Bursa Basın Toplantısı – Yerel Seçimler Hakkında

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ONUR ÖYMEN’İN BURSA’DA YAPTIĞI BASIN TOPLANTISI – 21 ŞUBAT 2009

 

 

 

Değerli arkadaşlarım,

İstanbul belediyesinin gemilerinin azizliğine uğradım. Kusuruma bakmayın. Bu doğal bir fırtına mıdır yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’da estirdiği fırtına mıdır bilemem.

 

Değerli arkadaşlarım, son zamanlarda Türkiye’nin gündemini karartma girişimleri dolayısıyla vatandaşlarımız ülke gerçeklerinin tümüyle görme imkanından mahrum kalıyorlar. O nedenle bizim görevimiz böylesi bir ortamda vatandaşlarımıza ülke gerçeklerini anlatmaktır. Televizyonda ekonomik krizin bizi etkilemediğini vurgulayan iyimser demeçleri sık sık  okuyorsunuz: “Ekonomik kriz bizi teğet geçti”, “Türkiye’nin bankacılık sistemi kuvvetlidir”, “ülkemizin endişelenecek tarafı yoktur”, “hükümetimiz daima en iyi işleri yapıyor”. Şimdi size gerçekleri anlatacağım siz de bu gerçeklerin ne kadar endişe verici olduğunu anlayacaksınız.

 

Geçen yılın Ekim-Ocak ayları arasında, bankalara geri dönmeyen krediler yüzde 38 artmıştır. En sağlam durumda olduğu iddia edilen bankacılık sistemi için bu ciddi bir alarm işaretidir. Geri dönmeyen kredilerin büyüklüğü, Türkiye’nin girdiği dar boğazın en açık bir biçimde kanıtı oluyor. Ayrıca bu süreçte işsizlik resmi rakamlara göre %12.3 düzeyine ulaşmıştır. Başbakan geçmiş krizlerden sürekli bahsediyor. Bir daha Türkiye’nin o konuma sokulmayacağından bahsediyor ama Türkiye’de hiçbir kriz döneminde işsizlik oranı yüzde 12.3 olmamıştır. Gerçek işsizlik rakamı ise yüzde 22’nin üzerindedir. Resmi rakam işsizlikle ilgili devlet kurumlarına olan başvuru miktarını yansıtıyor. Buna rağmen hükümetin kabul ettiği işsizlik rakamı daha önce örneği görülmemiş bir rakamdır. Batıda bu krizde birçok hareketlilik olmasına rağmen, işsizlik rakamları yüzde 7-8’e çıktığında çok ciddi bir kriz olduğu söyleniyor. Türkiye’de ilan edilen rakam da çok ciddi bir kriz belirtisidir.

 

Bu kriz reel ekonomiyi de vurmuştur. Bugün sanayide kapasite kullanımı yüzde 63 düzeyine inmiştir. Bu kullanım oranı, Türkiye’de 10 tezgahtan 4’ünün durması demektir. Bazı yerlerde ise fabrikalar tamamen kapatılmıştır. Bursa’da, işsizlik son iki yılda yaklaşık yüz bin kişiyi bulmuştur. Bu insanların evlerinde tencere kaynıyor mu kaynamıyor mu? İnsanlar ne yiyor ne içiyor?  Ülkenin ciddi sorunları bunlardır.

 

