Bursa Milletvekili Onur Öymen’in Kanal B’de Hariciye Kliniği Programında Verdiği Mülakat-8 Aralık 2010

Bursa Milletvekili Onur Öymen’in Kanal B’de Hariciye Kliniği’ne Verdiği Mülakat
8 Aralık 2010

Sunucu: Ortaya çıkan hukuki durum, TSK ile hükümet arasında acaba yeni bir gerilim mi var? sorusunu da birlikte getiren bu gelişmeler, programımızda konuklarımız tarafından yanıtlanacaktır. Konuğumuz Onur Öymen bizlerle beraber ve sorularımızın yanıtlarını kendisinden almaya çalışacağız.  Hoş geldiniz efendim.

Onur Öymen: Hoş bulduk efendim.

Sunucu: “Bu tür adımlar atılırken elbette itirazlar yükselecektir ve Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı bir sivil darbe yapıldığı söylenecektir. Aslında Türkiye’de bir demokratikleşme süreci yaşıyoruz. İki bakan da kendilerine verilen hakkı yerine getirmiştir.” bu şekilde devam ediyor ama Diyarbakır’dan Şehabettin Bey, bunu bir demokratikleşme sürecindeki adım olarak görüyor. Ama Sayın Erdoğan tarafından, az önce dedi ki; referandum süreci vardı, referandum sürecinde Türkiye’de daha çok demokrasi olacak, daha çok yargı, hukuk, adalet ön plana çıkacak. Olaya siyasi olarak baktığınızda yine TSK üzerinden iktidarın bir mağdur rolünü tekrar oynaması ya da TSK ile bir şekilde gündeme gelerek kamuoyunda puan toplamak gibi bir anlayışı var, yorumlarına ne diyorsunuz?

Onur Öymen: Şimdi bence işin esasına bakmak lazım. Türkiye ya hukuk devletidir, ya değildir. Biz Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu savunuyoruz. Eğer Türkiye hukuk devleti ise; herkes, hangi makamda olursa olsun, yargı kararlarına saygı gösterecek. Şimdi bunun başka bir çıkar yolu yok. Anayasamızda bu konuda açık hüküm var. Hükümet dâhil, bakanlar dâhil, meclis dâhil, yargının kendisi dâhil, yargı kararlarına saygı gösterir. Şimdi burada yargının aldığı bir karar var. Hükümet yargının aldığı kararı yok farz ederek; siyasi bir tasarrufla, üç tane yüksek rütbeli, iki generali, bir amirali açığa aldı. Görevinden alındı. Burada demek ki; Askeri İdari Mahkemesinin aldığı kararı yok farz ediyorlar. Şimdi bu ilk defa olmuyor. Hükümet ne zaman bir mahkeme, kendisinin istemediği doğrultuda bir karar alırsa; daima bunu geçersiz kılmak için ya bir kanun çıkartmaya kalkışmıştır, ya bir anayasa çıkartmaya kalkışmıştır, yani hukukun üstünlüğünü içlerine sindiremiyorlar. İşin can alıcı tarafı burasıdır. Hukukun üstünlüğünü içlerine sindiremiyorlar. Mahkeme bir karar almış, birkaç gün sonra da esasa ilişkin bir karar alacak. Yürütmeyi durdurma kararı almış buna bir saygı gösterirsin. Efendim ben mesleki yeteneklerini tartışmaya açıyorum, mesleki açıdan yeterince yeterli bulmuyorum. Bir kere bu incitici, kırıcı bir şey. Şimdi bunun yeri de Askeri Şura. Askeri Şura’da varsa bir bildiğiniz dile getireceksiniz. Diğer katılımcılar, Askeri Şura üyeleri nasıl değerlendiriyor bu subayı? Ona göre orada bir karara varılacak. Şimdi bir de idari karar, efendim kanunen açığa almaya yetkisi var mı, yok mu? Demokrasilerde kanunun verdiği yetkiyi kullanırken; doğru, haklı ve isabetli karar alacaksın. Yani kanun bana bu hakkı verdi, ben bunu keyfi şekilde de kullanırım, dilediğim şekilde de kullanırım, kimse bana bir şey diyemez, bugün bunları görevden alırım, yarın başkasını alırım ve böylelikle demokrasinin temel unsuru olan halka hesap verme zorunluluğundan kaçınmış olursunuz. Yani kim bana karışabilir, yetkileri o veriyor, ben de aldım, kimseye hesap vermek zorunda değilim. Hayır. Halka hesap vermek zorundasınız. Yaptığınız işin doğru olduğunu halka anlatmak, haklı inandırmak zorundasınız. Biz askeri makamlara her türkü baskıyı da yaparız, efendim kozmik odayı