TBMM Basın Toplantısı

ONUR ÖYMEN
MECLİS – BASIN TOPLANTISI
15 Aralık 2004

 

Teşekkür ediyorum. Aslında Sayın Grup Başkanvelimizin sözlerine fazla ilave edecek bir şeyim yok. Yalnız bir hususun basının ve kamuoyunun dikkatinden biraz kaçtığı izlenimini alıyorum. O da şudur; dün iki tane aslında genel görüşme önergesi verilmişti meclise. Bir tanesi bizim tarafımızdan, bir tanesi de AKP’nin eski Dışişleri Bakanı ve şimdiki AB uyum komisyonu başkanı Yaşar Yakış ve arkadaşları tarafından. O bakımdan AKP’li milletvekilleri yalnız bizim önerimizi reddetmekle kalmadılar kendi önerilerini reddettiler. Bunu dikkatinize getirmek istiyorum. Bunun örneğini siyasi hayatımızda pek sık görmüş değiliz. Bir parti kendi grup komisyon ve komite başkanının ve arkadaşlarının önergesini reddediyor.

Şimdi bunun sebebini anlamakta biz çok güçlük çekiyoruz. Avrupa parlamentoları, Fransız parlamentosu, Alman parlamentosu, çeşitli ülkelerin parlamentoları Türkiye meselesini, Türkiye’nin üyeliğini enine boyuna görüşecekler. Fransız parlamentosundaki görüşmelerin zabıtları var bizim elimizde. En az 30 40 sayfalık zabıtlar bütün milletvekilleri, hükümet, muhalefet dilediği gibi görüşmüş, görüşlerini anlatmış, çeşitli sözcüler söz almışlar. Fakat biz kendi ülkemizde Türkiye’nin AB üyeliğini mecliste bütün kapsamıyla, bütün boyutlarıyla görüşemeyeceğiz. Burada bir tuhaflık yok mu? Üstelik iktidar partisine mensup milletvekillerinin bir görüşme önergesi olmasına rağmen görüşemeyeceğiz. Bu bize çok tuhaf geliyor.

İkinci nokta Sayın Koç’un biraz önce söylediği gibi bu çok önemli bir noktadır. Şimdi eğer bize deselerdi ki, sizin önerinizi paylaşmıyoruz. Önerinizdeki şu şu hususlar bizim partimizin, hükümetimizin görüşüne aykırıdır. O yüzden ortak bir karar çıkarılmasını istemiyoruz. En azından bizim tasarımız üzerinden bir karar çıkarılmasını istemiyoruz. İşte bizim tasarımız budur. Siz bunu kabul ederseniz gelin bu çerçevede bir karar çıkaralım. Böyle bir şey olmadı. Yani burada ilginç olan nokta hükümet ilke olarak TBMM’nin ortak bir görüş açıklamasını istemedi. Acaba niçin istemedi. Hangi hükümet böyle bir milli davada kendi parlamentosunun ortak görüşünü arkasına almak istemez. Türkiye’nin tam üyeliği konusunda iktidarla muhalefet görüş birliği içindedir. Kıbrıs meselesi çözülmeden Kıbrıs’ın tanınmaması konusunda görüş birliği içindedir. Türkiye’ye farklı muamele yapılmaması konusunda görüş birliği içindedir. Çifte standart uygulanmaması konusunda görüş birliği içindedir. Hangi noktadır iktidarla muhalefeti temel unsurlarda birbirinden ayıran. Bu kadar önemli bir görüş birliği varken parlamentoda bunun bir karar haline dönüşmesini istememenin acaba ne sebebi olabilir?

