Son Eklenenler:
- Kıbrıs’ta beklenmedik gelişmeler – Onur Öymen – Cumhuriyet Gazetesi – 18 Nisan 2025
- SPUTNİK AJANSININ ADANA MUTABAKATIYLA İLGİLİ SORULARINA KARŞILIK VERDİĞİM MÜLAKAT 27 OCAK 2019
- ODA TV’DEN NURZAN AMURAN’A VERİLEN MÜLAKAT 27 EKİM 2019
- 3 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 99. yıldönümü Hakkında 25 NİSAN 2019
- CUMHURİYETTE “ ABD’NİN AMACI DEVLETÇİKLER OLUŞTURMAK” ADLI MÜLAKAT 24 AĞUSTOS 2019
- GAZETE DURUM’DAN BAHADIR SELİM DİLEK İLE MÜLAKAT “VETO HAKKINI SONUNA KADAR KULLANMALIYIZ 23 MAYIS 2022
- Cumhuriyet gazetesi Tuncay Mollaveisoğlu imzasıyla ve “Türkiye Geri Adım Atamaz” başlığıyla yayınlanan mülakat 22 TEMMUZ 2019
- ABD BAŞKANI TRUMP’IN AMERİKA’NIN 1987 TARİHLİ ORTA MENZİLLİ NÜKLEER SİLAHLAR ANTLAŞMASINI (INF) ASKIYA ALMA KARARIYLA İLGİLİ OLARAK SPUTNİK HABER AJANSINA VE BAŞKA YAYIN ORGANLARINA VERİLEN DEMEÇ 22 ŞUBAT 2019
- Türkiye’deki Demokrasi, İnsan Hakları, Basın Özgürlüğü ve Düşünce Özgürlüğü Alanlarındaki Eleştiriler Hakkında 21 KASIM 2019
- Erdoğan ve ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence görüşmesi ardından 18 EKİM 2019

Onur Öymen, Zürih Konferansı Konuşması – 18 Mayıs 2013
Bu konferansın konusu Balkanlar ama biz sadece tarihi olayları hatırlarsak ve o olaylarda yaşanan ıstırapları düşünürsek acaba yapmamız gerekeni yapmış olur muyuz? 100 yıl önce yaşanan bu olaylar bugün için de pek çok açıdan düşünülmesi gereken konulardır. Balkan savaşlarından ne dersler aldık, bugünkü durum nedir, biz neler yapıyoruz?
Balkan savaşları ne bir başlangıç ne de bir bitiş noktasıdır. Bu savaşlar maalesef Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı gerileme döneminin çok acı bir sayfasıdır. Balkan savaşları toplam 10 hafta sürüyor. İki Balkan savaşında asker olarak verdiğimiz kayıp 200 bin kişi. Birinci çıkaracağımız ders savaşın bir felaket oluşudur. Atatürk boşuna dememiş, “Ülkenizin savunması için yapılmadıkça savaş bir cinayettir.” Bugün de olur olmaz her vesile ile sanki Türkiye askeri bir müdahaleye hazırmış gibi bir hava içine girmek de bence yanlıştır. Balkan savaşlarında çeşitli nedenlerden ölen sivillerin sayısı, 628 bin kişidir. Bütün Irak savaşı boyunca ölenlerin sayısına eşittir. Birinci ders, izleyeceğiniz tüm politikalarda savaştan uzak duracaksınız. Bunun için iki koşul var. Caydırıcı güze sahip bir ordunuz olacak, bu bir. İkincisi de barış, dostluk politikası izleyeceksiniz.
Peki Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde biz niye bu hale geldik? Tarihin en büyük imparatorluklarından biri, Viyana kapılarına kadar gelmiş, nasıl olmuş da perişan hale gelmiş?
Gerçek şu ki, bu imparatorluğu ne zaman çağdaş, modern bir devlet haline getirme girişimi olmuşsa buna mutlaka hem dışarıdan hem içeriden müthiş bir engellemede bulunulmuş. Örneğin, III. Selim 1800’lü yılların başında büyük bir reform hareketine girişiyor. Bu reformlardan rahatsız olan muhafazakâr güçler onu tahttan indiriyorlar. III: Selimi yeniden tahta çıkartmak isteyen, reform düşünceli Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa geliyor, Padişahı kurtaracak, yeniden reform sürecini devam ettirecek, ama ne oluyor? Daha o yoldayken Padişahı öldürüyorlar. O da bir reformcu olan II. Mahmut tahta geçiriliyor. Ama birkaç gün sonra onun reformcu kişiliğini destekleyen Alemdar Mustafa Paşa’yı öldürüyorlar. Gericilik işte böyle bir şeydir. Türkiye’nin modernleşmesi ve çağdaşlaşmasının önündeki en büyük engeller bu gerici hareketlerden gelmiştir.
