Son Eklenenler:
- Kıbrıs’ta beklenmedik gelişmeler – Onur Öymen – Cumhuriyet Gazetesi – 18 Nisan 2025
- SPUTNİK AJANSININ ADANA MUTABAKATIYLA İLGİLİ SORULARINA KARŞILIK VERDİĞİM MÜLAKAT 27 OCAK 2019
- ODA TV’DEN NURZAN AMURAN’A VERİLEN MÜLAKAT 27 EKİM 2019
- 3 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 99. yıldönümü Hakkında 25 NİSAN 2019
- CUMHURİYETTE “ ABD’NİN AMACI DEVLETÇİKLER OLUŞTURMAK” ADLI MÜLAKAT 24 AĞUSTOS 2019
- GAZETE DURUM’DAN BAHADIR SELİM DİLEK İLE MÜLAKAT “VETO HAKKINI SONUNA KADAR KULLANMALIYIZ 23 MAYIS 2022
- Cumhuriyet gazetesi Tuncay Mollaveisoğlu imzasıyla ve “Türkiye Geri Adım Atamaz” başlığıyla yayınlanan mülakat 22 TEMMUZ 2019
- ABD BAŞKANI TRUMP’IN AMERİKA’NIN 1987 TARİHLİ ORTA MENZİLLİ NÜKLEER SİLAHLAR ANTLAŞMASINI (INF) ASKIYA ALMA KARARIYLA İLGİLİ OLARAK SPUTNİK HABER AJANSINA VE BAŞKA YAYIN ORGANLARINA VERİLEN DEMEÇ 22 ŞUBAT 2019
- Türkiye’deki Demokrasi, İnsan Hakları, Basın Özgürlüğü ve Düşünce Özgürlüğü Alanlarındaki Eleştiriler Hakkında 21 KASIM 2019
- Erdoğan ve ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence görüşmesi ardından 18 EKİM 2019
CHP Bursa Milletvekili Onur Öymen’in Koç Üniversitesi’nde Dış Politika ve NATO Üzerine Verdiği Konferans-27 Aralık 2010
CHP BURSA MİLLETVEKİLİ ONUR ÖYMEN’İN KOÇ ÜNİVERSİTESİ’NDE TÜRKİYE-DIŞ POLİTİKA-NATO ÜZERİNE VERDİĞİ KONFERANS
27 ARALIK 2010
Ne yazık ki Türkiye’nin özellikle güvenlik konuları kamuoyunda pek tartışılmıyor. Tartışıldığı zaman da belli kalıplarla tartışılıyor. Onun için meselelerin gerçek boyutunu öğrenmek, tartışmak kolay olmuyor. Şimdi NATO’dan bahsettiğimiz zaman genellikle iki kalıp var. Bir tanesi, diyorlar ki NATO bir emperyalist örgüttür. O bakımdan emperyalizmin saldırısı karşısındadır Türkiye ve başka ülkeler. Bazıları diyorlar ki NATO o kadar kutsal önemli bir savunma ittifakıdır ki hiçbir yönü ile tartışılamaz, ne derse doğrudur, bütün attığı adımlar isabetlidir. Bunların ikidi de doğru değildir. Aslında NATO önemli bir savunma örgütüdür. Tarihte bu kadar uzun süre yaşamış bir savunma örgütü yok. Soğuk Savaş şartlarıyla kurulmuş ama Soğuk Savaş sonrasında da yaşamını sürdürmüş, yeni tehdit unsurlarını karşılamak için ve NATO bölgesi dışında da yeni görevler almak için. Fakat pek çok da sorunu var. Bizim NATO’yu bu sorunlarıyla birlikte değerlendirmemiz lazım. Türkiye açısından baktığımız zaman Türkiye’nin güvenliğini otomatik pilot gibi NATO’ya teslim etmek, doğru mudur, değil midir? Bunu tartışmamız lazım.
İşin doğrusu şu ki; güvenlik konusu söz konusu olduğunda öncelikle kendinize güveneceksiniz. Birinci önceliğiniz kendi gücünüz olacak, kendi olanaklarınız olacak, muhtemel tehdit unsurlarına karşı milli savunma tertipleriniz olacak. Ondan sonra tabi ittifakla işbirliği yapacaksınız. İttifaktan azami faydayı kazanmaya çalışacaksınız. Siz de üyeliğin gereğini yapacaksınız. Ama şurasını unutmamak lazım ki; Türkiye NATO ile ilişkilerinde geçmişte çok sıkıntılar yaşadı. Ben yaklaşık 5 sene NATO’da Türkiye’nin daimi temsilciliğini yaptım. Onun için bazı sorunların içinde kendi görüşlerimi sunabiliyorum. Bence doğrusu bu gibi toplantılarda daha çok bu gibi sorunlar üzerinde durmak, bu sorunlar bizim güvenliğimizi nasıl etkiliyor, bunları nasıl aşarız, kendi ulusal savunmamızı nasıl oturturuz? Bunları konuşmakta fayda var. Bir de tabi güncel meseleler var, NATO ile bağlantılı. Bunların başında füze kalkanı geliyor. Neyin nesidir bu? Türkiye’nin güvenliğini nasıl etkileyecek? İşin gerçek boyutu nedir? Biraz da bunları konuşmak lazım. İyi ki wikileaks belgeleri çıktı da, bizim sözlerimizi tereddütle karşılayanların o belgeleri görünce biraz gözleri açıldı. O bakımdan o boyutu da biraz size anlatmaya çalışacağım.
Şimdi sorunlardan bahsedersek, Türkiye’nin ilk karşılaştığı sorun NATO ile ilgili olarak, 1962 yılında Küba Krizi sırasında çıktı ortaya. Bildiğiniz gibi SSCB Küba’ya füzeler yerleştirmeyi planlamıştı. Hatta füzeleri gemilere yüklediler, gemiler yola çıktı. Yeni bir dünya savaşı çıkacak gibiydi. Bunu önlemek için Amerika ile Rusya arasında gizli görüşmeler yürütüldü. Başkan Kennedy’nin kardeşi vardı adalet bakanı, o da bir suikaste kurban gitti, Robert Kennedy ile Moskova büyükelçisi arasında, kimsenin haberi yok doğru dürüst. Bir başkan Kennedy ile Kuruşçev biliyor falan. Bu görüşmelerin sonucunda bir mütabakata vardılar, Rusya bu füzeleri yerleştirmekten vazgeçti. Savaş tehlikesi atlatıldı. Peki bunun bedelini kim ödedi? Türkiye ödedi. Nasıl ödedi? Türkiye’ye NATO’nun yerleştirmiş olduğu Jüpiter füzeleri Türkiye’den çekildi. Türkiye’nin güvenliği ile ilgili bir pazarlık yapıldığından o zaman ki başbakan İsmet İnönü, hiç haberdar edilmedi. Kendisi de söyledi bunu. Benim haberim olmadı diyor bu işten. Şimdi bu gösteriyor ki, büyük devletlerin kendi çıkarları söz konusu olduğu zaman, NATO’nun bağlayıcı kurallarına rağmen, böyle sorunlar yaşayabiliyormuşuz.
İkinci bir örnek vereyim size, o da bizi yakından ilgilendiren bir konu. 1964‘te, 1963’ün sonunda Kıbrıslı Rumlar, Türklere saldırdıkça, Türkiye de bir takım savunma tertipleri almaya başladı, adaya müdaheleyi düşündü. Bu basına da yansıdı. Derken Başkan Johns mektup yazıyor İsmet Paşa’ya. Diyor ki; eğer siz Kıbrıs’a müdahale ederseniz, bunun sonucunda da Rusya size saldırırsa; NATO’nun sizi korumasını zorunlu kılan 5.maddesini işletmeyebiliriz. Yani NATO üzerinden sizi tehdit ediyor adaya çıkmamanız için. Ama ordaki Türkler ölmüş bunun önemi var mı? Yok. Rusya da müdahale ederse karışmam, kendi başınızın çaresine bakarsınız. Bunlar, bizim yaşadığımız tecrübeler.
