ART – Onur Öymen’in Rauf Denktaş’la Birlikte Kıbrıs Hakkındaki Görüşleri

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Onur Öymen’in ART’ye Verdiği Mülakat
10 Nisan 2006, 20.00

ONUR ÖYMEN: Hoş bulduk efendim, saygılarımı sunuyorum size bu vesileyle. Ana vatandan en iyi dileklerimizi sunuyoruz sizin vasıtanızla Kıbrıslı soydaşlarımıza, kardeşlerimize. Biliniz ki, sizin gibi düşünen Kıbrıslı Türklerin temel hak ve çıkarlarını hiçbir koşul altında feda etmeyecek insanlar Türk halkının çok büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Biz de onlardan biriyiz. O bakımdan bu konuda hiçbir kaygınız, kuşkunuz olmasın ki Kıbrıs’ta Türklerin varlığını hukukunu korumaya devam edeceğiz.

RAUF DENKTAŞ: AB hükümetlerine, başta İngiltere’ye soruyorum. Hükümet olarak siz insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü şampiyonusunuz. Kıbrıs’ta Rum idaresi uluslar arası anlaşmalara uygun mu? Türklerin seçmediği bir Rum idaresini siz nasıl meşru hükümet olarak sayarsınız? Benden Garantör olarak bu eli kanlı idareyi tanımamı nasıl istersiniz? Bunları sormak ve Rum’un bütün geçmişini, sicilin ortaya koyarak yeni bir çığır açmak, bu hukuk dışı, insanlık dışı yaklaşıma dur demek mümkün değil mi? Türkiye hakikaten bu baskılar altında ezilmeye elini ovuşturarak ben masaya gelmeye hazırım da siz Rum’u getirin demeye mecbur mu? Bizi üzen bunlardır. Acaba bu konularda ne dersiniz?

Türkiye Kıbrıs konusunda dışarıdan gelen baskılara karşı ne yapmalı ve Türkiye’nin Kıbrıs politikası sizce ne yönde olmalı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Siz bu ek protokolü bana beni kandırarak imzalattınız. Bana bunu imzalamak hiçbir şekilde Rum’u meşru Kıbrıs hükümeti olarak tanımak değildir. Aynı zamanda bunu imzaladığım takdirde yolun açılacağını söylediniz. Halbuki önüme AP’nin hiç kabul edilmez ne kadar şartı varsa müktesebat olarak koydunuz ve gene ek olarak Kıbrıs Türklerine vaat edilenlerden hiçbirini yerine getirmediniz ve bunu size hatırlattığımızda bize: “Efendim ne yapalım? Kıbrıs artık bizim üyemizdir. Yasal hakları vardır. Biz bunları çiğneyemeyiz. Dolayısıyla siz bunları yumuşatmak için asker çekiniz, Maraş’ı veriniz, Magusa Limanı’nı bizim açmamıza müsaade ediniz” gibi şartlar öne sürmektedirler ve bu gayri yasal eli kanlı terör idaresini Meşru Kıbrıs Hükümeti olarak kabul etmekle bizim haklarımızı çiğneyebiliyorlar. Türkiye’nin garantör olarak yasal haklarını kaale almıyorlar; ama Rum’u hukuk dışı üye yaptıktan sonra onun yasal haklarını çiğneyemezlermiş. Sayın Öymen hakikaten çıldırmak işten değildir. hukukçu olarak bakıyoruz; tamamen yanlış yoldalar. İnsan olarak bakıyoruz; insan hakları bakımından tamamen yanlış yolardalar. Demokrasi açısından bakıyoruz; Kıbrıs’ta iki ayrı demokratik hakkın varlığını referandumların teyit etmiş olmasına rağmen tanımıyorlar. Kıbrıs meselesine “Geliniz teşhis koyunuz, ondan sonra reçete yazınız.” diyoruz. Teşhis koyuyorlar. Gözleri kapalı: “Türk tarafı ve Türkiye uzlaşmazdır. Denktaş uzlaşılmazdır.” diyerek geldiler. Allah’ tan şimdi Rum eski liderleri ve diğerleri ” Önümüze ne getirilmişse daha iyisini bulacağız diye reddeden taraf biziz.” diye açıklama yapıyorlar ve zannedersem daha da yapacaklar. Ama bizim endişelerimiz bunlar. Türkiye Avrupa Annan planına evet demek suretiyle Kıbrıs meselesini öyle bir kanala sokmuştur ki Türkiye’nin üyeliğiyle Kıbrıs meselesinin hali birleştirilmiştir. Bunlar ayrıydı. Bu kanaldan nasıl çıkacağız ve bu Kıbrıs’ı nasıl kurtaracağız? Bunlar hakkında görüşlerinizi alırsak çok mutlu olurum.

