TBMM Basın Toplantısı – İsviçre’deki Minare Yasağı, Yabancı Düşmanlığı ve Irkçı Saldırılar Hakkında

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen ile CHP İstanbul Milletvekili  Şükrü Elekdağ’ın  TBMM’de Düzenledikleri Basın Toplantısı
4 Aralık 2009

 
Değerli arkadaşlarım, öncelikle şunu söyleyeyim ki, İsviçre’de camilere minare yapılmasını engellemek amacıyla bir referandum düzenlenmiş olmasını ve bunun sonuçlarını şiddetle kınıyoruz. Temel insan haklarından biri olan din ve vicdan hürriyetine bir referandum ile sınırlama getirilmiş olması son derece düşündürücüdür. Bu yaklaşım sonucunda, başka insan haklarının da referandum yoluyla kısıtlanabileceği akla gelmektedir. Dolayısıyla, bu referandum çok kötü bir emsal oluşturmuştur. Bunun düzeltilmesi için gerek İsviçre makamlarının, gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin gerekli tedbirleri ve kararları bir an önce almasını temenni ediyoruz.

Bir Hükümet üyesi, İsviçre’nin Avrupa Birliği üyesi olmamasından dolayı orada buna benzer olayların yaşandığı, Avrupa Birliği üyelerinin konuya yaklaşımının farklı olduğu yönünde bir beyanda bulundu. Bugünkü basında okuyacağınız gibi Fransa Cumhurbaşkanı bunu tekzip etmiştir. Sarkozy, İsviçre’de minarelerin yasaklanması kararını benimsediğini açıklamıştır.

Maalesef bu, sadece İsviçre’de görülen bir durum değildir. Bazı Avrupa Birliği ülkelerinde, o yörelerde yaşayan vatandaşların aleyhte oy  kullanması sonucunda cami inşaatı projelerinin engellendiğini biliyoruz. Kendi tecrübelerimizle yaşadık ve gördük ki, çeşitli Avrupa Birliği ülkelerinde minarelerin yapımı konusunda pek çok güçlüklerle karşılaştık. Minarelerin biçimi, yapısı, yüksekliği her zaman ciddi sorun teşkil etmiştir. Dolayısıyla, bugün karşı karşıya bulunduğumuz bu mesele, İsviçre’nin de boyutunu aşan, çok daha ciddi ve kapsamlı bir sorundur.

Başka bir noktaya daha değinmek isterim ki, bu referandumun yapılacağı uzun zamandan beri biliniyordu. İsviçre Hükümetinin, referandumun bu şekilde değil de talebin reddedilmesi şeklinde sonuçlanması amacıyla yaptığı girişimler acaba yeterli olmuş mudur? Türk Hükümeti, bu konuda İsviçre Hükümetini, İsviçre basını ve kamuoyunu etkileyecek yeterli girişimler yapmış mıdır? Böyle bir sonucun çıkması halinde, bunun Türk halkı ve İsviçre’deki Türkler ile Avrupa’daki Türk vatandaşları üzerinde doğurabileceği tepkileri yeterince anlatmış mıdır? Bu soruların cevabını Hükümetten bekliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu konunun bağlantılı olduğu çok önemli bir boyut var. Mesele, minare yasağından ibaret değildir. Maalesef bazı ülkelerde dine, dini değerlere saldırıda bulunmak, hakaret etmek suç değildir. Evvelce suç olan bu durum suç olmaktan çıkarılmıştır. Mesela, ABD yasalarına göre dine, dini değerlere hakaret etmek suç değildir. İngiltere’de 2008 yılına kadar sadece Hıristiyanlık dinine hakaret etmek suç sayılırken, 2008 yılından itibaren bu da yasalardan çıkarılarak, dine hakaret etmek suç olmaktan çıkmıştır. Bazı ülkelerde dine hakaret suçtur ama buna ilişkin yasalar uygulanmamaktadır. Mesela, Danimarka ceza yasasına göre, dini değerlere hakaret etmek bir suçtur ama bu konu 1938 yılından beri yargılama konusu olmamaktadır.

Buna karşılık, başka Avrupa Birliği ülkelerinde bu konuda daha büyük duyarlılık gösterilmektedir. Örneğin Finlandiya’da, 30 Mayıs 2008 tarihinde bir kişi, İslamiyet’e hakaret suçundan iki buçuk yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Aynı şekilde Almanya’da dine hakaret suçtur ve bu ülkede bundan dolayı cezalandırılanlar olmuştur.

