Son Eklenenler:
- Kıbrıs’ta beklenmedik gelişmeler – Onur Öymen – Cumhuriyet Gazetesi – 18 Nisan 2025
- SPUTNİK AJANSININ ADANA MUTABAKATIYLA İLGİLİ SORULARINA KARŞILIK VERDİĞİM MÜLAKAT 27 OCAK 2019
- ODA TV’DEN NURZAN AMURAN’A VERİLEN MÜLAKAT 27 EKİM 2019
- 3 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 99. yıldönümü Hakkında 25 NİSAN 2019
- CUMHURİYETTE “ ABD’NİN AMACI DEVLETÇİKLER OLUŞTURMAK” ADLI MÜLAKAT 24 AĞUSTOS 2019
- GAZETE DURUM’DAN BAHADIR SELİM DİLEK İLE MÜLAKAT “VETO HAKKINI SONUNA KADAR KULLANMALIYIZ 23 MAYIS 2022
- Cumhuriyet gazetesi Tuncay Mollaveisoğlu imzasıyla ve “Türkiye Geri Adım Atamaz” başlığıyla yayınlanan mülakat 22 TEMMUZ 2019
- ABD BAŞKANI TRUMP’IN AMERİKA’NIN 1987 TARİHLİ ORTA MENZİLLİ NÜKLEER SİLAHLAR ANTLAŞMASINI (INF) ASKIYA ALMA KARARIYLA İLGİLİ OLARAK SPUTNİK HABER AJANSINA VE BAŞKA YAYIN ORGANLARINA VERİLEN DEMEÇ 22 ŞUBAT 2019
- Türkiye’deki Demokrasi, İnsan Hakları, Basın Özgürlüğü ve Düşünce Özgürlüğü Alanlarındaki Eleştiriler Hakkında 21 KASIM 2019
- Erdoğan ve ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence görüşmesi ardından 18 EKİM 2019
Kanal B – Dış Politika ve Anayasa Değişikliği Hakkında
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’ in
Kanal B’ ye Verdiği Mülakat
08 Nisan 2010
Sunucu: Yayınımıza hoş geldiniz Sayın Öymen. Ermenistan’la çok enteresan bir trafik yaşanıyor ve art arda yeni gelişmeler yaşanıyor. Siz tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onur Öymen: Başta yapılan hataların etkileri hala devam etmektedir. Bir hatayı başka bir hata ile düzeltmeye çalışıyorlar. Baştan beri söylediğimiz gibi bu protokollerin imzalanması yanlıştı. Çünkü bu protokoller, Türkiye’nin 17 yıldır savunduğu politikadan vazgeçmesi anlamına geliyordu. Bizim yıllardan beri savunduğumuz politika şuydu: Ermenistan işgal ettiği Azeri topraklarından ve Yukarı Karabağ’dan çekilmedikçe Türkiye, ilişkileri normalleştirmeyecek ve sınırı açmayacaktı. Bu politikadan saparak iki protokol imzaladık. Bu protokollere göre Türkiye ile Ermenistan ilişkileri normalleştirilecek, Türkiye sınırı açacak, iki tarafın uzmanlarından oluşan bir komisyon kurulacaktır. Fakat protokollerde Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekileceğine dair tek bir cümle bile yer almıyor. O halde böyle bir protokolü neden imzalıyorsunuz? Yani, temel beklentiniz karşılanmıyorsa niçin böyle bir protokol imzaladınız?
Azerbaycan’ın kuvvetli tepkisi üzerine bizim Hükümet, Ermenistan çekilmeden protokolleri onaylamayacağını söyledi. Başbakan, Azerbaycan Parlamentosunda yaptığı konuşmada Karabağ meselesi çözülmeden kesinlikle bu protokolleri onaylamama sözü verdi. O halde niçin imzaladınız? Bu arada Ermenistan, Anayasa Mahkemesinin aldığı kararla bu protokollerin Ermenistan Anayasasına göre nasıl yorumlanması gerektiğini ilan etti. Bu çerçevede, kurulacak komisyonun da soykırım yapılıp yapılmadığı tartışması yapamayacağını, bunun zaten tespit edilmiş olduğunu ifade etti. Bizim Başbakan ise Ermenistan Anayasa Mahkemesinin kararını gözden geçirmesi gerektiğini söyledi. Peki, mahkeme kararını gözden geçirdi mi? Hayır. Ona rağmen hala bu protokolleri Mecliste tutmaya devam ediyorsunuz. Bu protokollerin geri çekilmesi gerektiğini defalarca söyledik. Ermenistan işgal ettiği topraklardan geri çekilmiyor, Ermenistan Anayasa Mahkemesinin kararı da ortadadır. Artık bu protokollerin anlamı kalmamıştır.