Şimdi biz dünkü toplantıdan sonra eski arşivleri karıştırdık ve çok ilginç bir şey gördük. O da şudur, onu da sizinle paylaşayım. 2002 yılının aralığında Kopenhag zirvesine gitmeden önce Sayın Başbakan o zaman Abdullah Gül’dü. Bizi ziyaret etti. Sayın Genel Başkanımızı ziyaret etti ve Kopenhag’ta bizim hedefimiz 2003 yılı için müzakere tarihi almaktır. Ve bunun için çalışacağız dedi. Sayın Genel Başkanımızda basının önünde eğer buysa amacınız biz tam destek veriyoruz, açık kart veriyoruz. Gidiniz orada 2003 yılı için müzakere tarihi almak için mücadele veriniz, bizde arkanızdayız dedi. Ondan sonra ne oldu? İşte basından okuyoruz. Abdullah Gül önce sert tepki gösterdi. İlk tepkisinin arkasından yumuşadı. 2004 tarihinde tarih bile verilmemiş, 2004 yılının sonunda tarih vermek üzere görüşeceğiz denilmiş bundan büyük bir memnuniyet, bir başarı ifadesiyle hükümet çıkıyor. O zaman Sayın Tayyip Erdoğan’a soruyorlar o vesile ile nasıl karşılıyorsunuz bu sonuçları diyorlar. İstemediğiniz bir sonuç çıkmış. Yani bırakın 2003 yılında müzakereyi 2004 yılında da müzakere çıkmamış. Sadece müzakereyi o tarihte kararlaştırırız lafı çıkmış. Sayın Başbakanın lafını Türk basınından okuyorum elhamdülillah. Son derece memnun olmuşuz. Ve bundan memnun olmayanlar siyasi hesap içindedir diyor.

Yani şimdi bizim endişemiz şu; TBMM’nin gücünü arkanıza almamanın bir tek izahı olabilir. Kendinizi bu meclisin koyacağı ilkelerle bağlamak istemiyoruz. Yani ………….. alanı elinizde olsun istiyorsunuz, orada geri adım atma şansı, imkanı elinizde olsun istiyorsunuz. İşte bizi endişeye sevk eden budur. İnşallah biz yanılırız, inşallah Türkiye’nin istediği gibi bir sonuç çıkar. Önce huzurunuzda söylüyorum. Böyle bir kararı biz alkışlayacağız. Eğer Türkiye koşulsuz diğer ülkelere sunulandan farklı bir müzakere tarihi verilirse Kıbrıs’ın tanınmasını isterlerse, ucu açık müzakere denmezse, insanların serbest dolaşımı, tarım, sosyal politikalar konusunda kalıcı kısıtlamalar içermeyen bir metin çıkarsa bunu şimdiden söylüyorum önce biz alkışlayacağız. Ama çıkmazsa ve bizim endişe ettiğimiz şimdi önümüze sunulan Hollanda başkanının hazırladığı gibi metinler çıkarsa hiç kimse bunu basının ve kamuoyunun önünde bir zafer olarak nitelendirmeye kalkışmasın.

Şimdi bir şey daha söyleyeceğim değerli arkadaşlar o da çok önemlidir. Şimdi Sayın Dışişleri bakanı dedi ki, biz dedi AB’ne gümrük birliğini Güney Kıbrıs’a teşmil etme kararını aldık daha ne istiyorlar dedi. Şimdi burada biran duralım. Demek ki biz Güney Kıbrıs’la Gümrük Birliği içine girdik. Öyle anlaşılıyor söylediklerinden. Peki Kuzey Kıbrıs’la ne yaptık? Sayın Dışişleri bakanımız birkaç ay önce gitti Kuzey Kıbrıs’ta bir gümrük birliği çerçeve anlaşması imzaladı. Sonra ne oldu? Bu çerçeve anlaşmasının gerektirdiği gümrük birliği anlaşması imzalandı mı? İmzalanmadı. AB’nin ilerleme raporuna bakıyorsunuz. Orada diyor ki, Türkiye diyor bu çerçeve anlaşmasını uygulamama konusunda bize taahhütte bulundu diyor. Bize söz verdi diyor. Biz aynı konuyu sorduk bir yazılı soru önergesiyle Dışişleri bakanımıza. Bize dedi ki, zamanı geldiğinde uygulanacaktır. Şimdi öyle bir tablo var ki karşımızda Türkiye’nin Güney Kıbrıs’la gümrük birliği anlaşması olacak ama Kuzey Kıbrıs’ta olmayacak. Ve Kuzey Kıbrıs’la bunu yapmayacağımızı taahhüt etmiş olacağız AB’ye. Bu tabloyu içinize sindirebiliyor musunuz? Bunu başarı hanesine hükümetin yazabilir miyiz değerli arkadaşlar?