Başka bir tecrübe söyleyim, 1974 yılında, o dönemin şartlarında Kıbrıs’a müdahale ettik. Hemen arkasından 1975 yılının Ocak ayında Amerikan kongresi, Türkiye’ye bir silah ambargosu uyguladı. Düşünebiliyor musunuz? Bir NATO ülkesi başka bir NATO ülkesine silah ambargosu uyguluyor. Olacak şey değil. Sizin elinizde bir sürü Amerikan silahı var, topu var, tankı var. Bu kadar silahın hiçbirini alamıyorsunuz. Bir mermi bile alamadık. Uçaklarımızda tehlikeli durumlarda kullanılan fırlatma iskemlesi vardır. Uçak düşecek gibi olursa pilot o düğmeye basar ve fırlatır kendisini. Paraşütle kurtulur. O iskemleleri bile alamadık. Bir çok pilotumuz şehit oldu o yüzden. Buna benzer çok sıkıntı çektik ama geri adım atmadık, bir adım gerilemedik. Biz ne yaptık? İşte devlet olursanız bunu yapacaksınız. Ankara’daki büyükelçiyi çağırdı dışişleri bakanı, dedi ki; Türkiye’deki bütün üs ve tesislerden Amerikan askerlerinin istifade etmesini bugün durduruyoruz. Bütün üsslerden, tesislerden yararlanma haklarını kaybetti Amerikalılar. Böylelikle SSCB hakkında sağladıkları istihbaratı da kaybettiler. Bütün dünyadan sağladıkları istihbaratın %60‘ını Türkiye’den sağlıyorlardı, bunu kaybettiler ve anladılar ki Türkiye ciddi bir ülkedir. O zaman Türkiye’de devlet adamları vardı. Böyle bir karar aldığınızda cesaret ister. Dünyanın en büyük devletine karşı ciddi bir adım atıyorsunuz. Attık ve bir adım gerilemedik. 3 sene geçti aşağı yukarı, bir adım gerilemedi Türkiye ve sonunda Amerika adım attı. Ambargoyu kaldırdı. Ama bu da gösterdi ki bir NATO üyesi olmanıza rağmen, kendinizi %100 güvende hissedemezsiniz. Hele başlangıçta biz silahı, teçhizatı, hibeyi, askeri yardımı ordan almaya alışmıştık, sonra baktık ki bu iş ciddi bir iş. Bu gibi tecrübelerden sonra Türkiye cidddi bir savunma sanayii geliştirdi. Daha çok kendi imkanlarına dayalı bir savunma stratejisi geliştirmeye başladı.
Bir sürü örnek var hepsini anlatarak sizin vaktinizi almayacağım ama şunu söyleyeyim ki NATO’da yaşadığımız tecrübeler bazen göz açıcı oldu. Örneğin AB Avrupa Ordusu oluşturmaya karar verdi 1998’de ve bu orduyu oluşturmak için NATO’nun yardımına ihtiyaçları var. NATO’nun desteği olmadan kuramıyorlar. Planlama, komuta, kontrol. Nasıl sağlanacak bu destek, hangi koşullarda sağlanacak? Biz buna epey müzakere ettik, mücadele ettik NATO’da falan. Sonra NATO zirvesine gittik 1999’da Washington’a. Washington’da pazarlıklardan sonra bizim istediğimiz gibi bir sonuç çıktı. Neydi o sonuç? Türkiye’nin, Türkiye gibi AB üyesi olmayan NATO ülkelerinin BAB ile ilişkileri neyse AB ile ilişkileri de öyle olacak. Yani bu bizim işimize gelen bir şeydi. Çünkü biz BAB’ne resmen üye değildik ama fiilen üyeliğin bütün haklarından yararlanıyorduk. Tüm toplantılarına katılıyorduk, tüm askeri tertiplerinin içindeydik. Avrupa Silahlanma Ajansı var ona bağlı, onun üyesiydik. Yani bütün koşullar bizim istediğimiz gibiydi ve biz bunu zirve kararı olarak kabul ettik Washington’da. Bir döndük ki Brüksel’e, artık AB üyesi olan NATO ülkeleri, hemen geri adım atmaya çalışıyorlar. Bize orada sağladığımız hakları geri vermeyecekler. Öyledir de böyledir de falan, pazarlık yaptık, mücadele ettik. Diğer AB üyesi olmayan NATO ülkelerini Norveç falan gibi, ikna ettiler bir tek biz kaldık. Ama NATO’nun bir kuralı var bütün kararlar oybirliği ile alınıyor ve biz sonuna kadar direndik. Bu vesileyle açıkça itiraf edeyim çok şey öğrendik. Bize baskı yapmaya kalktılar, Amerikalıları da ikna ettiler bu NATO ülkeleri. Dediler ki o zaman 19 üyesi vardı, şimdi 28, dediler ki 18 ülke hepsi kabul ediyor bunu bir tek siz kaldınız, siz de kabul edin, bu işi bitirelim. Bizden büyük bir taviz istiyorlar, kabul edersek o zamana kadar savunduğumuz tezlerden büyük bir geri adım atmış olacağız. Ben dedim ki o zaman büyükelçi idim, NATO’da 18, 1‘den büyük değildir. Herkesin oy hakkı var, veto hakkı var burada ve biz bunu kabul etmiyoruz. Baktılar ki bu iş kolay değil, bakan düzeyinde bu işi halledelim dediler. Rahmetli İsmail Cem dışişleri bakanı, Amerikan dışişleri bakanı da Albright. Küçük bir odada oturduk. Albright diyor ki biz Ankara’da askerleri ikna ettik. Askeri yönü ağır basan bir konu neticede, sizin askerleriniz evet diyor, siz neden hayır diyorsunuz? Askerlerinizden daha mı fazla askeri konuları savunuyorsunuz gibi bir şey söyledi falan, ama bizim askerlerin öyle bir şey dediğini duymamışız biz. Ben hemen içerideki odaya geçip Genel Kurmaya telefon ettim, dedim ki bize burada diyorlar ki askerleriniz kabul etti. Onlar da dedi ki bize de burada diyorlar ki diplomatlarınız kabul etti. Diplomaside bu gibi oyunlar çok oynanıyor o nedenle aranızda bu mesleği seçecek olanlarınız varsa; gözünüzü dört açacaksınız, bu tip oyunlara gelmeyeceksiniz. Bir kere oyuna gelirseniz sonra zor toparlarsınız. Neyse neticede onlar biraz geri adım attılar, biz de Türk tarafı olarak biraz taviz verdik, NATO’dan ayrılmamdan birkaç ay sonra bu konu bağlandı. Yeni bir hükümet Türkiye’de iş başına gelmişti. Bana sorsanız biraz daha direnebilirdik. Çünkü orada da bir oyun yaptıklarını anladık sonradan. O da şu, uzun çalışmalardan sonra mütabakata varıldı. Bir metin getirildi NATO’ya, NATO bu metni kabul etti. Mütabakat metni olarak AB’ne başka bir metin götürmüşler. Bize sundukları metinden farklı bir metin. Bunlar da bize gösterdi ki bir ittifakın üyesi olmak başka şeydir, bir ittifakın kölesi olmak başka şeydir. İttifakın üyesi olacaksınız ama o ittifakın içinde de haklarınızı sonuna kadar savunacaksınız. Her şeyden önce kendi gücünüzü göreceksiniz, çünkü başkaları sizin güvenliğinizi sizden fazla koruyamaz, savunamaz.