Bu konudaki can alıcı nokta şudur ki, Avrupa Birliği birçok konuda mevzuatını uyumlaştırmaktadır. Ancak din konusu, Avrupa Birliği ülkeleri arasında mevzuatın, yasaların uyumlaştırıldığı alanlardan biri değildir. Bu yöndeki tavsiye ve telkinler ne yazık ki olumsuz yöndedir. Mesela Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi, 29 Haziran 2007 tarihinde aldığı bir kararla, fikir özgürlüğü adı altında, dine hakaretin suç olmasını yasalardan çıkarmayı önermiştir. Bizim Hükümetin çok sevdiği ve bazı kararlarını sık sık dile getirdiği Venedik Komisyonu da 23 Ekim 2008 tarihinde aldığı bir kararla, dine hakaretin suç olmaması tavsiyesinde bulunmuştur.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği çeşitli kararlarında ve girişimlerinde sürekli olarak Türkiye’de din özgürlüğüne, dini değerlere, azınlıkların dini haklarına saygı gösterilmesi konusunda bize tavsiyelerde bulunmaktadır. Ancak Avrupalılar, kendi ortamlarında aldıkları kararlarda dine hakaretin bir suç olmaktan çıkarılmasını öneriyorlar. İşte, bu bir çifte standarttır. Nitekim biz buna itiraz ediyoruz.

Nasıl ki diğer insan haklarına saygı gösteriyorsanız, din ve vicdan özgürlüğüne de saygı göstereceksiniz. Avrupa ülkelerinde bu konudaki eksikliği son derece düşündürücü buluyoruz ve şifte standart olarak görüyoruz. Bu nedenle, bu konuların sadece İsviçre’deki kriz boyutu ile değil, daha geniş bir kapsamda TBMM’de bir araştırma konusu yapılmasını öneriyoruz.

Avrupa Birliği’ndeki bazı gelişmeler, bu konudaki kaygılarımızı arttırmaktadır. Kısa bir süre önce Lizbon Anlaşmasının yürürlüğe girmesinden sonra Avrupa Birliği Başkanlığına seçilen eski Belçika Başbakanı, bu konudaki tavrını çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Kendisinin söylediğine göre Avrupa Birliği, Hıristiyanlık değerleri üzerine kurulu bir örgütlenmedir ve halkının çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olması, Avrupa Birliği’ndeki bu değerleri zedeleyecektir. İşte, bu sözleri bu kadar açıkça dile getiren kişi, şu anda Avrupa Birliği’nin Başkanıdır.

Değerli arkadaşlarım, bir taraftan başka ülkelerdeki dini ve vicdani değerlere saygı gösterilmesini talep ederken, ülkemizdeki bazı eksikleri görmezlikten gelemeyiz. Özellikle, Türkiye’deki bazı gayrimüslim din adamlarına yapılan saldırıların sebeplerinin mutlaka araştırılması, önlenmesi ve buna benzer elem verici olayların tekrarlanmaması, öncelikli hedefimiz olmalıdır. Bu amaçla, gerek ülkemizdeki gayrimüslim din adamlarına yapılan saldırıların, gerekse Hrant Dink cinayetinin bütün boyutları ile incelenmesi için Sayın Elekdağ ile birlikte 5 Şubat 2008 tarihinde Meclise bir araştırma önergesinde bulunduk. Meclisin gündemine girmesine rağmen bu konu bir türlü görüşülememiştir. Üzerinden neredeyse iki yıl geçti, fakat Meclis hala böylesine önemli bir konuyu ele alıp, bir araştırma komisyonu kurulmasını karara bağlamış değildir. Bizler bunu bir eksiklik olarak görüyoruz.

Umuyoruz ki, bu son olaylar Hükümetin hem yurt dışında din ve vicdan özgürlüğüne yönelik saldırılara karşı daha etkin tedbirler almasına imkan verecektir, hem de Türkiye’de az önce sözünü ettiğim tarzda gelişmelerin bir daha yaşanmaması için ciddi tedbirlerde bulunmasını sağlayacaktır. İktidarın, Sayın Elekdağ ile sunduğumuz araştırma önergesine göstereceği tepki, bu konudaki samimiyetinin ortaya konulması açısından önemli bir test olacaktır. Bu vesileyle bunu bir kez daha belirtmek istiyorum ki biz CHP olarak bu konuda büyük bir duyarlılık içerisindeyiz ve Hükümeti sorumlu bir şekilde adımlar atmaya davet ediyoruz.
Gazeteci: Birkaç gün sonra DTP’nin kapatılma davası Anayasa Mahkemesinde görüşülecek. Mahkemeden DTP’nin kapatılması yönünde bir karar çıkması sizce açılımı ne ölçüde etkiler?

Onur Öymen: Biz AKP aleyhine açılan kapatma davası sırasında da görüşümüzü söylemiştik. Açılmış olan bir dava hakkında görüş ifade etmemiz doğru olmaz. Bütün mesele, herkesin yargıya tam bir güven duyması ve Anayasa Mahkemesinin alacağı kararın siyasi mercilerce, yurt içi ya da yurtdışından etkilenmesinden kaçınılmasıdır. AKP’nin kapatma davası sırasında yargının olağanüstü baskı altına alındığını hatırlıyoruz. Dolayısıyla, bu defa hiç kimsenin şu ya da bu yönde yargıyı etkilememesi gerekir.

