Son Eklenenler:
- HUKUK AÇISINDAN LOZAN
- CUMHURİYET KİTAP DERGİ, SÖYLEŞİ
- TÜRKİYE’NİN ULUSAL GÜCÜ, BOĞAZİÇİ AYDINLAR DERNEĞİ-HAZİRAN 2021
- 23 NİSAN, ÇYDD DERGİSİ-23 NİSAN 2021
- AFGANİSTAN’IN DRAMI, AĞUSTOS 2021
- YUNANİSTAN TARİHTEN DERS ALMIYOR
- ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKA İLKELERİ VE TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
- ULUSAL ÇIKARLARIN KORUNMASINDA GÖRÜŞ BİRLİĞİNİN ÖNEMİ
- ONUR ÖYMEN’İN CUMHURİYET GAZETESİ, TUNCAY MOLLAVEİSOĞLU’NA VERDİĞİ MÜLAKAT – 17 HAZİRAN 2019
- ONUR ÖYMEN’İN YENİÇAĞ GAZETESİNE VERDİĞİ MÜLAKAT “TÜRKİYE, ÖNCELİKLE ÇIKARLARINI KORUMALI” – 15 NİSAN 2019
KPK Toplantısı Sonrasında Düzenlenen Basın Toplantısı
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in
KPK Toplantısı Sonrasında Brüksel’de Düzenlediği Basın Toplantısı
23 Şubat 2010
Değerli basın mensubu arkadaşlar,
Bu toplantıda Avrupa Parlamentosunun hazırladığı Türkiye Raporunu ele aldık ve bu rapor hakkındaki görüşlerimizi ifade ettik. Zamanımız kısıtlı olduğu için görüşlerimizi özet olarak söyleme imkanımız oldu ama yine de ana hatlarıyla belirtme olanağını bulduk. Esas itibariyle burada bizim dikkatimizi çeken şey şudur; Avrupa Birliği yetkilileri Türkiye ile ilgili raporları yayınlarken oldukça sınırlı haber kaynaklarından yararlanıyorlar. Çeşitli görüşleri de yeterince dikkate alarak yayınlansa, bu raporların daha tarafsız, objektif ve daha yapıcı olması ihtimali vardır. Ama maalesef birçok konuda bu raporların tek taraflı olarak kaleme alındığı görülüyor. Bu da üzüntü verici bir durumdur.
Özellikle Kıbrıs ve Ermenistan’la ilişkiler gibi konularda Türkiye’de hiçbir siyasi partinin, bu konularla ilgili çalışmalar yürüten hiçbir sivil toplum örgütünün kolay kolay kabul edemeyeceği görüşlerin kaleme alındığını görüyoruz. Avrupa Parlamentosundaki bazı gruplarının da buradaki ifade tarzından rahatsızlık duyduğunu gözlemliyoruz. Mesela Kıbrıs konusunda ifade edilen görüşler tamamen Kıbrıslı Rumların görüşlerinin bir tekrarı niteliğindedir. Bir yandan müzakereler devam ederken, taraflardan sadece birinden taviz istenmesi makul değildir. Bu durum müzakerelere katkı sağlamaz. İşte, toplantıda bu görüşlerimizi de ifade ettik.
Ermenistan konusunda da aynı şekilde, Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesine dair en küçük bir ifade yok. Fakat Türkiye’nin ön şartsız olarak bu protokolleri onaylaması, yani sınırların açılmasının tek taraflı bir kararla gerçekleştirilmesi isteniyor. Bu da Türkiye’de bütün siyasi partilerin karşı olduğu, hiç kimsenin benimsemediği bir görüştür. Avrupa Parlamentosu Türkiye’deki bütün siyasi güçlerin, sivil toplumun, kamuoyunun çok büyük çoğunluğunun görüşlerine aykırı görüşler ifade ederek, ancak Türkiye’deki itibarını kaybeder. Türkiye’de buna benzer görüşlere itibar eden insanları bulmak çok zordur.
