Son Eklenenler:
- HUKUK AÇISINDAN LOZAN
- CUMHURİYET KİTAP DERGİ, SÖYLEŞİ
- TÜRKİYE’NİN ULUSAL GÜCÜ, BOĞAZİÇİ AYDINLAR DERNEĞİ-HAZİRAN 2021
- 23 NİSAN, ÇYDD DERGİSİ-23 NİSAN 2021
- AFGANİSTAN’IN DRAMI, AĞUSTOS 2021
- YUNANİSTAN TARİHTEN DERS ALMIYOR
- ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKA İLKELERİ VE TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
- ULUSAL ÇIKARLARIN KORUNMASINDA GÖRÜŞ BİRLİĞİNİN ÖNEMİ
- ONUR ÖYMEN’İN CUMHURİYET GAZETESİ, TUNCAY MOLLAVEİSOĞLU’NA VERDİĞİ MÜLAKAT – 17 HAZİRAN 2019
- ONUR ÖYMEN’İN YENİÇAĞ GAZETESİNE VERDİĞİ MÜLAKAT “TÜRKİYE, ÖNCELİKLE ÇIKARLARINI KORUMALI” – 15 NİSAN 2019
ONUR ÖYMEN’İN BEŞİKTAŞ ADD’DE YAPTIĞI KONUŞMA – 4 ARALIK 2018
Değerli arkadaşlar,
Önce nazik davetiniz ve bana görüşlerimi sizlerle paylaşma fırsatı verdiğiniz için içtenlikle teşekkür ediyorum.
Türk dış politikasındaki gelişmeleri dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmelerden bağımsız olarak düşünmek mümkün değil. Onun için önce dünyada ve bölgemizde neler oluyor? Buna bakalım.
Dünyadaki gelişmelerin bazı nirengi noktaları şunlar:
-Trump’ın Başkan seçilmesinden sonra izlediği politikalar ve Amerika’nın yaklaşımlarındaki ve söylemlerindeki değişiklikler.
-Brexit sonrası Avrupa’nın alacağı şekil.
-Avrupa Ordusuna kazandırılan yeni ivmenin muhtemel sonuçları.
-Doğu Akdeniz’in artan stratejik önemi.
-Rusya’nın Kırım’ı ele geçirmesinden sonra Rus-Ukrayna ilişkilerinin dünyadaki yansımaları.
Rusya’nın bir oyuncu olarak Orta Doğu’da, özellikle Suriye’de üstlendiği yeni rol.
-İsrail-İran gerginliği, ABD’nin 6’lı anlaşmadan çekilmesi.
-Ticaret savaşları,
-Amerika’nın Paris iklim anlaşmasından çekilmesi.
-NAFTA’nın yerine kurulmakta olan ABD, Meksika; Kanada örgütü.
Aslında bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Bu başlıkların her biri ayrı bir konferans konusu olabilir. Gene de bu gelişmeleri bir bütün içinde ele almakta yarar var.
Öncelikle şunu belirtelim, bu başlıkların her biri Türkiye’nin stratejik, güvenlik ve ekonomik çıkarlarını yakından ilgilendiriyor.
Trump’un daha seçim kampanyasında söylemeye başladığı “Önce Amerika” sözleri Başkan olarak izleyeceği politikaların işaretini verdi. Buna göre Amerika’nın her alanda izleyeceği politikalar Amerika’nın menfaatlerine göre şekillenecek. Müttefik ülkelerin ve diğer devlerin uluslararası hukuktan ve antlaşmalardan doğan hakları ikince derecede önemlidir. Amerika dilediği taktirde en önemli uluslararası antlaşmalardan çekilebilir ve taahhütlerinden vaz geçebilir.
Başka ülkeler Amerika’nın dayattığı politikalara, özellikle tek taraflı olarak ilan ettiği yaptırımlara uymazlar ve Amerika’nın çıkarları bundan etkilenirse Amerika o devletlere karşı da yaptırımlar uygulayabilir.
Amerika’nın İran’ın nükleer silah üretmesini engellemek amacıyla BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesiyle Almanya’nın İran’la imzaladığı antlaşmadan çekilmesi ABD’nin kendisini uluslararası taahhütlerine bağlı saymadığının göstergesi oldu. ABD İran’a yönelik ambargolarına diğer bütün ülkelerin uymasını istedi. Petrol ambargosuna, Türkiye dahil 8 ülkenin şimdilik uymayabileceğini ilan etmesi geçici bir rahatlama yarattıysa da ilerine o ülkelerin de diğerleri gibi ambargolara uymalarının istenmeyeceğinin bir garantisi değil.