Sayın Başbakanın son beyanatlarına baktığımızda, sanki Türkiye protokolleri onaylamaya hazırlanıyormuş gibi bir izlenim ediniyoruz. Başbakan “Bu protokollerin gereğini yapacağız” gibi demeçler veriyor. Bu olacak bir iş değildir. Böyle düşünüyorsanız Bakü’ye gidip Azerbaycan Parlamentosunda niçin başka türlü söylediniz? Başkalarını kandırmaya hakkınız var mı? Bu yaptığınız iş baştan aşağı yanlıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Amerika’nın bu konuda baskıları var ve Hükümet bu baskılara direnemiyor. Obama’nın 24 Nisan’da yapacağı konuşmada “soykırım” kelimesini kullanma ve soykırım yasasının Temsilciler Meclisinden geçme olasılığına karşı biraz daha taviz verelim ki başımıza daha kötüsü gelmesin diye bunları yapıyorlar.
Bu arada Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Der Spiegel dergisine verdiği demeçte, soykırım konusunu Türklerle tartışmalarının söz konusu bile olmadığını, şartlarının Türkiye’nin bunu kabul etmesi olduğunu ve ancak bu şekilde bir komisyon kurulabileceğini ifade ediyor. Ayrıca bu komisyonun soykırım olup olmadığını değil, nasıl ve ne şekilde olduğunu araştırabileceğini sözlerine ekliyor. Peki, siz Cenevre’deki gizli görüşmeler sırasında iki yıl boyunca bunları hiç konuşmadınız mı? Bu komisyondan bahsederken neler söylediniz? Bu görüşmelerin tutanakları yok mudur? O tutanaklarda, Ermenistan ve Türkiye’nin hangi görüşleri savunduğu, hangi noktalarda anlaşıldığı yer almıyor mu? Bütün bunlar havada kalmıştır. Yarın öbür gün devletin arşivleri açıldığında tüm bu tutanaklar ortaya çıkacak ve Türk tarafının bu tezleri nasıl savunduğu veya savunamadığı anlaşılacaktır. Ermenistan’ın açıklamalarına bakacak olursak, bu konuda bize bir söz vermiş değiller. Ermenistan’ın, tarihçilerin bir araya gelip de soykırım olup olmadığını araştırmaları yönünde bir taahhüdü yoktur. O halde bu protokolleri neden imzaladınız?
Dışişleri Bakanı, dış baskıyla dış politika yürütmediklerini söylüyor. Peki, madem öyle hangi gerekçeyle bu protokolleri imzaladınız? Bırakınız sıfır ihtilaf politikasını, sıfırın altına düştük. Yani, bu protokoller yüzünden evvelce hiçbir ihtilafımız olmayan en yakın dostumuz, kardeşimiz Azerbaycan’la ilişkilerimiz gölgelendi. Ermenistan’la ilişkilerimiz de normalleşemedi. Ne bir tarafı düzeltebildiniz, ne de diğer tarafla dostluk kurabildiniz. Bir yanlışı katmerleyerek sürdürüyorsunuz. Bu karar Amerikan Kongresi ve İsveç Parlamentosundan geçtikten sonra protokolleri Meclisten çekmeniz gerekiyordu.
Sunucu: Peki, bu aşamada Türkiye böyle bir karar alırsa sizce sonuçları nasıl yankı bulur?
