Atatürkçülüğün Dünü ve Bugünü

Atatürk, son 200 yılında gerileme dönemine girmiş, yenilgilere uğramış, medeni ülkelerin gerisinde kalmış, ömrünü tamamlamış, ve en sonunda tarihteki yerini almış olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine nasıl bir Türkiye kurmak istiyordu? Temel görüşleri ve hedefleri nelerdi?

Atatürk her şeyden önce milletin egemenliğine dayalı, özgür, demokratik ve her alanda tam bağımsız bir Türkiye yaratmak istiyordu. Türkiye’nin temeli ulus-devlet olacaktı ve bütün vatandaşlar Türk milletinin asli unsurları olacaklardı. Bu anlayışla Atatürk, “Türk Cumhuriyetine kuran Türk halkına Türk millet denir” diyordu. 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir” ifadesi yer alıyordu.

Türkiye milliyetçilik prensibini benimseyecekti, ancak bu milliyetçilik o devirdeki bazı totaliter Avrupa devletlerinin savunduğu ırkçılığa dayalı olmayacaktı. Atatürk milliyetçilik anlayışını şöyle dile getiriyor: “Gerçi bize milliyetçi derler, ama biz öyle milliyetçileriz ki işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz bencil ve mağrurane bir milliyetçilik değildir.”

Atatürk’ün Cumhuriyetin Onuncu Yılındaki nutkunda dile getirdiği düşünceler Türk milletini nasıl gördüğünü, nasıl değerlendirdiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Atatürk nutkunda şunları söylüyor: “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Türk milletinin yürütmekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir.” Atatürk işte bu şekilde tanımladığı Türk milletinin en kısa zamanda çağdaş medeniyet içindeki yerini alacağına inanıyordu. O “Memleketler çeşitlidir, fakat medeniyet birdir ve bir medeniyetin gelişmesi için bu tek medeniyete katılması lazımdır” diyordu. Ona göre “Medeniyet yolunda geriye bakmak gafletinde bulunanlar medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkumdular.” İşte bu anlayışla Atatürk o dönemin en uygar ve en ileri sayılan milletlerinin yasalarını benimseyerek çağdaş Türkiye’nin temellerini atıyordu.

Atatürk toplum hayatında dinin önemini çok iyi takdir ediyor ve bütün inançlara saygılı bir dünya görüşünü benimsiyordu. Yalnız dinin Allah’la kul arasında olduğuna inanıyordu. Onun karşı olduğu dinin istismar edilmesiydi. “Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz” diyordu. Bunu yapmaya çalışanlara tepkiliydi. “Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır” diyordu.

Çağdaş bir Türkiye’nin var olabilmesi ancak bağımsızlık hedefine sıkı sıkıya bağlı kalınarak gerçekleştirilebilirdi. Onun için Atatürk “Biz haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. Tam bağımsızlık denildiği zaman tabii ki bu siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri ve her hususta tam bağımsızlık demektir. Bunlardan herhangi birinde bağımsızlıktan yoksun olmak milletin ve memleketin gerçek anlamda bütün bağımsızlığından yoksun olması anlamına gelir” diyordu.

Tabii ki milletin refahını yükseltmek önemli bir hedefti, ama bağımsızlık ondan da önemliydi. Atatürk şöyle diyordu: “Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık sayılamaz” diyordu.

Atatürk, geçmiş dönemdeki olumsuzluklara değinirken “Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleri ile, ecnebilerin planları ile yükselebilsin. Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir” diyordu.

Atatürk’ün bu ve benzeri düşünceleri Kemalizm prensipleri olarak nitelendiriliyordu. CHP’nin 14 Mayıs 1935 tarihli 4. büyük Kurultayında kabul edilen programın giriş bölümünde şöyle deniliyordu: “Cumhuriyet Halk Partisinin programına temel olan fikirler Türk devrimini başlangıcından bugüne kadar yapılan işlerle yalın olarak ortaya koyulmuştur … Yalnız birkaç yıl için değil geleceği de kapsayan tasarılarımızın ana hatları burada toplu olarak yazılmıştır. Partimizin güttüğü bütün bu esaslar Kemalizm prensipleridir.”