Amerika’nın evvelce koyduğu ambargoları deldiğini iddia ettiği kişi ve kuruluşlara karşı izlediği yöntemler Rıza Zarrab davasıyla Halkbank eski genel Müdür Yardımcısı Hakan Atila’nın mahkum edilmesiyle sonuçlanan davada görüldü.
Amerika’nın benzeri yaklaşımlarının sonuçları başka vesilelerle de ortaya çıktı. Örneğin Amerika’nın Paris Çevre Antlaşmasından çekilmesi iklim değişikliklerinin verebileceği vahim sonuçları önlemek için uluslararası toplumun sarf ettiği çabaları sekteye uğrattı.
Dünya Ticaret Örgütüne karşı izlediği tutum dünya ticaretini olumsuz yönde etkiledi. Şimdi Dünya Ticaret Örgütü, birkaç ay sonra Tokyo’da yapacağı toplantıda kurallarını değiştirmeye hazırlanıyor.
Amerika’nın kendi ticari menfaatlerini korumak için aldığı önlemler, G20’lerin başından beri karşı çıktığı “Korumacılık” yöntemlerini sürdürmesini olanaksız kıldı. Şimdiye kadar bütün zirvelerde kabul edilen korumacılığa karşı ortak tutum ifadeleri ilk defa birkaç gün önce Buenos Aires’te yapılan zirvenin ortak bildirisinde yer almadı.
ABD’nin Suriye’de izlediği politikalar da şimdiye kadar demokratik ülkelerin savundukları ortak yaklaşımlardan uzaklaştığının işaretlerini verdi. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra Başkan George W. Bush’un dile getirdiği “Dünyanın her yerindeki bütün terör örgütleriyle sonuna kadar mücadele edeceğiz. Ya bizimle berbersiziniz veya bize karşısınız. Gri sahamız yoktur” sözleri unutuldu. Amerika Suriye’nin kuzeyinden PKK’yla işbirliği yapan ve Türkiye’nin terör örgütü ilan ettiği PYD ve onun askeri kanadı YPG’yle yakın işbirliği yapıyor ve bu örgüte alenen silah desteği sağlıyor.
Hükümete yakın bazı Amerikan Düşünce kuruluşları Amerika’nın, hazırlanacak yeni Suriye Anayasasında PYD’ye otonomi verilmesini isteyeceğini yazmaya başladılar. Türkiye’nin bu politikalara karşı çıkması ABD’yle ülkemiz arasındaki ilişkilerde tamiri güç sıkıntılar yarattı.
Amerika Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzelerini almasına da karşı çıkıyor ve Türkiye bundan vaz geçmezse, taahhütlerinden vaz geçerek ülkemize f*35 uçaklarını vermekten vaz geçebileceğini söylüyor. Nitekim ABD Kongresi Savunma Bakanından bu konuda olumlu bir mütalaa almadıkça F-35’lerin Türkiye’ye verilmesini askıya alan bir kararı kabul etti.
CFR gibi bazı etkin düşünce kuruluşları yazdıkları raporlarda Amerika’nın stratejik menfaatleriyle uyumlu olmayan politikalar izlediği için Türkiye’nin F-35 programından tamamen çıkartılmasını, ABD’nin silahlı kuvvetlerini İncirlikten çekmesini, onun yerine Kıbrıs, Yunanistan, Ürdün ve Romanya gibi ülkelerde yeni üsler aramasını önerdi. O raporda artık Türkiye’den müttefik olarak söz edilmemesi gerektiği, Türkiye’nin “Ne dost ne de düşman “olarak nitelendirilebileceğini kaydetti.
2009 yılından itibaren İsrail’in münhasır deniz sahasındaki Tamar ve Leviathan bölgelerinde önemli doğal gaz ezervlerine rastlanması, daha sonra Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin uluslararası antlaşmaları ihlal ederek tak taraflı olarak ilan ettiği deniz sahalarından Afrodit bölgesinde doğal gaz bulunması, Mısır’ın münhasır ekonomik bölge ilan ettiği alanda bulunan Zohr bölgesinde daha da zengin doğal gaz yataklarının keşfedilmesi Doğu Akdeniz’in stratejik önemini daha da arttırdı. Başta ABD olmak üzere büyük devletleri bu bölgedeki menfaatlerini savunmak için daha büyük çaba sarf etmeye yöneltti.