Onur Öymen: Öncelikle, korku ile dış politika yapılamaz. Yani, tüm dış politika kararlarınızın altında korku yatıyorsa, bununla başarıya ulaşmanız mümkün değildir. Uluslararası hukuka ve tarihi gerçeklere göre soykırım iddiasını kabul etmediğinizi gayet açık bir şekilde söylemelisiniz. Bu konuda alacakları her kararın ikili ilişkileri bozmaktan başka bir anlam taşımayacağını anlatmaları gerekiyor. Ancak bunları söylediğiniz zaman gereğini de yapmalısınız. Hükümet tasarının Dış İlişkiler Komitesinde kabul edilmesinden önce “Amerika’nın üslerini kapatırız, anlaşmaları iptal ederiz” şeklinde açıklamalarda bulundu. Fakat tasarının geçmesinden sonra tek yapabildiğiniz Büyükelçinizi geri çekmek oldu. Hiçbir şey yapamadınız. Amerikan Kongresinin Dış İlişkiler Komitesinde yapılan görüşmelerde tasarıya karşı çıkanlar, Türkiye tezinde haklı olduğu için tasarının aleyhinde oy kullanmadılar. Aksine soykırımı kabul edip, Amerika’nın birtakım menfaatlerini önde tuttukları için böyle bir tasarının geçmesini istemediler. Bizim aleyhimizde oy kullananlar ise “Türkiye, kağıttan bir kaplandır. Hiçbir şey yapamaz” dediler. Türkiye hakkında bu yargılarda bulunanlar sonunda maalesef haklı çıktılar.
Sunucu: Böyle bir imajımızın olması Türkiye açısından olumsuz bir durum yaratır mı?
Onur Öymen: Gayet tabi, bu dış politika açısından son derece hazin bir tablodur. Türkiye bu hale düşürülmemeliydi.
Sunucu: Biraz önce bizim lehimize oy kullananların da aslında bizi gerçekten destekledikleri için değil, Amerika’nın çıkarlarını ön planda tuttukları için böyle bir tavır sergilediklerini söylediniz. O halde bu sözde soykırım meselesinde dünyada bizi gerçek anlamda destekleyen kimse yok mu?
Onur Öymen: Evet, şu an yok. Ama evvelce böyle değildi. Aynı Kongreye benzer tasarılar geldiğinde, birçok insan bu meselenin hukuki ve tarihi gerçeklere aykırı olduğunu söyleyebiliyordu, ancak şimdi söyleyemiyorlar. 1980’li yıllarda, ben bu işlerden sorumlu iken, yüz – yüz elli civarında Amerikan Senatörü, Kongre üyesi ve diğer benzeri temsilcilerini Türkiye’ye davet eder ve onlara tüm tezlerimizi anlatırdık. Ancak şu an böyle bir çalışma ne yazık ki yapılmamaktadır. Neticede o zamanlar, evvelce Ermeni tezini savunan insanlar bizleri dinledikten sonra Türk tezlerini savunmaya başladılar. Ermeni lobisi bu durumdan dolayı çok rahatsız oldu.
Mesela, 1985 yılında yetmişe yakın Amerikalı profesör, New York Times ve Washington Post gazetelerinde ortak bir bildiri yayınladılar. O bildiride, yaşananlara bilimsel olarak soykırım denemeyeceğini açıkça deklare ettiler. Sonrasında Ermeni Diasporası tarafından şiddetli bir baskıya maruz kaldılar. Bir tanesinin evini yaktılar. Üniversitesini değiştirmek zorunda kaldı. Gittiği yerde de aynı baskılarla karşılaşınca, sonunda Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldı. Ömrünün son yıllarını Bilkent Üniversitesi’nde ders vererek geçirdi. Bir tanesinin kürsüsünü elinden aldılar. Diğerlerine de benzer şekilde baskılar yaptılar. Sonunda, bu bilim adamlarının hemen hemen hepsi, konuyla ilgili tek bir kelime söyleyemez hale geldiler.
