Tek Kişiye Bağlı Parlamenter Rejimlerin Yarını, Onur Öymen

Tanınmış Fransız hukukçulardan Prof. Chatelin, Fransa’nın bugünkü rejimini tahlil ettikten sonra, ister istemez şu soruyu soruyor:

“Bir kişinin kuvvet ve prestijiyle devlet yönetimine hakim olması, rejimin geleceği için ne dereceye kadar bir teminat olabilir?”

Fransa’daki son gelişmelerin ışığı altında bu soruya cevap veren Prof. Chatelin 5. Cumhuriyetin temel müesseselerinin, General de Gaulle’ün şahsi otoritesi etrafında kurulmasını, Fransa’daki rejimin geleceği bakımından ümit verici görmemektedir.

Gerçekten, Devlet Başkanının, Nisan-Eylül 1961 devresinde, Anayasanın 16. maddesine dayanarak yetkilerini en geniş şekilde kullanması, Roma devrindeki diktatörlük müessesesini hatırlatmakta ve Fransa’da parlamenter rejimin işleyişi yönünden ciddi endişeler yaratmaktadır. Anayasanın kendine oldukça belirsiz bir şekilde tanıdığı “hakemlik” yetkisini, bir hayli geniş bir açıdan yorumlayan başkan de Gaulle, devlet mekanizmasının işleyişine “ keyfi” sayılabilecek müdahalelerde bulunabilmektedir. Sorumlu yöneticilere doğrudan doğruya gönderdiği mektuplarla, Anayasayı kendi anlayışına göre yorumlayan başkan, fiilen bir hükümet başkanı fonksiyonu görmektedir.

Fransa’daki tek bir kişiye, rejimin parlamenter vasfını kaybettirecek derecede yetkiler verilmesi, hiç şüphesiz devamlı kabine buhranlarını önlemek arzusundan doğmuştur. Gerçekten, 4. Cumhuriyette, çeşitli zıt fikirlerin birbirine yakın sayıda milletvekili ile temsil edildiği parlamentoda, yakın görüşleri savunan partilerin yaptıkları koalisyonlar, gerekli ekseriyeti uzun müddet muhafaza edemiyorlar ve Fransa kuvvetli ve istikrarlı bir hükümete sahip olamıyordu.

Bu durum bir bakıma, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu siyasi durumu hatırlatmaktadır. Şöyle ki, mecliste temsil edilen siyasi partilerin–mahiyet itibariyle, Fransa’dakine benzemekle beraber–derin görüş ayrılıklarına sahip olmaları, sağlam ve kuvvetli koalisyon hükümetlerinin kuruluşunu güçleştirmektedir. Bu durum karşısında, bizde de, devlet yönetiminin istikrara kavuşturulması yolunda kuvvetli liderlerin prestijine başvurmak zarureti ortaya çıkmıştır. Ancak, bu liderlerin seçimlerinde ve işbaşına getirilmelerinde göz önünde tutulan husus, bunları, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal meselelerine bir çözüm bulabilme yetenekleri değil, memleketin bugün içinde bulunduğu siyasi huzursuzluğu gidereceklerine olan inançtır. İşte bu inançladır ki, prestij sahibi liderlerin anayasayla tayin edilmiş olan uzunca bir süre zarfında iktidarda kalmalarına oy verilmiştir.

Ancak, memleketin içinde bulunduğu siyasi huzursuzluğu gidermek nasıl gerekiyorsa, bazı iktisadi ve sosyal reformların en kısa zamanda fiiliyata intikal ettirilmesini sağlamak da aynı şekilde gerekmektedir.

İşte, kanaatimizce, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmaz budur. Hiç şüphesiz, iktisadi ve sosyal meselelerin çözümü, siyasi istikrarı sağlamak amacıyla iktidara gelmiş liderlerden beklenmez. Bu reformların gerçekleştirilmesi için lüzumlu şart ve imkanların sağlanmasının yetişkin, bilgili ve yeterli bir liderler kadrosunun devlet idaresinde birinci derecede bir rol oynamasıyla mümkün olabileceği kanaatindeyiz.

Siyasi huzuru sağlamak amacıyla sorumlu makamların o konularda yeterli oldukları şüpheyle karşılanabilecek kimseler dağıtılmalarıyla, siyasi istikrarın sağlanması yolunda, temel prensiplere uygun olmasa da bazı gündelik tedbirlerle işlerin idare edilmesiyle, Türkiye’nin temel meselelerine bir çözüm yolu bulunacağına inanmak güçtür.

Ne yazık ki, bugünkü siyasi durumumuz, daha başka bir hareket tarzını mümkün kılmamaktadır ; siyasi keşmekeş içinde bir iktisadi kalkınma elbette düşünülemez. Ama, yukarıda söylediğimiz gibi, reformların da beklemeye tahammülü yoktur.

İşçilerin, bugüne kadar alışılmamış ölçüde gösteriler yaparak içinde bulundukları durumu beğenmediklerini ifade etmeleri, memlekette yalnız siyasi değil, fakat aynı zamanda iktisadi bir huzursuzluğun da var olduğunun bir delilidir.

Bu çıkmaza bir çözüm yolu bulmak bugün için mümkün görünmüyor. Biz burada, sadece içinde bulunduğumuz durumun çelişikliğine işaret etmek istedik.

Son olarak şunu belirtmek gerekir ki, devlet yönetiminde bir lidere geniş yetkiler verilmesi, temel iktisadi ve sosyal meselelerini büyük ölçüde halletmiş olan Fransa’da bile siyasi rejimin geleceği bakımından bazı endişeler doğurmaktadır. Siyasi ve sosyal karakteri bakımından az gelişmiş ülke tipinin bütün niteliklerine sahip olan Türkiye’nin devlet yönetimindeki istikrarı tek bir şahsa bağlanması bakımından, parlak bir siyasi gelecek vaat ettiğini iddia etmek güç olacaktır.


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.