ART – Türk Dış Politikası Hakkında

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in ART’ye Verdiği Mülakat
05 Kasım 2009

Sunucu: Sayın Öymen, öncelikle programımıza hoş geldiniz efendim. Ülkemiz için çok önemli isimlerden biri olan Sayın Bülent Ecevit’i kaybetmemizin üçüncü yıl dönümü bugün. Kendisi hakkında neler söylemek istersiniz?

Onur Öymen: Dışişleri Bakanlığı’nda görev yaptığım zamanlarda kendisi ile çok yakından çalışma şansı elde etmiştim. Daha çok Kıbrıs Barış Harekâtı döneminde yakın çalışmıştık. Kendisi için söylenen tüm sıfatlar doğrudur ama en önemlisi Ecevit’in, tarihe dış baskılara cesaretle direnmesini bilen bir lider olarak geçecek olmasıdır. Dış baskılara direnmeseydi Kıbrıs harekâtını yapamazdı ve Amerika’nın askeri ambargosuna karşı bu kadar dirençli bir duruş sergileyemezdi.

Ecevit çok büyük bir devlet adamı ve siyaset adamıydı. Uzun yıllar Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanlığını ve Genel Sekreterliğini yapmıştır. Bunların ötesinde onu devlet adamı yapan, her türlü dış baskılara ve tehditlere karşı ülkemizin menfaatlerini korumayı bilmesi ve siyasi cesaretidir. Umarım ki kendinden sonra gelen siyasetçilere ve bugünkü Hükümete örnek olsun. Çünkü, ne yazık ki Türkiye bugün, baskılara karşı direnme gücünü yitirmiş bir hükümet tarafından yönetiliyor. Bunun sıkıntısını hissederken Sayın Ecevit’i özlemle anıyoruz.

Sunucu: Sizce Türkiye’nin bu tarz liderlere neden ihtiyacı var? Türkiye, bugün ne gibi baskılar yaşıyor?

Onur Öymen: Türkiye’nin bulunduğu stratejik konum nedeniyle birçok ülkenin stratejik ve ekonomik menfaatini ilgilendiren bir bölgede yaşıyoruz. Büyük devletler Türkiye’yi kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmek isterler. Bu, Osmanlı Devleti zamanında da böyle olmuştur. Ancak Atatürk döneminde buna cesaret bile edememişlerdir. İsmet Paşa ve Sayın Ecevit döneminde de bu doğrultudaki girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Çünkü Ecevit, ülkemizin çıkarlarının nerede olduğunu biliyordu ve halkın bağımsızlık duygusuna tercüman olmasını bilen bir insandı.

O zamanlarda da ülkemiz üzerinde baskılar vardı. Bu dönemde yayınlanan uluslararası belgelere, mesela Avrupa Parlamentosunun kararlarına bakınız. Bugün baskı yapılan alanların hemen hepsinde, o zaman da baskı yapmaya teşebbüs edenler vardı ama sert kayaya çarpıyorlardı. Size şöyle bir örnek vereyim; Rahmetli Dışişleri Bakanımız Gündüz Ökçün ile benim de katıldığım Kanada’daki bir  toplantıda bizim üzerimizde çok büyük bir baskı uygulamaya çalışmışlardı. Kıbrıs konusunda o toplantıda bize  söylenenleri gece yarısı bir telgraf ile Sayın Ecevit’e bildirdik.  Ecevit’in meşhur “Bizi zorlamayın, duvarın öteki tarafına geçeriz” sözü bu olayın üzerine söylenmiştir. Ecevit hiçbir zaman baskılara boyun eğmeyen bir liderdi, Türk milleti adına dik durmasını bilen bir insandı. Bu nedenle birçok ülkenin devlet adamında sevgi uyandıran bir insan değildi ama saygı uyandıran bir insandı. Hiçbir kişisel beklentisi olmadan tüm baskılara karşı koyan bir kişiliği vardı ve bu saygıyı hak etmişti.