da araştırırız, efendim Sayın Başbakan yardımcısına suikast düzenlendiği iddiasıyla ortalığı ayağa da kaldırırız. Sonra hiçbir şey çıkmasa bile ordu töhmet altında bırakılır. Buna benzer kaç tane olay yaşandı. Yani siz ne yapmak istiyorsunuz? Yani siz ordu ile bir iktidar mücadelesi içinde misiniz? Ordu demokrasi çerçevesinde görevini yapacak. Sizde demokrasi çerçevesinde kanunları sayıp, halkı da ikna ederek, makul ölçüde kullanacaksınız. Yani bu böyle olur. Her gün bir makama saldırı, basına saldırı yapacaksınız, basını baskı altına alacaksınız. Bir gün üniversitelere, bir gün yargıya, bir gün muhalefete, bir gün askere. Yani şunu mu kanıtlamak istiyorsunuz? Ben her şeye hâkimim. Ben halktan oy aldığıma göre Türkiye’deki bütün makamlara her şeyi yaparım, kimse de karışamaz, çünkü oy aldım. Bunu söyleyen oldu geçmişte ama demokratik ülkeler değildi onlar. Diktatörlükle yönetilen ama seçimle başa gelen rejimlerde bu oldu. Mademki ben iktidara geldim, oy aldım, her şeyi yaparım. Hitlerin yaptığı bu. Hitler bütün memleketi perişan etti, bütün kurumları perişan etti, yargı dâhil, basın dâhil, bütün yurttaşları, bütün vatandaşları perişan etti, gerekçesi de ben oyla geldim. Yani sizin oyla iktidara gelmeniz yetmiyor. Türkiye bir demokrasi ise; sadece oyla, seçim yaparak yetinemezsiniz. Demokrasinin bütün kurallarını işleteceksiniz. Bunlardan biri kuvvetler ayrımı. Bunlardan biri yargı kararlarına saygı, yargının bağımsızlığı. Türkiye dünyada 54. sırada geliyor yargı bağımsızlığında biliyor musunuz? 53 ülkenin yargısı bizden daha bağımsız. Niçin? Çünkü saygı göstermiyorsunuz. Şimdi bu son olay gerçekten birçok açıdan düşündürücü. Şimdi bunun bir emsal olduğunu düşünün, yarın demek ki bakanlar, herhangi bir kimseye, bir kuruma, halka, kamuoyuna, hesap verme ihtiyacını duymadan benim takdirime göre filanca subay yetersizdir, onu görevden alın diyecek. Her rütbede. Yani bu rütbedekini alan insan, başka rütbedekini alamaz mı? Her rütbede alabilir. Efendim başka ülkelerde olmuyor mu? Yunanistan’da Genel Kurmay Başkanını görevden aldılar. Ama her olayın bir gerekçesi var. O ülkelerde halk, kamuoyu vicdanı, bu olaydan yeterince rahatsız olmadı, pek rahatsız olmadı. Çünkü halkı ikna edecek gerekçeleri vardı. Siz de hangi gerekçeyle bunu yaptınız? Ne anlatacaksınız? Söyleye söyleye üç generalden bir tanesinin yetenekleri hakkında kuşkuları varmış. Askeri Şura’da anlattınız mı bu kuşkularınızı? Ne sonuç çıktı? O zaman niye terfi ettirdiniz? Nasıl oldu da terfi kararı çıktı? O bakımdan hükümetin, bizim grup başkan vekilimiz Kemal Anadol çok haklı olarak buna kuvvetli tepki gösterdi, bu bir sivil darbedir, dedi. Yani biz iktidarın bu gibi keyfi davranışlarını kınıyoruz. Çok yanlış buluyoruz, çok sakıncalı buluyoruz. Türkiye’de demokrasinin işleyişi açısından da çok tehlikeli bir adım olarak görüyoruz.

Evet bence bu son derece rahatsızlık yaratan bir durum. Çünkü silahlı kuvvetlerde esas unsurlardan birisi, paşam daha iyi bilir, disiplindir. Hiyerarşik bir düzen vardır orduda. Her subay üstündeki amirin takdirini kazanmak ister, onun talimatlarını yerine getirmek ister. Şimdi makamlar bireysel olarak bazı subayların mesleki yeteneklerine hüküm verdiklerine göre, yarın acaba başka subaylar da aman bakanlar bizim aleyhimize bir tavır izlemesinler diye yargı içine mi girecekler? Bu ordunun disiplinini bozmaz mı? Silahlı Kuvvetlere hâkim olan üst siyasi makamlardır. Siyasi otoritedir. Hükümettir, cumhurbaşkanıdır. Ama bunun yerleri var. Bunun yerleri Askeri Şura’dır, bunun yerleri MGK’dır, bunun yeri GenelKurmay Başkanı ile Cumhurbaşkanının, Başbakanın yaptığı görüşmelerdir. Pek