Atatürk’ün esas hedefinin ülkeyi gerçek bir demokrasiye ulaştırmak olduğu Batı ülkelerinde de anlaşılmıştı. Tekin Alp’in yazdığı ve 1937 yılında yayınlanan Kemalizm isimli kitabının önsözünde Atatürk’le ilgili görüşlerini açıklayan, Fransa’da Meclis Başkanlığı ve Başbakanlık yapmış olan Edouard Herriot “Atatürk’ün bir demokrasi şampiyonu olduğunu, halk için halkla beraber çalıştığını söylüyor, Osmanlı İmparatorluğunu ve hilafetin kalıntıları üzerinde demokratik ve laik bir düzen ve kalkınma cumhuriyeti kurduğunu” belirtiyordu.

Atatürk yalnız Batı dünyasında değil, Asya ülkelerinde ve Ortadoğu’da da büyük saygınlık kazanmıştı. İran devlet Başkanı Rıza Şah ve Afganistan Kralı Emanullah Han Türkiye’ye yaptıkları ziyaretlerde Atatürk’ün temellerini attığı Türkiye Cumhuriyeti’nin sağladığı başarılarını hayranlıkla izlemişler ve Türkiye’yi örnek almaya çalışmışlardı. Hindistan Başbakanlarından Nehru “Atatürk, gençliğimde benim kahramanımdı” demişti. Fransız yazar Pierre Benoit 1939 yılında Filistin’de İngiliz askerleri camilerin minarelerine yerleştirdikleri makinalı tüfeklerle halka ateş açarken Filistinlilerin meydanlara fırlayıp “Yaşa Mustafa Kemal Paşa!” diye haykırdıklarını anlatıyor.

Atatürk’ün ölümünden sonra da özgürlük için savaşan milletler Atatürk’ü bir esin kaynağı olarak görüyorlardı. Fransızlarla savaşan Cezayirli bağımsızlık savaşçıları ceplerinde Atatürk resmi taşıyorlardı.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra büyük bir kalkınma seferberliği gerçekleştirilmiş; demiryollarının uzunluğu iki misline çıkarılmış; karayollarının uzunluğu da %100’den daha fazla artmıştı. Bütçe hemen hemen her yıl fazlalık veriyor; enflasyon kontrol altında tutuluyor; birçok yıl Türkiye’nin dış ticareti de fazlalık veriyor; paranın değeri korunuyor; bazı yıllar kalkınma hızı %10’u aşıyordu. Bütün bunlar hemen hemen hiç dış borç almadan ve Osmanlı borçlarının ödendiği bir dönemde yapılıyordu. Sanat ve kültür alanında da devrim niteliğinde atılımlar gerçekleştiriliyordu. Atatürk’ün temellerini attığı büyük eğitim reformu onun ölümünden hemen sonra Köy Enstitüleri Projesiyle ülkenin en uzak köşelerine kadar ulaşıyor. Özetle, Atatürk’ün öncülük yaptığı reformlar Türkiye’ye çağ atlatıcı bir nitelik taşıyordu.

Bugün maalesef Atatürk döneminin ilkelerini sürdürebildiğimiz söylenemez. Tam tersine tek parti dönemi sürekli olarak eleştirilerek Atatürk döneminin gurur verici atılımları küçümsenmeye hatta kötülenmeye çalışılıyor. Cumhuriyetin temel direklerinden biri olan laiklikten hızla uzaklaşılıyor ve Türkiye’yi otoriter bir din devletine götürebilecek adımlar atılıyor. Osmanlı İmparatorluğunun özlemini çekenler devlet yönetiminde, toplum hayatında ve dış politikada Atatürk’ün koyduğu sağlam ilkeleri aşındırmaya çalışılıyor.