Buna karşılık raporda olumlu bazı unsurlar da var. Bunu da dile getirdik. Yani raporu bir bütün olarak eleştirmek yerine rapordaki olumlu, olumsuz ve eksik unsurları ayrı ayrı dile getirdik. Mesela olumlu unsurlardan biri, raporda “mevzuatın değiştirilmesi, yasaların çıkarılması tek başına yeterli değildir. Bunların uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir” denilmektedir. İşte biz de yıllardan beri aynı şeyi söylüyoruz. Çünkü sadece mevzuatı değiştirmekle Türkiye’yi daha Avrupalı bir ülke yapmıyorsunuz. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de birçok kanunu değiştirdik. Fakat Türkiye maalesef yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü, kadın – erkek eşitliği gibi pek çok alanda daha da geriye gitti. Mesela uluslararası endekslere göre Türkiye kadın –erkek eşitliğinde dünya ülkeleri arasında 129., basın özgürlüğünde 106., yargı bağımsızlığında 64. sıraya düşmüştür. Bunlar Türkiye’nin gerçekleridir. Dolayısıyla bu rapordaki teşhisin isabetli olduğunu düşünüyoruz. Sadece kanun değiştirmek yetmez, bunları uygulamaya geçirmek gerekir.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili olarak ifade edilen görüşler, bu kurulun yapısında bir değişiklik yapılması yönündedir. Önceki Avrupa Birliği raporlarında çok açık bir şekilde Adalet Bakanı ile Müsteşarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ndan çıkarılması isteniyordu. Daha önceki raporlarda yıllarca buna benzer ifadeler yer verilmişti. Bu defa temsil, objektiflik, tarafsızlık ve şeffaflıktan bahsediliyor ama bağımsızlık kelimesi eksik.
Ayrıca raporda Türk Silahlı Kuvvetlerinin siyaset ve dış politikaya müdahalesinden bahsediliyor. Biz de böyle bir iddiada bulununca bunun bir somut kanıtının ortaya konulması gerektiğini söyledik. “Mesela, sekiz yıldan beri Türkiye’de hangi kanun Silahlı Kuvvetlerin telkini, tavsiyesi veya baskısıyla kabul edilmiştir? Hangi dış politika kararı Silahlı Kuvvetlerin telkiniyle alınmıştır? Öyle konular var ki, Silahlı Kuvvetlerin aksi yönde eğilimi olmasına rağmen Türkiye Parlamentosu o kararları kabul etmiştir. Mesela 1 Mart tezkeresinin reddi herhalde askerlerin telkin ettiği doğrultuda olmamıştır.” dedik. Rapora böyle bir şey yazdığınız zaman, bu Türkiye’de siyaseti askerlerin yönlendirdiği anlamına gelir. Bu kadar yıldır Mecliste görev yapıyorum ve tek bir örnek hatırlamıyorum ki, askerlerin telkiniyle karar vermiş olalım. O halde bu iddia biraz kuvvetli kaçmıyor mu? İşte tüm bunları söyledik. Raportör Bayan Ria Oomen biraz rahatsız oldu ve askerlerin yasaları etkileyemeyeceklerini söyledi.
Peki, siz neyi kastediyorsunuz? Türkiye’de askerler hangi dış politika kararını tayin etti? Hangi konuda Hükümet askerlerin dediği doğrultuda karar aldı? Ermenistan açılımı konusunda mı askerler Hükümete telkinde bulundu? Hangi konuda yürütülen politika askerlerin eseridir? Kıbrıs konusunda yürütülen politika mı askerlerin eseridir? Askerler mi Hükümete Heybeli Ada Ruhban Okulunu açmasını söyledi? İşte, buna benzer iddialar biraz havada kalıyor.
Raporda Ergenekon Davası ile ilgili olarak ciddi kaygılar dile getiriliyor. Bir taraftan da Ergenekon’dan bahsederken onun bir terör ve cinayet örgütü olduğu söyleniyor. Türkiye Adalet Bakanının da katıldığı toplantıda kendilerine bu ifadeyi neye dayanarak kullandıklarını sordum. Mahkemenin böyle bir ifadesi yoktur. Bakana Ergenekon’un bir terör örgütü olduğunu söyleyecek durumda olup olmadıklarını sordum. “Hayır böyle bir durumda değiliz. Çünkü mahkeme de Ergenekon’un bir terör örgütü olduğuna dair bir karar almadı. Bu yüzden biz de Hükümet olarak ‘Ergenekon bir terör örgütüdür’ diyemeyiz” dedi. Türk Hükümeti ile mahkemenin demediği bir sıfatı bu rapora nasıl koyduklarını sorduk. Cevap veremediler.