tabiî ki son söz daima sivil makamın olacaktır, bunda kimse kuşku duymuyor. Ama siz bütün düzeni, hiyerarşiyi, gelenekleri bozarsanız; ordunun yapısına da olumsuz yansımaları olur bunun. Şimdi yine, Paşam da söyledi, kendinden daha kıdemsiz Subaylar bu generalleri yargılıyor. Şimdi bu mantıkla gidersek; Sabih Kanadoğlu hakkında soruşturma açanlar ondan daha kıdemli savcılar mıydı? Türkiye Cumhuriyeti’nin Onursal Başsavcısı, ondan daha yukarı kaç tane makam var? Onun hakkında soruşturmayı açan savcı, onun daha mı üstündeydi, makam olarak, hiyerarşi olarak? Sizin mantığınız sadece askerler için mi geçerli? Siviller için geçerli mi? Kaç tane kıdemli hâkim yargılandı veya hakkında soruşturma açıldı, onlardan daha kıdemsiz savcılar tarafından. O bakımdan bu konularda dikkatli olmak lazım. Devlet geleneklerimizi de tahrip etmeyelim. Hukuk düzenini tahrip etmeyelim, demokrasiyi tahrip etmeyelim ve yargı konusunda vatandaşın kafasında soru işaretleri oluşturmayalım. Siz değil miydiniz, Askeri Şura’nın kararlarının yargıya kapalı olması demokrasiye aykırıdır diye. Bu konuda AİHM’nin kararı var. Bu konu uluslararası hukuka aykırı değildir diye. Buna rağmen anayasa değişikliği yaptırdınız, niçin? Çünkü sizi rahatsız eden bazı görevden almalar olduğu zaman Askeri Şura’da istediniz ki; onlar yargıya gidebilsin. Efendim kim bunlar? Şeriat dolayısıyla, bir takım farklı faaliyetler dolayısıyla, ordudan ihraç edilenler. Onların ihracına hep muhalefet şerhi koymuşlar. Acaba niçin? Yani bunların ihracına karşı olması için mi? Hayır diyorlar, öyle değil. Bunlar yargıya gidemiyorlar diye muhalefet şerhi koyuyor. Şimdi bu yolu açtınız, yargı kararına saygı göstermiyorsunuz. Yani yargı sadece sizin istediğiniz doğrultuda karar verirse makbuldür, yargı sizi rahatsız edecek, sizin istemediğiniz doğrultuda karar verirse ona karşı her türlü idari, siyasi kararı alabilirsiniz. Yargı kararını geçersiz kılabilirsiniz. Şimdi bu anlayış Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştıran anlayıştır. Bütün bu anayasal düzenlemeleri yaparken Avrupa normlarına uyacağız dediniz, fakat siz bu adımlarla Avrupa normlarından kendinizi uzaklaştırıyorsunuz. Hukukun üstünlüğüne önce siz saygı göstereceksiniz. Bence bütün olarak bakarsak yalnız bu olayda değil, pek çok olayda görüyoruz ki; hükümet, mademki ben seçimle geldim, diğer demokrasi kurallarına dikkat etmek gibi bir mecburiyetim yok. Başbakanın 23 Nisan töreninde, birkaç saatliğine kendi makamına oturan çocuğa söylediği gibi artık Başbakan oldun, astığın astık, kestiğin kestik diyor. Yani öyle görüyorlar, bu makamları öyle makamlar olarak görüyorlar. Ben ki Başbakanım, ben ki bakanım her şeyi yaparım. Kimseye hesap vermem, halka da vermem. Basın zaten kim oluyor? Efendim diğer sivil toplum örgütleri neymiş? Üniversiteyi sustururum, muhalefeti perişan ederim, niyetleri bu. Ve istiyorlar ki Türkiye’yi dikensiz bir gül bahçesi haline getirelim. Demokrasiyi çok zayıflatan adımlardır bunlar. Bu gidiş devam ederse Türkiye’de demokrasiyi yaşatamayız, önce bir zihniyet değişikliği gerekiyor hükümette. Önce demokrasiye, hukuka saygı gösterin. Kaç tane örneği var? Size kaç tane örnek verebilirim. Mahkeme karar alıyor, hükümet o karara uymamak için, mahkemenin karar alırken dayandığı kanunu değiştiriyor. Aynı davada aynı konuda, beş defa mahkeme karar aldı, beş defa kanun değiştirdiler. Düşünebiliyor musunuz? Sonunda Anayasa Mahkemesine gidildi. Yani bu kadar, yargı kararlarına saygı göstermeyen bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Sunucu: Askerlerin beş vakit namaz kılmamasına dair haber, psikolojik savaşın bir devamı mıdır?