Dış politikada tam bağımsızlık ilkesinden adım adım uzaklaşılıyor ve büyük devletlerin Türkiye’nin dış ilişkilerine yön vermeyi hedefleyen baskılarının etkileri hissediliyor. “Ülke savunması için yapılmadıkça savaş bir cinayettir” diyen Atatürk’ün bu ilkesinden uzaklaşılarak Türkiye’yi Ortadoğu’da çatışmalara sürükleme riski taşıyan adımlar atılıyor. Cumhuriyet döneminde dikkatle izlenen bölge ülkeleri arasındaki çatışmalarda ve özellikle iç çatışmalarda taraf olmama ilkesinin yerini bölgedeki bazı devletlere karşı açıkça husumet politikası alıyor ve bir kısım silahlı gruplara destek verme yoluna gidiliyor. Ekonomide büyük bir borç yükü altına giren ülkenin kalkınma hızı süratle düşüyor. Böyle bir ortamda bazı bölge ülkelerine veya bu ülkelerdeki silahlı gruplara büyük parasal destek sağlanıyor ve devletin kaynaklarının ve halkın pek çok temel ihtiyacı karşılanamazken prestij yatırımlarına büyük kaynaklar aktarılıyor.

Atatürk döneminde devlete karşı silahlı ayaklanmalarda bulunanalar övülüyor, hatta onlardan devlet adına özür dileniyor. Atatürk’ün heykellerine saldırılar oluyor, onun Türk milletini yücelten sözlerinin yazılı olduğu tabelalar kaldırılıyor. Çağdaş sanat ve kültür küçümseniyor, sanatçılar baskı altına alınıyor. Atatürk’ün basın özgürlüğünden kaynaklanan sorunların yine basın özgürlüğü ile çözülebileceği yolundaki sözleri unutuluyor, basın da yönlendirilmeye çalışılıyor ve gazeteciler kendi kendilerini sansür etme zorunda bırakılıyor. Demokratik tepki hakkını kullanmak isteyen gençler, aşırı güç kullanılarak engelleniyor, yargı bağımsızlığı zedeleniyor; üniversiteler ve sivil toplum örgütleri ses çıkarılamaz hale getiriliyor.

Atatürk döneminde demokrasi ve özgürlükler alanında pek çok Avrupa ülkesinin ilerisinde olan Türkiye düşünce, insan hakları ve basın özgürlüğünde, kadın-erkek eşitliğinde, dünyanın geri ülkeleri arasında yer alıyor.

Devlete karşı silahlı ayaklanmada bulunanlarla mücadele yerine müzakere yolu seçiliyor. Onların beklentileri karşılanarak terörün sona erdirilmesine çalışılıyor. Bütün Türk vatandaşlarının Türk milletinin bir parçası olduğu gerçeği unutturulmaya çalışılıyor. Atatürk’ün en önemli eserlerinden biri olan eğitim birliği anlayışı zedeleniyor. Pek çok ülkenin gözünde Türkiye çağdaş Batı ülkeleri arasındaki yerini kaybedip Ortadoğu’nun otoriter, din devletleri arasında görülüyor.

Cumhuriyetin değerlerinin savunanların siyasette, basında, üniversitelerde etkin rol oynamaları engellenmeye çalışılıyor. Atatürk’ün cumhuriyetini yıkıp ikinci bir cumhuriyet kurma iddiasında olanlarla, özerklik kisvesi altında Türkiye’nin milli birliğini ve toprak bütünlüğün zedelemek isteyenler ön plana çıkarılıyor.

Ancak olumsuz yöndeki bütün bu çabalara rağmen, Türk milletinin büyük çoğunluğu Atatürk’ü bugün de kutup yıldızı gibi bir yol gösterici olarak görüyor ve onun eserlerine, ilkelerine bağlılığını sürdürüyor. Atatürk ölümünden 77 yıl sonra bile Türk milletine yol göstermeye devam ediyor.


Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.