Biz, Ermeni Diasporasının bir sivil düşünce kuruluşu olduğunu zannediyoruz ama öyle değildir. Dünyada baskı ve sindirmeye dayalı bir politika yürütüyorlar. Biz bu tür faaliyetleri alttan alarak, uzlaşma içinde olmaya çalışarak, taviz vererek önleyemeyiz. Eğer Birleşmiş Milletlerin 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi geçerli ise bu iddialar savunulamaz. Bu sözleşmeye göre, hiçbir Parlamentonun “soykırım olmuştur” yönünde bir karar alma yetkisi yoktur ve bu kararı sadece yetkili bir uluslararası mahkeme alabilir. Kaldı ki soykırım tabirinin ortaya çıktığı tarihten önceki olaylara da soykırım diyemezsiniz. Ayrıca 1915 olaylarında öldürülen Türklerin ismi bile anılmıyor. Yani aleyhimizdeki kampanyalara karşı dik durmak bir yana o dönemde öldürülen Türklerden bile bahsedemiyoruz. Dolayısıyla Türkiye, hep mahcup, zavallı ve tezlerini savunamayan bir ülke durumunda gösterilmek isteniyor. Bu çok yanlıştır. 1992’de Ermeniler Azerbaycan’ın Hoca Ali kentinde bir katliam yaptılar. Orada yaklaşık 700 soydaşımız işkenceye maruz kalarak hayatlarını kaybetmiştir. Hiç kimse bundan bahsetmiyor.
Sunucu: Efendim, biraz da başka konulara değinmek istiyorum. Biliyorsunuz önümüzdeki günlerde Başbakan Erdoğan Nükleer Zirve nedeniyle Amerika’ya gidecek. Bu çerçevede sizce bu ziyaret neler getirir, neler götürür?
Onur Öymen: Bazı gazeteler maalesef, Hükümeti başarılı göstermek için daha ziyaret gerçekleşmeden, zafer kazanılmış edası ile manşetlerini hazırlıyorlar. Sonra güç durumda kalıyorlar. Gayet tabi ki uluslararası temaslar yapılmalıdır. Diplomatik temasları olmayan ülkelerin başarılı politika yürütme şansı çok azdır. Ancak bu temaslarda ne söyleyeceğiniz çok önemlidir. Yani, Başbakan Obama’ya ne söyleyecek? Ermenistan Yukarı Karabağ’dan çekilmediği için imzalanan protokollerin hükümsüz kaldığını söyleyebilecek mi? Ermenistan Anayasa Mahkemesinin kararından sonra anlaşmanın anlamının kalmadığını söyleyebilecek mi? Yoksa yine uzlaşmacı ve ezik bir ülke görünümü mü sergileyecektir? Şimdiye kadarki tecrübeler gösteriyor ki ikincisini yapacaktır.
Haklı bir davayı sonuna kadar takip edebildiklerini hiç görmedik. Türkiye şimdiye kadar savunduğu şeyleri Washington’da yineleyebilecek mi? Başbakan, nükleer silah bulunduran ülkelerin İran’ın nükleer programı hakkında konuşma hakkına sahip olamayacağını söylemişti. Peki şimdi bunu Obama’nın yüzüne de söyleyebilecek mi? Benzer biçimde Başbakan “İsrail nükleer silahlara sahip oldukça kimse İran’a laf edemez” demişti. Bunu tekrarlayabilecek misiniz? Dış politikada nabza göre şerbet verme politikası ile bir sonuç alınamaz. İlkeli bir duruşunuz olmalıdır. Tahran’da ne diyorsanız, Washington’da onu söylemelisiniz. Eğer bunu yapamıyorsunuz uluslararası platformlarda kendinizi güç duruma düşürmekten başka bir şey yapmazsınız. Birisi daha önce söylediğiniz lafları size hatırlatırsa, o zaman ne diyeceksiniz?
Sunucu: Yani hiçbir bedel ödemeden bir şekilde işin içinden sıyrılmak isteniyor, öyle mi?
Onur Öymen: Elbette. Dış politikada çifte dil kullanarak bir yol kat edemediğiniz gibi inandırıcılığınızı da kaybedersiniz. Kimse sizi ciddiye almaz ve temsil ettiğiniz ülkeye zarar vermiş olursunuz. Dolayısıyla, politikalarınızı sağlıklı olarak tespit edip kararlı bir biçimde arkasında durmanız gerekir. Türkiye’nin bu konudaki politikası açıktır. Biz nükleer silahların yayılmasına karşıyız. Hükümet olarak sizin de çıkıp bunu söylemeniz gerekir. İran’ın nükleer programı devam ederse bölgede bunun yansımaları görülür. Hem İran’ın Orta Doğuya yönelik nüfuz yayma politikası açısından, hem de benzer şekilde başka ülkeleri nükleer silahlar yapmaya teşvik etmesi açısından sonuçları olur. Dolayısıyla konu, bölge güvenliği açısından son derece rahatsızlık vericidir. Bunun durdurulması için Türkiye olarak destek vermeniz ve bu konuda İran’ı açık bir dille uyarmanız gerekir.