Onur Öymen: Yani şimdi, TSK’nın hukuka uygun hareket etmesi herkesin beklentisidir. Böyle askeri vesayet falan diyerek kendilerini küçük duruma düşürüyorlar. Yani siz sekiz yıldır iktidardasınız, askerlerin vesayeti altında mı iktidar yapıyorsunuz? Askerler mi sizi iktidara getirdi? Sizin aldığınız kararlar, askerlerin size zorla aldırdıkları kararlar mı? Bizler mecliste görev yapıyoruz milletvekili olarak. Ben bir tek yasa hatırlamıyorum ki; mecliste askerlerin bize dayatmasıyla alınmış olsun. Böyle bir mekanizma bile yok. Hiç böyle bir telkin bile almadık kimseden. Nasıl oluyor da Türkiye’nin en yüksek makamı Büyük Millet Meclisi, biz bütün kararlarımızı özgür irademizle alıyoruz, başta 1 Mart tezkeresinin reddedilmesi kararı olmak üzere, herkes biliyor ki o sırada askerler farklı bir görüşteydi ama biz meclis olarak başka yönde karar aldık. Bunun çok örneği var. Ama hiç kimse kalkıp da Türkiye’de askeri vesayet var diyemez kolay kolay. Yani o zaman, hem meclisi, hem hükümeti töhmet altında bırakırsınız. Yani askerler istediği için mi biz çeşitli kanunları çıkarıyoruz veya çıkarmıyoruz? Yaptığımız konuşmalar askerler istediği için mi yapılıyor mecliste? Aldığımız kararlar askerler istediği için mi alınıyor mecliste? Eğer öyle değilse; o zaman askeri vesayet lafını nasıl ediyorsunuz? Neye dayanarak söylüyorsunuz? Yani öyle hava yaratılıyor ki; perde arkasında askerler var, ipler askerlerin elinde, asker ne isterse o oluyor Türkiye’de. Ama Türkiye’de demokrasi, sivilleri bu askeri vesayetten kurtaralım, askerlerin siyasi kontrolü olsun, efendim siyasiler üstün olsunlar falan. Böyle tartışma var mı Türkiye’de? Yani ben bilmiyorsam, Sayın Başbakanın kamuoyuna açıklaması lazım. Şimdiye kadar aldığı hangi kararı askerlerin zoruyla aldı, lütfen açıklasın. Yoksa bu askeri vesayet tartışmasını son vermek lazım. Askeri de zor durumda bırakıyor, siyasetçiyi de zor durumda bırakıyor. Yani siyasetçiler vesayet altında hareket eden insan durumuna düşüyor. Bunu ben kendi hesabıma reddediyorum. Ben şimdiye kadar kimseden hiçbir talimat almadım mecliste görevimi yaparken, benim partim de almadı. Başka partilerin de aldığını sanmıyorum. O zaman bize bu vesayet lafını edenler, bize karşı saygılı davranışta bulunmamış oluyorlar. Yani nasıl dersiniz siz, siyasetçiler askeri vesayet altında hareket ediyorlar diye? Efendim biz darbe dönemidir, 12 Mart dönemidir. O gibi dönemlerden bahsetmiyoruz biz. Bugün Türkiye’de vicdan sahibi insan bunu söyleyebilir mi?

Şimdi öyle anlaşılıyor ki; bu hükümetin başarıya çok ihtiyacı var. Zafere çok ihtiyacı var. Ülke de pek çok sıkıntı yaşanıyor, onun için en basit bir olayı bile halka bir zafer olayı gibi anlatmak istiyorlar. Şimdi bu NATO olayında zaferden bahsetmek gayri ciddi bir durumdur. Şunun için; bir kere NATO, Türkiye’nin de üye olduğu ve NATO hakkına sahip bir kuruluştur. Bütün ülkelerin oybirliği ile kararlar alınır. Yalnız Türkiye değil, her ülke istediği her kararı engelleyebilir. Yani bir karar alacakken NATO siz engellemişseniz bu bir zafer değil, bu sizin hakkınızdır. Bunu kaç defa yaptık biz NATO’da. Ben NATO’da daimi temsilci iken; o zaman 19 üye ülkesi vardı NATO’nun. Bundan önceki stratejik konseptte, 1999 Washington Zirvesi’nde bizim sağladığımız bazı haklar vardı. Avantajlar vardı, Avrupa Ordusu ile ilgili olarak, bu hakları Türkiye’nin elinden kısmen almaya çalıştı bazı AB üyesi olan NATO ülkeleri. Onlarla mücadele ettik. İşte bir noktaya geldik, bize akıllarınca bir şeyi kabul ettirmeye çalışacaklar, dediler ki bir tek siz kaldınız burada, bütün ülkeler destekliyor bizi, siz de destekleyin bu işi halledelim. Ben o zaman NATO daimi temsilcisiydim. Dedim ki; NATO’da 18, 1‘den daha büyük değildir. Bütün ilkelerin oyu lazım ve biz onu durdurduk. İstemediğimiz kararın alınmasına mani olduk. Bunu başka ülkeler de yapıyor. Bu bir kahramanlık değil, zafer değil, bir hakkın kullanılması. Kaldı ki bu olayda şöyle bir izlenim elde edilebilir. Daha önce İran’dan ismen tehdit olarak