ONUR ÖYMEN: Siz zaten bütün boyutlarıyla o kadar iyi anlattınız ki bana anlatacak fazla bir şey kalmadı. Diplomaside bir kural var: Hukukla, mantıkla, sağduyuyla, ahlak prensipleriyle pek bağdaşmayan bir kuraldır; ama diplomaside geçerli olan kural hep bu olmuştur ve o da şudur: Böyle bir uluslararası ihtilaf olunca taraflardan hangisi haklı, hangisi haksız. Hangi tarafın söylediği daha makul ? gibi soruları pek kimse sormaz. Böyle bir diplomasi olduğunda yabancı ülkelerin sordukları soru şudur: Hangi taraf daha fazla taviz vermeye yatkın? Hangi taraf daha fazla taviz vermeye yatkınsa haklı da olsa onun üzerine baskı yaparlar ve o ülkenin verebileceği taviziz son noktasına kadar almaya çalışırlar ve çözümü de bu çerçevede bulmaya çalışırlar. Bu hep böyle olmuştur. Biz vaktiyle eski Dışişleri Bakanımızla İngiltere’ye gitmiştik. İngiliz Dışişleri Bakanı’yla bir resmi çalışma akşam yemeğinde otururken Bakan bize Kıbrıs konusunu görüşürken dedi ki: “ Kıbrıs konusunda bizim önümüze çoğu zaman iki seçenek gelir. Bunlardan bir tanesi doğru, haklı, adil, tutarlı bir seçenektir; ama uygulama imkanı yoktur. Öbür seçenek ise uygulama imkanı vardır ama gayri ahlakidir. Dürüst değildir, makul değildir. Böyle iki seçenekle karşılaştığımızda biz daima ikincisini seçeriz.” Bunun üzerine biz yılardır şu soruyu soruyoruz: “ Bize bu kadar haksızlık yapıldığını görmüyorlar mı? Bize nasıl bu kadar haksızlık yapabilirler? Nasıl olur da bizim bu işte haklı olduğumuzu görmezler?” İşte diplomasi budur. Onun için diplomasi oyununu oynarken, siz haklarınızı yalnıza makul tezleri savunarak elde edemezsiniz. Sadece haklı olduğunuzu kanıtlamaya çalışarak sonuç alamazsınız. Hele bizim gibi :” Canım şunu da vereyim. Bari ondan sonra benim hakkımı teslim etsinler.” Derseniz, verdiğinizi ceplerine koyarlar, ondan sonra: “ Başka neler var bunların ceplerinde? ” diyerek başka tavizler almaya çalışırlar. Diplomasi oyunu bütün Dünyada böyle oynanıyor. Karşımızdaki tablo şu: Bir taraftan AB ‘ne baskı ile şantaj ile üye yapılmış bir ülke var Rumlar, öte yandan da AB’ye girmek isteyen ama henüz girememiş bir ülke var. Türkiye bugün AB ülkesi değil. AB’de bir kural var. Evvelce buna Lüksembourg kuralı derlerdi. O da şudur: “ Bir üye ülke bir konuyu kendisi için hayati önemi olan bir milli mesele olarak sayıyorsa hukuken veto hakkı olmasa bile, o konunun görüşülmesinde sanki veto hakkı varmış gibi muamele görür. Bir AB üyesi ülke ile AB üyesi olmayan bir ülke arasında bir ihtilafta şimdiye kadar AB’nin üye olmayan ülkeden yana vaziyet aldığının ben pek görmedim. AB daima kendi üyesi olan ülkenin menfaatini korumuştur. O ülke ne kadar haksız, onun karşısındaki ülke ne kadar haklı olursa olsun. O bakımdan kendi stratejimizi oluştururken ‘haklı olduğumuzu kabul ettirmek’ yöntemiyle yola çıkarsak hiçbir sonuç alamayız. Aynen bugüne kadar alamadığımız gibi. 30 – 40 yıldır bunları anlatmıyor muyuz? Karşı tarafa ne kadar haklı olduğumuzu, Rumların bize ne kadar haksızlık yaptığını anlatmıyor muyuz? Ne yazık ki dünyanın gerçekleri bunlar. O zaman güçlü olacağız. Haklı olmak yetmiyor. Hem haklı olacaksınız, hem güçlü olacaksınız. Sahip olduğumuz avantajları feda etmeyeceksiniz. Tek taraflı taviz vermeyeceksiniz. Diplomaside terk taraflı taviz yalnızca kaybedilen bir savaştan sonra verilir. Biz Kıbrıs’ta savaş mı kaybettik? Taviz üzerine taviz veriyoruz, çözümsüzlük çözüm değildir diyoruz. İşte kusur bizden önceki hükümetlerdedir, kendi hükümetlerimizdedir diyoruz. Hep alttan alarak “Acaba bu defa şu tavizi versek karşı taraf razı olur mu, Bir adım daha atsak bu defa ikna olurlar mı? Bir eylem planı daha sunsak bu sefer tatmin olurlar mı” Her defasında görüyorsunuz ki, kapıyı suratınıza çarpıyorlar. Türk hükümeti Eylem Planı sundu, neye dayanıyor? Kofi Annan Planını masada tutmaya dayanıyor. Kofi Annan’ın kendisi referandumdan birkaç hafta önce bir mektup yazdı. Size de yazdı, Sayın Erdoğan’a da yazdı. Papadopulos’a yazdı, Yunanistan’a da yazdı ve açıkça “Bu referandum taraflardan biri tarafından reddedilirse benim planım yok hükmündedir, hiç olmamış sayılır” diyor. Buna rağmen biz “Hayır, aman plan masada kalsın” diyoruz. Sanki bizim için çok lehte, olumlu, bizim menfaatlerimizi gözeten bir planmış gibi! Bunun böyle olmadığını siz de söylediniz. Biz de söyledik. Hepimiz biliyoruz. Şimdi son Eylem planına bakıyorsunuz, gene bunu söylüyor. Yunanistan ne diyor? Yunanistan Dışişleri Bakanı Bayan Bakoyanni “Kofi Annan Planı ölmüştür.” diyor. O zaman sizin eylem planının ne hükmü kaldı? Ne sağlamış oldunuz bu eylem planını sunmakla? Ben puan kazandım; ben şirin gözüktüm; ben uzlaşılan taraf oldum. Bunların diplomaside hiçbir kıymeti yoktur. Uzlaşır, yumuşak gözükmek; karşı taraf niye böyle bir endişe içinde değiller? Karşı taraf tam tersini yapıyor. Yunanistan : ” Kıbrıslı Rumları daha üye olmadan üye yapmışsanız, Ben bütün genişleme sürecini veto ediyorum. “ dedi. Şantaj yapıyor Simitis. Açıkça kamuoyunun önünde söyledi bunu, gizli değil. Ne Polonya’yı ne Macaristan’ı üye yaparım dedi. Kendi hesabının doğru yaptı ve sonuç aldı. Bu şantaja boyun eğdiler ve Rumları üye yaptılar. Biz şimdi bunun bedelinin ödüyoruz. Çünkü o zaman karşılık veremedik. “Siz Rumları alırsanız biz de size şu bedeli ödetiriz.” Diyemedik. Rumlar üye olurken sesimiz çıkmadı. Ciddi devletler böyle yapmazlar. Bizim o bakımdan ‘Şu konuda haklıyız, bu konuda haklıyız. Nasıl bunu göremiyorlar?’ dememizin fazla bir anlamı yok. Biz ne yapacağız? Kuvvetli olduğumuz konularda geri adım atmamaya çalışacağız. Kuvvetli olduğumuz konu nedir? Coğrafyadır. Orada fiili durum Türkiye’nin lehinedir. İkincisi asker. Bizim askerimizi çektirmek istiyorlar. Niçin? Çünkü asker orada Türkleri koruyor ve ciddi bir güvenlik unsuru oluşturuyor. O zaman : “Siz adil bir çözüme yanaşmadıkça asker çekmemizi beklemeyin.” diyeceksiniz. “Bir inç taviz vermeyiz. Siz bize ambargoyu kaldırmayın biz de size karşı biz size şu tedbir uyguluyoruz. Sizin bize verdiğiniz zarardan daha büyük zararı biz size vereceğiz. “ diplomasi bu. Koz kullanacaksınız. Yabancıların ‘leverage’ dedikleri manivela kullanacaksınız. Bakın S-300 füzelerinin konuşlandıracaklardı. Niye konuşlandıramadılar? Çünkü o zaman Türkiye’de ciddi bir devlet gibi hareket etti. Onlara öyle bir hava yarattı ki: “Siz bu füzeleri konuşlandırırsanız çok ağır bedel ödetiriz. Konuşlandıramadılar. Bir kurşun atmadık. Hiçbir askeri harekat yapmadık, sınırı bir adım geçmedik; ama ağırlığımızı hissettirdik. Devlet bu. Geçmişte de Hatay’ı böyle aldık. Daha önceki Lozan, Kardak örneklerini hatırlayın. Türkiye gücünü kanıtladığı zaman, ağırlığının koyduğu zaman mutlaka sonucunu almıştır. Ne zaman ki alttan almaya çalışmıştır bazı konularda. Son birkaç yıldır Kıbrıs konusunda yaşadığımız gibi. Ne verseniz yetmez, daha fazlasını isterler. Bugün Maraş’ı verseniz diyecekler ki: “ Bunu vermeniz yetmez, şunu da verin.” Mallarımızı Rum limanlarından ihraç etmeyi kabul ediyoruz, o yönde eğilimler varmış, o da yetmeyecek. Onu da cebine koyacak ve fazlasını isteyecek. Ne verirseniz fazlasını isteyecek. Şimdi bizim hükümete anlatmaya çalıştığımız budur. Kararlı olacaksınız. Bu uzlaşmazlık mı? hayır değil. Karşı taraf ne kadar uzlaşırsa ben o kadar uzlaşırım. Karşı taraf ne kadar taviz verirse ben o kadar taviz veririm. Bir milimetre fazla vermem. Biz daima bir adım önde olacağız dediğiniz anda bunun diplomasideki anlamı : “ Ben karşı taraftan daha fazla taviz vermeye hazırım.” Başka türlü anlaşılmaz. O zaman size hiçbir taviz vermeden elinizdeki bütün kozları sizden almaya çalışırlar. Diplomaside bunlar alfabesi. Bu kadar ilkel kuraları Türk hükümeti diplomaside unutursa Kıbrıs’ta başarı şansımız sıfırdır. Daima alttan alacaksınız. Çünkü hedef Kıbrıs’!ı çözmek değil de şirin gözükmekse. Birtakım iç politika avantajları sağlamak; Batının desteğiyle iktidarda kalmaksa; buna benzer başka hedefleriniz varsa bilemem. Ama amacınız Kıbrıs gibi bir milli davayı Kıbrıs’ın ve Kıbrıslı Türklerin temel çıkarları doğrultusunda çözmekse, şimdiye kadar bu hükümetin izlediği politika baştan sona yanlıştır. Kofi Annan planını kabulü için yapılan baskılar da yanlıştır. Ondan sonraki atılan eylemler de yanlıştır. Son eylem planı da yanlıştır. Her tavizi vermeye hazır olduğumuz mesajları yanlıştır. Çünkü bu izlenen politikanın hiçbir noktası Türkiye’nin kararlı bir duruş sergilemesi anlamına gelmiyor da onun için. Hakkını kullanma anlamına gelmiyor. Koz kullanabileceği işaretini hiç vermiyor.