Bu gerçekler ortada dururken hükümetin yaptığı tek şey muhalefeti susturmaktır. Kim ki bunları eleştirirse eleştirenden daha kötüsü yoktur. Basın eleştirirse de öyle. En son Doğan grubuna yapılan da kanıtlıyor ki bunun adı zulümdür. Bakınız, belki Doğan grubu yayın organlarında bizim aleyhimizde yazılan yazılar lehimizde olanlardan çoktur ama biz yine de Doğan grubuna yapılan baskıların bir rejim sorunu olduğunu söyledik. Türk basını ciddi bir baskı altındadır. Maliye uzmanları Doğan grubuna yapılan bu müdahalenin bir sindirme ve bastırma operasyonu olduğunu söylüyorlar. Yabancı basında da bir çok eleştiri yer almaktadır ama başbakanın bunların hiçbirisine tahammülü yoktur. Başbakan hala her gün basına boykottan bahsediyor. Dünyanın herhangi bir yerinde boykot çağrısı yapılıyor mu? Bir demokraside böyle olabilir mi? Basına saygı gösterilmeyen bir ülkede demokrasiden bahsedilebilir mi? Bu yaklaşım Türkiye’de demokrasinin geleceğini tehlikeye düşüren bir yaklaşımdır. Doğan grubuna yönelik baskının bir başka yönü de vardır. Bu cezanın sebebinin Doğan grubunun şirketlerinin bir bölümünü yabancı şirketlere satması olarak biliniyor. Bütün bu sıkıntıların özünde bu yatıyor. 11 aylık baskıcı denetim sonucunda, adı geçen şirketin şu tarihte satıldığı ama başka bir tarihte bunun kayıtta gösterildiği gibi hiç kimseyi tatmin etmeyen bir gerekçeyle ortaya çıkmışlar. Bizim kayıtlarımız, paranın ödendiği tarihi kayıt tarihi olarak alıyor. Buna rağmen suyu siz aşağıdan yukarıya doğru bulandırıyorsunuz diyerek böylesine bir baskı yapıyorlar. İşin bir de ekonomik boyutu var. ortaya çıkan durum yabancı bir şirketin ortaklığıyla ilgili bir durumdur. Bu durum Türkiye’ye yatırım yapmak isteyen yabancı firmaları ürkütmeyecek midir? Acaba bizim de başımıza böylesine bir hukuksuzluk gelebilir mi diye düşünmeyecekler midir? Türkiye’nin bir kuruş yabancı sermayeye ihtiyaç duyduğu bir dönemde bu durum yabancı sermayeyi caydırmayacak mıdır?

 

Ama bunların gözünü muhalefete karşı tepki karartmış. Ne yaptıklarını bilmiyorlar. Söyledikleri sözler eleştiriye cevap verme niteliğinde değildir, eleştiriye cevap verenleri suçlama niteliğindedir. Demokratik rejimlerin aksine düşündükleri, eleştirenlerin hangi eksiklerini bulabiliriz ki onlara yüklenelim? Kemal Kılıçdaroğlu çıkıyor hükümetin eksiklerini anlatıyor İstanbul’da. Her gün Kılıçdaroğlu boy hedefi neden? Çünkü Kılıçdaroğlu hükümeti eleştiriyor.

 

Sayın Başbakanın Davos’ta yaptığı skandal çıkış bazı diplomatların ve siyasetçilerin tepkisini çekti. O insanlar ardından hükümetin boy hedefi haline geldi. Biz diyoruz ki Türkiye Hamas örgütünü resmen terör örgütü ilan etti mi etmedi mi? Etti hem de 2006 yılında.  Ne üzerine ilan etti? Avrupa Birliği’nin bu örgütü terör örgütleri listesine koyması üzerine. Nerden biliyoruz? O dönem AB dönem başkanı olan Avusturya resmen açıkladı: Türkiye’de bu listeyi kabul etti diye. Listede 10.sırada Hamas 17. sırada ise PKK var. Terör örgütü olarak kabul ettiğimiz bu grubun BM’de sözcülüğünü yapacağım diyorsunuz. “Bu kuruluş seçim kazanmıştır, herkes ona saygı göstersin.” Onun savunuculuğunu yapıyorsunuz. Birileri bunu size söyleyince de ona yükleneceksiniz?

 

Değerli arkadaşlarım, bu bir ucuz politika malzemesidir. Ciddi devletler de ciddi devlet adamlarına yakışmayan politikalardır bunlar. Demokrasilerde birisi sizi eleştiriyorsa, o eleştirilere yanıt vereceksiniz. Eleştiri yapan insanı suçlamak ise sizin o eleştiriyi kabul ettiğiniz anlamına gelir. Üstelik başbakan Davos’ta Perez’e diyor ki, “sesiniz yüksek çıkıyor herhalde bir suçluluk kompleksiniz var”. Peki Başbakanın sesi neden bu kadar yüksek çıkıyor? Neden her yerde kendisini eleştiren insanları bağıra bağıra suçluyor? Çünkü Başbakanın eleştirilere verecek bir yanıtı yok. Söyleyin bakalım, siz neden işsizliği bu kadar yükselttiniz? Neden sanayiiniz bu kadar perişan bir durumda? Neden esnaf kan ağlıyor? Bunun cevabını vereceğine, “bizim alternatifimiz yoktur” diyorlar.