Bu genel çerçeveden sonra füze kalkanı ne anlama geliyor? Nedir bu iş? Türkiye’den ne istiyorlar? Onu kısaca isterseniz görüşelim. Şimdi bu füze kalkanı Amerika tarafından daha önce yıldızlar savaşı falan denilen şey. Şu an sırada iki büyük nükleer güç var. Bu iki büyük güç arasında nükleer denge var ve nükleer silahları birbirlerine atma imkanı var. Her iki tarafın elinde de bu overkill dedikleri, karşı tarafı birkaç kez öldürecek, bütün insanlarını, bir kapasite var. Bu kapasitenin kullanılması halinde karşı taraf da geri kalan füzeleri ile size ateş edebiliyor ve sizin tüm varlığınızı ortadan kaldırabiliyor. İşte buna dehşet dengesi diyorlar. Bu dengede avantajı elde etmek için Amerikalılar karşı tarafın füzelerini havada engelleyebilecek, durdurabilecek bir füzesavar füze sistemi geliştirdiler. Son zamanlarda da buna bir NATO şapkası giydirerek bunu bir NATO sistemi haline geitrmeye çalıştılar. Şimdi Rusya ile NATO ilişkileri bu kadar iyileşmişken Soğuk Savaşın bitmesinden sonra, Rusya’nın sınırına yakın Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya bu sistemin yerleştirilmesi projesi Rusları çok rahatsız etti. Dediler ki siz bunu bize karşı yapıyorsunuz. Yaparsanız, biz de NATO ülkelerine yönelttiğimiz füzelerin yönünü değiştirmiştik, artık NATO’yu tehdit edecek yapıdan çıkartmıştık. Siz yaparsanız biz de yaparız. Polonya ve Çeklerden de itiraz geldi, bu sistemden vazgeçildi. Peki nasıl bir sistem kurulması öngörüldü? Efendim bu sistemi öyle bir kuralım ki; radarları Türkiye’de olsun, füzeleri de gemilerde olsun. Ellerinde aşağı yukarı 26 tane gemi var bunu yapabilecek, 5 tanesi Akdeniz civarında, onların sayısını 32’ye çıkaracaklar falan. Yani Türkiye’ye konacak radar bunu tespit edecek, o gemiye bildirecek, gemiden fırlatılan füzeler İran’dan gelecek füze saldırısını durduracak. Projenin esası bu. Şimdi İran’ı zikretmedik diyor bizimkiler. Şimdi NATO belgelerinde muhtemel bir tehdit olan ülkenin adı zikredilmez. Bundan önceki stratejik konsept görüşmesinde de zikredilmemişti. Bunu başarı diye gösteriyorlar ama işin aslı öyle değil. Zikredilmedi diye İran’ın kastedilmediği değil. Tam tersi başkan Obama ve NATO genel sekreteri Rasmussen defalarca burada kastedilen ülkenin İran olduğunu söyledi. Füze tehdidine karşı bu sistemi geliştirdiklerini açıkladılar. Bu zirve toplantısı için Albright başkanlığında bir akil adamlar grubu oluşturuldu. Bizden de Türk büyükelçisi var Ümit Pamir. Hazırlanan bu raporda zirve için, diyor ki bu füze tehditinin kaynağı İran’dır. Bizim hazırlayacağımız sistem İran’a yönelik olacaktır. Buraya kadar anlaşıldı, İran’dan gelecek füzeler.
Şimdi wikileaks devreye giriyor. Wikileaks belgelerini açıyorsunuz, Türkiye ile de ilgili pek çok belge yayınlandı. Bir sistem var, find dediğiniz zaman sizin aradığınız kelime ile ilgili ülke geliyor. Ben hepsini taradım. Bunların içinde bana sorarsanız en önemlisi bir tane belgedir. Diğerleri de önemli de onların bir kısmı kamuoyunda tartışılıyor yolsuzluk vs. falan. En önemli belge bir tanedir. O da 26 Ocak’ta Amerikan savunma bakanının bizim sayın milli savunma bakanı ile yaptığı görüşmenin zaptıdır. Şimdi orada, size iki mesaj veriyor. Bir tanesi şu, füze kalkanının radarlarını Türkiye’ye yerleştireceksiniz. Eğer yarleştirmezseniz, bizimki soruyor. İşte başka bir ülke olmaz mıydı? Yok diyor Türkiye‘ye yerleştireceksiniz. Yerleştirmezseniz bu füze kalkanı sizin ülkenin güneydoğu kısmını kapsamaz diyor. Bir anlamda tehdit ediyor. Eğer topraklarınıza bu radarı koymazsanız biz de sizin korumanızı tam sağlayamayız falan. Şimdi burada bir şey diyemiyor. Aslında söylenecek çok şey var, bir tanesi şu, siz dememiş miydiniz, bu sistemin radarlarını Çek Cumhuriyeti’ne koyacağız? O zaman dememiş miydiniz Ruslara -ki bütün dünyaya ilan ettiniz- bu sistemin hedefi İran’dır diye? Dediniz. Peki o zaman niçin bu radarları İran füzelerinin ulaşamayacağı Çek Cumhuriyeti’ne koymuyorsunuz da İran’ın burnunun dibindeki Türkiye’ye koyuyorsunuz? Bunun mantığı ne? Bir saldırı olursa; İran’ın ilk hedefi radar neresi ise orasıdır. Zaten İran da açıkladı, hangi ülke radarları topraklarına yerleştirirse birinci hedefimiz odur dediler. Radarı körelteceksiniz ki bir daha radar üzerinden bilgiler o füzelere gitmesin. En basit mantık bunu gerektiriyor.
Peki ne yapmak lazım? O zaman İran’ın füzelerinin ulaşamayacağı bir yere koyacaksınız. Teknik olarak mümkün mü? Mümkün. Şimdi Türkiye İran’ın füzelerinin menzili içinde. İran’ın çeşitli füze sistemleri var, en çok üzerinde konuşulan Şahap 3 füzesi. Şahap3 füzesinin menzili de 2000 ile 2500 km arasında değişiyor. Oysa Çek Cumhuriyeti gibi, batıdaki Norveç gibi ülkeler, bunların İran’a mesafesi daha fazla. Oraya koyacağınız radara İran’ın ulaşması mümkün değil. Öyleyse niye Türkiye’ye koyuyorsunuz? İşte soru bu. Radarların menzili. Şimdi çeşitli radar sistemleri var. Bu radarlar içinde yaklaşık 5000 km menzili olanlar da var. Daha uzun menzili olanlar da var. Bunlara ufuk ötesi radarlar diyorlar. Yani sadece ufukta gördüğünüz cisimleri değil de, uzay yansımaları, bağlantıları, vs. yöntemleriyle ufuk ötesini de tespit ediyor bu radarlar. İşte bu sistemi pekala kullanabilecekken hayır diyorlar, bu sistemi Türkiye’ye kuracağız. Başka boyut ne? Başka boyut ise; başbakan diyor ki efendim, bizim parmağımız olacak. Füzeyi ateşleme kararını biz vereceğiz. Nasıl vereceksiniz? Kaç dakikalık ihbar süreniz var? Karşı taraf füzeyi ateşledikten sonra hemen sizin karşı füzenizi ateşlemeniz lazım. Yoksa o füzeyi vurma şansınız çok azalır. Boosting face diyorlar, yani füzenin dibinde alevi gördüğünüz anda düğmeye basacaksınız. Bu kadar süre içinde nerde hangi toplantıyı yapacaksınız? Nasıl, ne zaman karar vereceksiniz? Mümkün değil. Bunun için yapacağınız şey, NATO’da önceden angajman kuralları diyorlar, bir kurallar listesi kabul edeceksiniz. Hangi hallerde bu füze ateşlenir? Yetkiyi NATO komutanına vereceksiniz. O da gerekiyorsa daha alt komutanlara verecek. Böyle bir durum halinde hiç beklemeden NATO füzelerini ateşleyecek. Yani tetikte sizin parmağınız olmayacak, NATO’nun askeri komutanlarının parmağı olacak. Onun için bu kuralları iyi tespit edeceksiniz. Nasıl tespit edeceksiniz? Orada denecek ki şu aşamada, şöyle bir füzenin ateşlendiği görüldüğünde derhal NATO füzeleri ateşlenir vs.falan. Peki ateşlendiği anda o füzenin nereye gideceği belli mi? Üzerinde adresi yazıyor mu? Yazmıyor. Ya o füze bir NATO ülkesine yönelik değil de İsrail’e yönelik ise ne olacak? O zaman bütün sistemin amaçlarından birinin en azından İsrail’i korumak olduğu anlaşılacak. Bunu biz mi söylüyoruz sadece? Biz söyledik, daha sonra wikileaks belgeleri geldi, bir de baktık ki; Amerikan büyükelçisi yazıyor, Türk başbakanı bu sistemin İsrail’i korumak için yapıldığı endişesini taşıyor diyor. Ve diyor, kendi kamuoyunu tatmin etmek için İran ile ilişkileri bozulmasın diye, İran’ın adını kullandırmak istemiyor diyor. Şimdi o bakımdan bunu iyi düşünmek lazım. Şu sırada İran’ın füze saldırısında bulunması için siyasi bir sebep yok, gerekçe yok. Ama İsrail için gerekçe var. Nereden anlıyoruz? Bunu zaten biliyoruz ama bunun teyidi nerede? Bunu teyidi biraz önce söylediğim 26 Ocak tarihli belgede. En önemli 3 cümlesi şudur, o belgenin ve bütün belgelerin Türkiye’nin güvenliği açısından.