Bu vesileyle son gelişmelere de değindik. Yargı bağımsızlığının Türkiye için çok büyük bir önem taşıdığını ve bu konuda Türkiye’de büyük tartışmalar yaşandığını, son olarak çok sayıda subayın gözaltına alındığını, bunların içinde emekli generaller ve muvazzaf subaylar olduğunu hatırlattık. Ayrıca Türkiye’de yargı ile ilgili ciddi tartışmalar olduğunu, Cumhuriyet tarihimizde ilk defa bir Cumhuriyet savcısının tevkif edildiğini anlattık. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Hükümet arasında görüş ayrılıkları olduğunu, yüksek yargı organlarının da bazı uygulamalara tepkili olduklarını anlattık.
Bazı konulara değinmek için yeterince zaman olmadı ama bu vesileyle size onları da söylemeye çalışayım. Güneydoğu Anadolu Projesi ile ilgili olarak raporda sadece bu projenin hangi nedenlerden dolayı engellenmesi gerektiği ile ilgili görüşler var. Ancak GAP’ın bitirilmesi gerektiği, özellikle o bölgenin halkı için bitirilmesi gerektiği konusunda hiçbir ifade yer almıyor. Aynı şekilde raporda Kürtçe’nin bir eğitim dili olması gerektiği söyleniyor. Bu bizim Anayasamıza açıkça aykırıdır. Türkiye’deki Ana Muhalefet Partisi bu görüşü savunmuyor. İkinci muhalefet partisi de savunmuyor. Alevilerle ilgili diyalogdan bahsediliyor. Fakat Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Alevilerle ilgili en küçük bir girişimin, bir makamın, bir yetkilinin, Alevi kökenli bir vatandaşımızın olmadığı söylenmiyor. Bazı şeylerde pek çok eksiklik var. Biz de bunu bilgi eksikliğine bağlıyoruz.
Patrik’in ekümenik sıfatının mutlaka tanınması gerektiği söyleniyor. Bu da Lozan Antlaşmasına açıkça aykırıdır. Bu konu Lozan’da tartışılmış ve hiçbir şekilde kabul edilmemiştir. Lozan’da Ortodoks Patrikliğinin sadece Türkiye’deki Ortodoks dinine mensup vatandaşlarımızın dini hizmetleri için faaliyet gösterecek bir kuruluş olduğu belirlenmiştir. Bizden istenen Lozan Antlaşmasını çiğnememizdir. Bunu geçmişte de defalarca söyledik fakat bu raporda yine tekrar ediliyor. Aynı şekilde Heybeli Ada Ruhban Okulunun açılması konusunu da defalarca açıkladık ki, bizim Anayasamıza göre dini ve askeri nitelikte özel yüksek okul kurulamaz. Bu okulun İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne bağlı olarak çalışmasına kimsenin itirazı yoktur. Kimse Ortodoks din adamı yetiştirilmesin demiyor. Ama Patrikhaneye bağlı özel bir kuruluş oluşturulması Anayasamıza aykırıdır. Geçmişte bu okul sadece Türkiye’deki din adamlarını yetiştirmek için açılmıştır. Geçenlerde bu konu ile ilgilenen uzmanlar da açıkladı ki, son 15 yıl içinde bu okulda eğitim görenlerin yüzde 72’si yabancı uyrukludur. Bu okulun müdürü de bir yabancıydı. İşte, bunlar hepsi Lozan’a aykırı uygulamalardır. Dolayısıyla bu konulara titizlik gösterilmesi gerekiyor.
