Bir Propaganda Silahı Olarak Basın
Remzi Kitabevi, 2014
Önsöz
2002 yılından sonraki 10 yıllık dönem Türk dış politikası açısından zor, tehlikeli ve sıkıntılı bir dönem oldu. Türkiye’nin komşusu Irak’ta büyük devletlerin stratejik çıkarlarının zorladığı askeri müdahalenin sonucunda yüzbinlerce insan hayatını kaybetti. Aynı ülkenin kuzeyine yerleşen terör örgütünün saldırıları çok sayıda şehit vermemize sebep oldu. Ortadoğu devletlerinin yapısında, liderlerinde, hükümetlerinde önemli değişiklikler oldu. Bölgeye yeni bir yapı kazandırmayı amaçlayan girişimler başlatıldı. Türkiye’den önemli kararlar alması istendi. Bunlardan bazıları Türkiye’yi savaşın eşiğine getirebilecek nitelikteydi.
Aynı dönemde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci büyük umutlarla başlatıldı. Bunun gereği olan anayasal ve yasal değişiklikler yapıldı. Ancak Avrupa Birliği içinde de ciddi sıkıntılar, krizler yaşandı. Üyelik süreci yavaşladı ve zorluklarla karşılaştı. Bazı üye ülkelerin hükümetlerindeki değişiklikler Türkiye’nin üyelik sürecini olumsuz yönde etkiledi.
Kıbrıs ve Ermenistan’la ilişkilerde de büyük devletlerin beklentileri doğrultusunda önemli girişimler başlatıldı. Türkiye açısından ciddi sakıncalar yaratabilecek olan bu girişimler hem yurt içinde hem de yurtdışında yeni bazı sorunların ve güçlüklerin ortaya çıkmasına yol açtı. Patrikhane’nin Türk anayasası ve Lozan Antlaşması’yla bağdaşmayan bazı taleplerinin kabulü için uluslararası toplumun Türkiye’yi baskı altına almak istediği görüldü.
Böyle sorunlarla dolu bir dönemde Türkiye’de siyaset tecrübesi sınırlı olan yeni siyasi kadroların aldığı bazı kararlar Türkiye’yi bazen uçurumun kenarına getirdi. Mecliste iktidarla muhalefet arasında zaman zaman yakınlaşma yaşandıysa da bazı önemli dış politika konularında köklü görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Ana muhalefet partisine önemli görevler düştü. Genel Başkan Deniz Baykal’ın ve Parti sözcülerinin mecliste dile getirdikleri görüş, düşünce ve eleştiriler bazı önemli konularda Türkiye’nin uçurumun kenarından dönmesine yardımcı oldu.
Bu kitapta işte bu dönemdeki gelişmeler hakkında mecliste yapılan konuşma ve eleştirilerle o konularda tamamlayıcı bilgiler ve yabancı ülkelerin değerlendirmeleri yer alıyor. Bu çalışma, bir anlamda, tarihe not düşmek olarak da değerlendirilebilir.
O yıllardaki gelişmeleri inceleyip yorumlayacak olan araştırmacılar ve yakın tarihe ilgi duyanlar bu bilgi ve görüşlerden yararlanırlarsa ne mutlu.
Kitabın hazırlanmasına değerli katkılarda bulunan çalışma arkadaşlarım Petek Gürbüz, Burcu Kanbal, Merve Karadayı, Nilgün Şahin, Nesrin Tüzün ve Evrim Yarımağan’a içtenlikle teşekkür ediyorum.
Eşim Nedret Öymen’le çocuklarım Burak ve Başak da her zamanki gibi bana büyük bir sabır ve özveriyle destek oldular. Onlara da şükran borçluyum.
İstanbul, Mayıs 2012
Arka Kapak
Onur Öymen bu kitabında geçmişten bugüne, dünyada ve Türkiye’de liderlerin halkın gerçekleri öğrenmesini engellemek için neler yaptıklarını anlatıyor. Sansür, baskı ve cezalandırma en sık başvurulan yöntemler. Bunlara karşı cesaretle direnip mücadele eden, mesleğinin yüz akı gazeteciler de var, boyun eğip hükümetlerin bir propaganda aracı olmayı kabul edenler de… Hapse girmeyi, hatta hayatını feda etmeyi göze alanlar da var, iliştirilmiş gazeteceliği kabul edenler de…
Savaşta ve barışta devletler basını propaganda amacıyla geniş ölçüde kullanıyor. Bazen gazetecilerin vatanseverlik duygularından yararlanıyorlar, bazen de onları elde etmek için menfaat sağlama yoluna gidiyorlar.
Türkiye’nin basın tarihinde de kısa özgürlük dönemlerini, baskı ve zulüm dönemleri izliyor. Kalemini işgal kuvvetlerini övmek için kullananların yanında Milli Mücadeleyi cesaretle savunurken ölümü göze alanlar da var. Bugün ne yazık ki, Türkiye basın özgürlüğünde dünya devletlerinin çoğunun gerisinde kalıyor. Bu dönemde özgürlük ve demokrasi için mücadele edenler gelecek kuşakların övünç kaynağı olacak.