Madde 1. İran nükleer silah üretme faaliyetine devam ederse İsrail İran’ı vurma noktasına gelebilecektir. Bunun düzgün Türkçe tercümesi İsrail’in İran’ı vurma, oradaki nükleer santralleri tahrip etme ihtimali yüksektir.
Madde 2. Böyle bir çatışma çıkarsa Orta Doğu’da, Türkiye bunun dışında kalamaz. Yani siz de bu savaşın içine gireceksiniz.
Madde 3. Bunun için askeri açıdan hazırlanın. Şimdi benim hayretime mucib olan nokta şu, basında pek çok şey yazıldı wikileaks ile ilgili bu en önemli konuya değineni görmedim. Biz bir iki yerde, mecliste falan anlattık ama fazla üzerinde durulmadı. Can alıcı noktası bu, bu işin. Anlaşılıyor ki bu sistemin esas hedeflerinden bir tanesi İsrail’in İran saldırısına karşı korunması. İsrail kendisini koruyamaz mı? Sistemleri yok mu? Var. Arrow sistemleri var, geliştirilmiş sistemleri var, bir parça Amerika da destek oldu falan ama bu füze sistemi İsrail’i mutlak bir koruma altına alamıyor henüz. Onun için böyle bir dış desteğe de İsrail’in ihtiyacı var. Peki böyle bir çatışma ihtimali gerçekten yüksek mi? Sadece Amerikan savunma bakanı mı söylüyor bunu? Hayır. İsrailliler kendileri söylüyorlar. Diyorlar ki Lübnan’daki Hizbullah örgütü elindeki füzelerle İsrail’e bir saldırıda bulunursa bizim hedefimiz İran’dır diyor. Bu hayali bir senaryo değil. Gerçekleşme ihtimali az olmayan bir senaryo. Çünkü Lübnan’da İran’a bağlı olarak faaliyet gösteren Hizbullah örgütünün tam 43.000 tane füzesi var. Bunlardan küçük bir bölümünü bile kullansa İsrail’e çok büyük zarar verir. Bu bölgede ciddi bir sorun budur bölgede ve buna karşı da eğer bu sistem İsrail’i korumak için yapılmışsa; Soğuk Savaş zamanındaki dehşet dengesinin bir unsuru değil de böyle daha ciddi ve gerçekleşme şansı yüksek bir tehdit ile bağlantılı ise bu sistem o zaman bizim iki kere düşünmemiz gerekecektir. Çünkü Türkiye’yi doğrudan doğruya bir hedef haline getirir. Ve Amerikalı bakan sizin gözünüze baka baka böyle bir çatışma olursa siz dışında kalamazsınız diyor. Nereden bunu söylüyor? Çünkü böyle bir sistem olursa İran’ın ilk vuracağı hedef Türkiye’deki radarlardır. Üstelik bu radar sistemleri sadece böyle bir çatışma anında düğmesi çevrilecek sistemler değil. Sürekli çalıştıracaksınız, demek ki Türkiye’den sürekli bir istihbarat çalışması olacak İran’a yönelik olarak. Bunlar gerçekten çok büyük risklerdir, ciddi sorunlardır. Türkiye’nin de buna yönelik tedbir alması gerekmektedir.
Şimdi bu sayfayı bir an için çevirelim, şu soruyu soralım kendimize. Komşularımızda bu gibi sistemler varken; Türkiye kendini savunacak bir sisteme sahip olmalı, mutlaka olmalı. Savunmada, stratejide temel kural şu, sizi tehdit edecek herhangi bir ülkenin elinde saldırı silahları varsa, sizin elinizde de savunma silahları olur. Efendim bu ülkenin hükümeti dosttur, bize bir şey yapmaz, ileride de yapmayacaktır, biz kardeşiz, Kasr-ı Şirin’den buna yana savaşmadık falan, bunlar boş laf. Çünkü yarın o ülkelerin başına kimlerin geleceğini bilemezsiniz. Ellerinde bu tip silahlar oldukça bu silahları ne zaman, nasıl, hangi koşullarda, kime karşı kullanacağını bilemezsiniz. Onun için her koşulda kendinizi savunma sisteminiz olacak. Nasıl olmalı bu? Milli sistemle olmalı. Kendi kontrolünüzde, düğmeye gerçekten sizin basacağınız, bir savunma sisteminiz olacak. Türkiye bunun için bir çalışma başlattı 2007 yılında bir ihale açmaya kalkıştı. Fakat nedense bu proje üstüne fazla gitmiyorlar, askıya almışlar bunu. Ama İsrail’in kendi savunma sistemi var. Hindistan’ın da var, başka ülkelerin de var. Biz bunu milli savunma bakanına sorduk, bütçe görüşmelerinde, diyor ki efendim çok pahalı. Kaç para? 1 milyar dolar? Türkiye gibi bir ülke için 1 milyar dolar nedir? 1 aylık ihracatımızın onda biri. Aşağı yukarı ölçü olarak söylemek gerekirse. İsrail’in sistemi kaça mal oldu? Başlangıçta 1.6 milyar denildi, bir parça daha pahalıya mal oldu falan. Yalnız İran’a değil de başka komşularınıza da yönelik bir sistem olursa o kaça mal olur? O da 3,5-4 milyar dolarlık bir proje. O da birkaç seneye yayılacak, ödenmesi Türkiye için zor bir proje değil. Şimdi başka ülkeler deyince aklımıza şu sorunun gelmesi lazım. Başka hangi ülkelerde var bu füzeler? İran’dan bahsettik, bütün kamuyounun dikkati İran’a yöneldi. Başka nerede var? Suriye’de var. İran’ınki kadar uzun menzilli değil ama Türkiye’ye yetecek kadar uzun olan füzeler Suriye’de var. Başka nerede var? Yunanistan’da var. Yunanistan’da ne işi var bu füzelerin? Yunanistan bu füzeleri neden aldı, Arnavutluk’a karşı kullanmak için mi? Mısır’a karşı, Ürdün’ e karşı mı? Rusların yaptığı S300 füzeleri bunlar. Önce Kıbrıslı Rumlar almaya kalktı, biz kıyametleri kopardık. O zaman diplomaside başarı uçuş milleri ile ölçülmüyordu. Bakanlar ne kadar uçuyor, ne kadar toplantı yapıyor diye ölçülmüyordu da, aldığı sonuca göre ölçülüyordu. Biz bu sonucu aldık, Rumların pazarlığı yaptıkları, parasını verdikleri, bazı malzemelerini de adaya getirdikleri bu füzeleri çıkartmaya mecbur ettik. Bir kurşun atmadan, diplomasi yoluyla. Ne oldu bü füzeler sonra? Yunanistan aldı, Girit’e yerleştirdi. Onların menzili Girit’ten Türkiye’ye gelecek kadar.