Türkiye’nin 3 senede izlediği politikaya bakın. Bana bir tane örnek gösterin ki Türkiye: “ Bakın siz bunu yapmazsanız ben de size bunun yaparım.” Aynen Yunanlıların ve Rumların yaptığı gibi. Bugün beni hala tehdit ediyor. “Senin üyeliğin vereceğin tavize bağlıdır. Yoksa ben seni desteklemem ve sen asla üye olmazsın diyor.” Kofi Annan planının kabul etmiş Türkler her türlü tavizi vermiş hala yetmiyor. İstediğini sonuna kadar alacak. Alamazsa sizi süründürecek. İstediğini alana kadar size baskı yapacak. Biz hala şirin gözükelim. Onu da veririz bunu da veririz, çözümsüzlük çözüm değildir gibi saçma sapan diplomaside hiçbir yerde kullanılamamış laflar kullanarak kendimizi ikinci sınıf bir devlet konumuna düşürdük. Bir ülke daha gösterin bana çözümsüzlük çözüm değildir diye. Yunanlı diyor mu? Ege’de 70 senedir süren meselelerimiz var. Bir Yunanlı devlet adamı bir gazeteci bir akademisyen çıkıp da böyle bir şey dedi mi;? Niye biz söylüyoruz? Çünkü biz kendimizi, ikinci sınıf ve zayıf hissediyoruz. Bu hükümet zamanında maalesef Türkiye Kıbrıs konusunda ad dış politika konularında da Cumhuriyet döneminden beri sahip olduğumuz ağırlığı kaybetmiştir. Etkiyi kaybetmiştir ve bu gidiş devam ederse, inşallah etmez, bu gibi mili davalarda başarılı oma olasılığımız yok denecek kadar azdır.

RAUF DENKTAŞ: Sayın Öymen biliyorsunuz ki ben Anadolu’yu geziyorum. Her yere Kıbrıs diyince büyük bir heyecan var. Herkeste Kıbrıs diyince : “ Kayıp mı ediyoruz. Ne oluyor? Nereye gidiyor?” diye soruyorlar. Her gittiğim yerde şehit aileleri var gaziler var. “Ben ortaokuldayken Türk’ tür Türk kalacaktır diye yürüyüş yaptım” diyen insanlar var. Beni memnun eden dinamik Atatürkçü bir gençlik var. Kıbrıs’ın Türkiye açısından bütün cumhurbaşkanlarının dediği gibi stratejik açıdan Türkiye’nin güvenliği için vazgeçilmez bir ada olduğunu, vazgeçildiği takdirde Türkiye’nin denizlere açık bir ülke olmaktan çıkacağının biliyor. Biz bu meseleye bir avuç Türk’ü koruma meselesi diye bakmadık hiçbir zaman. Bu aynı zamanda bir Türk toprağının Yunan toprağı haline gelmemesi, Türkiye’nin sınırlarının, sahillerini bir tıkaç haline getirilmemesiydi. Bu eylem planı herkes tarafından takdir edildiği şeklinde lanse edildiyse de takdirnamenin bir de ikinci paragrafı var. Diyorlar ki “ Bu görüşmeleri başlatmak istiyorsunuz. Tamam başlatabilirseniz buyurun başlatın. İyi bir iş yapıyorsunuz. Ancak verdiğiniz sözü tutunuz. Verdiğiniz söz olan ek protokolü uygulayınız. Meclisten geçiriniz. Kıbrıs Rum idaresini tanıyınız ve limanlarınızı açınız.” Anlamına gelen büyük bir baskı var. Meclis inşallah hakikaten bunu geçirdiği takdirde Kıbrıs’tan vazgeçmiş gibi bir durum yaratacağını bilir de diri durur. Ben şöyle bakıyorum: Kıbrıs Rum tarafı Yunanistan’la birlikte kendilerinin yaratmış oldukları Kıbrıs meselesini hallettiklerinin düşünüyorlar. Yani Kıbrıs’ın meşru hükümeti biziz; Türkiye 1974’te bizim Kıbrıs’ımızı işgal etmiştir. Papadopulos o kadar ileri gitti ki : “1964-74 arasında tek bir Türk bile öldürülmedi.” diyebildi. Bu şartlar altında biraz evvel sizin dediğiniz gibi bizim kazanımlarımıza dört elle sahip çıktığımızı ve çıkmaya devam edeceğimizi söylemekten başka çaremiz yok. Çünkü yasa tanımıyorlar, uluslar arası anlaşmaları tanımıyorlar, bizim Türk halkı olarak ikinci halk olduğumuzu referandumlara rağmen kabul etmiyorlar. İngilizlerin 1060’larda : “Kıbrıs’ta ‘Self-determination’ iki tarafın da ayrı ayrı hakkıdır.” dendiği halde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bu hakla girdiğimiz halde bunlar hiç kaile alınmıyor ve insan hayretler içerisinde kalıyor ve Türkiye bu baskılar altında sanki zorlanıyormuş gibi bir çaresizlik içerisinde. Yani AB’ye :” Kıbrıs’ın gerçekleri vardır. Kıbrıs’ta iki devlet vardır. Bunları sınırları uluslar arası sınır haline getirilmediği takdirde yapılacak herhangi bir anlaşma geçicidir 1960 anlaşması olduğu gibi. Yeniden felakettir. Yeniden Türkiye-Yunan savaşına gidecek kadar bir durum hasıl olacaktır. Halbuki 1960’ın bütün maksadı bunu önlemek ve Türk-Yunan arasında bir barış köprüsü yaratmaktı. Bunu bozan biz değiliz. Uzlaşmaz olan taraf biz değiliz, adımız öyle çıkarılmış olmasına rağmen, ama hakikaten dirilmek ve hangi esaslar dahilinde masaya oturacağımızı söylemememiz lazımdır.Bakıyorum Türkiye’den gelen sesler :”Masaya otururuz; ana hatlarını görüşelim. Masadan da kalkmayız.” Sanki masadan kalkmak bir pazarlık jesti değilmiş gibi. Böyle anlayamadığımız meseleler almış başını gidiyor. Ben tekrara söylüyorum Sayın Öymen Kıbrıs meselesi Türk hükümeti açısından Kıbrıs siyaseti nedir? Sayın Sezer’in söylediği mi? TBMM’de kayda geçmiş olanlar mı? Yoksa bilmediğimiz bir mesele mi? biz bunu bilmezsek, benim halkım buradan bunu bilmezse tabiatıyla herkes gemisini kurtaran kaptan gibi kendi başının çaresini arayacaktır ve bir dağılma olacaktır. Onun için ben tekrar soruyorum.

