ONUR ÖYMEN’İN ODA TV’YE VERDİĞİ MÜLAKAT – 23 OCAK 2018

1) Rauf Denktaş en zor koşullarda bile halkının ve ülkesinin çıkarları için yüksek bir cesaretle mücadele eden bir dava adamıydı. Dünyanın en küçük devletlerinden birinin lideri olmasına rağmen, dünyanın en büyük devletlerinin baskılarına karşı haklı davasını savunarak direnmesini bildi.

Atatürk ilkelerine, tam bağımsızlığa ve demokrasiye sahip çıkan Denktaş, Kıbrıs Türklerinin egemenliğini, eşitliğini ve özgürlüğünü savunmuş ve ülkesinin dünyanın demokratik ve özgür ülkeleri arasında yer alması için büyük çaba sarf etmişti.

Kıbrıs’ta görev yaptığım yıllarda ve daha sonraki dönemlerde Sayın Denktaş ile yakın çalışma içinde olmak bana onun yüksek değerlerini ve meziyetlerini bizzat görme fırsatı verdi.

Sayın Denktaş’ın anısı önünde bir kere daha saygıyla eğliyorum.

2)Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerde gerçekten uzun zamandan beri inişler ve çıkışlar yaşanıyor. İkinci Dünya Savaşından sonraki dönemde, Amerika’nın Türkiye’ye verdiği siyasi ve ekonomik destek Türk halkı tarafından memnuniyetle karşılanmıştı. Özellikle, Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonra, askeri alanda gerçekleştirilen işbirliği her iki ülkeye ve ittifaka yarar sağlamıştı.

Ancak, daha sonraki yıllarda ilişkilerimizde ciddi sıkıntılar yaşadık. Bunun en önemli sebeplerinden biri Türkiye ve Amerika’nın bizim açımızdan önem taşıyan Kıbrıs konusu, Ermeni meselesi, Kürt sorunu ve Ortadoğu’daki bazı gelişmelerle ilgili olarak temel tercihlerinin, stratejik menfaatlerinin ve beklentilerinin çoğu zaman örtüşmemesidir.

1964 yılında Kıbrıs Rumlarının Londra ve Zürih Antlaşmalarını ortadan kaldırmayı ve Türkleri Adadan tasfiye etmeyi amaçlayan saldırıların üzerine Türk hükümetinin Adadaki soydaşlarımızı korumak için yaptığı hazırlıklara karşı Başkan Johnson’ın Başbakan İnönü’ye gönderdiği ve tehditkar ifadeler içeren mektup ülkelerimiz arasındaki dostluk ve ittifak ilişkilerini zedeleyici etkiler yapmıştı.

Yakın geçmişte, Türkiye’nin uluslararası anlaşmalara dayanarak gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekatından sonra, Amerika’nın Türkiye’ye baskı yapma yolunu seçmesi ve bu amaçla Amerikan Kongresinin Türkiye’ye silah ambargosu uygulama yoluna gitmesi ilişkilerimize zarar vermiştir.

Son yıllarda, terörle mücadelede Türkiye maalesef Amerika’dan beklediği desteği görememiştir. İlişkilerin sağlıklı bir zemine oturtulabilmesi için Amerika’nın, Türkiye’nin temel çıkarları konusunda daha duyarlı ve yapıcı bir tutum izlemesi gerekmektedir.

3) Afrin Harekatını güncel gelişmelerin ötesinde bölgedeki çıkar çatışmaları ve stratejik hedefler açısından değerlendirmek uygun olur. Amerika’nın IŞİD terör örgütüyle mücadele etmek için PKK ile işbirliği içinde hareket ettiği artık iyice anlaşılan PYD ile işbirliği yoluna gitmesi ve Türkiye’nin bu konudaki uyarılarını yeterince dikkate almaması ciddi bir sıkıntı yaratmıştır.

İngiltere’nin Ankara eski Büyükelçisi Richard Moore, Amerika’nın Şam eski Büyükelçisi Robert Ford PKK ile PYD arasındaki yakın ilişkiyi açıkça dile getirmişlerdir. Uluslararası Af Örgütü PYD’nin işgal ettiği köylerdeki evleri yıkmasını, insanları bir daha geri dönemeyecek şekilde göçe zorlamasını uluslararası insani hukuk açısından kuvvetle eleştirmiş ve bunun bir savaş suçu olduğunu belirtmiştir. Bu gerçeklere rağmen, Amerika’nın PYD’ye büyük miktarda silah yardımı yapması ve siyasi destek vermesi, özellikle IŞİD’in Suriye’deki gücünün ve etkinliğinin çok azaldığı bir dönemde bu yardım ve desteğini sürdürmesi IŞİD’in tasfiyesinin dışında da bazı hedef ve beklentilerinin olduğu izlenimini yaratmaktadır.

Özellikle, son zamanlarda, PYD’nin Kürtlerin yaşamadığı toprakları ve önemli petrol kaynaklarını ele geçirmesi bu örgütün hedefleri hakkında ciddi soruları gündeme getirmektedir.

PYD’nin bir yandan da Irak sınırı ile Akdeniz arasında bir koridor oluşturma çabası büyük devletlerin bölgeye ilişkin uzun vadeli amaçları açısından değerlendirilmelidir.