Sunucu: Bu konuyla bağlantılı olarak Türkiye – İsrail ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onur Öymen: Türkiye – İsrail ilişkileri açısından çok talihsiz bir dönemden geçiyoruz. Bugünkü İsrail Hükümetinin sadece Türkiye’ye karşı değil, genel söylemleri ve eylemeleri açısından son derece hatalı olduğunu biliyoruz. Yeni yerleşim merkezleri inşa etme konusunda ısrar etmeleri Amerika’nın da tepkisini çekti. İsrail’in söylemleri diplomaside rastlanmayacak şekilde katı ve terstir. Dolayısıyla bu söylemlerin savunulması mümkün değildir. Ayrıca İsrail’in masum insanlara yönelik saldırılarını da kuvvetle eleştiriyoruz. Gazze’ye yapılan saldırılarda çoğu masum, 1300 kişi öldü. Hükümetin bu saldırıları kınarken başka yerlerdeki saldırıları da kınaması gerekirdi. Mesela, İsrail’i eleştirirken Hamas’ın masum İsrail sivillerine yönelik eylemlerini de kınaması gerekirdi. Şiddet nereden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun bunu kınamanız gerekir. Mesela, Darfur’da Sudan Hükümetinin sorumlu olduğu saldırılarda 300 bin sivil öldürüldü. Başbakan, “Ben gittim, gördüm. Orada katliam olmadı. Ayrıca Müslüman bir ülke katliam yapmaz” dedi. Düşünebiliyor musunuz? Uluslararası Ceza Mahkemesinin Sudan Devlet Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunmasına rağmen, bizim Hükümet onu Türkiye’ye davet etti. Bu olacak iş değildir. Benzer şekilde Irak’ta yapılan saldırılarda milyonlarca sivilin öldürülmesinden sorumlu tutulan Amerika’ya tepki gösterdiniz mi? Dış politikada tutarlı olmak zorundasınız. Neden Gazze konusunda gösterdiğiniz ısrarı başka ülkelere de göstermiyorsunuz? Bugünlere gelinceye kadar Türkiye’nin dış politikadaki itibarı çok yüksekti. Ama maalesef bugün aynı şeyi söylemekte çok zorlanıyoruz.
Sunucu: Sayın Öymen, Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde Başbakan Sarkozy ile görüşecek. Öncesinde Merkel ile görüşmüştü. Bu ziyaretleri nasıl yorumlamak gerekir?
Onur Öymen: Türkiye’nin AB üyeliği 1963 yılında imzaladığımız Ortaklık Anlaşmasının 28. maddesinde ortak bir hedef olarak tespit edilmiştir. Yani Avrupa Birliği o tarihte Türkiye’nin üyeliğini resmen kabul etmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin üyeliğine karşı olan ülkeler, Avrupa Birliği’ni bağlayan anlaşmaları da inkar etmiş oluyorlar. Meseleye bu noktadan bakmak gerekir. Avrupa Birliği’nin kararlar bütünlüğünün parçası olan bu anlaşma önemlidir. O tarihten beri üyelik sürecinde inişler çıkışlar yaşandı. Fakat son yıllarda, tam üyelik müzakerelerinin başladığı tarihten itibaren Fransa, Almanya gibi ülkeler Türkiye’nin üyeliğine açıkça karşı olduklarını söylüyorlar. Bunu hazmetmek mümkün değildir.