Efendim biz one minute politikası yaptık, kahramanca işler becerdik falan, bunun sonuçlarından biri ne oldu? İsrail ile Yunanistan arasında stratejik işbirliği başladı. İsrail uçakları Girit Adası üzerinde Yunanlılarla birlikte ortak tatbikat yaptılar. Füze sistemlerini de içine alan. İran bile tepki gösterdi .Türkiye’nin haberi bile yok. Yunanlılar da çocuk kandırır gibi biz bu füzelerin düğmesini kapatmıştık uçaklar uçarken merak etmeyin gibi bir cevap verdi. Eğer Yunanistan bu sistemleri herhangi bir koşul altında kullanacak olursa Türkiye’ye karşı, NATO füze kalkanını Yunanistan’a karşı kullanacak mı? Türkiye bir NATO ülkesidir. Başka bir NATO ülkesinden saldırıya uğrarsa NATO bunu yapacak mı? Nasıl yapacak? Angajman koşullarını hazırlarken Yunanistan da bu masada oturmuyor mu? Yunanistan’ın da oyu gerekmiyor mu? Yunanistan kendi füzelerine karşı da bunların kullanılabileceğini onaylar mı? Mümkün değil. Bu milli füze kalkanı sisteminin, füzesavar sisteminin oluşturulması Türkiye’nin güvenlik çıkarları açısından kaçınılmazdır. Eğer siz otomatik pilota bağlar gibi NATO nasıl olsa bizi korur derseniz; yarın bir gün çok zor durumda kalabilirsiniz. Örnek var mı? Örnek var. Şimdi I.Körfez savaşı çıkarken, Türkiye’nin elinde füzesavar sistemleri yok ama Irak’ta var. Irak’ın, Amerika’nın müttefiki olduğu için, İncirlik Üssü Türkiye’de olduğu için bu füzeleri Türkiye’ye karşı kullanma ihtimali var. Türkiye NATO’dan bu Patriot füzlerini geçici olarak istedi. Savaş süresince verin, sonra iade ederiz. Aldık. Irak füzeleri kullanmadı biz de iade ettik. II. Körfez savaşı çıktı, biz yine istedik. Üç tane NATO ülkesi hayır vermeyiz dediler. Nasıl vermezsiniz? Siz NATO müttefiki değil misiniz? Daha önce verdiğiniz bu savunma sistemlerini nasıl vermezsiniz? Uzun pazarlık sonucu iki ülkeyi ikna ettik, üçüncüsü sonuna kadar direndi. NATO konseyinden karar çıkaramadık biz. Sonunda bir çare bulundu, o ülkenin üye olmadığı savunma planlama komitesine gittik, oradan ancak karar çıkarabildik. Düşünebiliyor musunuz? İşte onun için milli savunma sisteminiz olacak. Sonra ne oldu? O ülke NATO’nun askeri kanadına da girdi. Şu anda savunma planlama komitesine üye. Yarın böyle bir durum olsa, o ülke de politikasını değiştirmemiş olsa; demek ki oradan da alamayacaksınız. Tüm bunlar gösteriyor ki; NATO önemlidir, Türkiye’nin uzun yıllardan beri üye olduğu bir ittifaktır, NATO’nun sayısız faydaları olmuştur geçmişte, en son Kosova savaşını bitirmiştir. Afganistan’da önemli işler yapıyorlar vs. fakat bileceksiniz ki güvenlik söz konusu olduğunda önce kendinize güveneceksiniz. Türkiye bunu yapabilecek bir kabiliyete sahiptir, gücümüz, imkanlarımız buna müsaittir. TSK NATO’da Amerika’dan sonra ikinci büyük silahlı güçtür. Bütün dünya ülkeleri arasında da 7.sırada geliyoruz. Onun için kendi silahlı gücümüzü pek küçümsemeyelim. Bazıları çeşitli yayınlar yapıyor ama işin aslı şu ki Türkiye ihmal edilmeyecek bir güçtür. Sanayisi ekonomisi itibariyle de güçlü bir ülkedir. Dünyanın 16. ülkesidir. Toplam GSMH’da Avrupa’nın 6. ülkesidir. Böyle bir ülkeyi kimsenin hafife alması mümkün değildir. Teknoloji açısından çok ileri düzeye ulaştığımız alanlar var. Özetle bu konularda bizim gerçekten çok duyarlı olmamız lazım.
İşin hazin tarafı şu ki; bütün bunlar tartışılırken Sayın Dışişleri bakanı bir kere gelip meclise bilgi vermiş değildir. Dışişleri komisyonuna da gelmiyor. Genel kurula da gelmiyor. Bütçe komitesinde umumi laflar, NATO’nun genel dünya stratejisi çerçevesinde biz bunu değerlendiriyoruz falan gibi, basının bile haber yapmayacağı laflarla geçiştirdi. Ama biz bu konuyu bu kadar hassas, ulusal güvenliğimizi bu kadar yakından ilgilendiren bir konuyu bu güne kadar mecliste tartışamadık. Niye tartışamadık, niye istemiyorlar? Çünkü bunları söylediğimiz zaman verecek cevapları yok da onun için. Bu radarı niye Türkiye’ye konuşlandırıyorsunuz da başka bir NATO ülkesine konuşlandırmıyorsunuz, sorusuna verecek bir cevapları yok. Bize baskı yaptılar da ondan kabul ediyoruz diyebilirler mi?
Türkiye’nin bölgesinde çok ciddi terör sorunu var. Bütün NATO ülkeleri arasında Türkiye kadar terörist sorunlara maruz kalan başka ülke yok. Sözünü ettiğimiz 1999 NATO zirvesinde o zaman için yeni olan stratejik konsepti kabul edeceğiz. Bunun pazarlığını yapıyoruz. Avrupa ordusu bölümünde de anlattım zaten bu bir terör tartışması. Biz dedik ki, bir NATO ülkesi bir terörist örgütün saldırısına uğrarsa; NATO’nun 5.maddesi işletilmelidir. Stratejik konsepte bunu koyalım. Ne diyor 5.madde? Bir ülkeye yapılan askeri saldırı diğer üye ülkelere de yapılmış sayılır ve her üye ülke elindeki imkanlarla bu saldırıyı defetmek için çaba gösterir. Hayır dediler koyamayız. Koydurmadılar. Sadece bir terör saldırısına uğrayan ülkenin NATO konseyine istişare için getirme hakkı olduğunu yazdılar. Siz talihin garip tecellisine bakınız ki terör saldırısını 5.madde kapsamına koymayan NATO, tarihinde 1 tek kere 5.maddeyi işletti. O da bir terörist saldırıya karşı. Bu İkiz Kulelere yapılan 11 eylül saldırısından hemen sonra biz NATO konseyi olarak toplandık, 5.madde kapsamında karar aldık. Tarihinde ilk defa. Başka örneği de yok. Konu terör. Şaka gibi geliyor insana. Üç gün önce siz bunu tehdit olarak belgeye koymayı reddediyorsunuz, üç gün sonra belgede olmamasına rağmen fiilen uyguluyorsunuz. Şimdi bu tecrübeden sonra geçen ay Lizbon’da yapılan NATO zirvesinden önce, biz hükümete dedik ki böyle bir tecrübe yaşadık. Yeni NATO stratejik konseptine bunu koydurun. Terörist saldırıları 5.madde kapsamına aldırın. Metin bir çıktı ki ortaya yok. Gayet muğlak ifadelerle terör de tehdit sayılmaktadır falan ama 5.madde kapsamına gireceği lafını koyduramadılar. Somut uygulama olmasına rağmen. İşte burada da gösteriyorlar ki terörle mücadelede de siz her şeyden önce kendinize güveneceksiniz. Başka ülkelere, üyesi olduğunuz örgütlere güvenerek bu mücadeleyi yapamazsınız çünkü 11 Eylül saldırılarının bu özel durumu hariç öyle anlaşılıyor ki terör saldırısına uğrayan NATO ülkesine diğer NATO ülkelerinin yardımı söz konusu değil. Peki 11 Eylül sonrasında aldık bu 5.madde kararını ne oldu? Amerika fazla bir şey istemedi NATO’dan isteseydi herkes elinden geleni yapacaktı. Ne istedi? Sadece benim hava sahamın güvenliğini sağlayın, AWAX uçaklarını Amerika’nın üstünde uçurun, orada bir terörist faaliyet hissedilirse havadan istihbarat görevi yaparsınız. İşte biz de uçurduk, bizim pilotlarımız da uçtu, başka NATO ülkeleri de uçtu. Bundan başka bir şey istemedi ama Afganistan’da istedi. Afganistan’da dedi ki biz orada NATO’dan çarpışacak kuvvet istiyoruz. Fakat böyle durumlarda her ülke kendisi karar veriyor ya verecek ya vermeyecek. Türkiye olarak biz başından beri dedik ki Kabil şehrinin havaalanının korunması için asker veririz, hatta komutanlık da yaptık, ama terörle mücadele için asker vermeyiz. Niye vermeyiz? Siz bizim burnumuzun ucundaki terör örgütlerinin karargahı olan ülkede 130.000 tane asker barındırıyorsunuz, bu teröristlere karşı tek bir operasyon yapmadınız. Şimdi bize diyorsunuz ki bana saldıran teröristlerle sen de çarpış. Bunu söyleyince Türkiye fazla bir şey diyemediler tabi.