bahsediliyordu, NATO’nun zirve bildirilerinde veya Dışişleri Savunma Bakanları Bildirilerinde, bu defa sokturmadık. Öyle değil, hiçbir kararda füze konusunda bahseden hiçbir kararda İran’dan ismen bahsedilmemiş. Ne 1999 Stratejik Konsept Belgesinde, ne o sıradaki Başkanlık Zirve açıklamasında, ne 2009 yılında füze tehdidinden bahseden paragrafların birinde İran’ın adı geçmiyor. Yani sanki büyük bir kahramanlık yapmışsınız. Şunu deseniz, bunu anlayacağım; yani Türkiye diyor ki efendim İran tehdit değildir. İran’ın tehdit olmadığını kabul ediyor. O zaman NATO’ya bunu kabul ettirebilirseniz, NATO ülkeleri bir karar alır İran’ı tehdit olarak görmüyoruz der. BU o zaman Türkiye’nin NATO ülkelerini ikna ettiği anlamına gelir. Böyle bir durum var mı? Bizden başka bir kişi çıkıp NATO’da biz İran’ı tehdit olarak görmüyoruz diyor mu? Demiyor. Tam tersi bu son zirveye eski Amerikan dışişleri bakanı Albright’ın başkanlığında bir akil adamlar grubu, bizden de bir değerli büyükelçimiz katılmıştı, Ümit Pamir, akil adamlar grubu bu zirveye bir rapor hazırladı bu füze tehdidi konusunda. Orda çok açık bir şekilde yazıyor, diyor ki bu füze tehdidi esas itibariyle İran’dan geliyor. İsmen o raporda. Ortak bildiri değil, karıştırılmasın. O raporda yapılan teknik değerlendirmelerin sonucunda İran bir tehdit unsurudur, diyor, füze konusunda. Şimdi siz kalkıp da kimi ikna edeceksiniz? Amerikan başkanı Obama, defalarca geçen sene İran’ın bu füze tehdidi konusunda, NATO için bir tehdit oluşturduğunu söyledi. NATO gelen sekreteri Rasmussen, bu sene Mart ayında, en son 17 Eylül 2010 tarihinde İran’ın füze tehdidinden bahsetti. İsmen zikrederek. Şimdi bu gerçekler ortadayken siz hangi zaferi kazanmış oldunuz? Eğer başkan Obama’ya, NATO genel sekreterine, diğer NATO ülkelerine İran’ın tehdit olmadığı yolunda bir tez mi kabul ettirdiniz? Değil. Siz kabul ettiniz. Kabul etmek de normaldir, doğruydu. Çünkü NATO ortaklaşa bütün teknik ve askeri araştırmaları yaptıktan sonra bir füze tehdidi vardır ittifaka karşı diye bir ülkeden bahsetmiyoruz, genel olarak bir füze tehdidi vardır diye karar aldıktan sonra, yoktur diyebilir misiniz? Bu kararların alınmasında siz de varsınız, sizin de uzmanlarınız çalışmış. Sizin askeri uzmanlarınız da, siyasi uzmanlarınız da NATO’nun değerlendirmesinde birlikte çalışmışlar. O bakımdan biz NATO’ya bir şeyi zorla kabul ettirdik, zafer kazandık, gibi sözler, bunlar gayriciddî sözler. Bu Türkiye’yi yükseltmiyor. Maalesef Türkiye’nin itibarını azaltıyor. Şimdi burada sorulması gereken başka bir soru var. Can alıcı mesele şu, şimdi bu radarlar bir ülkeye yerleştirilecek, füzeler gemideki bu IAGIS dedikleri sistem çerçevesinde Amerikan gemilerine yerleştirilecek. Bu radarlardan siz karşıdaki füzeleri tespit edeceksiniz, gemilerden ateşlenecek füzelerle de bunları havada vuracaksınız. Sistem bu. Bu sistemin içersinde 26 tane gemi var, amerikan gemsi bu sistemin içinde, 32’ye çıkaracaklar bunu, yeni gemi sipariş edecekler, vs. vs. Şimdi burada bu can alıcı soru şu, bu radarların menzili, füzelerin menzilinden daha uzun. Yani geçen sene Çek Cumhuriyetine bu füze kalkanı projesinde radar bölümü konuşlandırılacağı zaman Ruslar dedi ki; bize karşı bunu konuşlandırıyorsunuz. Amerikalılar dedi ki; hayır size karşı değil, İran’a karşı konuşlandırıyoruz. Demek ki; Çek Cumhuriyetine koyacağınız radarla İran’ı izleyebiliyorsunuz. Peki, o zaman Türkiye’ye bu konuşlandırma ihtiyacı nereden çıkıyor? Yani niçin Türkiye’de bunu konuşlandırıyorsunuz da başka ülkede yapamıyorsunuz? Bakın işin ince tarafı şu, İran ise söz konusu olan açık konuşmak gerekirse; İran’ın elindeki füzelerle sadece Türkiye’yi vurabilirsiniz NATO ülkelerinin sınırına kadar gidiyor. İran’dan Bulgaristan sınırı 2530 km. Bu füzelerin menzili de 2500 km. Yani vursanız vursanız sınırda iki köyü vurursunuz belki o da en iyi ihtimalle. Demek ki Türkiye’yi kapsıyor bu İran füzelerinin menzili. Peki, o zaman siz NATO radarlarını niye Türkiye’ye koyuyorsunuz? İran füzelerinin menzili içinde olan bir ülkeye koyuyorsunuz da menzili dışındaki bir ülkeye niye koymuyorsunuz teknik olarak mümkün olduğu halde?  