Türkiye’yi üyeliğe götürebilir gerekçesi ile Fransa, beş müzakere başlığını veto etti. Şu anda bu başlıklar müzakere edilemiyor. Türkiye’nin Başbakan ya da Cumhurbaşkanı düzeyinde buna bir tepki verdiğini hatırlıyor musunuz? Hayır. Yani öyle anlaşılıyor ki, bunların Türkiye’yi tam üyeliğe götürme gibi bir gayeleri yok. Kıbrıs Rum Kesimi tek başına altı müzakere başlığını veto etti. Buna da hiçbir tepki gösterilmedi. Neticede, Kıbrıs meselesi dolayısıyla sekiz müzakere başlığı bloke edildi. Şu an otuz beş başlıktan on ikisinin müzakeresinin açılması sağlandı ama geri kalan başlıkların içinde biraz önce bahsettiğim çeşitli veto ve engellemelerden dolayı müzakere edilecek sadece dört başlık kaldı. Türkiye, tam bir tıkanma noktasındadır. Böyle bir ortamda Avrupa’nın iki lokomotif ülkesi Fransa ve Almanya, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkıyor. Angela Merkel kendi partisinin kurultayında, Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık verilmesi konusunda karar aldırdı. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, açıkça Türkiye’nin bir Asya ülkesi olduğunu, bu sebeple de hiçbir zaman üye olamayacağını söyledi. Bütün bu söylemlere karşı siz ne yapıyorsunuz? Hiçbir şey. Hükümet herhangi bir tavır koyamıyor.
Sunucu: Biraz da iç politikaya değinmek istiyorum. Anayasa değişikliği paketi bu aralar Türkiye’nin gündemini bir hayli meşgul etmekte. Teklif bugün Anayasa Komisyonuna geliyor. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onur Öymen: Bu konuda baştan aşağı yanlış yapıldı. Anayasalar uzlaşma ile hazırlanır. Ancak bizde ne Meclis içinde, ne barolarda, ne de kamuoyu ve toplumun diğer kesimleri arasında bir uyum yok. Bu paket ortak bir çalışmanın ürünü değildir. Dolayısıyla böyle bir Anayasa değişikliği olmaz. Bu, İktidarın dayattığı bir Anayasa görünümündedir. İşin diğer tarafına bakılacak olursa, usul yönünden de pek çok hata yapılmaktadır. Stoktaki imza listesi ile Meclise öneride bulunuyorlar. İtirazlar üzerine elli milletvekilinin imzasını çekerek önerinin düştüğünü söylediler. Peki, imzasını çekmeyen insanların durumu ne olacak? Siz onların adına böyle bir şey yapma yetkisine sahip misiniz?
Sunucu: Artık maraton başladı. Bu anlamda paketle ilgili son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onur Öymen: Biraz önce de bahsettiğim gibi pakette usul açısından çok ciddi hatalar var. İşin esasına göre bizim değişiklik paketiyle ilgili üzerinde durduğumuz üç madde var: Birincisi Anayasa Mahkemesinin yapısında yapılan değişiklikler, ikincisi HSYK’nın yapısında yapılan değişiklikler, üçüncüsü de parti kapatma yöntemlerine getirilen Meclis engellemeleridir. Bu üç madde gerçekten Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti anlayışını köklü biçimde zedeleyecek maddelerdir. Ayrıca kuvvetler ayrılığı ilkesi açıkça tahrip edilmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla, sadece biz değil, başta barolar, hukukçular ve yüksek yargı organlarının başkanları olmak üzere Türkiye’deki pek çok kurum ve kuruluş bu değişikliğe karşı çıkmaktadır. Yani bunlar, sistemin tamamını zedelemeye yönelik önerilerdir. Bunun dışındaki önerilerden bir kısmı bizim tekliflerimizden alınma önerilerdir. Mesela, geçici 15. maddenin kaldırılarak evvelce darbe yapmış olanlara yargı yolunun açılması bizim teklifimizdir. Diğer maddelerin çoğu üzerinde müzakere yapılarak uzlaşma sağlanabilir. Cumhurbaşkanının bu üç maddeyi, Meclisten çoğunluk kararı çıksa bile referanduma götürebileceğini söylemesi Türkiye’de çok şeyi değiştirebilir. O zaman biz de geri kalan maddelerin olumlu şekilde sonuçlanması için katkıda bulunabiliriz. Hükümetten buna herhangi bir tepki yok. Bizim yaklaşımımızın özü budur. Ayrıntılar Genel Başkanımızın ve Grup Başkan Vekilleri arkadaşlarımızın açıklamalarında yer alıyor.