Sunucu: Son yaşanan siyasi gelişmelere de değinelim istiyorum. Önümüzdeki hafta Salı günü Hükümet Kürt açılımı ile ilgili Mecliste bir ön görüşme yapacak ve bunun için 10 Kasım tarihini seçtiler. Muhalefet partilerinden buna büyük bir tepki geldi. Bu tarihi seçmelerinin nasıl bir anlamı olabilir?

Onur Öymen: Böyle bir konunun 10 Kasım gibi bir tarihte görüşülmesi büyük bir talihsizliktir. Bir gün önce ya da bir gün sonra da görüşülebilirdi. Eğer 10 Kasım’da Atatürk’ün öldüğünü düşünerek, Atatürk’ün düşünceleri ve ilkelerinin de öldüğünü sananlar varsa yanılıyorlar. Atatürk’ün ilke ve hedefleri  yaşamaya ve Türkiye’ye yol göstermeye devam edecektir. Atatürk’e sırtını çevirmeye kalkanlar daima hüsrana uğrayacaklar. Kimsenin Atatürk’ün ışığını söndürmeye gücü yetmeyecektir.

Sunucu: Bu tarihte yapılacak görüşmede İktidar Atatürk’ün bir sözüyle yola çıkacak: “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyecekler. Bu söz ile başlamalarını nasıl değerlendirmek gerekir?

Onur Öymen: Atatürk, gerçekten barışçı bir politika izlemiştir. Ülkenin çıkarlarına ve topraklarının bütünlüğüne yönelik bir saldırı olmadıkça savaşa karşı olduğunu, savaşın bir cinayet olduğunu söylemiştir. Hiçbir zaman yayılmacı bir politika izlememiştir. Ama Atatürk’ün bir sözü daha var; “ Türkiye’nin topraklarında gözü olanın amansız düşmanıyım” der.

Şu sıralarda bizim gündemimizdeki konular, ülkemizin topraklarında gözü olanlarla ilgilidir. O yüzden çetin bir mücadele vermeye çalışıyoruz. Bu sıkıntılar, Türkiye’nin başka ülkenin topraklarında ya da menfaatlerinde gözü olduğu için değil, başkalarının Türkiye’nin topraklarında ve menfaatlerinde gözü olduğu için yaşanıyor.

Örneğin, Ermenistan Devletinin kurulur kurulmaz yayınladığı bağımsızlık bildirgesinde bugünkü Ermenistan’dan Doğu Ermenistan olarak bahsedilmektedir Peki, Batı Ermenistan neresidir? Türkiye toprakları. Böylece Ermenistan, bizim topraklarımızda gözü olduğunu açıkça beyan etmiştir. Biz böyle bir ülke ile görüşmeler yürütüyoruz. Kürt açılımının özünde ise Kuzey Irak’ta,  Türk topraklarının da bir kısmını içeren bir bölgede bir Kürt devletinin kurulması yatmaktadır. Kimse gerçekleri gizlemeye kalkışmasın. Kürt devleti ile ilgili birçok harita yayınlandı. Daha geçen gün Le Figaro gazetesinde Türkiye’nin Doğusunu Ermenistan olarak gösteren bir harita yayınlandı. Türkiye’nin Güneydoğusunu ve bazı Doğu illerini Kürdistan olarak gösteren birçok harita yayınlandı. Biz bunlarla mücadele ediyoruz. O yüzden  “Yurtta sulh, cihanda sulh” demek, bizim topraklarımızda gözü olanlara karşı eli kolu bağlı bir şekilde durmak değildir. Atatürk’ün hiçbir sözü, dış baskılar karşısında ülkemizin diz çökmesi olarak algılanamaz. Atatürk, Türkiye’nin egemenliğini, bağımsızlığını, çıkarlarını ve haysiyetini her koşulda korumaya çalışan bir siyasetin simgesiydi.

Sunucu: Habur’da yaşanan görüntülerden sonra toplumun tepkisinin de etkisiyle Hükümet geri adım attı. Bu açılımda frene basılmıştır ve Avrupa’dan gelecek PKK grubunun gelişi ertelenmiştir. Salı günkü görüşmede bununla ilgili açıklama yapılacağını söylediler. Ne açıklanmasını bekliyorsunuz?