Bunlara ufuk ötesi radar diyorlar. Yani böyle gözün gördüğü yerin istihbaratını yapmıyor, ufuk ötesi radarlar bunlar. Kıbrıs’a konulan radarlarla mesela Rusya’daki füze denemelerini izleyebiliyorlardı. O bakımdan bizim tartışmamız gereken şey şu, füze kalkanı NATO tarafından kabul edilmiş bir projedir söyleyecek fazla bir laf yok ama radarları niçin siz hedef gördüğünüz İran’ın menzili içindeki bir ülkeye koyacaksınız? Üstelik bu Türkiye’yi hedef haline getirecek, ayrıca Türk – İran ilişkilerini de bozacak. Niçin bunu başka bir NATO ülkesinden yapamıyorsunuz? Şimdi başbakan doğru bir laf söyledi, iyi bir şey söyledi, şimdi her zaman başbakanın laflarını benimsemeyiz ama bu defa dediği şu, dikkat çeken bir laf söyledi, diyor ki; bu füzelerin Türkiye’ye konuşlandırılması konusunda bir karar alınmadı. Bizim basına bakarsanız sanki karar alındı. Bunu da üstelik bir başarı gibi anlatmaya çalışıyor bazıları. Başbakan karar alınmadı diyor. Karar alınmadı ise bir fırsatımız var. Gideceksiniz NATO’da izah edeceksiniz teknik düzeyde, diyeceksiniz ki;  siz bu radarları niçin madem İran diyorsunuz, niçin İran’ın menzili içindeki bir ülkeye yerleştiriyorsunuz da, onun dışındaki bir NATO ülkesine yerleştirmiyorsunuz. Amerika’nın bu füze kalkanı sisteminde de kullanılan, radarları var Alaska’da. Bunların menzili 3000 mil. 4700-4800 km. Düşünebiliyor musunuz? Şimdi bu kadar menziliz var radarınızda, geliyorsunuz İran’ın dibindeki ülkeye koyuyorsunuz. Niçin? İşte söyleyeceğiniz laf bu sizin. Yani bunu sağlarsanız, o zaman deriz ki başbakanım haklı bir şey söylediniz, doğru bir mücadele verdiniz, başarılı sonuç aldınız bravo. Biz de tebrik ederiz. Ama bunu söyleyebilecek misiniz? Yoksa İran ile Türkiye’nin ilişkilerinin bozulmasına yol açabilecek bir durumu sineye mi çekeceksiniz? Bir de İsrail boyutu var. Bir cümleyle söyleyeyim, şimdi burada esas kuvvetli ihtimal İran’ın bir NATO ülkesine saldırması değil. Bugünkü dünya konjonktüründe beklenen çatışma bu değil. Ama beklenen çatışma şu, İsrail bazı bölge ülkelerindeki nükleer silah üretme faaliyetlerinden rahatsız. Onun için 1982 yılında bir Irak nükleer santralının inşaatını bombardıman etti, tahrip etti. 2007 yılında Suriye’deki benzeri bir santrali hava bombardımanı ile tahrip etti. Şimdi kuvvetli ihtimal İran’da eğer nükleer silah üretecek tesis var ise; bu konuda çok tartışma var, kuvvetli ihtimal İsrail bunu tahrip eder. Bunu tahrip ettiği zaman ne olacak? İran İsrail’e karşı Şahap3 füzelerini kullanacak. O zaman İsrail’i nasıl koruyacaksınız? İsrail’in milli sistemi var mı? var. İsrail’in Arrow sistemleri var. Ama yeterli değil. Şu anda bu füzelerle İsrail’in tamamını koruyamıyorsunuz. Desteğe ihtiyacı var İsrail’in. BBC’de zaten böyle bir yorum getirdi geçenlerde.  Esas düşünce, İran’ın muhtemelen İsrail’e yönelik bir saldırısını havada engellemek. Biz NATO olarak İsrail’i koruyabilir miyiz? Niye koruyalım? Bu öyle değil. Teknik olarak bu İran füzeleri ateşlendiği anda, füzenin dibinde ateşi gördüğünüz anda siz kendi füzelerinizi ateşe geçireceksiniz ki bu füzeyi havada imha edesiniz. Yoksa bakalım nereye gidiyor? Tam İsrail’e varmaya yakın füze ateşliyorsunuz. O zaman isabet şansı az. O ateşlendiği anda da füzenin üzerinde adresi yazmıyor. Ben bu füzeyi şuraya gönderiyorum diye yazmıyor. Size diyebilirler ki füze ateşlendiği anda bir NATO ülkesini vurma ihtimali vardı, Türkiye’yi vurma ihtimali vardı, onun için ateşledik. Bizim bu füze konusunda çok acı bir deneyimimiz var. NATO ile ilgili olarak, onu da anlatmak lazım. Şu anda bizim söyleyeceğimiz en basit, herkesin anlayacağı formül şu; madem ki sizin de onayınızla bir füze kalkanı projesi geliştirildi NATO’da hiç değilse bu sistemin radarlarının Türkiye’de konuşlandırılmasına izin vermeyin ve bu arada da kendi milli füze savar sisteminizi kurun. 2007 yılında başladığınız bu projeyi neden durdurdunuz? Sorumuz bu.