ONUR ÖYMEN: Türkiye’nin siyasetini tayin eden en yüksek makam TBMM‘dır ve TBMM cumhuriyet tarihi boyunca en zor durumlarda bile ülkenin menfaatlerini koruyacak kararlar almasını bilmiştir. Bunun en son örneği 1 Mart teskeresinin reddidir. Mutlak çoğunluğa sahip olan bir hükümetin getirdiği bir tezkereyi Meclis reddetmiştir. 100 civarında iktidar partisi milletvekili bu teskerenin aleyhine oy kullanmıştır. Bu da gösteriyor ki TBMM’nin tarihten gelen bir sorumluluk bilinci var. Her konuda bunu sağlayabiliyor muyuz? Sağlayamıyoruz. Ama milli konular söz konusu olduğunda Kıbrıs gibi konular söz konusu olduğu zaman biz inanıyoruz ki Meclisin büyük bir çoğunluğu çok dikkatli hareket edecektir. Bu mecliste son dönemlerde üç tane önemli karar alındı Kıbrıs konusunda. Üçü de son derece Türkiye’nin çıkarlarına uygun, Kıbrıslı Türklerin temel hak ve menfaatlerini koruyacak nitelikte kararlardı. Bunlardan üçüncüsü bu hükümet zamanında oy birliğiyle alındı. Meclisin tavrı ortada. Ek protokolden söz ettiniz. Ek protokolü bizim bütün ısrarlarımıza, bütün uyarılarımıza rağmen bu hükümet 29 Temmuzda kabul etti ve imzaladı. Onunla birlikte bir deklarasyon imzaladı Güney Kıbrıs’ı tanımadığımız belirten. Biz de bu deklarasyonun hiçbir değeri olmadığının söyledik. Şart koyacaksınız ve diyeceksiniz ki: “Ben bu anlaşmayı ben diğer ülkeler için Kıbrıs meselesi çözülünce uygularım. Bunu yapmaya güçleri yetmedi ve bunu yapamadılar. Şimdi ne görüyoruz. 29 Temmuzdan bu yana 8 aydan beri meclise bunu onay için getiremiyor. Hükümet kendi imzaladığı bir protokolü meclise getiremiyor. Çünkü mecliste ortaya büyük bir tepki çıkacağını biliyorlar. Türkiye’ni tavrını düşünürken sadece hükümeti değerlendirmemek lazım. Meclisin, halkın tavrına bakacaksınız. Hiçbir demokratik ülkede, hiçbir hükmet halkın büyük çoğunluğunun milli dava saydığı bir meseleyi kolay kolay feda edemez. Ederse bir gün ayakta duramaz ve insan içine çıkamaz. Yarın öbür gün ek protokolü getirirlerse meclise, bizim bütün aksi çabalarımıza rağmen onaylatırlarsa, Kıbrıslı Rum gemileri Türk limanlarına, uçakları Türk havaalanlarına gelirse, Kıbrıslı Türkleri bir azınlık durumuna düşürürlerse bizim iktidarımız sokağa çıkabilir mi? Bırakın onu çocuklarına yaptıkları işi anlatabilirler mi? Girit gibi feda etmek olur bu Kıbrıs’ı. Yapmayacaklarını söylüyorlar. Yapmayacaksanız nasıl çözülecek bu iş, neden imzaladınız? Siziz o kadar uyardık, imzalamayacaktınız.Attığınız adımın yanlış olduğunu ve büyük bir taviz olduğunu bile bile imzaladınız. Hata burada. Diplomasi hata kaldırmıyor.ç Hata yapmayacaksınız. Hele böyle milli meselelerde hata yapmayacaksınız. Baskılara direnemedik diyorlar. O zaman gidersiniz, o baskılara direnebilecek bir hükümet gelir işbaşına. Siz o hükümette kalmaya devam edeceksiniz diye Türkiye’nin milli davalarını feda edemezsiniz, buna hakkınız yok. Türk halkı size bu hakkı vermedi. Siz seçilirken : “Ben seçildiğim takdirde Kıbrıs’ı feda edeceğim.Ben şimdiye kadar izlenen bütün politikaları tersine çevireceğim, bütün istedikleri tavizleri vereceğim.” Dediniz mi? Demediniz. Kimden alıyorsunuz bu yetkiyi. Halktan almazsanız kimden alıyorsunuz bu yetkiyi? MGK’da karar alıyorsunuz. Zirve toplantısı yapıyorsunuz. Orada karar çıkarıyorsunuz. Ondan iki gün sonra Başbakan olarak Cenevre’ye gidiyorsunuz. Kofi Annan’la konuşuyorsunuz ve o kararların tam tersi bir taviz veriyorsunuz. Bu plan böyle kabul edildi. “Bu plan tek çözüm biçimidir. Biz aynen kabul ediyoruz diye bir MGK’dan; ama sizin dinlediğiniz yok. Ne MGK dinliyorsunuz ne parlamento ne de zirve. Sizin bütün çabanız : ” Hangi tavizleri verirsem yabancılar beni destekler?” İşte o zaman bu hale gelirsiniz. Kıbrıs konusu Türk halkın büyük bir aldatılmışlık duygusu içerisinde. Ne dediler onlara: “merak etmeyin . Siz evet dersiniz, Rumlar hayır derse KKTC’yi dünyaya tanıtacağız. Bütün ambargoları kaldıracağız ve üzerinden tam iki yıl geçti. Tek bir ambargo kalkmadı. Hani tüzükler çıkıyordu ve AB ile doğrudan ticarete başlıyorduk. Ne oldu? Rumlar üye olmanın bütün avantajlarından yararlandılar. Üye oldukları için bütün bu süreci engellediler, durdurdular, sonunda rafa kaldırdılar. Bir de oybirliği mekanizmasına bağladılar. Parti bu durumları istemediği sürece sizin doğrudan ticaret yapma imkanınız hiç yok. Bununla bağlı olarak mali yardım yapacaklardı. Ama bu bağı çözdükleri andan itibaren bu mali yardımın anlamı kalmadı. Zaten 120 milyon avrosunu da kestiler. Sadaka gibi bir para verecekler size. Biz buna dedik ki: “ Bunu kabul etmeyin; bu bizi küçültür. Bu paradan çok daha fazlasını Türkiye size rahatlıkla verebilir. “ Kıbrıs’ta da hava böyleydi. Bir de bakıyoruz. Bire açılama yapılıyor: “biz bu parayı alabiliriz.” Nerede kaldı sizin prensibiniz? Ondan sonra üç gün geçiyor: “Aramızda yeniden konuştuk, almayacağız.” şeklinde. Bunlar sizin ciddiyetiniz hakkında tereddüt uyandırır. Yunanistan veya Rumlar böyle bir şey yapıyor mu? Neden bizde var? Şunun için var: Kendimizi zayıf görüyoruz. Biliyoruz ki büyük ülkeler Kıbrıs’ta Rumlar Yunanistan’dan yana ve onlardan yana ağırlıklarını koyuyorlar. Onlarla iyi geçinmek zorundayız. AB’ye girebilmek için onların desteğine ihtiyacımız var. IMF’ten yardım almak için onların desteğine ihtiyacımız var. O zaman Kıbrıs konusunda da onların istediği gibi bir politika izleyelim. Biraz yumuşak davranalım, alttan alalım ki öbür konularda bize destek oldular. Bu Türkiye’yi küçültür; çünkü Türkiye çok daha zayıf ve fakir olduğu dönemlerde bunu yapmamıştır. Bakın Kıbrıs harekatından sonra Amerika bize askeri ambargo uyguladı. Amerikan Kongresi askeri ambargo uyguladı. Bizim o sırada 70 cente ihtiyacımız vardı. Ma direndik. Bütün Türk hükümetleri direndi. Demirel de direndi, Ecevit de direndi. Sonuna kadar direndik. Sonra ne oldu? Bizim direncimizin sonunda ambargo kalktı. Hiçbir taviz vermeden askeri hararlığı kaldırttık; ama milletçe direnmesiniz bildik. Şimdi Türkiye’de bu direnç yok. Kıbrıslı Türklerden biz bunu bekliyoruz. Onlar diyecekler ki: “ Biz sadaka istemiyoruz. Biz hakkımızı istiyoruz. Hakkımız ambargonun kalkmasıdır.”