Onur Öymen: Bir işe yanlış başlarsanız, bu hata işin sonuna kadar sizi götürür. Yapılan iş başından beri yanlıştır. Dünyadaki diğer ülkeler terörle mücadele ederler ama siz terörle müzakere yolunu seçtiniz. Terör örgütünün sicil verdiği, suçsuz olduğunu iddia ettiği kişileri siz de suçsuz ilan edip büyük bir merasim ile sınırdan kabul ettiniz. Türkiye’nin hâkimlerini teröristlerin ayağına götürdünüz. Ülkenin Valisini, Müsteşarını onları karşılayan komitenin içine soktunuz. Bunlar hiç olmayacak şeylerdir. Ne yapmak istiyorsunuz, amacınız nedir? Teröre boyun mu eğeceğiz? Onların dayattıklarını sineye mi çekeceğiz? Tabi ki, bölgedeki Kürt kökenli insanlara sahip çıkacaksınız. Ama teröristlerin sözcülerini, bölge halkının temsilcileri gibi kabul ederseniz hata işlersiniz. Teröristlerin görüşlerini savunan insanları, Türkiye’deki Kürt kökenli insanların temsilcileri gibi karşınıza alırsanız hata işlersiniz.

Kürt kökenli insanlarımızın büyük çoğunluğu terörden nefret ediyor.  Terör yüzünden yıllarca çok büyük sıkıntılar çekmişler. Öldürülen 30.000 insanın çoğu Kürt kökenlidir. Teröristler Kürt halkına baskı yapmak için onları öldürdüler. Bu insanlar terörden medet umabilirler mi? Demokratik bir ülkede mi yaşayacaksınız, yoksa terör örgütünün himayesinde ve emrinde mi? Hangi insan demokrasi yerine terörü tercih eder? Ama siz, bu açılımı terörü destekleyenlerle görüşerek yapmaya çalışıyorsunuz. Bu yöntem nerede görülmüştür? Adam terörist üniforması ile geliyor, zafer işareti yapıyor ve siz bunları serbest bırakıyorsunuz. Peki, bu kişiler pişman olmuşlar mı? Olmamışlar. Terör örgütü üyesi olmadıklarını da söylemiyorlar. Terör örgütünün temsilcisi olduklarını ve örgütün görüşlerini getirdiklerini söylüyorlar. Öcalan istediği için geldiklerini, bir de mektup getirdiklerini ifade ediyorlar. Sizse hiçbir şey yapmamış gibi onları devletin içerisine alıyorsunuz, hiçbir hukuki işleme tabi tutmadan ülkeye kabul ediyorsunuz.

Aynı zamanda, terör örgütü üyesi olduğu kanıtlanmamış orgeneralleri, rektörleri, gazetecileri, yazarları, sendika liderlerini aylarca, yıllarca hapiste tutuyorsunuz. Bu nasıl bir hukuk anlayışıdır? Terör örgütü üyesi olduğunu itiraf edenleri serbest bırakıyorsunuz, terör örgütüne üyeliğinden şüphelendiğiniz saygın insanları zindana atıyorsunuz. Silopi’deki hukuk başka, Silivri’deki hukuk başka. Silopi ile Silivri iki farklı ülkenin bölgeleri midir? Bu iki yer aynı ülkenin bölgeleri ise bu durumu nasıl izah edeceksiniz?

Türkiye’de hukuk çökmektedir. Hukuk çökerse demokrasi de çöker. Hukukun bağımsızlığını, üstünlüğünü, tutarlılığını sağlayamazsanız demokrasiyi yaşatamazsınız. Demokrasinin en temel taşlarından biri yargı bağımsızlığıdır ama Türkiye’de yargı bağımsızlığı sarsılmaktadır. Böyle bir ortamda, demokrasiyi ileri taşıdığınızı söylüyorsunuz ve bu yaptıklarınızın adına demokratik açılım diyorsunuz. Bu çelişki kara mizah gibi bir şeydir.