Mutlaka bu konunun TBMM’nde görüşülmesi lazım. Biz bunu defalarca söyledik. Geçen gün Plan Bütçe Komisyonunda Dışişleri Bütçesi görüşülürken ben aynı konuyu Sayın Davutoğlu’na da söyledim ve iki gün önce Meclis Dışişleri Komisyonunda da söyledim. Mutlaka bu konunun mecliste enine boyuna konuşulması lazım. Anayasamıza göre zaten bu konuda meclisin de yetkisi vardır. Şimdi meclise bilgi vereceksiniz birinci unsur bu. İkinci unsur da bu NATO kararlarının alınmasında mutlaka etkili olmak lazım. Bu füze sistemi nasıl çalışacak? Bunun değerlendirilmesi nasıl olacak? Muhtemel tehdit unsurları nelerdir? Buna karşı nasıl tepki gösterilecek? Bunları birlikte NATO içinde kararlaştırmamız lazım. NATO kararlaştırılıyor da bize tebliğ ediyor demek de doğru değil. Askeri komitede de, çeşitli askeri kuruluşlarında da NATO’nun, bizim subaylarımız da var, bütün çalışmalar birlikte yapılıyor. O bakımdan bizim haberimiz yoktu demek doğru değil. Demin söylediğim gibi burada ince nokta şu, Türkiye’yi hedef haline getirmeyeceksiniz. Mutlaka eğer bundan daha iyi bir seçenek varsak ki var, başka bir NATO ülkesine yerleştirilmesi, o zaman neden Türkiye’ye yerleştiriliyor diye soracaksınız? Bizim şu sıralar üzerinde duracağımız en hayati konu budur.

Şimdi bizim geçmişte çok acı tecrübelerimiz oldu. Onu da size söyleyeyim, şimdi NATO’da istemediğiniz bir kararı engelleyebilirsiniz ama istediğiniz bir kararı tek başına çıkaramazsınız. Mesela I.Körfez Savaşı sırasında ırak’tan gelebilecek füze saldırısına karşı Türkiye NATO’dan Patriot füzeleri aldı, geçici olarak. Türkiye’ye bir saldırı olmadı, bunları da kullanmak zorunda kalmadı ama caydırıcı olarak önemli bir rol oynadı. Şimdi II: Körfez Savaşı’nda aynı füzeleri gene istedik biz, bu sefer engel çıktılar. Bazı ülkeler engellemeye kalkıştı. Bu ne demektir? Yani müttefik ülkeye yönelebilecek bir saldırıya karşı kendini korumasını engelliyorsunuz müttefik ülkenin. Bu olacak şey mi? Bunlardan iki tanesini ikna ettik, 1 ülke sonuna kadar direndi. NATO konseyinden biz bu konuda karar çıkaramadık. Ama Savunma Planlama Komitesine üye değildi o ülke, o yüzden o komiteden karar çıkararak son dakika, o füzeleri geçici olarak Türkiye’ye getirebildik. Düşünebiliyor musunuz? Biz nasıl güveneceğiz şimdi? Biz hep işin başka tarafına değiniyoruz bir de şu tarafı var, gerçekten bana bir saldırı olursa Türkiye’ye bu sistemin %100 işleyeceği üzerine bir garanti var mı? Tetikte bizim parmağımız olmayacağına göre. Başbakan kendisi söylüyor. Başlangıçta tetikte bizim parmağımız olacak diyordu şimdi diyor ki düğmeye NATO basacak. Doğrusu da o. Niçin? Çünkü o kadar kısa bir ihbar süresi var ki, NATO konseyinin toplanarak karar alması tartışması, oylaması mümkün değil. Herhangi bir ülkenin karar alması mümkün değil. O zaman önceden NATO konseyinde bir angajman kararı alacak. Yani bu füzeler ne zaman, hangi koşullarda ateşlenir? Bu kararı alıp NATO’nun ilgili komutanlığına yetki verecek. İlgili komutanlık sizin verdiğiniz yetkiye dayanarak düğmeye basacak belli koşullar oluşturulduğunda ama o yetkinin uygulanması konusunda bir garantiniz var mı? İşte size demin örneğini anlattım. Türkiye füze tehdidine maruz bir NATO ülkesi kalkıyor, Türkiye kendini savunmasın diye bu füzelerin verilmesine karşı çıkıyor. Ne yapacaksınız? Bir tanesi bu. Daha önce bir tecrübemiz de var. Küba Krizi sırasında biliyorsunuz o zaman SSCB Küba’ya kendi füzelerini yerleştirmeye kalktı diye, dünya savaşın eşiğine gelmişti. ABD ve SSCB arasında o zaman gizli pazarlık vardı, SSCB’nin bu füzeleri yerleştirmemesi karşılığında, ABD de Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin geri çekilmesini kararlaştırdı. Bizim bundan haberimiz bile olmadı. Türkiye’ye Jüpiter füzelerinin çekileceği yolunda haber bile verilmedi, İsmet Paşa’nın o zaman verdiği demeçler var. O bakımdan bu böyle uluslararası denklemlerin ortasındaki bir konudur. Türkiye için çıkar yol, bizim başından beri söylediğimiz bizim kendi milli füzesavar füze sistemimizi kurmamızdır. 2007 yılında bu konuda başlatılmış çalışmalara niçin ara verildi, niçin askıya alındı, niçin Türkiye kendi iradesi dışında bir sistemin işletilmesi noktasına geldi? Bunu sorgulamak lazım. Kendi iradesi dışında derken demin söylediğimle bir çelişki gibi görülmesin, NATO’da tabi ki kararlar beraber alınıyor, ama siz bir kararın uygulanmasında kendinize yönelik bir saldırının, herhangi bir nedenler, herkesin aklında İran var, başka bir ülkeden gelebilecek bir saldırının önlenmesinde NATO’nun mutlaka düğmeye basacağından ne dereceye kadar emin olunabilir? Bunun maalesef acı örnekleri var. Johnson Mektubunu hatırlıyoruz. Başka örnekler de var bizim meslek hayatımızda karşılaştığımız. Onun için milli bir sisteme sahip olmak bizim için en güvenilir durumdur.