İzolasyon diye bir laf çıkarmışlar. Nedir ki o? Düpedüz size ambargo uygulanıyor, farkında değilsiniz. Bu ambargoya sonuna kadar direneceğiz. “Aç kalırız; size boyun eğmeyiz.” diyeceksiniz. Kıbrıslı Türkler bunu derse hiçbir Türk Hükümeti buna sessiz kalamaz. Ama Kıbrıs’tan da taviz vermeye yatın sesler çıkarsa o zaman Türkiye’de de taviz vermeye hazır hükümetler bunu koz olarak kullanır. Derler ki: “Kıbrıslı Türkler de bunu istiyor. Biz ne yapalım. Onların istediğini yapıyoruz.” Böyle diyerek kendilerine gerekçe bulurlar. Diplomasi direnme sanatı. Silahsız bir savaş. Biz bütün tarihimiz boyunca, özellikle cumhuriyet tarihi boyunca, hep direndik. Her zaman baskı yapmak isteyenler oldu ve bugün de var. Ama biz direnemezsek, direncimizi kaybedersek yalnızca Kıbrıs’ı değil, pek çok önemli konuda bütün milli çıkarlarımızı kaybederiz. Ege’yi kaybederiz. Dün Irak’ta savaşa sürükleniyorduk, yarın İran’da savaşa sürükleniriz. Türkiye’nin çıkarlarını, menfaatlerini koruyacak cesaretliliği, kararlılığı gösteremezsek her şeyi kaybederiz. Kıbrıs bir başlangıç olur. Çorap söküğü gibi gelir gerisi. İşte onun için biz hükümete diyoruz ki: “Direnin.” Siz bunu simgesi oldunuz Kıbrıs’ta. Biz hep sizi örnek gösteriyoruz. Kıbrıs Türk topluluğunun temsilcisi olarak en zor şartlarda direnmesini bildiniz. En büyük devletlere karşı boyun eğmediniz. Ama sizi çıkaran bu toplum da direnecek ve Türk halkı da sizi örnek alarak ülkenin her yanında sizin de gördüğünüz gibi bu milli davaya sahip çıkacak. Milli davalar böyle korunur. Yoksa her sabah kalktığımızda: “Acaba bugün hangi tavizi versek karşı taraf memnun olur.” diye yola çıkarsanız, sonunda her şeyi kaybedersiniz. Durmayı düşündüğünüz noktada da duramazsınız. Şunu çok iyi bilmemiz lazım: Stratejik açıdan Kıbrıs Türkiye için hayati önemdedir. Ama karşı taraf için de hayati önemdedir. Bazı büyük devletler Türkiye’nin askeri mevcudiyetini Kıbrıs’ta istemiyorlar. Bunu hala anlayamadıysak biz, Kıbrıs meselesini hiç anlayamadık demektir. Niçin biz harekat yaptıktan sonra Magusa limanındaki birliklerini çekti İngilizler, niçin Amerikalılar Ortadoğu’daki uzay üssünü kapattılar? Biz düşman ülke miyiz? Biz NATO ülkesiyiz. NATO ordusuyuz. Dünyanın her yerinde savaşmak için yola çıkmışız. Biz size ne kötülük yaptık? Niçin biz geldik diye hemen tüm askeri varlığınızı Türk kesiminde sona erdirdiniz? Bizi hasım mı görüyorsunuz? Rakip gibi mi görüyorsunuz? Kissinger’ın son kitabında var. Telefon ediyor Reagan Kissinger’a: “Türkiye’ye harekat yap. Biz Türkiye’ye savaş açacağız. Bizi destekleyin.” diyor. Kissinger caydırıyor: “Şaşırmayın, daha iki gün oldu Ford iktidara geleli. Ben böyle bir şeyi teklif dahi edemem. Siz Türkiye’yle savaşmayın.” diyor. Türkiye’yle savaşı bile göze almış. Öyle bir tehdit orak görüyor ki Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri mevcudiyetini bir NATO ülkesi olmasına rağmen Türkiye’ye bir savaş açmaya hazır. Karşınızdaki insanlar bunlar ve bunların takipçileri. Onun için sıkı duracağız. Direneceğiz. Gücümüzü muhafaza edeceğiz. Oradaki varlığımızı ve kazanımlarımızı muhafaza edeceğiz. Devlet böyle idare edilir. İşin doğrusu bu. Sıkıntı çekeriz, IMF güçlük çıkartır, AB’den önümüze sorunlar getiriler. Bunlara razı olacaksınız ve göğüz gereceksiniz. Ben her gün sıkıntısız yaşayayım diye her şeyimi feda edemem. Böyle devlet olmaz. Türkiye hiç olmaz. Biz Türkiye’nin insanları ve politikacıları olarak Türk halkının ve Türk milletinin ve Kıbrıslı Türklerin haklarını ve çıkarlarını korumak için and içtik. Biz bu yolun yolcusuyuz.

RAUF DENKTAŞ: Allah razı olsun.

ONUR ÖYMEN: Hiç kimseye böyle baskı yaparak taviz verdirmeye teşebbüs etmesin. Biz tek başımıza kalsak da bunun mücadelesini vermeye devam ederiz.

RAUF DENKTAŞ: Sayın Öymen emin olunuz ki Kıbrıs Türkü de aynı kanaattadır. Tabii burada da siyaset oyunları oynanmaktadır. Tecrübeli tecrübesiz arkadaşlar bazı durumlara direnebilmektedir ama gözler Türkiye’dedir. Anavatandan ışık almaktadırlar. Anavatan kendilerine “benim çok büyük zorluğum var. Lütfen bu yasayı geçiriniz” deyince burada direnç kırılabilmektedir. Ama söylediğiniz ben de söylüyorum; bizim karalı durmamız, bizim ölesiye devletimize sahip çıkmamız gerekir ki Türkiye üzerindeki baskılar azalsın. Türkiye AB’ye şunu söyleyebilsin “ölümden kurtulan, hak ve hürriyetlerini koruyarak en büyük badelerden geçerek, devlet kurmuş olan ve 23 yıldır benim tanıdığım bir devleti ortadan kaldırmamı mı istiyorsunuz? Bu insan hakları mıdır? Hürriyetine kavuşmuş olan insanları seçmedikleri bir idarenin altına sokmak, benim 43 yıldır haklı olarak tanımam dediğim bir Rum idaresini bana tanıtmak, bu mu sizin demokrasiniz ve hukukunuz?” diye ayağa kalkması lazım. Basının da ayağa kalkması lazım. Bakınız, İsveç’in eski Başbakanlarından Karl Bilt Leyla Tavşanoğlu’na verdiği demeçte ne diyor: Biliyoruz Papadopulos’un beklenmedik aşırı milliyetçiliği nedeniyle siyasetimiz kısmen başarılı oldu, kısmen büyük başarısızlık oldu. meğer “anlaşsanız da anlaşmasanız da Kıbrıs üye olacaktır” beyanatları meğer Denktaş’ı yola getirmek için, beni yola getirmek içinmiş. Sen benim hangi yolda olduğumu bildin mi? Kıbrıs meselesine teşhis koydun mu? Rum’un niçin AB’ye müracaat ettiğini bildin mi? Bu müracaatın kanunsuz olduğunu, uluslar arası antlaşmaları çiğnediğini gördün mü? Bu beyanatlarla Rum’a “taviz verme, uzlaşma!” mesajı verdiğinin farkında mısın? Ama diyor ki, “Olan olmuştur, AB bir yanlış yapmıştır ancak tarih yanlışlarla doludur, bununla yaşamayı öğrenmeli ve nasıl ilerleyebileceğimizi tartışmalıyız”. Böyle düşünen, böyle konuşan bir Avrupa’yla karşı karşıyayız. Yapmış olduğu bir yanlışı haklarımızı, hürriyetimizi gasp eden insanları meşru hükümet diye başımıza dikmesi hususunda diyor ki, “Yanlış yaptık ama siz bununla yaşamaya mecbursunuz.” Bunun karşısında isyan etmek lazım. Bunun karşısında ayağa kalkmak lazım. Yollara dökülmek lazım. Türkiye’nin bu haksızlık karşısında eğer Mahkemeye gidebilecekse gitmesi lazım. Efendim AB yolu tıkanırmış. Peki Kıbrıs meselesini AB yoluna niye soktunuz? Ecevit zamanında bu ayrılmıştı çünkü Türk hükümeti kararlılığını ortaya koymuştu. Eğer siz Rum idaresini meşru hükümet olarak alırsanız, ben de KKTC ile entegrasyona giderim demişti. Ve ne oldu? İki mesele ayrıdır,sizin girişiniz ve Kıbrıs meselesinin halledilmesi işi ayrı işlerdir. Sizin girişiniz için meselenin çözümü şart değildir” şekline getirilmişti. Şimdi bu iki konu birleştirildi. Bunu tekrar ayırmak lazım. Bunu ayırmanın da yolu vardır.