Sunucu: Hukuk zarar görüyor, Türkiye’nin itibarı zarar görüyor. Ama bundan memnun olan kesimler var, değil mi? Çok deneyimli bir diplomatsınız. Bu adımlar, Avrupa ve Amerika’da nasıl karşılanıyor?

Onur Öymen: İşin tuhaf tarafı da budur. Bu ülkelerin Kürt ve Ermeni konularında, Kıbrıs meselesinde ve Patrikhanenin beklentileri konusunda Türkiye’den beklentileri var. Hükümetin bu beklentileri karşılayabileceğini tahmin ettikleri için, Hükümetin  insan hakları, hukuk ve basın özgürlüğü alanlarında yaptığı hataları, büyük ölçüde görmezlikten geliyorlar. Açılımı desteklerini ifade ediyorlar.

Geçen hafta burada yapılan Karma Parlamento Komisyonu toplantısında kendilerine, bu açılımın içeriğini bilip bilmediklerini sordum. “Biliyorsanız bize de söyleyin” dedim. Ben kırk yıldır Avrupalı parlamenterlerle çalışırım ve bugüne kadar, bilmedikleri bir şeyi desteklediklerine hiç şahit olmadım. Bunu ilk defa görüyorum. Biz açılımın içeriğinin bir kelimesini dahi bilmiyoruz.

Avrupa Birliği Türkiye Raportörü,  Ermenistan sınırını koşulsuz olarak açmamızı söylüyor. Bu, “Ermenistan Azeri topraklarını işgale devam etse bile siz sınırı açın” anlamına gelir. Bu nasıl bir devlet anlayışıdır? Siz dünyanın başka yerlerinde haksız ve hiçbir hukuki gerekçesi olmayan işgallere karşı çıkıyorsunuz da, Ermenistan’ın işgaline neden karşı çıkmıyorsunuz? Bizi de bunu sineye çekmeye davet ediyorsunuz.

Biz bunları söylediğimizde bazıları bizi Avrupa Birliği karşıtı ilan ediyor. Alakası yok. Biz Avrupa Birliği temelindeki ilkeleri, fikirleri, idealleri savunuyoruz. Biz Avrupa Birliği üyeliğine taraftarız ama buna benzer yanlışlara ve dayatmalara karşıyız. “Madem ki Avrupa Birliği dayatmalarına karşısınız, demek ki Avrupa Birliği’ne de karşısınız” diyorlar. Böyle bir mantık olur mu? Ben Avrupa Birliği’nin üyesi olacağım, kölesi olmayacağım.

Biz Türkiye’ye yapılan bu haksızlıklara boyun eğersek, Kürt, Ermeni ve Kıbrıs konularında her dediklerini yaparsak bu halk bizi affeder mi? Biz halkı temsil ediyoruz. Bizim halkımız bağısızlığına, egemenliğine düşkün bir halktır. Dış baskılara karşı ne pahasına olursa olsun direnmiş bir halktır. Siz böyle bir halkın temsilcilerinin bu tarz baskılara boyun eğmesini nasıl beklersiniz? Ne yazık ki bugünkü İktidarın politikaları bunlardır. Kürt konusunda, Ermeni konusunda ne talep edilirse onu yerine getiriyorlar. Yarın öbür gün önümüze Kıbrıs açılımı, Ege açılımı getireceklerdir. Patrikhanenin istekleri kabul edilecektir. Neden? Çünkü yabancılar böyle istiyor. Biz böyle bir devlet olarak kurulmadık. Türkiye Cumhuriyeti, böyle bir anlayışın ürünü değildir.

Sunucu: Brükselli diplomatlar Kürt açılımı, Ermenistan’la ilişkiler ve Kıbrıs politikası ile ilgili Türkiye’ye nasıl bir karne verdiler?