 

Ben Avrupa’dan yeni geldim. Brüksel’deydik. Orada yaydıkları şuydu: “bizim hükümetimizin alternatifi yoktur”. Hangi demokraside hükümetin alternatifi yoktur? Eğer bir ülkede bir partinin alternatifi yoksa o ülkede demokrasi bitmiştir. Alternatif muhalif partileridir. Tabii ki iktidar gidecektir muhalefet gelecektir. Korkunun ecele faydası yoktur. Ama siz böyle diyerek, halkı aç da bıraksam, sefil de bıraksam beni seçmeye mecbursunuz diyorsunuz. Böyle bir demokrasi anlayışı olur mu? Ama Avrupa’da dahil her yerde bunu yapıyorlar. Biz bu politikaların halkımız tarafından çok iyi anlaşıldığına eminiz. Yaptıkları bütün yanlışları görüyorlar. Bir gün bir haber çıkarıyorlar: “Halka harcama çekleri vereceğiz, halk gidip bununla harcama yapacak böylece ekonomi canlanacak”. Akşam da tekzip ediyorlar. Biz bunu aylar önce söyledik. Bakın bu Almanya’da, Amerika’da yapılıyor ama krizi çözmek için yeterli değil ama bu bir yöntem. Bunu duyuruyorlar. Çarşaf çarşaf reklam yapıyorlar. Bize de soruyorlar, ne düşünüyorsunuz diye? Biz o zaman dedik ki “bu bir yöntem ama bundan daha iyisi, işçinin ve memurun maaşını artırmaktır ve ikramiye vermektir”. Bunu yaparken temel amaç insanların ceplerine para koyarak sıkıntılarını aşmalarına yardımcı olmak ve tüketimi artırarak üretimi artırmaktır ama hükümetin bu işi yapacağı yok. Dünyada G-20’ye üye 20 tane ülke vardır. 20 ülkenin içerisinde ekonomik krizden çıkmak için ciddi tedbirler almayan tek ülke Türkiye’dir. Her gün bir sürü iddia da bulunuyorlar, atıp tutuyorlar. Ortada tedbir yok. Sonuçta işsizlik yüzde 12.3, kapasite kullanımı yüzde 63. Türkiye’nin getirildiği nokta işte burasıdır. Gerçekten Türkiye perişan bir duruma düşürülmüştür.

 

Bakınız bunu bizim basın pek yazmadı. 25 Aralık 2008 tarihinde, daha İsrail’in Filistin’e saldırmadan önce, İsrail’in ünlü Jerusalem Post gazetesi bir yazı yayımladı. Yazıda diyor ki, “Başbakanın Türkiye’de laik muhalefetle mücadele edebilmek için bir dış politika başarısına ihtiyacı vardır”. Daha ortada hiçbir şey yok ama durum bu. En son Davos’taki olaydan sonra yabancı basın diyor ki, “Başbakan bunu iç politika amacıyla yaptı. AKP İstanbul Belediyesi gece 3’e insanları metroyla taşıyor ki, coşkuyu göstersinler. İki hafta önce Arap ülkelerinin Dışişleri Bakanları toplantısında bir karar alındı. Diyorlar ki, “Arap ülkelere karşı, Arap olmayan ülkelerin müdahalesi çok vahim sonuçlar doğurur”. Hani bütün Arap alemi sizin yaptığınız bu çıkışın arkasındaydı? Hani herkes seviniyordu? Başbakan “ben arabulucu olurum” diyor. Araplar da “sen bu işe karışma” diyorlar. Gerçekten Türkiye çok zor bir durumdadır. Batılı ülkelerden gelen tepkileri okudunuz, biliyorsunuz. Bunun yanında Arap ülkelerinden de tepki geliyor. AKP’nin tavrını destekleyen gruplar bir takım radikal gruplar ve radikal bölge ülkeleri. Acaba Türkiye’nin ılımlı İslam yönetimine girmesini savunan Bush döneminin Neo-Con’ları acaba Türkiye’nin radikal ülkelerle yakınlaşmasından memnun olmuşlar mıdır dersiniz? Onlar zannettiler ki Türkiye kolayca ılımlı İslam ülkesi olur bizde Türkiye’yi kullanarak onlarla kolayca savaşabiliriz. Bu durumun tam tersi ortaya çıktı. Türkiye en ılımlı ülkelere sırtını döndü ve radikal ülkelerin yanında yer aldı.