Kıbrıslı Rumların kendilerine ait olarak ilan ettikleri bölgelerde Türkiye’nin de haklarının bulunması soruna yeni bir boyut kazandırdı ve Türkiye’nin Rumların ihlallerini önlemek için savaş gemileri göndermesi sonucunu doğurdu.
Bütün bu gelişmeler ve Türkiye ile İsrail arasında yaşanan sorunlar, İsrail, Yunanistan ve GKRY arasında üçlü stratejik işbirliğinin kurulması sonucunu doğurdu. Bu işbirliği, ortak askeri tatbikatların yapılması yoluyla yeni bir boyut kazandı. Bazı projelerde İtalya da bu işbirliğine katıldı. Şimdi Amerikan düşünce kuruluşları, Türkiye’nin Amerika’dan farklı stratejiler izlemesine tepki olarak Amerika’nın Yunanistan ve GKRY şile ilişkilerini geliştirmesini ve bu üçlü stratejik işbirliğine destek olmasını önermeye başladılar.
Rusya’nın yeni bir oyuncu olarak Suriye’de aktif rol oynamaya başlaması bölgedeki denklemleri değiştirdi. Rusya ve İran arasındaki yakınlaşma ve bu iki ülkenin bir yandan Türkiye’yle işbirliği yapması, bir yandan da Suriye hükümetini desteklemesi yeni dengelerin oluşmasına yol açtı. Bu çerçevede Suriye sorununa çözüm aranırken dışarıdan yeni bir anayasa dayatılması düşünceleri ortaya atılmaya başlandı. Bunun Suriye’nin geleceği üzerinde arzu edilmeyen sonuçlar doğurması kaygı yaratıyor. Doğrusu Suriye yeni bir anayasa hazırlayacaksa bunun Suriye halkının özgür iradesiyle yapılmasıdır. Türkiye bazı eksikliklerini giderirse yalnız Suriye’ye değil, bütün bölgeye laik ve demokratik bir devlet yapısının kurulması için örnek olabilir.
Avrupa’daki gelişmeler de ilginç boyutlar kazandı. İngiltere’nin Brexit denilen Avrupa Birliğinden ayrılma kararı AB tarihinde bir ilki oluşturuyor. Bunun İngiltere ve AB açısından ne gibi sonuçlar vereceği zamanla görülecek. Ancak AB ülkelerinde AB karşıtı ve çoğu aşırı sağ, hatta ırkçı çizgideki partilerin güçlenmesi Avrupa’nın geleceği açısından kaygı verici mesajlar veriyor. Bu arada AB’nin bir Avrupa ordusu kurma yolundaki çalışmalarına hız vermesi Avrupa’nın gelecekteki güvenlik yapısıyla ilgili soru işaretleri uyandırdı. Özellikle AB üyesi olmayan Türkiye’nin bu yapılanmada ne şekilde yer alacağı yeni yapının Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını nasıl etkileyeceği konuları Türkiye’nin dikkatle değerlendirmesi gereken konular arasında önemli bir yer tutmaktadır.
Türkiye, bir yandan AB ülkelerinde yaşayan vatandaşları bir yandan da 1964 yılından beri hedefledi AB üyeliği doğrultusundaki çalışmalarında bütün bu unsurları dikkate almak zorunda.
Bu arada Rusya’yla Ukrayna arasında başlayan, Kırım’ın Rusya’ya fiilen ilhakı ile sonuçlanan ve Ukrayna’nın Doğusunda yerel çatışmaların hız kazanmasıyla yeni bir istikrarsızlık ortamı yaratan gelişmeler Doğu Batı ilişkilerini etkileyecek boyutlar kazanmaya başladı ve Karadeniz’in güvenlik ve istikrarı açısından da kaygı verici bir durum yarattı.
İşte bütün bu sorunlar Türkiye’nin yalnız dış politikada ve güvenlik alanında değil, iç istikrarının sağlanmasında ve demokrasisinin eksiklerinin giderilmesinde adımlar atılmasını zorunlu kılıyor.
Türkiye’nin çıkış yolu Atatürk’ün gösterdiği akıl, bilim ve çağdaşlık yoludur. Bu yoldaki hedeflerimize ancak, gene Atatürk’ün gösterdiği barış, laik demokrasi ve tam bağımsızlık ilkelerine sıkı sıkıya sarılarak ve Cumhuriyetimizin fabrika ayarlarına ulaşarak varabiliriz.
Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.