18. yy’ın sonlarından bugüne dek yaşadığımız olayları sıralarsanız ne zaman bir reform olsa Türkiye’de mutlaka bir gerici ayaklanma olmuştur. Kitaplarımızda ayrıntıları var. Yurt dışında da yabancı ülkeler, hiçbir zaman Türkiye’nin güçlü olmasını istememişlerdir. Bunu da bilmemiz lazım. Ne zaman Osmanlı İmparatorluğu bir sorun ile karşılaşsa Osmanlı İmparatorluğunu çökertmek için yarış içine girmişlerdir.
Balkan savaşlarını biz Balkan ülkelerine karşı yaptık diyoruz ama acaba gerçekten öyle mi? Kim silahlandırdı bu Balkan ülkelerini? Hangi ülkelerin okullarında Balkan ülkelerinin subayları yetiştirildi bunları araştırmak lazım. Ötesinde neler vardı? Balkan savaşlarından kısa bir süre önce yaşanan Osmanlı-Sırp savaşında Sırp ordusunun içinde 700 Rus subayı görev yapmıştır. Bakın sadece Bulgaristan ile yaptığımız savaşta, Bulgaristan ile savaşan Türk ordusunun karşısında Bulgar ordusunun askeri gücü, Osmanlı ordusunun 3 misli. Sırbistan ile yapılan savaşta, Sırp, Bulgar ve Yunan kuvvetleri 400 bin kişi, Osmanlı ordusu 200 bin kişi. Bu niye böyle? Ulaşım imkanlarımız yoktu, denizlere hakim değiliz, kara yolundan bağlantımız kuvvetli değildi, yeterince güç gönderemedik. Ama tüm bunlarda bir yönetim zafiyeti de var. Devlet perişan vaziyettedir.
Bunlar meselensin bir yönü. Diğer yönü de bundan iki sene sonra 1915’te Balkanlarda bir bölümü perişan hale gelen orduyla Çanakkale’de İngiliz ordusunu dize getirdik. Nasıl yapmışız bunu? 200 bin şehit vermeyi göze alarak böyle bir savaş vermişiz ve dünyanın en büyük devletini dize getirmişiz. Sonra Kurtuluş Savaşını yapmışız. Birinci Dünya Savaşının bütün felaketlerini yaşadıktan sonra geri kalan gücümüzle Anadolu’yu istilaya kalkan Yunanlılara karşı çok büyük bir savaş vermişiz.
Diplomatik açıdan da öyle bir şey yapmışız ki dünyada örneği yok. Kurtuluş Savaşından sonra Lozan Barış antlaşması yapıyoruz ve orada Türkiye, büyük devletlerle eşit şartlara sahip bir ülke olarak ortaya çıkıyor. Kurtuluş Savaşından aldığı güçle büyük devletlerin karşısında egemen eşit bir devlet olarak istediklerini kabul ettiriyor. Birinci Dünya Savaşını kaybeden ülkelerin hepsine diz çöktürmüşlerdir. Balkan Savaşlarının olumsuz yanları hatırlayalım ama bunları da hatırlayalım, demek ki yapılabiliyormuş. Bunun sırrı ne? Büyük devletlere karşı direnmesini bileceksiniz. Onlar büyüktür, biz küçük, protesto bile edemeyiz ayıp olur, askerimizin başına çuval da geçirseler ses çıkaramayız derseniz oyunu kaybedersiniz. Hiçbir zaman aşağılık kompleksine kapılmamak lazım. Atatürk öyle düşünseydi, Kurtuluş Savaşını yapamazdı, bu cumhuriyeti kuramazdı, Lozan’ı yapamazdı, daha ileriki tarihlerde Kıbrıs’a çıkamazdık, daha sonra Kardak’tan Yunan askerlerini çıkartamazdık. Onun için izleyeceğimiz politika, kavgacı olmayan, savaş peşinde koşmayan, başka ülkelerin dümen suyundan gitmeyen ama milli çıkarları da kararlılıkla koruyan bir politika olmalıdır. İşin özü budur.