1999 NATO-Washington zirvesi sırasında bundan önceki stratejik konsept kararlaştırılırken; biz bunun mücadelesini verdik ve dedik ki ittifaka yönelik tehdit unsurundan bahsederken, 5.madde kapsamında yani, bir üye ülkeye yapılmış saldırının bütün üye ülkelere yapıldığı anlayışını ön plana çıkaran 5. madde çerçevesine alınmasını biz önerdik, terör saldırılarının. Şimdi buna yer vermediler. Bir ülke terörist bir saldırıya uğrarsa NATO’da ancak istişare talep edebilir,  görüşmeler yapabilir diye bir çözüme bağlandı o stratejik konsept. Fakat işin tuhaf tarafı şu ki, 2001 yılında New York’taki ikiz kulelere bir terörist saldırı düzenlendiği zaman, o gün, o gece biz NATO’da 5.madde kararı aldık. Yani bütün NATO tarihinde 1 kere 5.madde kararı alınmıştır, o da bir terörist saldırı ile ilgilidir. Oysa bizim ısrarımıza rağmen terörist saldırılar, bu 5.madde kapsamına alınmamıştı 1999 yılında. Şimdi biz merak ettik 11 Eylül saldırılarından sonra hala stratejik konsepte terör saldırıları, bu 5.madde kapsamına girecek mi girmeyecek mi? baktık ki, metin çok muğlâk yazılmış. Metinde açık bir şekilde terör saldırılarının 5.madde kapsamına gireceği yazmıyor. Şimdi bu bizi doğrudan doğruya ilgilendiren bir konu çünkü terörist saldırıya en çok uğrayan en çok insanını kaybeden ülke, Türkiye, NATO ülkeleri arasında. ABD evet birkaç saat içinde 2800–2900 insanını kaybetti, biz daha uzun bir zamanda 30.000‘den fazla insanımızı kaybettik. O bakımdan bu terörist saldırıların 5.madde kapsamına alınması Türkiye açısından büyük önem taşıyor. Biz zirveden önce söyledik onu, bugün söylemiyoruz. Zirveden önce ben hatta bir makalede yazdım bunu,  Cumhuriyet’te yayınlanan, eğer Türkiye bunu sağlayabilirse dedim bu zirvede stratejik konseptte terörist saldırılarını 5.madde kapsamına aldırabilirse; bu büyük bir başarı olacaktır, ilk biz alkışlayacağız dedim. Yapamadılar. Bunu gözden kaçırıyorlar konuyu öteki tarafa çekerek, İran’ı ismi geçti, geçmedi, esas buydu. Şimdi netice şu, biz bir NATO ülkesinde suç işlemiş bir teröristi Türkiye’de yakaladığımızda hepsini iade ettik bugüne kadar ama bir tek Avrupalı NATO ülkesi Türkiye’de suç işleyip Avrupa’ya kaçan teröristi Türkiye’ye geri iade etmedi, bir tek teröristi iade etmediler. İşte bu ittifakın dayanışma anlayışıyla, işbirliği anlayışıyla bağdaşmayan bir tavırdır. Türkiye bunu zaman zaman dile getiriyor ama sonuç alamıyoruz. Yani biz böyle çok başarılı olduğumuzu anlatmaya meraklıyız, bu hükümet zamanında özellikle, nerden nereye gittik, kaç toplantıya katıldı ki, kiminle konuştuk, oraya gittik, buraya geldik, bizi alkışladılar falan, sonuç alacaksınız diplomaside, işte sonuç bu. Siz Türkiye’de suç işleyip Avrupa’da yakalanan teröristlerin iadesini sağlayabildiniz mi sağlayamadınız mı? Sağlıyor musunuz, sağlayamıyor musunuz? Bugüne kadar sağlayamadınız. Kuzey Irak’tan gelen terörü engelleyebildiniz mi? Kuzey Irak’ı etkileyebildiniz mi? Daha doğrusu Irak’ı etkileyebildiniz mi? Orada ABD’yi etkileyebildiniz mi? Hiçbirini yapamadınız. Başarı öyküsü bu. NATO stratejik konseptinde de maalesef çok muğlâk bırakılmış, ne olduğu belli değil, açık bir şekilde terörist saldırıların 5.madde kapsamına gireceği yazdırılamamıştır. En büyük eksiklik budur.


Bu belge Görsel Basın arşivinde bulunmaktadır.