 

Başbakan biz bunları söyleyince bize laf yetiştiremiyor, sözlerimizin altında eziliyor. Bunun sonucunda, bizi monşerler diye küçümsemeye kalkıyor. Bursa’da genel seçimlerde de böyle bir laf etmişti. Biz de başbakan çok iyi Fransızca öğrenmiş, tebrik ederiz ama daha iyi bildiği bir dilden hitap edelim dedik ve Sayın Başbakana “ya habibi” dedik. Ya habibi, monşerin Arapçısı. Başbakan o dilden daha iyi anladığı için bizde o dilden söyledik. Başbakanın diplomatların neler yaptıklarından haberi yok zaten öğreneceği de yok. O nedenle ben geçenlerde kendisine diplomasi nedir, diplomatlar ne işler yapar konularını işleyen 2 tane kitabımı hediye ettim. Bilmemek ayıp değildir, öğrenmemek ayıptır. O nedenle okusun belki öğrenir fakat son günlerdeki yoğun saldırılarından da anlaşılıyor ki başbakan bu kitaplardan okumaya pek fazla fırsat bulamamış. Kitapları yollarken de kitapların Latin alfabesiyle sağdan sola yazıldığını, okurken sayın başbakanın güçlük çekmemesini söyledim. Bu işin gerçeği budur. Hükümet kendisini hem dış hem de iç politika da çok zor bir duruma düşürmüştür. Her gün bir çam deviriyorlar. Sonra da yorumda bulunuyorlar, siz bu işlerden anlamazsınız diye.

 

Yerel seçim iktidar için bir test niteliği kazanacaktır. Yerel seçim şu anda boyutlarını aşmıştır. Biz inanıyoruz ki halkımız bu iktidara gerekli cevabı verecektir. Bu seçimlerde can alıcı konuların bir tanesi ekonomik durumsa diğer bir konu da yolsuzluklardır. Bu hükümetin yolsuzlukla mücadele edemediği hatta yolsuzlukta pay sahibi olduğu yönünde basında ciddi kanılar var. Deniz Feneri davası bunlardan bir tanesi. 5 aydır dosyayı Türkiye’ye getiremediler. Genel başkanımız bunun üzerine şöyle bir yorumda bulundu: dosyayı kaplumbağanın sırtına yükleseniz gelirdi. Hükümet getiremiyor dosyayı. Bunun üzerine bizim MYK üyemiz olan bir arkadaşımız gitti dosyanın en can alıcı bölümlerini getirdi. Çileden çıktılar. Bir tanesi diyor ki, CHP dosyayı parayla satın almıştır, diğeri de bu dosya çakma dosyadır diyor. O dosyalardan edindiğimiz genel kanı şu, yakında ikinci bir Deniz Feneri davası açılabilir Almanya’da. Bu Türkiye’de açılacak davayla da doğrudan doğruya ilgilidir. Çünkü Türkiye’de ki Deniz Feneri davasında elde edilen bilgiler, Almanya’da ikinci bir Deniz Feneri Davası’nın açılmasına zemin teşkil edecektir. Bu dosyalarda birinci davayla ilişkili isimlerle ilgili olarak çok ciddi bazı bilgiler ve suçlamalar var. biz hükümete dosyaları alıp incelemeleri için vermeyi teklif ettik ama onlar dosyalar sahte dediler. Dosyalar sahteyse alın inceleyin ve ispatlayın dedik en azından dosyanın aslı gelene kadar hükümetin kafasında bir takım şeyler oluşur diye. Almanya’dan gelmesi beklenen dosya 4000 sayfa. Dosyanın tamamını istedi mi bu hükümet şu ana kadar bilmiyoruz ama en can alıcı bölümleri bizim dosyalarda var. Bakın bakalım o bölümlerde neler var.