Madem ki Sayın Erdoğan “Ek Protokolü aldatılarak, kandırılarak imzalattılar, vaatlerinizi yerine getirmediniz” diyor. Kandırılarak imzalatılan bir belgenin herhalde kıymeti yoktur ve geri çekilebilir. Ben bunu tekrar müzakere edeceğim denebilir. Zaten görüyorsunuz, Türkiye’nin AB yoluna devamlı surette yeni engeller çıkarmaktadırlar, yeni şartlar getirmektedirler. Hiç siyasi konularla ilgisi olmayan tarım, kültür gibi teknik konularda siyasi şartlar öne sürülmeye başlanmıştır. Yani Türkiye’yi % 80 istemeyen bir Avrupa’yı ister hale getirmek için hiçbir adaya yapmadıkları muameleyi Türkiye’ye yapmaya başlamışlardır. Ve biz hala “Bakalım ne olacak” diyoruz. En önemlisi Sayın Öymen, bu insanlar “Atatürk ilkeleri AB normlarına uymaz” dedi mi demedi mi? Bunu demişlerdir. Atatürk ilkeleri üniter bir devlet yaratmıştır ve yaşatmıştır. Şimdi bunu ortadan kaldırmak, parçalamak mı istiyorlar Vilayetlere özerklik ver, azınlık olmayanları azınlık yap. Konstantinopolis’in Ekümenliğini kabul et. Lafa bakınız, Konstantinopolis Ekümenliğiymiş! Bütün bunları Türkiye’nin önüne koymaktadırlar. Türkiye’yi nereye götürmek istiyorlar? Burada Kıbrıslı Türkler de artık Türkiye açısından üzülmeye başlamışlardır. Ne oluyor, nereye gidecek diye büyük bir endişe vardır. Karl Bilt’in söylediğini herkes söylüyor: karar verilmiştir, artık siz de bununla yaşamak mecburiyetindesiniz. AB nedir? Kendilerine 1963’ten 1974’e bize yapılanları anlatmaya çalıştık. Efendim, tarihte yaşamayınız, geçmişte yaşamayınız, geleceğe bakınız diyorlar. Geleceğe bakmak için olduğum yerden bakıyorum. Sen olduğum yeri, KKTC’yi tanımıyorsun. Dolayısıyla ben niçin burada olduğumu sana anlatabilmem için geçmişte bana yapılanları bilmen lazım. Hayır, duymak istemezler. Yasayı alıyoruz, uluslararası antlaşmalar, anayasa, insan hakları diyoruz. Cevap: “Kıbrıs meselesi hukuki bir mesele değildir, siyasi bir meseledir. Siyasi karar alınmıştır, uyacaksınız. Tren kaçıyor, trene atlayınız.” Kardeşim, sizin bu dediğiniz Kıbrıs treni değil, Rum trenidir. Biz bunu Kıbrıs treni haline getirmek için müzakere masasındayız. Bize yardımcı olun. Anlaşsan da anlaşmasan da Kıbrıs üye olacaktır deyince Kıbrıs treni yoluna gider ve biz de buna binmeyiz. Çünkü kim olarak bineceğimizi bilmiyoruz. Biz bu trende ortak olacaktık, yoksa kömürcü müyüz? Bunu belirlemeden beni nasıl zorlarsın? AB’nin bu kadar yasa dışı, insanlık dışı yaklaşımı karşısında Kıbrıs’ı vere vere nereye gideceğiz efendim? Şimdi asker çekilsinmiş! Asker çekildiği anda, siz de demin söylediniz, Yunanistan Ege kartını oynayacak. Hem de nasıl oynayacak? Yunanistan dost, keşke olsun ama hepsi Türkiye’ye karşı bir hesap içersinde sinsi sinsi beklemektedirler. Straw’un, İngiltere Dışişleri Bakanının Papadopulos’a söylediğini hatırlayalım. Diyor ki, “Sen Türk askerinin adadan çıkmasını istemiyor musun?” “İstiyorum” “Peki KKTC’nin tanınmamasını istiyorsun değil mi?” “Evet” diyor. O halde bırak diyor, Türkiye ile müzakereler başlasın, işte o zaman çeke çeke alırsınız istediklerinizi. Anlamına gelen Laflar ediyor. Avusturya’ya diyor ki, açıkça “Siz ayının kürkünü almak için derisini soymak için bırakınız kapana girsin ondan sonra”. Bunları söyleyenler bizim dostlarımız, müttefiklerimiz diyoruz ama hesapları bu. Ve hepsinin söylediği de şu: “Söz verdiğiniz Ek Protokolü geçiriniz” Biz artık Hayır sesini duymak istiyoruz. Ek Protokol geçmeyecektir çünkü beni aldatarak imzalattınız. Çünkü siz ambargoları tümüyle kaldırma sözünüzü tutmadınız. Hakikaten gece uykularımız kaçtı, huzurumuz kaçtı. Ve fırsattan istifade etmek isteyen insanlar da her ülkede vardır. Bunlar ne diyor? Gemisini kurtaran kaptan “Ben malımı Limasol’dan da gönderiririm” diyor. Bir tanesi çıkıyor, % 1 oy oranı bile yok, “Askersizleştirme başlasın” diyor. Öteki çıkıyor, “Parayı alalım” diyor. Bunların durması için Türkiye’den biz milli sesi duymak istiyoruz. Açığı budur. Milli ses “Kıbrıs verilmeyecekse verilmeyecektir. Güneyde Rum Cumhuriyeti, Kuzeyde Türk Cumhuriyeti Çek ve Slovak misali bunlar ortak olabilir. Ortak olduktan sonra da Türkiye ile Yunanistan arasında barış köprüsü olabilir. Yoksa bizi Rum’a yamalamak suretiyle yeni bir 1960 Antlaşması yapılması ve Rumların istediği kapıları yeniden yapması, Türkiye’nin garanti ve müdahale hakkının ortadan kaldırılması olacak iş değildir.”