Onur Öymen: Bazı raporları ve demeçleri dikkatle okuduğumuzda onların da rahatsızlık duyduklarını görüyoruz. Mesela Doğan Grubuna ve Türk basınına yapılan baskılar, Avrupa’da da bir ölçüde rahatsızlık yaratıyor. Ancak AB’nin son İlerleme Raporuna baktığımızda bunu o kadar yumuşak bir dille ifade ettiklerini görüyoruz ki, sanki Doğan Grubuna 3 milyar dolarlık ceza verilmesinin ekonomik sonucu, basına zarar vermiş gibi bir anlayış var. Bu cezanın bu grubu dize getirmek için bilinçli olarak verilmiş olduğu söylenmiyor.

Başbakan açıkça “Doğan Grubunun yayınlarını okumayın” diyor. Rapor bunu  “bazı yüksek düzeyli politikacılar” ifadesini kullanarak eleştiriyor. Niçin Başbakanın bunları söylediğini yazamıyorsunuz? Çünkü Kürt, Ermeni ve Kıbrıs konularında bu Hükümetten beklentileriniz var. Bu yüzden yazamıyorsunuz. Her şeyin suçlusu Türkiye’nin başka kurumlarıdır; Muhalefettir, yargıdır, YARSAV’dır. Bütün bunlar suçlu, Hükümetse sütten çıkma ak kaşık. Neden bunları yapıyorsunuz? Çünkü bu Hükümetten beklediğiniz menfaatleriniz, çıkarlarınız var. Ama Batı ülkelerinde yayınlanan bazı gazetelerde Türkiye’de eksen kayması olduğu ve ağırlık merkezinin Batıdan Doğuya kaydığı yönünde eleştiriler yapılıyor.. Eleştirilere başladılar ama yeterince sert bir dille yapmıyorlar. Çünkü diğer konularda kendi beklentileri yönündeki tavizleri almak için bir yandan da Hükümeti kollama ihtiyacı hissediyorlar. Hükümet de bundan faydalanarak dilediği politikayı izliyor. İstediğini içeri atıyor, basını etki altına alıyor, televizyonlara olmadık sıkıntılar yaşatıyor, hâkimleri etkiliyor, yargıyı siyasallaştırıyor. Çünkü biliyor ki, dünyadan çok fazla ses çıkmayacak. Türkiye’nin en önemli milli meseleleri böyle bir pazarlığın konusu haline getiriliyor. İşin hazin tarafı budur.

Sunucu: El Beşir gibi iki milyondan fazla vatandaşın ölmesine neden olan bir kişinin ülkemizi ziyaret edecek olması yazılı basında da yer aldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Onur Öymen: Başka bir ülkeye gidecek olsa kıyameti koparırlar. Kendisi daha önce Türkiye’ye geldi, yardımcısını ise ayrıca davet ettiler. Bu zata karşı Hükümetimizden hiçbir tepki yok. Tam tersine, uluslararası ceza mahkemelerinde hesap vermemesi yönünde çalışmalar var. Türkiye, bütün dünyanın ağır insanlık suçundan suçlu gördüğü bir kişiyi kollamak istiyor. Bir de Batı dünyasının bir parçası olduğumuzu söylüyoruz. Bizden başka hangi Batı ülkesi bu insan için böyle bir tutum izliyor?  Bütün dünyanın yargılanmasını istediği bir kişiye kollarınızı açıyorsunuz ve sonra da  Batı ailesinin bir üyesi olduğunuzu söylüyorsunuz.

Sunucu: Yabancı basında, Türkiye’nin Doğuya daha fazla yakınlaşma çabası içerisinde olduğuna dair bazı eleştiriler var. Sizce Türkiye taraf seçti mi ?

Onur Öymen: Maalesef eksen kayması dedikleri, Türkiye’nin Batıdan Doğuya kayması bir gerçektir. Bunun kanıtlarından biri de şudur; Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu ilk günden beri Batı medeniyetinin bir parçası olmuştur. Atatürk, çağdaş medeniyeti aşmaktan bahsediyordu. Peki bunlar ne diyorlar? Atatürk’ün bu sözünü çarpıtarak, “çağdaş medeniyetler düzeyine ulaşma” diyorlar. Atatürk’ün çağdaş medeniyetler diye bir sözü yok, çağdaş medeniyet diye bir sözü var. Atatürk  “Kültürler farklıdır ama medeniyet tektir. Türkiye bu medeniyetin bir parçası olacaktır” der. Bizim devlet anlayışımız budur. Ama bunu çarpıtıyorlar.