Sunucu: Anayasa değişikliği ile ilgili olarak imza tartışması, teklifin Meclise gelmesi sırasında uzlaşma sağlanamaması konularını göze aldığımızda AKP’nin politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onur Öymen: AKP’nin bu koşullarda ve bu aşamada Anayasa değişikliğine kalkışması bizce yanlıştır. Sekiz yıllık İktidarınızın sonuna yaklaşıyorsunuz, ufukta seçim gözükmüş ancak siz gider ayak bundan sonraki dönemleri ve kuşakları etkileyecek bir Anayasa değişikliği gerçekleştirmeye çalışıyorsunuz. Bu, zamanlama açısından çok yanlıştır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi tarafından mahkum edilmiş bir partinin Anayasa değişikliğine kalkışması akla, mantığa ve hukuka aykırı bir durumdur. Bunun ötesinde pakette öne sürülen görüşlerle ilgili de sıkıntılar var. Birbiri ile hiç bağlantısı olmayan konuları aynı paket içinde halkın onayına sunmaya kalkışıyorsunuz. Yani Anayasa Mahkemesi ile ilgili düzenlemeye karşı olup geçici 15. maddenin kaldırılmasını onaylamak isteyen bir insan bu öneriye nasıl oy verecek?
Venedik Komisyonu kriterlerini kıstas aldıklarını söylüyorlar ve bu noktada halkı kandırmaya çalışıyorlar. Çünkü Venedik Komisyonu 2006 yılında aldığı bir kararla birbiri ile bağlantılı olmayan konuların aynı paket içinde halk oyuna sunulamayacağını hükmetmiştir. Öyle bir sistem getiriyorlar ki, hukukçu olmayan kişilerin de Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilmesi için kapıyı sonuna kadar açıyorlar. Bu kararlarını da Avrupa ülkelerine gönderme yaparak meşrulaştırma yoluna gidiyorlar. Peki, Almanya Anayasa Mahkemesinde ya da Hollanda Yüksek Mahkemesinde hukukçu olmayan bir üye var mıdır? Hayır yoktur.
Bu pakette Cumhurbaşkanına çok geniş yetkiler tanınıyor. Parti kapatmalar zorlaştırılıyor. İktidarın geçmiş icraatlarını yargı konusu yapmak fiilen imkansız hale getiriliyor. Paketin tartışılacak yanı çoktur ama esasında bu üç madde Türkiye’yi demokrasi, hukuk devleti anlayışı ve kuvvetler ayrılığı ilkesinden tamamen uzaklaştırmayı öngörüyor. Bizim Anayasamızın değiştirilemez maddeleri var. Bunlardan biri de Türkiye’yi hukuk devleti olarak öngören maddedir. Hukuk devleti ilkelerine aykırı bir düzenleme yaparsanız Anayasanın değiştirilemez maddelerini de ihlal etmiş olursunuz. O yüzden Başbakan, bu işin yanlışlığını defalarca dile getiren yüksek yargıya karşıya müthiş bir saldırıya geçti. Hukuk düzenine aykırı müdahalede bulunduğu Başbakana hatırlatıldığında kendisi “Cübbenizi bırakın, siyasete girin” diyor. Olacak iş değildir. Bir hukuk adamı kendi görev alanına giren konularda söz sahibi olma hakkına sahip değil midir? Sadece önlerine gelen metinleri imzalayıp, Hükümetin istediği gibi kararlar mı alacaklar? Böyle bir hukuk devleti anlayışı olabilir mi?
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, muhalefet ve toplumun diğer kesimleri bu duruma sesini çıkarmayacak, herkes tek adam düzenine ayak uyduracak, bunu yapmayanlar da Hükümetin sopasından nasibini alacak, öyle mi? Dünyada böyle rejimler vardır ama onların adı demokrasi değildir. Yani Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştırmayı amaçlıyorsanız yapmanız gereken düzenlemeler tam da bu Hükümetin yaptığı gibi olmalıdır. Biz bu politikaları son derece yanlış buluyoruz ve bunlara tüm gücümüzle karşı çıkacağımızı buradan bir kez daha duyuruyoruz.
Sunucu: Sayın Öymen, programımıza katıldığınız ve değerli görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.
Onur Öymen: Ben teşekkür ederim.
Bu belge Görsel Basın arşivinde bulunmaktadır.