Kuzey Irak’taki terörün dünyada başka bir örneği yok. Birisi bir örnek biliyorsa bana da söylesin benim bilgi birikimimi artırmış olur. Bir ülkede bir terör karargahı olacak, merkezi olacak, kampları olacak ve o ülkede o terör örgütü ile çarpışmakla görevli hiç kimse olmayacak. Polis, ordu, silahlı kuvvet, hiç kimse olmayacak. Bunun örneği yok. Şimdi Irak hükmetinin 300.000’e yakın silahlı kuvveti var. Belki biraz daha az şimdi. Bu silahlı kuvvetler Irak’taki bütün terör örgütleri ile mücadele edecek. İran’a yönelik bir terör örgütü vardı Halkın Mücahitleri, onları da silahlarını bıraktırıp kampa yerleştirdiler. Aklınıza gelecek ne kadar terör örgütü varsa hepsi ile mücadele edildi bir tanesi hariç, PKK. Amerika’nın 130.000 askeri var, bütün terör örgütleri ile mücadele ediyor orada bir tanesi hariç PKK. Barzani evvelce PKK ile mücadele ediyordu, şimdi yapmıyor. Acaba neden? Sorular bunlar. Bu soruları sorduğunuz zaman mecliste bazıları biraz rahatsız oluyor çünkü verecek cevapları yok. Efendim biz eski orgenerallerden oluşan bir komite oluşturduk. Efendim biz Irak ile de konuşuyoruz, onunla da konuşuyoruz, bununla da konuşuyoruz. Dediğim gibi toplantı sayısı açısından biz dünya rekoru kırmak üzereyiz. Herkesle her yerde toplanıyoruz. Uçuş millerine göre başarı madalyası verseler, en çok biz alacağız çünkü. Sabah Tokyo’dan kalkıyoruz, öğlen Hindiatan’da toplantı, akşam Paris’te, ertesi sabah New York’ta toplantı. Hepsini yapıyoruz ama burnumuzun önündeki terör örgütünü durdurmaya kimseyi ikna edemiyoruz. Biz yapacağımız zaman bu işi, meclis hükümetten yetki aldığı zaman, o zaman da diyorlar ki durun, eğer giderseniz size hava istihbaratını keseriz. Kim diyor Amerikan savunma bakanı Robert Gates.
Son bir bilgi daha vereyim terörle ilgili, geçen ay biz toplantı yaptık Brüksel’de, Karma Parlamento Komisyonu. Gündem maddelerinden biri terörizm. Bizim dışişleri yetkilileri de orada sunuş yapıyorlar. Soru soruldu, denildi ki bir Avrupalı NATO ülkesinin ve AB ülkesinin vatandaşı olan teröristleri siz Türkiye’de yakaladığınız zaman ne yapıyorsunuz? Şu kadarını yakaladık, rakamlarını da verdi. Hepsini iade ettik, dedi. Biz de sorduk, peki Avrupa’da yakalanan PKK’lılardan kaç tanesini Türkiye’ye iade ettiler? Cevap, sıfır. İşte burada cidi bir sorun var demektir. Çünkü ittifak ilişkileri her şeyden önce dayanışma ilkesine dayanır, dayanışma yoksa, ittifakın değeri azalır. Dayanışma NATO’nun kuruluşundan beri en önemli unsurudur. Bu dayanışma unsurunu maalesef demin anlattığım örneklerde terör ile ilgili konularda göremedik.
NATO’da bu işler nasıl oluyor, merak edenler olabilir. Toplanıyorsunuz neler konuşuyorsunuz falan? NATO toplantılarında çeşitli belgeler kabul edilir, planlar yapılır, istihbarat değerlendirilir, askeri, güvenlik, savunma, siyasi konularda kararlar alınır. Şimdi bir gün, bir belge kabul edeceğiz, boğazlarla ilgili. Belgede yazıyor Türk Boğazları diye. Yunanlılardan itiraz geldi Türk Boğazları demeyin, e ne diyelim, sadece boğazlar. Bunlar Yunan boğazları değil, kaya değil, bunların Türkiye’ye ait olduğuna dair tereddütünüz var mı? Yok. İlla ona boğaz diyelim, Türk boğazı demeyelim, niye bu kadar ısrar ediyorsunuz? Efendim Lozan’da böyle yazıyor. Biz Lozan’a o kadar bağlıyız ki; Lozan’da ne diyorsa kelime kelime biz uyarız. Ben söz aldım, bu Yunan Krallığının temsilcilerinin görüşlerine katılmıyorum diye. Hemen söze atladı biz Krallık değiliz Cumhuriyetiz. Ben de dedim, Lozan’da öyle yazıyor. Biraz böyle eğlenceli yanı var bu işin.
Şimdi bu NATO dayanışması sadece NATO konularında olmayacak. Yani siz NATO içinde dayanışma sağlayacaksınız, başka bir örgütün toplantısına girdiğiniz zaman, AB toplantısına, orada dayanışma sağlamayacaksın. Bu olmaz. Yani alakart danayışma olmuyor.
Şimdi AB’ne geçersek, diğer konumuzda zannediyorum o. Orada da maalesef beklediğimiz dayanışmayı göremiyoruz, AB üyesi olan NATO ülkeleri tarafından. Şimdi bu ciddi bir sorun. Zaman zaman kamuoyuna yansıtılan bilgilere çok fazla itibar etmeyin siz. Çünkü bakıyorsunuz yabancıların açıklamalarına, Türkiye ile ilgili herhangi bir sorun varsa AB’nde, sorumlusu Türkiye’dir. Bir Alman ansiklopedisi var hocamız gayet iyi bilir, bu ansiklopedinin başlığı, Türklerle ilgili Alman atasözleri. Büyük bir çoğunluğu olumsuz ve küçültücü ifadeler. En sonunda diyor ki Türklerle ilgili bu atasözlerinin sorumlusu da Türkler’dir. Zihniyet bu. Son zamanlarda gerçekler ortaya çıkmaya başladı. 2005 yılında üyelik müzakerelerine başladık. Üyelik müzakerelerine biz Hırvatistan ile aynı gün başladık. Hırvatistan müzakereleri bitirmek üzere. 35 başlık var, tamamını açtılar, 3-4 tanesini bugünlerde kapatıyorlar. 2012 yılında tam üye olacaklar. Biz ise; 35 müzakere başlığından sadece 13‘ünü açabilmiş durumdayız. Gerisini niye açmadık? 18 başlık üzerinde veto var. Bunlardan 8’i Avrupa Konseyinin koyduğu veto, Kıbrıs ile ilgili. Kıbrıs’ta diyorlar, bizim itirazımıza rağmen hükümetin imzaladığı ek protokolü onaylamadığınız için 8 başlığın açılmasını donduruyoruz, bütün başlıkların kapatılmasını da engelliyoruz. Bu karar alınmadan 1 başlığı kapatmıştık biz. 18 başlık üzerinde veto var. 8 tane Avrupa Konseyinin 5 tanesi Fransa’nın. Fransa ne diyor? Bu 5 başlığın müzakeresine izin vermeyiz. Niçin? Çünkü bunlar müzakereye açılırsa Türkiye yarın tam üye olur. Bu başlıklar Türkiye’yi üyeliğe götürebilecek başlıklar, onun için katiyen bunların müzakeresine razı değiliz. Kıbrıslı Rumlar da 6 başlığı engellediler. Bunların için de çok önemli olan enerji başlığı da var. Neticede kala kala 3 tane başlık kalıyor. Yani Türkiye ağzı ile kuş tutsa, istedikleri yasa değişikliklerini yapsa görüşebileceğimiz başlık sayısı 3. Geri kalanı ile görüşemeyeceğiz. İşte sıkıntı buradan kaynaklanıyor. Maalesef kamuoyuna kendimizi başarılı göstermek için her şey çok iyi gidiyor, bugün toplantıda ne güzel şeyler söylediler demesini çok iyi beceriyoruz. Ama işin gerçeği, yalın gerçek, çıplak gerçek bu. Müzakereler fiilen tıkanmıştır. Bir bölümü Fransa bir bölümü Kıbrıs nedeniyle. Bize Kıbrıs ile ilgili taviz vermemizi telkin edenler diyorlar ki efendim üyeliğinizi engelleyen Kıbrıs’tır. Kıbrıs meselesinde bir taviz verin, ondan sonra Avrupa’nın kapıları açılacak. Fransa’nın koyduğu engellerden hiçbirinin Kıbrıs ile alakası yok. Hiçbir Fransız yetkilisi bugüne kadar bu engellerimiz Kıbrıs ile ilgilidir demedi. Kıbrıs çözülürse bu engelleri kaldırırız da demedi. Wikileaks’te çıktı, Amerikalılara açıkça söylemiş Fransız dışişleri müsteşarı, biz hiçbir şekilde Türkiye’nin üyeliğini istemiyoruz. Buna her yolla engel olacağız. Hiçbir çaremiz kalmaz ise referandum yolu ile bunu engelleyeceğiz demiş. Niçin? Bunu mutlaka değerlendirmemiz lazım. En büyük sıkıntıyı biz Fransa ve Almanya’dan çekiyoruz. Almanya dışişleri bakanı geldi, Ankara’da birkaç ay önce benim de bulunduğum bir toplantıda, yüzümüze baka baka Alman hükümeti Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir. Aman ne kadar güzel. Koalisyon demek ki politikayı değiştirmiş. Koalisyonun büyük ortağı Angela Merkel kesinlikle karşıyız diyordu, kendi partisinin kongresinde karar aldırdı, Türkiye’ye üyelik vermeyin, özel statü verin. Wikileaks belgelerine bakıyoruz, aynı dışişleri bakanı Amerikalılara gidip konuşuyor, biz kesinlikle Türkiye’nin üyeliğine karşıyız, cevabımız hayırdır. Bu bizim yıllardan beri ortaklık yaptığımız Almanya bize farklı söyüyor, Amerika’ya farklı.