İspanya ile masaya oturuyorlar ve medeniyetler ittifakı toplantısı yapıyorlar. Bir tarafta İspanya Başbakanı Zapatero oturuyor ve Batı medeniyetini temsil ediyor. Karşısında da Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan oturuyor. Peki kendisi hangi medeniyeti temsil ediyor? Biz zaten Batı medeniyetinin bir parçası değil miyiz? Masanın karşısında ne işimiz var? Biz İslam medeniyetini mi temsil ediyoruz? Laik bir ülke İslam medeniyetinin temsilcisi olabilir mi? Bunu kimse yadırgamıyor.  Sonra da bölge ülkeleri ile ilişkiler geliştirdiklerini ve diğer ülkelerle iyi ilişkiler kurmak istediklerini söylüyorlar. Sadece Orta Doğu ülkeleri ile iyi ilişkiler içindeyiz. Biz de bu ülklerle ilişkilerin geliştirilmesini isteriz ama bir şartla: dengeli olacak. Batıyla da iyi ilişkiler geliştireceksiniz. Bazı Batı ülkeleri ile ilişkileriniz buz gibi. Tek bir Batı ülkesi ile aranızda vize muafiyeti antlaşması yok ama Suriye ve İran ile var.

Hükümet işte böyle bir anlayışla Türkiye’yi temsil ediyor. Dokuz Bakanla gidip orada antlaşmalar yapıyorsunuz, güzel. Aynı dokuz Bakanı bugüne kadar bir tane Avrupa ülkesine götürebildiniz mi? Dengeyi bozuyorsunuz. Sizin uzaklaştığınız, belki de haklı olarak tepki gösterdiğiniz, Türkiye’ye haksızlık yapıldığı için mücadele etmemiz gereken bir bölgeden uzaklaşarak o bölgenin değerlerinden de uzaklaşıyorsunuz.

Avrupa dediğimiz yer bizim için bir değerler sistemidir. Oradaki ülkelere kızabilirsiniz. Oradaki ülkeler ile münakaşanız olur, mücadeleniz olur, size haksızlık yaparlar -yapıyorlar biz de mücadele ediyoruz – ama oradaki değerler sisteminden kopmamalısınız. Şimdi sizin uzaklaştığınız bölge, Cumhuriyet kurulduğundan beri değerlerini paylaştığımız bölgedir. Yani demokrasi, insan hakları, fikir hürriyeti, basın hürriyeti, kadın – erkek eşitliği, laiklik gibi değerlerin bölgesidir. Bu ilkeleri paylaştığınız dünyadan kopup Türkiye’yi bu ilkelere sahip olmayan ama tarihi ve dini bağlarınız olan dünyaya yakınlaştırıyorsunuz.

Atatürk Batılılar ile savaşlar yapmış ve sonunda Kurtuluş Savaşını kazanmıştır. Avrupa devletleri ile, İngiltere ve Fransa ile müthiş mücadeleler vermiştir. Ama savaş biter bitmez, bütün bu ülkelere dostluk elini uzatmış, o ülkelerin hukuk sistemini almış, o ülkelerin medeniyetlerine katılma iradesini göstermiştir. Kurtuluş Savaşında bize saldırdıkları için bunu kin ve intikam meselesi yapmamıştır. Çünkü medeniyetin kaynağında bu ilkeler ve değerlerin olduğunu görmüştür. Atatürk’ün hazırlattığı 1924 Anayasasının insan hakları bölümüne baktığınızda Fransız İhtilalinden sonra kabul edilen 1791 Anayasasının neredeyse eşi olduğunu görürüsünüz.