Raporda Türkiye’deki ifade özgürlüğü konusunda yeterince garanti verilmesi gerektiği söyleniyor. Doğrudur, biz de aynı şeyi söylüyoruz. Biz de ifade özgürlüğüne taraftarız. Basın üzerindeki baskılardan söz ediliyor. Bir medya grubuna ağır para cezalarının verilmesinin basın özgürlüğünü olumsuz yönde etkilediği söyleniyor. Biz de aynı görüşteyiz. Az önce de belirttiğim gibi rapora bir bütün olarak karşı değiliz. Çünkü hem olumsuz, hem de olumlu görüşlere yer verilmiş. Mesela seçimlerde siyasi partilerin mali kaynaklarının denetlenmemesi eleştiriliyor. Bizce de doğrudur. Yani, parası olanın siyasette avantaj sağlaması demokrasiye zarar verir. Baktığımızda, bazıları siyasete oluk gibi para harcıyor, bazıları ise sınırlı kaynaklarla yetiniyor. Bu da demokrasiye zarar veriyor. Bu teşhise de katılıyoruz.
Kadın – erkek eşitliği konusundaki kaygılara da katılıyoruz. Az önce de söylediğim gibi Türkiye kadın – erkek eşitliğinde dünyada 129. sıradadır. Bir basamak üstümüzde İran, bir basamak altımızda Suudi Arabistan var. Bu kabul edilebilir bir şey değildir.
Raporda sendikal haklardan da bahsediliyor. Biz Hükümete defalarca soru sorduk. Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin geliştirilmesi adına ve işçi hakları için de yeni bir Sendikalar Yasasının çıkarılması gerektiğini söyledik. Fakat Hükümet bugüne kadar bunu Meclise sunamadı.
Kıbrıs’la ilgili görüşlerimizi az önce de söyledim. Bu rapordaki ifade tarzı sadece Rumları tatmin etmeye yönelik bir ifade tarzıdır. Öyle anlaşılıyor ki Sosyalist Grup ve Raportör arasında raporun hazırlanması sırasında bazı tartışmalar yaşanmış. İtiraz eden başka üyeler de olmuş. Ama bu ifade tarzı Rumları tatmin etmekten başka hiçbir işe yaramıyor. Aynı zamanda Kıbrıs meselesinin de çözümüne katkıda bulunmuyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne, özellikle de Avrupa Parlamentosuna bakışını olumsuz yönde etkiliyor.
Raporda Ermenistan ile imzalanan protokollerin ön şart olmadan onaylanması isteniyor. Bunu Türkiye’de savunan var mıdır acaba? Hükümet, Başbakan, Ana Muhalefet, diğer Muhalefet partileri dahil herkes buna karşıdır. Bu protokollerin onaylanması için mutlaka Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini söylüyoruz. Ama raporda buna dair en küçük bir ifade bile yok. Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesine dair en küçük bir referans bile yok. Türkiye’nin en çok önem verdiği konuya atıfta bile bulunulmuyor. Dolayısıyla biz bunu eksiklik olarak görüyoruz.
Bir bütün olarak baktığımızda raporda olumlu, olumsuz, eksik unsurların olduğunu ve her şeyden önemlisi, Avrupa Parlamentosunun haber kaynaklarının sınırlı olduğunu görüyoruz. Avrupa Parlamentosuna bu haber kaynaklarını genişletmesini tavsiye ettik. Türkiye’deki sivil toplum örgütleri ile ilgili konuşurken Avrupa Birliği’nin her eğilimdeki örgütlerle temas içinde olmasının uygun olacağını söyledik.
Başka somut konular da var. Mesela Avrupa Birliği fonlarından Türkiye’de yapılacak yatırımlar konusu ele alındığında “Türkiye ile öyle bir anlaşma yapmışsınız ki elimizde başka hiçbir ülkeyle böyle bir anlaşma yaptığınıza dair bir bilgi yok” dedik. Bu anlaşmaya göre Avrupa Birliği fonlarından yapılan yatırımlarda projeyi gerçekleştiren bir Avrupa Birliği firması ise hiçbir vergi ödemiyor. Türk firması ise her türlü vergiyi ödemek zorunda. Peki, bu durumda bir Türk firması Avrupa Birliği firması ile nasıl rekabet edecek? Tüm bunları söyledik ve bu konuyu tekrar araştıracaklarını söylediler.
Değerli arkadaşlar somut olarak üzerinde durduğumuz konular ana hatlarıyla bunlardır. Hepinize teşekkür ederim.
Bu belge Basın Bültenleri arşivinde bulunmaktadır.