Niçin istemiyorlar? Şimdi bizim buna çok iyi bir teşhis koymamız lazım. Şunun için benim kanaatimi sorarsanız, esas mesele şu, AB’nde bütün kararlar nüfus esasına göre alınıyor. AB’nde hükümet başkanlarının, devlet başkanlarının katıldığı zirvelerde, dışişleri bakanlarının, başka bakanların katıldığı konsey toplantılarında, her üyenin ağırlıklı oyu var. Oylar eşit değil. Mesela Fransa ve Yunanistan’ın oyları eşit değil. Her birinin nüfusuna göre ağırlıklı oyları var. Şimdi Türkiye üye olduğu zaman en ağırlıklı oya sahip olan ülkelerden biri olacak. Yani Avrupa’ya büyük bir AB ülkesi olarak gireceğiz biz. Dostumuz olan AB ülkeleri defalarca söylediler, Türkiye Litvanya gibi, Slovenya gibi bir ülke olsa bu kadar sorun çıkmazdı diye. Avrupa parlamentosunda en çok Almanların milletvekili var. Almanlarla eşit sayıda milletvekilimiz olacak bizim. Şimdi bunu istemiyorlar. Siz üye olduğunuz zaman AB’ndeki dengeler değişecek. AB politikalarının oluşturulmasındaki bu nüfus oylamasında falan bir denge oluşmuş. Bu dengeyi bozacaksınız siz. İkinci denge de kuzey-güney dengesi. Kuzey Avrupa ülkelerinin menfaatleri farklı, Güney Avrupa ülkeleri İspanya, Portekiz, İtalya vs. menfaatleri farklı. Bu dengeyi de bozacaksınız. Üçüncü konu para. Şimdi AB’nin para fonları var. AB’nin sosyal fonları var, başka fonları var. Siz bugün üye olsanız yılda 16,5 milyar euro katkı alacaksınız AB’nden. Yaklaşık 5 milyar euro geriye vereceksiniz, kalacak sizde 11,5 milyar euro. Bunun 8,5 milyar euro’su tarıma gidecek. Türk çiftçisi geri ödeme koşulu olmadan 8,5 milyar euro katkı alacak. İşte bu parayı size vermek istemiyorlar. Çünkü para yok. Bu para için başka ülkelerin katkısından kesmek lazım. Aksi takdirde bütçeyi artırmak lazım. AB’nde en zor yapılacak iş bütçede kapsamlı bir artış yapmaktır. Çünkü hiç kimse bütçeye daha fazla katkıda bulunmak istemiyor. 110 milyar euro gibi bir bütçeleri var, bunun yaklaşık yarısı tarıma gidiyor istemiyorlar. Bir de böyle bir engel var. Şimdi gerçek problemler bunlar. Devlet adamlarının gidip karşılıklı bunları konuşmaları gerekiyor. Yani kardeşim sen beni üye yapacak mısın yapmayacak mısın? Yapmayacaksan nasıl yapmazsın? Bunca yıldır bu kadar belgeye hedefimi koymuşum. Ben bütün siyasetimi, ekonomik yapımı, dış politikamı, her şeyimi bu sisteme göre ayarlamışım. Şimdi bu maçın ortasında kale direklerinin yerini değiştiriyorsun. Böyle bir şey olur mu? O zaman siz de karşılığını vereceksiniz. Diplomaside karşılık verecek gücünüz yoksa hiçbir konuda hiçbir şey elde edemezsiniz. Bunu size söyleyeyim. En kötü durum diplomaside paletten yana olmaktır, gidip birisinden bir şey rica etmektir, lütuf istemektir. Talebinizi ortaya koyacaksınız yaparsa yapacak, yapmazsa ikna etmeye çalışacaksınız. Yapmazsa siz de karşılığında tedbir alacaksınız. Örneği var mı? Çok. Size Kıbrıs konusunda Amerikan ambaogosuna nasıl karşılık verdiğimizi anlattım. Demek ki en büyük devlete karşı bile bir yaptırım gücümüz olabiliyor. Biri sizin gözünüzün içine baka baka sizi hiçbir zaman AB’ne üye yapmak istemiyoruz çünkü siz Asyalısınız derse, Sarkozy öyle diyor, Kıbrıs’ı nasıl yaptılar? Kıbrıs’ı AB haritasında gören bir arkadaşımız varsa bana da anlatsın. Kıbrıs’ı üye yaparken hatırlamıyor, Türkiye’nin büyük kısmı Asya’da,Türkiye Asya ülkesi. Öyle mi diyorsun? O zaman ben de sana öyle bir tedbir alırım ki sen bunu dediğine pişman olursun. Diplomasinin özeti bu. Bunu yapacak durumda değil misiniz? O zaman, o devlet arasındaki yerinizi alamazsınız.
Örnek, Fransa ile ilgili örnek vereyim. 1980’li yılların başında, 70’li yılların sonunda, Ermeni teröristler Fransa’da kol geziyor. Bizim Paris büyükelçimizi öldürdüler, başka diplomatlarımızı öldürdüler, bir kısmını yaraladılar, her gün faaliyet yapıyor bu ASALA teröristleri. Ne zaman bir Ermeni eylemi olsa Fransızlar arka çıkıyor. Bizim büyükelçimiz ölmüş, o gece Ermenilerin ne kadar haklı olduğunu anlatıyor. Paris bıraktı geldi büyükelçiliği çünkü Ermeni anıtı dikiyorlar. Tam o sırada Fransızlar bir teklif getirdiler Türkiye’ye. Akkuyu nükleer santrali o zaman da gündemde. Biz dediler size çok cazip bir teklif getiriyoruz 1 milyar dolarlık, o zaman büyük para. Çok uygun şartlarla. Ödeme süresi şu kadar. Şunu yapacağız bunu yapacağız iyi. O zamanki dışişleri bakanı dedi ki Fransızlara, bakın teşekkür ederiz zahmet etmiş, proje hazırlamışsınız. Yalnız size söyleyeyim siz şu kapıdan çıktığınız zaman ben sizin projenizi alıp çöp sepetine atacağım. Çünkü siz Ermeni teröristlerine bu kadar himaye verirken; biz size hiçbir proje vermeyiz, dedi. Bunu meclise teklif bile edemem dedi. İşte o devlet adamına bunu yaptıktan 15 gün sonra Fransa cumhurbaşkanı özel temsilci gönderdi. Etyan Manak, GS hocası eski. Dediği şu, biz size karşı yanlış politika izlediğimizi kabul ediyoruz. Sizden özür diliyoruz. Bir daha bunu yapmayacağız, bir daha tek bir terör eylemi olmayacak Fransa topraklarında Türklere karşı. Sizinle dostluğumuzu geliştirmek istiyoruz. O tarihten sonra bir daha Ermeni eylemi olmadı Fransa’da. O bakımdan sizin haklarınızı çiğneyenlere karşı tepki göstermesini bileceksiniz. Biz bunu sorduk dışişleri bakanına mecliste, bize, toplantılarını, nerelerden nerelere gidip geldiğini anlattı.