 

Değerli arkadaşlarım yolsuzlukların boyutu her türlü tasavvuru aşacak niteliktedir. Kılıçdaroğlu, İBB’nin bilançolarını açıklamasını istedi. Ben buna bir ilave yapmak istiyorum. İBB’nin Brüksel’deki bürosunun da hesaplarını da bir açıklayıverin bakalım. Orada kaç para harcadınız, paraları kime gönderdiniz? Kimin cebine girdi para? Türkiye’den kimleri o paralarla gezmeye götürdünüz, kimleri oradan buraya getirdiniz? Ama belediyenin bilançoları açıklandığı zaman insanlarımız bir çok şeyi öğreneceklerdir. Kılıçdaroğlu diyor ki, “siz açıklamazsanız ben açıklayacağım.” Onları korku dağları bekliyor, bakalım ne yapacaklar. Buradan Bursa belediyesine bir çağrı da bulunuyorum. Belediyenin şirketlerinin bilançoları açıklansın. Belediye kaynakları nereye ayrılmış öğrenmek istiyorum. Eğer Bursa belediyesi bilançoları halka açıklamazsa, size söz veriyorum, Bursa belediyesini kazandığımız günün ertesi günü bilançoları halka açıklayacağız. Umarız tertemiz çıkar ama ne çıkacak bir görelim bakalım. Ayrıca bizim Büyükşehir belediye başkan adayımız ve diğer arkadaşlarımız en ince ayrıntısına kadar mal beyanın da bulundular. Öyle düzmece bir biçimde değil. Hem de iktidarın yaptığı gibi yarım yamalak bir açıklama da değil. Biz iktidar olduktan sonra vatandaşımız gelsin hesap sorsun istiyoruz. Desin ki, sizin şu kadar malınız mülkünüz vardı, şimdi ne oldu? Şeffaf toplumu mutlaka gerçekleştireceğiz.

 

Değerli arkadaşlarım buradaki adaylarımız ellerinden gelen bütün çabayı gösteriyor ama şunu da söyleyeyim Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul’da ne diyorsa bu bizim bütün Türkiye’deki adaylarımız için de geçerlidir. Her yerin yöresel özellikleri vardır ama özellikle dürüstlük, şeffaflık konularında Kılıçdaroğlu’nun söylediği her söz bizim tüm adaylarımız için bir senettir. Aynı sözleri biz de Bursa’daki vatandaşlarımıza veriyoruz. Bursa temiz bir topluma ve dürüst bir yönetime muhtaçtır ve biz bunu kesinlikle başaracağız.

 

Siyasetin finansmanı konusu da bizim için son derece önemlidir. Bir siyasi partinin bu konuda olağanüstü harcama yaptığını görüyoruz. Anayasa mahkemesi bir de bunların devletten alacağının yarısını kesmişti. Bir de kesmeseydi ne olurdu acaba?  AKP’nin sadece bir tane ilçede seçim harcamaları dolayısıyla harcamayı düşündüğü para, bizim bütün seçim harcamaları için öngördüğümüz paradan daha fazla. Bu değirmenin suyu nereden geliyor acaba? Bütün bilboardları kapatmışlar. Trilyonlarca liralık harcamalar planlamışlar. Hangi ülkede seçim harcamaları arasında bu kadar fazla fark olabilir? Çamaşır makinesi dağıtıyorlar. Bulaşık makinesi dağıtıyorlar ama şunu da belirmeden geçemeyeceğim, dağıttıkları çamaşır makineleri, AKP’nin kirli çamaşırlarını yıkamaya yetmez. Bu çabalar beyhude gayrettir. Rüşvetle vatandaşın oyunu alamazsın ve şimdi dünya bu gerçekleri görmektedir. Size daha önce de söyledim. Türkiye’deki gelişmelerle dünya ülkeleri son derece ilgilidir.