Türkiye Avrupa’nın devlet anlayışını, dünya görüşünü, değerler sistemini kabul ediyor. Şimdi siz o değerler sisteminden uzaklaşıp Türkiye’yi bir Orta Doğu ülkesi haline getiriyorsunuz. Osmanlı Devleti’nin son çöküntü döneminde de böyleydi. Batılılaşma yanlıları vardı ama devlet Doğuya yönelik bir politika izliyordu. Dönemin meşhur filozofu olan Sakallı Celal’in ünlü bir sözü vardır; “Türkiye Batıdan Doğuya doğru giden bir gemidir ama bazıları bu geminin güvertesinde  Batıya doğru koşarak Batıya gittiklerini sanırlar.” Atatürk bu geminin yönünü değiştirdi. Türkiye, Batı medeniyeti ile birleşme yoluna giden bir gemi haline geldi ve onun üzerinde bazıları Doğuya doğru koşuyorlardı. Şimdi bakıyoruz ki, o Doğuya doğru koşanlar geminin kaptan köşküne oturmuşlar ve geminin yönünü tekrar Doğuya çevirmeye çalışıyorlar. Bu yanlıştır.

Biz hiçbir zaman “Bölge ülkeleri ile ilişki kurmayalım” demiyoruz. Zaten bu bölge ülkeleri ile pek çok ilişki bu Hükümetten önce kuruldu. Millet bundan önce o ülkelere sırtımızı döndüğümüz zannediyor. Alakası yok. Suriye ile ilişkiler, Öcalan Suriye topraklarından çıkarıldıktan sonra gelişti. Suriye ile ilişkileri geliştiren AKP Hükümeti değildir. Türkiye’yi İslam Konferansı Örgütü’ne dahil eden AKP değildir. İran-Irak savaşında her iki tarafın da itibarını kazanan ülke Türkiye idi. Bu, AKP İktidarı zamanında değildi. Biz birçok ülke ile ilişki kurduk ama değerler sistemimizi de koruduk.

Sunucu: Sıfır ihtilaf politikası ne kadar doğrudur acaba? Bunu gerçekleştirirken hangi değerlerimizi koruyor ya da hangi değerlerimizi kaybediyoruz diye düşünmek gerekmez mi?

Onur Öymen: Sıfır ihtilaf ne demektir? Karşı tarafın her istediğini kabul etmek demektir. Eğer karşı taraf da size yönelik bir taviz politikası izlemiyorsa, sizinle uzlaşmak için bir adım atmıyorsa bu tek taraflı tavizdir. Mesela Ermenistan, Karabağ meselesinde adım atmayacak ama Türkiye sınırı açma konusunda adım atacak. İşte bu tek taraflı tavizdir? Bu sıfır sorun politikası mı oluyor? Aksine, bunu yaparak kaş yapayım derken göz çıkarıyorsunuz. Hiçbir sorun yaşamadığımız ülke olan ve dünyada bize en yakın olan Azerbaycan’ı küstürüyorsunuz. Azeriler ile kardeşlik ilişkilerimizi bozuyorsunuz. Neden? Ermenileri hoş tutacağız, Ermenistan ile sıfır sorun politikası uygulayacağız diye. Bu, Türkiye’nin menfaatlerinden fedakârlıkta bulunmaktır.

Diplomaside derler ki “Diplomasi, çoğu zaman sonucu sıfır olan bir oyundur”. Bir yerde kazanmak için bir yerde kaybedersiniz. Siz Ermenistan’ı kazanmak için Azerbaycan’ı kaybediyorsunuz. Aynı zamanda dengeleri bozuyorsunuz. Hamas’ı kazanacağım derken Filistin Kurtuluş Örgütü’nü kaybediyorsunuz. İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yapacağım derken İsrail’e –tabi eleştiriler yapılabilir, biz de eleştiriyoruz ama hakaret başka bir şeydir- hakaret ederek İsrail ile Suriye arasında başlattığınız arabuluculuk rolünü kaybediyorsunuz. Hiçbir etkiniz kalmıyor. Dolayısıyla, bu da Türkiye’ye zemin kaybettiriyor.

Sunucu: Sayın Öymen, programımıza katıldığınız ve gündeme ilişkin önemli tespitleriniz için çok teşekkür ederiz.

Onur Öymen: Ben teşekkür ederim.


Bu belge Görsel Basın arşivinde bulunmaktadır.