Bugün durum ne? Balkan ülkelerinin hiçbiri AB’ye üye olduğu zaman Türkiye’nin sahip olduğu olanaklara sahip değildi. Demokrasileri, ekonomileri, Türkiye’yle mukayese edilebilir durumda değildi. Nasıl oldu da Bulgaristan’ı, Romanya’yı üye yaptılar da Tükiye’yi hala kapıda süründürüyorlar? Neden? Bakın gene Balkan ülkesi sayılan Hırvatistan ile aynı gün 3 Ekim 2005’te müzakerelere başladık,. 1 Temmuz’da Hırvatistan AB’ye üye olacak biz daha müzakere başlıklarının üçte birini ancak tamamlayabildik. Niye biz buna razı oluyoruz? Tüm haksızlıklara boyun eğmek zorunda mıyız* Atatürk’e Milletler Cemiyeti’ne girin. Müracaat edeceksiniz, kabul edilirse üye olacaksınız demişler. Atatürk, “Ben etmem, onlar bizi davet edecek” demiş. Bir yıl geciktirmiş Türkiye’nin üyeliğini. Sonra onlar davet etmiş. Böyle yaparsanız saygınlık kazanırsınız. Paris 1919 diye bir kitap var, tavsiye ederim, Fransa Başbakanı, İngiliz Başbakanı Türkiye hakkında konuşuyorlar, Türkiye Başbakanı Damat Ferit’e o kadar hakaret ediyorlar ki, Fransız Başbakanı Clemenceau “Tarih boyunca Türklerin girdiği her yerde medeniyet mahvolmuştur. Türklerin ayrıldığı her toprakta medeniyet gelişmiştir.” diyor. İngilizler ise “ Türkler bu dünyanın kanseridir” diyor. Damat Ferit’e ilk trenle Paris’ten çekip gitmek düşüyor. Muameleye bakın.
Ondan sonra 1922’de Türkiye İstiklal savaşını kazanmış, Atatürk ordularını Çanakkale’ye gönderecek, İngiliz başbakanı Lloyd George paniğe kapılıyor, Fransa’dan destek bulamıyor, Avam kamarasında kürsüye çıkıyor ve diyor ki “Tarih dâhileri dünyada nadiren yaratır. Bizim kötü talihimiz bu defa bir dâhiyi Türkiye’de karşımıza çıkarttı. Onunla savaşamazdık ve savaşamadık. İstifa ediyorum.” diyor. Atatürk böyle bir insan. Bazılarının küçümsemeye çalıştıkları, her vesile ile dolaylı veya doğrudan eleştirmeye çalıştıkları Atatürk, dünyanın en büyük devletinin başbakanını istifaya zorlamış. Tarihimizin hep acı sayfaları hatırlarsak gençlerimize kötü örnek oluruz.
Şu anda Türkiye’de olup bitenlere bakın. Terör örgütü ile masaya oturuluyor. Hangi ülke oturmuş terör örgütü ile masaya? Terör örgütüne diyorsunuz ki çıkın gidin topraklarımızda silahlarınızı bırakıp, hangi ülke yapmış bunu? Hangi ülke demiş ki terör örgütüne çıkın gidin komşu ülkeye yerleşin? İspanyollar demiş mi Fransız topraklarında oturun diye ETA’ya? Komşu ülkeyi nasıl terörist ihraç edersiniz siz? Hangi hukuka göre? Anayasamızın 6. maddesi diyor ki anayasadan alınmayan bir yetkiyi kimse kullanamaz. Suç işlemiş insanların serbestçe yurtdışına çıkmalarına izin verme yetkisi nerede var? Af mı çıkarttınız? Hayır. O zaman? Bizim iç politika tartışmaya niyetimiz yok yapacak yer de burası değil. Kim istiyor sizin teröristlerle müzakere etmenizi? Kim alkışladıysa onlar istiyor. Mesela Amerikan Dışişleri Bakan sözcüsü bayan Nuland, ben alkışlıyorum dedi. Demek ki ABD politikası teröristlerle müzakere etmekmiş, öyle mi acaba? Öyle değil. Başkan G. W. Bush 2008 yılında İsrail’e gidiyor ve İsrail Meclisinde bir konuşma yapıyor. Diyor ki “Bazıları bize teröristlerle müzakere etmemizi öneriyor. Bu çılgınca bir düşüncedir. Tarih bunun ne kadar yanlış olduğunu kanıtlamıştır. Nazilerin tankları 1939 yılının Eylül ayında Polonya sınırını geçerken, bir Amerikalı senatör demiş ki ‘Ah şu Hitler ile bir görüşebilseydim bütün bunlar olmayacaktı.’ Tarih bunların yanlışlığını kanıtlamıştır, teröristlerle müzakere edilmez.” Şimdi ne yapıyorsunuz? Türkiye’yi teröristlerle müzakereye teşvik edip alkışlıyorsunuz.