 

Ben iki gün önce Brüksel’deydim. Orada Karma Parlamento Komisyonu’nun Başkanlık Divanı’na katıldım ve orada gördük ki eskisi gibi bu iktidarın ağzından çıkan her söze inanmıyorlar. Yani bu iktidardan kuşku duymaya başlamışlardır. Bilhassa yolsuzluklar, seçim harcamaları, telefon dinlemeleri  konularında ciddi soru işaretleri oluşmaya başlamıştır. Artık herkes anladı ki Türkiye bir taraftan yasa değişiklikleri yapıyor, ama 6-7 yıl öncesine göre Avrupalılaşma yolunda geriye gitmiştir. Değerli arkadaşlarım dinlediğiniz için teşekkür ederim. Sorularınız olursa onları alayım.

 

Soru: Doğan grubuna yönelik operasyonla Deniz Feneri davası arasındaki ilişkiyi anlatır mısınız?

 

Onur Öymen: Sevigen yapması gerekeni yapmıştır. Bu iddialardan bir kısmı yasaların suç saydığı iddialardı. Bırakınız mahkeme kararını, bu iddiaları kanıtlayacak herhangi bir delil bile ortaya konulamadı. Sekiz buçuk dakikalık  bir banttan bahsettiler ama böyle bir bant henüz ortaya çıkarılmadı. Siz böyle bir belge çıkarın biz gereğini hemen yaparız. İşin öbür tarafı da var. Sevigen bir ticari alışverişe aracılık yaptığını ifade etti ve bunun etik olmadığını da itiraf etti. Biz de bunu doğru bulmadığımızı ifade ettik. Bir CHP yöneticisi ticari işlerde arabuluculuk yapmaz. Bu bakımdan kendisinin istifa kararı vermesi hem kendi hem de parti açısından doğru olmuştur. Fakat iddialarda bulunanların da bu iddialarını ispatlamalarını bekliyoruz. Çünkü aksi taktirde bu tip iddialar atarak Türkiye’de insanları yıpratırsınız. Herkes için böyle bir iddia atılabilir ortaya. Bu yüzden de biz siyasetçiler için ortaya böyle soğuk iddialar atanların aynen Kılıçdaroğlu gibi belgeleriyle ortaya çıkmalarını bekliyoruz.

 

Başbakanın Deniz Feneri konusunda Doğan Grubuna bu kadar yüklenmesi, bizzat Aydın Doğan’ı hedef alan açıklamalar yapması ve size bir hafta süre veriyorum yoksa kirli çamaşırlarını açıklayacağım gibi cümleler sarf etmesi belli ki bu grubun yaptığı yayınların hükümeti rahatsız etmesinden kaynaklanıyor. Belli ki Doğan Grubu Başbakanın bam teline basmıştır ve onlardan bunun acısı çıkartılmaya çalışılıyor. Devletin elindeki bütün imkanları kullanarak basını ve eleştirileri susturmaya çalışıyorlar. Bu basın özgürlüğüne yapılacak en büyük saygısızlıktır. Uluslar arası basın kuruluşları bugün Türkiye’de basın özgürlüğü ölçüsünün bundan 8-10 yıl öncesine nazaran geriye gittiğini söylüyorlar. Türkiye basın özgürlüğünde, kadın erkek eşitliğinde, kadınların üst düzey yöneticilik yapma oranında hep geriye gidiyor. Onun için biz yasal olarak Avrupa’ya yakınlaşıyoruz ama gerçekte Avrupa’dan uzaklaşıyoruz diyoruz. Türkiye’de, Anadolu’da kadının durumu, genç kızlarımızın nasıl baskı altında yaşadıkları ortadadır. Bunlar tüyler ürpertici gerçeklerdir. Türkiye’nin giderek Avrupa’dan uzaklaştığından herkesin haberi olsun. Bunun çaresi de Avrupa ile ipleri kopartmak değil bir an önce Avrupa Birliğine girmektir. Sayın genel başkanımız Brüksel’e gittiğinde işte bu mesajları verdi.

 

Çok teşekkür ediyorum.

 


Bu belge Basın Bültenleri arşivinde bulunmaktadır.