Şimdi değerli arkadaşlar, bütün bu anlattıklarımız madalyonun bir yüzü. Şimdi diğer yüzü de var, bunu da görmek lazım. Sadece başkalarını eleştirirsek, kendimizi sütten çıkma ak kaşık gibi görürsek yanlış bir iş yapmış oluruz. Biz AB’ne niçin üye olmak istiyoruz? Daha çok imkanlarımız olacak diye, ticari, ekonomik. Gümrük indiriminiz var, gümrüksüz bütün sanayi mallarını satabiliyorsunuz. Onlar da size diyorlar ki bazı özel avantajlar da tanıyalım. Hayır diyorsunuz, tam üye olacağız. Niçin? Çünkü AB ile Türkiye’yi bağlayan değerler sistemi var. Biz 20.yy’ın başlarında Atatürk tarafından başlatılan, çok büyük, belki dünyada hiç örneği olmayan büyük reform projesini gerçekten hayata geçirmek için uygarlık projesinin temel ilkelerini yapmak zorundayız. Ne var uygarlık projesinin unsurları arasında? Demokrasi var. Başka? İnsan hakları, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği, laiklik, çağdaş yaşam biçimi var. Siz bu konularda Avrupalı olduğunuz zaman diğer engelleri aşabilirsiniz. Avrupalı olmanızın bir manası var. Yoksa AB’ne iğreti olarak tutturulmuş, Avrupa’nın değerlerini paylaşmayan bir ülke olarak, orada işiniz gerçekten fazla olamaz. Onun için siz Avrupa’nın değerler sistemine sahip olacaksınız. Burada elimizde çeşitli bilgiler, veriler var. Dünyanın itibar ettiği istatistikler var, endeksler var. Şimdi bunlara baktığımız zaman, nasıl bir Türkiye çıkıyor ortaya? Biz bunu hükümete söylediğimiz zaman, aksi görüşte iseniz bunlara itiraz edin. Bunların her biri uzmanlar tarafından belirleniyor, çeşitli kriterleri var çeşitli alt başlıkları var. Eğer bir ititrazınız varsa hemen çıkın söyleyin. En son istatistikler, Economist dergisinde Dünya demokrasi endeksi var. Ülkeler demokratik açıdan 4 gruba ayrılmış. 1.grup gerçek demokrasiler 26 ülke,Türkiye burada yok. 2.grup kusurlu demokrasiler, demokrasiler ama eksikleri var. 53 ülke. Türkiye bunda da yok. Türkiye 3.grupta, 3.grup demokrasi ile totaliter ülkelerin bir karması, bu grubun içinde Türkiye. Toplam sıralamada dünyada 89.sırada. Bizden sonraki grupta totaliter ülkeler var. Demokrasinin önemli oluşumlarından bir tanesi de basın özgürlüğüdür. Basın özgürlüğünde neredeyiz? Burada da Amerika’nın Freedom House endeksi var, orada dünyada basını özgür olan 69 ülke var diyor. Türkiye burada yok. Türkiye tam 106. sırada. Hepimiz sabahları gazeteleri okuyoruz, akşamları televizyonları izliyoruz özgür mü bunlar? Gazeteciler istediklerini yazıp, konuşabiliyorlar mı? Bir de sınır tanımayan gazeteciler örgütü var, bu daha da kötü bir not vermiş Türkiye’ye. Onlar 2002 yılında 178 ülke arasında Türkiye 99. sırada diyorlardı. Şimdi en son 178 ülke arasında tam 138. sırada. Ekonomik sosyal özgürlükler listesi var, The Wall Street Journal ile The Heritage Foundation’ın listesinde Türkiye 67. sırada yer alıyor. Yolsuzluklarla mücadelede, dünya şeffaflık örgütü. O kadar övünüyoruz bunlar yalandır diyoruz, Türkiye yolsuzlukta 61.sırada. Avrupa Konseyinin yolsuzlukla mücadele raporu var. Bunun Türkiye raporunu okursanız içiniz sızlar. En önemlisi tarafsız bir komite kurun hükümetin emrinde olmayan, yolsuzlukarı bu komite araştırsın. Bizimkiler reddediyor, onlar da ikinci raporda teklifimizi reddettiler diyor. Bakıyorum aramızda çokça bayan arkadaşımız var. En üzüntü verici endekslerden bir tanesi kadın-erkek eşitliği endeksi. Bu konu inanın bizi daha çok üzüyor. Dünya ekonomik forumu kadın-erkek eşitliği endeksinde Türkiye 105.sırada, 2006 yılında. 2010 yılında 126.sırada. Bizden 1 sıra yukarda İran, 1 sıra aşağıda Suudi Arabistan var. Sadacede Bağdat caddesini, Nişantaşı’nı ölçmüyor. Bütün Türkiye’yi ölçüyor.
GSMH açısından dünyanın 16. sırasındayız ama bireysel zenginlikte neredeyiz? Bireysel refah? İnsanlarımız dünya ölçülerine göre nerede? Birkaç sene önce Türkiye 63.sırada idi. En son endekste 80.sırada. Şimdi nerden nereye geldik diye soranlar var, işte oradan buraya geldik.
Değerli arkadaşlar gerçekleri size söylemek bizim görevimiz. Ama bir görevimiz daha var size olumsuzluk aşılamamak. Çok daha zor şartlardan çok daha zor koşullardan çıkarak, dünyanın parmak ısırdığı bir cumhuriyet kurduk. Bunları aşarız. Bizim yapamadıklarımızı siz yapacaksınız. Unutmayınız ki cumhuriyeti kurduğumuz yıl Türkiye’de okuma yazma oranı %10 idi, kadınlarda %4.8. Biz öyle bir ülkeyi devraldık. Alt yapı yok, hiçbir şey yok, Osmanlı borçları var üstümüzde. Biz o ülkeyi Atatürk zamanında nereden nereye getirdik. Şimdi bize düşen görev, bu olumsuz şartları olıumluya çevirmektir. Burada da size çok büyük görevler düşüyor. Umudunuzu kırmayacaksınız, kötümser olmayacaksınız. Dünyada bizim yapabildiğimizi yapan ülke çok azdır. Bazı şeyleri kolay unutuyoruz. Avrupa’da demokrasinin beşiği neresidir? Fransa 1789 ihtilalini yapmış, özgürlük, eşitlik, adalet devrimi yapmış, 1792’de de cumhuriyet kurmuş. Kaç yıl yaşamış dersiniz? 7 yıl. Napolyon deviriyor ve imparatorluk kuruyor. Fransız halkı bir dahaki cumhuriyet için tam 49 sene bekliyor. Sonra Lui Napolyon geliyor, 4 sene yaşayan bu cumhuriyeti yine deviriyor. Bir dahaki cumhuriyet için tam 27 sene bekleniyor. Üçüncü cumhuriyeti de fazla yaşatamıyorlar, ikinci dünya savaşı sırasında sadece Fransa için değil tüm dünya için yüz kızartıcı bir faşist idare kuruluyor Fransa’da. Sonra savaş bitiyor, 4.cumhuriyet. Olmuyor 5.cumhuriyet. Yani Fransa’da hiçbir dönemde Türkiye’deki kadar uzun süre cumhuriyet yaşatılmamıştır. İngiliz tarihinde 1 kere cumhuriyet var, Sadece 6 yıl yaşıyor. Sonra tekrar Kral geliyor. Ne yapıyorlar? Yaptıkları şu, cumhuriyeti kuran adama o kadar nefret duyuyolar ki adamın mezarını açıyorlar, cesetini idam ediyorlar, kafasını kesiyorlar, mızrağa saplayıp parlamento binasının önünde tam 24 yıl teşhir ediyorlar. İngiltere’de cumhuriyet bu kadar. Almanya’da 1919’da kuruldu cumhuriyet sadece 19 yıl yaşadı, arkasından Hitler. Hitler’in dünyayı ne hale getirdiğini biliyorsunuz. İspanyol cumhuriyeti 8 sene yaşadı. İspanya iç savaşından önce 1931-1938 arası. Biz 90.yılını kutlayacağız! Buna sahip çıkmamız lazım. Biz büyük bir milletin çocuklarıyız, çok büyük işler yapmış milletin çocuklarıyız. Kendinizi güçlü hissedecekseniz. O güç sizin içinizde, biz sizin yerinizde otururken kendimizi ülkenin sahibi zannediyorduk, her şey bizden soruluyor. Her gün sesimiz çıkıyor, Türkiye’yi ne hale getireceğiz. O zaman belki yumurta falan atmıyorduk ama onun dışında ne gerekiyorsa yapıyorduk. Her türlü mücadeleyi veriyorduk. Sizler bizim yapamadıklarımızı yapacaksınız, sizlere güveniyoruz, böyle iyi okullardan çıkmış gençlerimiz Türkiye’yi çok daha yukarılara taşıyacaklar.
Bu belge Konferanslar, Konuşmalar arşivinde bulunmaktadır.