şimdi de Atatürk’ün ışıklı yolundan giderek bütün sorunlarını aşacak ve ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine taşıyacaktır. En büyük güvencelerimizden biri de Almanya’da ve yurt dışındaki başka ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızdır. Sizlerin bilgi birikiminiz, tecrübeniz ve vatanseverliğiniz bütün sorunlarımız aşmakta bize büyük bir güç ve destek verecektir.


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.