ONUR ÖYMEN- Çok haklısınız Sayın Denktaş. Yalnız bir noktaya açıklık getirmek lazım. Kıbrıs’ta belki bazı arkadaşlarımız “Aman Türkiye!’yi güç durumda bırakmayalım. Türkiye’nin AB yolunda biz bari engel olmayalım, bunun için biz şu tavizi verelim, buna tahammül edelim ki Türkiye de sıkıntı çekmesin” diye düşünüyor olabilirler. Ben size çık açıklıkla söylüyorum ki, bu düşüncelerin hiçbir geçerliliği yoktur. Çünkü Türkiye’nin AB üyeliğine engel olmak isteyen Avrupa’daki güçlerin, hükümetlerin, siyasi partilerin hiçbiri Kıbrıs meselesinde Türkiye taviz verirse biz de politikamızı değiştiririz demedi bugüne kadar. Bakın, bize başından beri kim karşı çıkıyor? Alman Hıristiyan Demokrat Parti lideri Angela Merkel iki yıldan beri kampanya yapıyor. Geldi Türkiye’ye ve bizimle iki saat görüştü. Niçin Türkiye’nin üyeliğine karşı olduğunu açıkça bize anlattı ve bir kelimeyle bile Kıbrıs’tan bahsetmedi. Bize bir kere bile “Kıbrıs konusunda Türkiye şu tavizi verirse ben de politikamı değiştiririm ve Türkiye’nin üyeliğini desteklerim.” Demedi. Fransa İçişleri Bakanı ve iktidar Partisi başkanı Sarkozy’nin ağzından bunu duydunuz mu? Avusturya Başbakanını duydunuz mu? Türkiye’nin üyeliğini engellemek isteyenlerin Kıbrıs’la hiç alakası yok. Bizim çok saf olmamız lazım bazı çevrelerin Kıbrıs’ta, Yunanistan’da, İngiltere’de söylediği laflara inanmak için. Kıbrıs önümüzde engeldir, Kıbrıs’ta istedikleri tavizleri verirsek Avrupa’nın kapıları bize ardına kadar açılacaktır mı? Siz açık söylüyorum. Karşı olanların bir kısmı kültürel sebepten, bir kısmı dini sebepten, bir kısmı Türk işçilerinin serbest dolaşımını istemedikleri için, bir kısmı Türk ekonomisinin, Türk hizmetler sektörünün, inşaat sektörünün ve tarımının rekabet gücünden çekindikleri için Türkiye’yi üye yapmak istemiyorlar. Açıkça metinlere koymuşlar, insanların serbest dolaşımından size sürekli olarak hak kısıtlaması getirebiliriz. Tarımda sürekli olarak hak kısıtlaması getirebiliriz. Sosyal politikalarda getirebiliriz.” Diyorlar. Bunları Kıbrıs için mi koydular? Kıbrıs’la bunların bir alakası var mı? Yani biz kendi kendimize gelin güvey olmuş oluruz. Yani sırf Kıbrıs yüzünden Avrupa’da sıkıntılar çekiyoruz, bu konuda taviz versek bütün kapıla açılacak Avrupa’da zannediliyor. Hiç alakası yok. Eğer Kıbrıs’ta bir soydaşımız düşünüyorsa ki, Kıbrıs meselesi yüzünden Türkiye bu kadar sıkıntı çekiyor, o yanılıyordur.