Bu gibi gelişmeler uzun yıllardan beri, Türkiye’ye yönelik saldırılarda bulunan PKK’ya destek anlamına gelecek ve dolayısıyla Türkiye’nin güvenliğine ciddi bir tehdit oluşturacaktır. Bu nedenle, Türkiye’nin Afrin’e müdahalesini ulusal güvenlik çıkarlarımız açısından kaçınılmaz bir hareket olarak değerlendirmek gerekir.

Kuşkusuz, PKK-PYD varlığının Afrin’den tasfiyesi tek başına Türkiye’nin sınır boyunca güvenliğine yönelik tehditleri bertaraf etmeye yetmeyecektir. Suriye’nin bütün topraklarında egemenliğini yeniden sağlaması Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına da hizmet edecektir. Bu nedenle Türkiye ile Suriye arasında diplomatik temas kanallarının yeniden işletilmesi önem taşımaktadır.

4) Amerika’nın yeni ulusal strateji belgesinin ne Avrupa ne de Ortadoğu bölümlerinde Türkiye ile işbirliğinden söz etmesi düşündürücüdür. Ortadoğu ülkelerine komşu tek NATO üyesi olması Türkiye’nin stratejik önemini arttırmaktadır. Amerika’nın öteden beri, İsrail’in bölgedeki güvenlik çıkarlarının korunmasını önemli bir hedef saydığı görülmektedir. Ancak, gerek Amerika’nın gerek diğer NATO müttefiklerinin Ortadoğu’daki gelişmelere sadece İsrail’in menfaatleri açısından bakması ve yön vermeye çalışması İttifak dayanışmasına katkı sağlamaz. Türkiye’nin güvenlik çıkarlarının en etkili biçimde korunması diğer NATO müttefiklerinin güvenliğine de hizmet edecektir.

Türkiye bir yandan uluslararası taahhütlerine saygı gösterirken, bir yandan da ulusal çıkarlarını en etkili biçimde korumak zorundadır. Bu nedenle, Türkiye’nin bölge ile ilgili bütün devletlerle temasta, diyalogda ve gerektiğinde işbirliğinde bulunması yadırganmamalıdır.

5) Türkiye’nin dış politikasındaki gelişmeleri sadece AKP hükümetleri dönemiyle sınırlı bir çerçevede değerlendirmek eksik bir yaklaşım olur. Kıbrıs konusu, Kürt sorunu, Ermesi meselesi, Ege sorunları gibi konularda bazı büyük devletlerin Türkiye’nin çıkarlarıyla bağdaşmayan politikalar izlemeleri AKP döneminden önce de Türkiye’ye rahatsızlık veren konulardı.

AKP döneminde yabancı ülkelerin Türkiye’ye yönelik tutumlarında ve beklentilerinde özlü bir değişiklik olduğunu söylemek zordur. 2004 yılında Türkiye’nin AB üyeliği sürecine girmesi yolunda atılan bazı adımlar maalesef son zamanlarda yine Avrupa’dan kaynaklanan engellemelerle karşılaşmaktadır. Örneğin, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin uluslararası antlaşmalara açıkça aykırı olarak AB’ye üye yapılması Türkiye’ye karşı dostane olmayan bir tavır olmuştur.

Bu gibi tavırlar ve Türkiye’nin Avrupa’dan dışlanmasına yönelik politikalar Türkiye’de demokrasi, özgürlükler ve insan hakları alanlarındaki bazı eksikliklerin giderilmesine yardımcı olacak nitelikte değildir. Tam tersine, Türkiye’yi Avrupa’dan büsbütün uzaklaştırıcı sonuçlar verebilir.

Aynı şekilde, Kıbrıs sorununun KKTC’ye karşı ambargolar uygulanarak baskı yöntemiyle çözülmek istenmesi de Türk milletinin AB’nin politikalarına yönelik kuşkularını büsbütün arttırmıştır.

Türk dış politikasının cumhuriyetin temel ilkelerine yönelik olarak şekillendirilmesi her dönemde ülkemize kazanç sağlamış ve aksi yöndeki politikalar zarar vermiştir. AKP iktidarı dönemindeki dış politikamızın muhasebesini bu genel ölçüler çerçevesinde yapmak gerekir. Özellikle terör örgütüyle müzakere noktasından mücadele noktasına gelmesi iktidarın da evvelce yapılan bazı hataları düzeltme çabasına girdiği şeklinde yorumlanabilir.

İktidarın bölge ülkeleriyle ilişkilerde ve terörle mücadelede ülkemizin geçmişte başarıyla uyguladığı bazı politikaları değerlendirerek onlardan yararlanmaya çalışması bence isabetli olur. Bunların arasında, Ege’de Kardak konusunda Yunanistan’ın fiili durum yaratma çabalarına karşı Türkiye’nin izlediği kararlı tutum ve Öcalan’ın Suriye’den çıkartılması sonucunu veren etkili diplomasi örnek alınabilecek niteliktedir.

Dış politikamızı her türlü iç politika düşüncesinin dışında ulusal çıkarlar çerçevesinde, birlik ve beraberlik içinde yürütmek başarılı sonuçlar alma şansımızı arttıracaktır.


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.