Açılım süreci, bundan bağımsız olarak maalesef sıkıntılı bir mecraya sürüklenmiştir. Sayın Cumhurbaşkanının bir fırsat penceresi olarak nitelendirdiği ortamın, son günlerde çeşitli şehirlerimizdeki şiddet ve terör yanlılarının saldırıları ile nasıl bir boyut kazandığı, hepimizin malumudur. Bu durumu büyük bir üzüntüyle karşılıyoruz. Hükümeti, Kürt asıllı vatandaşlarımızın hakları, özgürlükleri ve kalkınmaları konusunda CHP’nin yirmi yıl önce önerdiği önlemleri bir kez daha değerlendirmeye davet ediyoruz.

Ayrıca Hükümete, devletimizin temel yapısını bozmadan, Anayasamızın temel direklerini zedelemeden, 42. ve 66. maddelerini ortadan kaldırmadan, bizim önerdiğimiz doğrultuda bir çözüm arayışına girmesini tavsiye ediyoruz. Hükümetin,  artık hiçbir çatışma olmayacağı, terörle mücadeleye para ve  enerji sarf edilmesine artık gerek duyulmayacağı yolundaki beklentilerinin boş bir ümitten ibaret olduğu, maalesef son gelişmelerle açıkça ortaya çıkmıştır. Daha da kötüsü, bundan daha ciddi saldırıların yaşandığı dönemlerde bile karşılaşmadığımız  olayların ve halk düzeyine inen tepkilerin, şimdi ortaya çıkıyor olması son derece üzüntü verici, aynı zamanda düşündürücüdür. Hükümetin bundan gerekli dersleri almasını tavsiye ediyoruz.

Gazeteci: DTP, terör örgütü liderinin ceza evi koşullarını ileri sürerek af konusunu tekrar gündeme getirdi ve Öcalan’ın dahil edilmediği bir açılımın sürecinin bitmiş olduğunu söylediler. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Onur Öymen: Mahkemeler tarafından yargılanmış ve mahkum edilmiş bir terör örgütü liderinin siyasi bir sürecin tarafı haline getirilmeye çalışılmasını yadırgıyoruz. Bu, çağdaş ülkelerde örneği görülmemiş bir durumdur. Hükümetin 2006 yılında Meclise sunduğu Terörle Mücadele Yasasının 6. maddesini ve gerekçesini dikkatle okumanızı tavsiye ederim. O zaman da açıklamıştık, daha sonra Mecliste de dile getirdik. O maddede “bir terör örgütü kurucusu bir defaya mahsus olmak üzere pişmanlık yasasından yararlandırılabilir” şeklinde bir hüküm vardı. Biz buna dikkat çektiğimizde Hükümet, önce bu maddenin o anlama gelmediğini ve kendilerinin böyle bir anlam kastetmediklerini söyledi. Sonrasında ise yasayı Meclisten geri çekmek zorunda kaldılar. Ama niyetleri belliydi. Bugünlerde ilgili Grup Başkan Vekili arkadaşımızın dile getirdiği kaygıları paylaşırken, bu hususu bir kez daha dikkatinize sunmak istiyorum.

Gazeteci: Türkiye’nin Afganistan’a asker göndermesi konusundaki görüşleriniz nelerdir?

Onur Öymen: Bu konudaki görüşlerimizi daha önce de açıkladık. Türk birlikleri başından beri  Afganistan’da, esas itibariyle Kabil şehrinin ve o şehrin hava alanı olan Bagram hava alanının korunmasında görev almışlardır. Ama terörle fiili mücadele görev almamışlardır. Türk Hükümeti, oraya terörle çarpışmak üzere muharip birlik göndermeyeceğini defalarca belirtmişti. Biz de aynı görüşte olduğumuzu açıklamıştık.
Öyle anlaşılıyor ki şimdi, Türkiye üzerinde bu yönde bazı baskılar var. Hükümetin ilk açıklamaları, eski tutumunu sürdüreceği izlenimini veriyorsa da Sayın Başbakanın Washington’da yapacağı temaslardan sonra, Türkiye’ye hangi düşüncelerle döneceğini merak ediyoruz. Ama zannediyorum ki, bunu Amerikalılara anlatmak zor olmayacaktır. Bir ülkede güvenliği sağlamak için askeri birlik bulundurup da bazı terör örgütleri ile savaşmaktan kaçınmanın örneğini en iyi Amerikalılar bilir. Amerika, Irak’ta 130 bin asker bulundurmasına rağmen, bugüne kadar Kuzey Irak’taki PKK terör örgütü ile çatışmaktan kaçınmıştır. Dolayısıyla Amerika, bu konuda Türkiye’ye sitemde bulunabilecek sonuncu ülkedir.

Teşekkür ederim.


Bu belge Basın Bültenleri arşivinde bulunmaktadır.