KKTC’de kimse Türkiye’nin iyiliği için biz bu tavizi verdik falan da demesin. Bu, Türkiye’nin hiçbir iyiliğine hizmet etmez çünkü Türkiye’nin AB sürecinin parametreleri, unsurları, güçlükleri başkadır. Biz orada başka bir kulvarda koşuyoruz. Bizim karşımıza bir gün Kürt meselesini çıkarıyorlar, Patriğin ekümenik sıfatını çıkarıyorlar, Heybeliada Ruhban Okulunu çıkarıyorlar, Dicle ve Fırat üzerindeki barajların, sulama sistemlerinin uluslararası yönetime sokulmasından bahsediyorlar. Öcalan’ın yeniden yargılanması için kanunlarınızı değiştirin diyorlar. Bütün bunların hepsi belgelerde var. Peki bunların hangisi Kıbrıs’la ilgilidir? Kıbrıs’la yakından uzaktan ilgili bir noktası var mı bunların? Yok. O zaman biz nasıl düşünürüz ki, Kıbrıs meselesi çözülürse bütün kapılar açılacak diye? Bizi bu kadar saf mı zannediyorlar? Bizim arkamızda 700 yıllık devlet tecrübesi var. Biz bu işleri gerçekten dün öğrenmedik. Arkamızda çok zengin bir devlet tecrübesi var. Bir kere daha söylüyorum, kendimizi şu düşünceden de kurtarmamız lazım: bazıları diyorlar ki, tezlerimizi doğru dürüst anlatamıyoruz, bir anlatsak herkes anlayacak. Son derece yanlış. Bu kadar yıldır biz ne yapıyoruz, siz ne yapıyorsunuz? Eğer siz Sayın Denktaş 50 yıldır Türk tezlerini anlatamadıysanız, sizden daha iyi kim anlatabilir? Biz yıllardan beri Türkiye olarak uğraşıyoruz. Bütün Türk hükümetleri, Türk diplomatları her Allah’ın günü yabancı politikacılara, gazetecilere bunları anlatıyoruz. Ama biz anlatamadığımız için karşı taraf yanlış politika izliyor dersek o da çok büyük saflık olur. Karşı taraf anlamadığı için değil, anlamak işine gelmiyor. Fransızların bir sözü var, diyorlar ki, “Dünyada en sağır insan, bir şeyi duymak istemeyen insandır.” Sizin anlattıklarınızı duymak istiyor mu bu insanlar, istemiyorlar mı? İstemiyor. Niçin? Çünkü işine gelmiyor. Bu kadar basit. Çünkü onun stratejik hedefi sizinkinden farklı. Kıbrıs’ta elde etmek istediği sonuç sizin elde etmek istediğiniz sonuçtan farklı. Onun iç.in siz ne kadar haklı olursanız olun, sizin hakkınızı teslim etmiyorlar. Anlamazlar, işte görüyor musunuz şurada bize haksızlık yapılıyor diyorsunuz ama adamın size haksızlık yapılmasından rahatsızlık duyduğu yok. Çünkü menfaati onu gerektiriyor. Bakınız NATO müttefikimiz bize nasıl böyle şeyler yaparlar diyor. İngiltere’nin ünlü Başbakanı Lord Palmerstone daha 1856 yılında söylemiş: “İngiltere’nin ebedi dost ve düşmanları yoktur, değişmez menfaatleri vardır” diyor. Diplomasi menfaat üzerine bina edilmiş. Diplomatik bütün çalışmaların özünde menfaat var. Herkes kendi menfaatini koruyor. Eğer Türkiye ve Yunanistan’ın menfaatleri Kıbrıs’ta çakışsa, Kıbrıs meselesi bir günde çözülür. Ama çakışmıyor. Sıkıntı burada. O zaman ne yapacaksınız? Direneceksiniz, bekleyeceksiniz. Daha uygun koşullar oluştuğu zaman çözümü arayacaksınız. İngiltere ile İspanya arasında Cebelitarık ihtilafı tam 300 yıldan beri sürüyor. 300 yıldan beri bunlar müzakere ediyor, mücadele ediyor, çekişiyorlar, birbirine karşı tedbir uyguluyorlar ama çözülemiyor. Niye? Menfaatleri üst üste gelmiyor da onun için. O 300 yıldır bekliyor. Çözümsüzlük çözüm değildir demiyor. Niye demiyor acaba? Çünkü kendisi için en uygun şartların oluşmasını bekliyor. Yunanistan’la Ege’de hava sahası ihtilafı mesela. 70-75 yıldır sürüyor. Niye çözülemiyor? Çünkü menfaatler uyuşmuyor. Yunan hükümeti bir kere kalkıp dedi mi, bu işi çözelim, çok uzadı, sıkıldık, Çözümsüzlük çözüm değildir, bir adım önde gideceğiz diye. Hiç Yunanistan’dan böyle bir laf duydunuz mu? Çok haksız. Dünyada bir tek ülke bile Yunanistan’a bu konuda hak vermiyor. Uluslar arası hukuk hak vermiyor. 6 millik deniz sahası üzerinde 10 millik hava saham var diyor. Çıkartmış 1930’larda bir Kraliyet kararnamesi. Peki bundan bir adım geri atıyor mu? Bir Yunanlı yazar, gazeteci “ bu konuda dünyada kimse bizi desteklemiyor, çok haksızız, artık şu konuda bir taviz verelim de hiç değilse bu konuyu çözelim” diyor mu? Hayır. Ne diyorlar? “bu Türkiye ile Yunanistan arasında bir ihtilaf bile değildir” diyorlar. Sizinle bunu görüşmeyi bile reddediyor. Bu bizim iç meselemizdir diyor. Şimdi Yunanlı bunu söyleyecek ama ben her sabah kalkacağım ve bugün hangi konuda taviz versem de Rum’u, Yunanlıyı, İngiliz’i, Amerikalıyı bir konuda tatmin ederim diyeceğim. Bu kadar küçüldük mü biz? İnsanın kanı donuyor. Biz hiçbir zaman ikinci sınıf bir ülke olmadık. Cumhuriyet döneminde Atatürk Türkiye’yi hiçbir zaman ikinci sınıf bir devlet olarak kurmadı. Daima bize haklarımızı, çıkarlarımızı korumasını, direnmesini öğretti. 80 yılı aşkın zamandan beri Cumhuriyet hayatımız böyle oldu. Şimdi bakıyoruz, bütün yelkenleri indirdik. Basına bakınız. Yani yarın Kıbrıs’ı Girit versek, nerdeyse bazıları çok memnun olacak. Bir kere kalkıp da şu noktada direnelim diyen kaç kişi çıkıyor? Ne zaman birisi taviz vermeye kalkışsa, hemen ona bakıyorsunuz basında büyük bir destek veriliyor. Şükürler olsun her gazeteci böyle yapmıyor. Taviz verelim diyen basında bile dürüst, ülke çıkarlarını savunan yazarlar var. Ama bir bütün olarak havasına bakın, nerde bir taviz verme gündeme gelse, hemen verelim. Bir Yunan bankası kalkıyor, Türkiye’nin büyük bankalarından birini satın alıyor. Bunu incelediniz mi? Bu Bankanın arkasında ne var? Biz eski arşivlerden bulduk, bu Banka eğer gerçekleştirmişse bilmiyorum, diyor ki hedefimiz merkezimizi Güney Kıbrıs’a taşımak diyor. Güney Kıbrıs’ta 23 tane şubesi varmış. 5 tane döviz bürosu varmış. Bütün Bankaların işlemlerinin merkezini Güney Kıbrıs’ta toplayacağız ve bütün Ortadoğuya hakim olacağız diyor. Şimdi Türkiye bunu bilerek mi evet diyor, bilmeyerek mi? İtalya’da bir İtalyan Bankasını bir Fransız Bankasına satacaklardı. Fransız Bankası talip oldu. İkisi de AB üyesi. İtalyanlar ayağa kalktı. Merkez Bankasına engel oldu, sattırmadılar. Her devlet çıkarını böyle koruyacak. Bize gelince, bırakınız ticari çıkarları, bankacılığı, başka bir şeyi; en önemli milli çıkarlarımız söz konusu olduğunda bile aman nasıl taviz versek de şu işten kurtulsak diyeceğiz. Biz bu kadar düşmedik. Emin olunuz, TBMM’deki insanların büyük çoğunluğu Kıbrıs’ı milli dava olarak kabul ediyorlar. Türkiye’den çıkacak ses başta Kıbrıs olmak üzere ulusal çıkarları koruma sesidir. Eğer milletvekilleri taviz verirse halk izin vermez. İnsan içine çıkamazlar. Biz her Allah’ın günü Anadolu’yu dolaşıyoruz, her yerde konuşuyoruz bunları. Kıbrıs’ı da konuşuyoruz. Bir toplantımızda bir kere bir vatandaşımızın kalkıp da artık bu Kıbrıs’tan bunaldık, verelim de gitsin dediğini duymadım. Ne zaman bunları anlatsak, büyük bir coşku, büyük bir alkış duyuyoruz. Aynen sizin gibi. Halk milli davayı hiçbir şey uğruna feda etmek istemiyor. Ne AB uğruna ne başka bir şey uğruna. Siz politikacıysanız, halkın nabzını tutacaksınız. Yani halkın % 34’ü bana oy verdi, ondan sonra ben halka sırtımı çevirir istediğimi yaparım diyemezsiniz ve yapamazsınız. Demokratik bir ülkede yaşıyorsanız, yapamazsınız.

Müsterih olunuz. Türkiye’de bu ülkenin çıkarlarını sonuna kadar savunacak insanlar vardır. Ve o insanların gücü yurt içinde ve yurt dışında bazılarının tahmin ettiğinden çok daha fazladır.

RAUF DENKTAŞ: Rumlar bir istatistik yaptı. 18-24 yaş arası % 63 Rum genci bizimle bir arada yaşamak istemiyor. 25-34 yaş arası % 59 istemiyor. 35-44 arası % 49 istemiyor. 45-54 arası % 49 istemiyor. 65 ve üstü % 35 istiyor. Yani 10 yıl sonrası bir arada yaşamak istemeyenlerin elinde. İkinci olarak, Kıbrıs’ı Yunan adası olarak gören ve ben bütün Kıbrıs’ın hükümetiyim diyen insanlarla biz kendi statümüzü, devletimizi, egemenliğimizi savunmadan bu kırmızı çizgidir, bunlar müzakereye girmeyecektir demeden masaya oturursak nereye gideceğimiz zannedersem herkes görecektir. Sözümü bir şiirle bitirmek istiyorum.

Gel Ey büyükler büyüğü ! (Şair Atatürk’e sesleniyor)
Eksiklerimizi söyle, tamamlayalım
Yanlışlarımızı göster, düzeltelim
Işık tut yolumuza, yürüyelim
Şu çetin işi sen hayatta olsan nasıl yapardın
Anlat öyle yapalım
Boynu bükük duran bayrağını
Gel kendi elinle çek, selamlayalım

Atatürk, Türkiye, Atatürk gençliğini ve Atatürk’e dört elle sarılmış olan Türk halkını ve sizi en içten duygularla selamlarım, çok teşekkür ederim. Zannedersem bu söyleşi halkımıza maneviyat vermiştir, güç vermiştir. İnşallah yine görüşeceğiz.

ONUR ÖYMEN: Ben de size çok teşekkür ediyorum. Sizi bu toplumun kahramanı olarak selamlıyoruz. Bu topluma yaptıklarınız, Kıbrıs Türklerini de Türkiye’yi de bu kadar uzun bir süre büyük bir inançla ayakta tutmuştur, bundan sonra da tutmaya devam edecektir. Hiç kimsenin gücü Kıbrıslı Türklerin haklarını ve çıkarlarını feda etmeye gücü yetmeyecektir, bundan emin olunuz. Biz bütün gücümüzle soydaşlarımızın yanındayız.


Bu belge Görsel Basın arşivinde bulunmaktadır.