Bir Propaganda Silahı Olarak Basın
Bir Propaganda Silahı Olarak Basın
Remzi Kitabevi, 2014
Önsöz
2002 yılından sonraki 10 yıllık dönem Türk dış politikası açısından zor, tehlikeli ve sıkıntılı bir dönem oldu. Türkiye’nin komşusu Irak’ta büyük devletlerin stratejik çıkarlarının zorladığı askeri müdahalenin sonucunda yüzbinlerce insan hayatını kaybetti. Aynı ülkenin kuzeyine yerleşen terör örgütünün saldırıları çok sayıda şehit vermemize sebep oldu. Ortadoğu devletlerinin yapısında, liderlerinde, hükümetlerinde önemli değişiklikler oldu. Bölgeye yeni bir yapı kazandırmayı amaçlayan girişimler başlatıldı. Türkiye’den önemli kararlar alması istendi. Bunlardan bazıları Türkiye’yi savaşın eşiğine getirebilecek nitelikteydi.
Aynı dönemde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci büyük umutlarla başlatıldı. Bunun gereği olan anayasal ve yasal değişiklikler yapıldı. Ancak Avrupa Birliği içinde de ciddi sıkıntılar, krizler yaşandı. Üyelik süreci yavaşladı ve zorluklarla karşılaştı. Bazı üye ülkelerin hükümetlerindeki değişiklikler Türkiye’nin üyelik sürecini olumsuz yönde etkiledi.
Kıbrıs ve Ermenistan’la ilişkilerde de büyük devletlerin beklentileri doğrultusunda önemli girişimler başlatıldı. Türkiye açısından ciddi sakıncalar yaratabilecek olan bu girişimler hem yurt içinde hem de yurtdışında yeni bazı sorunların ve güçlüklerin ortaya çıkmasına yol açtı. Patrikhane’nin Türk anayasası ve Lozan Antlaşması’yla bağdaşmayan bazı taleplerinin kabulü için uluslararası toplumun Türkiye’yi baskı altına almak istediği görüldü.
Böyle sorunlarla dolu bir dönemde Türkiye’de siyaset tecrübesi sınırlı olan yeni siyasi kadroların aldığı bazı kararlar Türkiye’yi bazen uçurumun kenarına getirdi. Mecliste iktidarla muhalefet arasında zaman zaman yakınlaşma yaşandıysa da bazı önemli dış politika konularında köklü görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Ana muhalefet partisine önemli görevler düştü. Genel Başkan Deniz Baykal’ın ve Parti sözcülerinin mecliste dile getirdikleri görüş, düşünce ve eleştiriler bazı önemli konularda Türkiye’nin uçurumun kenarından dönmesine yardımcı oldu.
Bu kitapta işte bu dönemdeki gelişmeler hakkında mecliste yapılan konuşma ve eleştirilerle o konularda tamamlayıcı bilgiler ve yabancı ülkelerin değerlendirmeleri yer alıyor. Bu çalışma, bir anlamda, tarihe not düşmek olarak da değerlendirilebilir.
O yıllardaki gelişmeleri inceleyip yorumlayacak olan araştırmacılar ve yakın tarihe ilgi duyanlar bu bilgi ve görüşlerden yararlanırlarsa ne mutlu.
Kitabın hazırlanmasına değerli katkılarda bulunan çalışma arkadaşlarım Petek Gürbüz, Burcu Kanbal, Merve Karadayı, Nilgün Şahin, Nesrin Tüzün ve Evrim Yarımağan’a içtenlikle teşekkür ediyorum.
Eşim Nedret Öymen’le çocuklarım Burak ve Başak da her zamanki gibi bana büyük bir sabır ve özveriyle destek oldular. Onlara da şükran borçluyum.
İstanbul, Mayıs 2012
Arka Kapak
Onur Öymen bu kitabında geçmişten bugüne, dünyada ve Türkiye’de liderlerin halkın gerçekleri öğrenmesini engellemek için neler yaptıklarını anlatıyor. Sansür, baskı ve cezalandırma en sık başvurulan yöntemler. Bunlara karşı cesaretle direnip mücadele eden, mesleğinin yüz akı gazeteciler de var, boyun eğip hükümetlerin bir propaganda aracı olmayı kabul edenler de… Hapse girmeyi, hatta hayatını feda etmeyi göze alanlar da var, iliştirilmiş gazeteceliği kabul edenler de…
Savaşta ve barışta devletler basını propaganda amacıyla geniş ölçüde kullanıyor. Bazen gazetecilerin vatanseverlik duygularından yararlanıyorlar, bazen de onları elde etmek için menfaat sağlama yoluna gidiyorlar.
Türkiye’nin basın tarihinde de kısa özgürlük dönemlerini, baskı ve zulüm dönemleri izliyor. Kalemini işgal kuvvetlerini övmek için kullananların yanında Milli Mücadeleyi cesaretle savunurken ölümü göze alanlar da var. Bugün ne yazık ki, Türkiye basın özgürlüğünde dünya devletlerinin çoğunun gerisinde kalıyor. Bu dönemde özgürlük ve demokrasi için mücadele edenler gelecek kuşakların övünç kaynağı olacak.