Uluslararası ilişkilerde doğru soruları sormazsanız doğru cevaplara ulaşamazsınız. Acaba neden teröristlerle müzakere etmemizi istiyorlar bunlar? Niçin sizin teröristleri Kuzey Irak’a göndermenizden memnunlar? Eğer terör bitirilmek isteniyorsa ve bütün koşullar oluşmuşsa, terör tamamen bitecekse Türkiye bir af çıkarır ve teröristleri köyüne gönderir. Niye Kuzey Irak’a gönderiyorsunuz? Sakın orada başka amaçla bunlara ihtiyaçları olmasın orada? Olabilir mi? Evet. 2003 yılının Eylül ayında Türkiye ile ABD bir anlaşma imzaladı. Ali Babacan ile ABD Hazine Bakanı. Anlaşma diyor ki, ABD Türkiye’ye 1 milyar dolar hibe verecek veya Türkiye isterse onun yerine 8,5 milyar dolar kredi verecek. Bunun karşılığında Türkiye Kuzey Irak’a asker göndermekten vazgeçecek. Sizin orada PKK teröristlerini tasfiye etmemeniz, bunlar için o kadar önemli ki 1 milyar doları gözden çıkartmış.
Aslında Kuzey Irak’ta sadece PKK yok, 2 tane terör örgütü var. Bir PKK var, bir de onun kardeş kuruluşu olan PJAK var. ABD PKK’yı 1997 yılında terör örgütü listesine alıyor. AB de alıyor. 2005 yılında PKK aracılığıyla PJAK kuruluyor, bütün yönetimi PKK tayin ediyor. Bu İran’a karşı terör eylemi yapacak bir kuruluş. Şimdi 2013,’deyiz 8 sene geçmiş ve ABD PJAK’ı terör örgütleri listesine almıyor. 2009 yılında alacağız diyorlar, ama hala listede yok. Demek ki orada bu terör örgütünün varlığını sürdürmesini istiyorlar. şimdi Türkiye’den gönderilecek teröristleri, yarın bir İran-İsrail savaşı çıkarsa, İran’a karşı kullanmak istiyor olamazlar mı? 2011 yılında İran ile PJAK ateşkes yaptılar. Fakat şimdi 2 hafta önce yeniden başlamış çatışmalar. Başka? Suriye’ye karşı kullanabilirler. En son bilgilere göre Kandil’deki PKK’lıların bir kısmı Kuzey Suriye’ye geçmiş. PKK liderlerinden biri de onlarla geçmiş, oradaki PKK yanlısı PYD’yi örgütlemek için. Bütün bunları bir arada düşünmek lazım. Gazete manşetlerine göre değerlendirmeleri yaparsanız başka türlü düşünürsünüz,, kaç dakika konuşmuş Başbakan Obama ile, yarım saat fazla konuşmuş, ne büyük devletiz bize iltifat ediyorlar, gül bahçesinde yağmur varmış şemsiye tutmuşlar diye yazarsanız, başka, bu soruları sorarsanız başka türlü düşünürsünüz.
Suriye’de 70 bin kişi ölmüş. İnsani açıdan bir dramdır. Reyhanlı’da olanlara bakın. Ama olabilecek en büyük dram bunlar değildir. Daha büyük dram eğer bir İsrail-İran savaşı çıkarsa yaşanabilir. 14 Haziran’ı bekleyin, İran seçimleri var, kazanacak olan yeni cumhurbaşkanı İran’ın bugünkü nükleer politikasını sürdürecek olursa hem ABD hem İsrail defalarca açıkladılar, bu yılın ortalarında, çok kısa bir zamanda İsrail’den İran’a bir saldırı düzenlenmesi, İran’ın nükleer tesisleri havaya uçurması ihtimal dışı değil. Bu tesisler toprak altında. İsrail’in elinde toprak altındaki tesisleri vurma kabiliyetine sahip akıllı bombalar var. İsrail daha önce Irak’taki ve Suriye’deki nükleer santralleri bombaladı. Bunu yaparsa ne olacak? İran, İsrail’e saldıracak, elinde Şahap III füzeleri var. İsrail bunların menzili içinde. Bu füzeleri havada imha etmek için ABD füze kalkanını kullanacak. Doğu Akdeniz’deki gemilerden fırlatacağı füzeleri kullanacak. Dikkat ederseniz son günlerde Rusya’nın Suriye’ye gemilere karşı kullanılacak güdümlü füzeler verdiği söyleniyor. Ne kadar büyük bir ateş topunun oluştuğunu görebiliyor musunuz? İsrail birkaç gün önce Suriye’yi bombaladı. Orada İran’ın Suriye üzerinden, Lübnan’daki Hizbullah’a gönderdiği Fatah 110 güdümlü füzelerini bombaladı. Dün açıklamaları var diyor ki İsrail, bu silah sevkiyatına, neye mal olursa olsun engel olacağız. İran – İsrail çatışmasında Lübnan’da Hizbullah’ın elindeki füzelerle Tel Aviv’i vurması mümkün. Açın bakın gazetelerde televizyonlarda böyle şeyler duyuyor musunuz? Peki bunları söyleyecek insanları görüyor musunuz? Niye? Çünkü bunların söylenmesini istemiyorlar. Bu söylediklerim havada kalan laflar değil. Komplo teorisi diyenler çıkabilir. 2010 yılının Şubat ayında ABD savunma bakanı Robert Gates Türkiye’yi ziyaret ediyor. Bizim milli savunma bakanımız ile bir görüşme yapıyor. Bu konuşmanın metni de wikileaks belgelerinde var. Orada 3 şey söylüyor: madde 1, İran bugünkü nükleer politikasını sürdürürse İsrail’in İran’a saldırması kaçınılmaz hale gelir. Madde 2, böyle bir savaş çıkarsa Türkiye bu savaşın dışında kalamaz. Madde 3, bunun için askeri açıdan hazırlanın. Düşünebiliyor musunuz nasıl ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldığımızı?
Efendim bunların Balkan Savaşları ile ne alakası var? Eğer biz Balkan Savaşlarından önce gerekli askeri güce sahip olabilseydik, devlet yönetimimiz güçlü, çağdaş, başka ülkelerin etkisinde kalmayan bir yönetim olabilseydi ve günün şartlarını doğru değerlendirip tehlikeleri önceden görebilseydik belki bu büyük felaketleri yaşamayacaktık. Şimdi diyoruz ki böyle büyük felaketler kapımızdadır. Atatürk’ün en önemli politikalarından biri “Yurtta Sulh Cihanda Sulh!” Benim ülkeme saldırı olmadıkça, ben barış politikası izleyeceğim demek bu. Bakın 1 Mart tezkeresi desem hepiniz bilirsiniz. Peki ben size 7 Ekim tezkeresi desem hatırlayanınız var mı? 7 Ekim’de hükümet bizim itirazımıza rağmen meclisten bir tezkere çıkarttı, Meclis, TSK’yı ABD’nin talebi üzerine, Irak’ın içindeki çatışmalara göndermek için yetki veriyor hükümete. Şiiler itiraz ettiler, Kürtler itiraz ettiler, ABD talebini geri çekti. Yoksa yüzlerce Türk askeri şehit olacaktı Irak topraklarında. 1922 yılından beri Türkiye gerçek anlamda hiçbir savaş girmeyen tek bölge ülkesidir. Avrupa ülkeleri arasında da 3 ülke var, Düşünebiliyor musunuz? Siz bu politikamızdan uzaklaşıyorsunuz, niçin? Büyük devletler sizin orada savaşmanızı istiyor. Bizim savunma politikamızda da son derece dikkatli olmamız lazım. Geçmişte yaşadığımız sorunları bir kere daha yaşamak istemiyorsak ki kısmen yaşıyoruz, PKK kurbanları, Reyhanlı vs. ama daha büyük bir felaket yaşamak istemiyorsanız çok daha dikkatli olacaksınız. Kararlarınızı kendiniz vereceksiniz. Güçlü olacaksınız, ordu en üst düzeyde moralli olacak, kimsenin boy hedefi olmayacak, barışçı bir politika izleyeceksiniz. İşte bunları yaparsanız ülkeyi barış içinde yaşatabilirsiniz, aksi takdirde sonu belli olmayan maceralara sürüklersiniz.
Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.