Şimdi karşımızdaki sorun budur. Her gün yeni bir tehdit içeren veya Türkiye’nin yerine getiremeyeceği bir talep içeren bir beyanatla karşılaşıyoruz. Bunlara karşı hükümetin daha kuvvetli, daha güçlü tepki göstermesini bekliyoruz. Dün Fransa Dışişleri bakanı sözde soykırım iddiasını tekrar ortaya attı. Biz AKP’li milletvekilleriyle Fransa’da bazı siyasi partileri ziyaret ettik. Bizim yüzümüze aynen şöyle dediler. Türkiye sözde, onlar sözde demiyor tabi. Türkiye Ermeni soykırımını kabul etmeden üye olması sözkonusu bile değildir dediler. Düşünebiliyor musunuz karşınızdaki insanlar bunlar. O bakımdan buna benzer başka şeyler var. Biz gittik Avrupa parlamentosunda bir Türkiye konferansı düzenlendi yaklaşık bir hafta on gün önce. Orada Türkiye AB’nin karma parlamento komisyonu eş başkan yardımcısı bir konuşma yapıyor. Türkiye’nin üyeliği ……………… ediliyor. Diyor ki, orada Erdoğan hükümeti diyor aynen bu kelimelerle Erdoğan hükümeti PKK’yla müzakere masasına oturmalıdır diyor. Eğer ihtiyaç duyarlarsa biz onlara destek oluruz diyor.

Şimdi nerede buna hükümetin tepkisi? Biz çıktık orada basın toplantısı yaptık. Anadolu ajansıda vardı, başka gazetecilerimizde vardı. Duydunuz mu bizim basın toplantısında ne dediğimizi? Demin söylediğim konuşmayı duydunuz mu? Bunu hiç yazdı mı bizim gazetelerimiz?

Şimdi değerli arkadaşlar, bu kadar kritik dönemlerde hepimize görev düşüyor. Biz CHP olarak görevimizi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyoruz. Ama zannediyorum ki, basınımıza da bir görev düşüyor. Bu görevde kendi görüşünüz, kanaatiniz, yorumunuz ne olursa olsun en azından halkımızın bilmesi gereken bu kadar önemli dışişleri kamuoyuna duyurmaktır. Bunları duyurmadığınız takdirde görevimizi tam yapmış sayılamayız diye düşünüyoruz.

Şimdi değerli arkadaşlar, bir şey daha söyleyeceğim. Bir süreden beri bazı gazetecilerimiz bize diyor ki, CHP AB komisyon raporunu değerlendirmek üzere bir komite kurmuştu. Bu komite bir rapor hazırlamıştı. O raporun örneğini bize verir misiniz. Bizde onlara diyorduk ki, bunu size şuanda veremeyiz. Çünkü iktidar partisiyle bunu öncelikle paylaşmak istiyoruz. İktidar partisiyle ortak bir görüş oluşturmak için bir katkı unsuru olarak bunu hazırladık. Ve biz iktidarla eğer onlar bizimle bu masaya oturup müzakere etmek isterlerse, görüşmek isterlerse bizim görüşlerimizi öğrenmek isterlerse bunu önce kendilerine vermeyi tercih ederiz. Onun için sizlerden özür diliyoruz bugüne kadar veremedik. Ama şimdi dağıtacağız. Şimdi dağıtacağız. Çünkü dün akşam gördük ki, sizde gördünüz ki, iktidarın bizimle ortak bir görüş oluşturmak gibi bir niyeti yoktur. En aksi söylenmeyecek unsurları içeren ortak bir bildiri yayınlama niyeti yoktur. O zaman bizde parti olarak yaptığımız çalışmada tespit ettiğimiz bulguları, görüşlerimizi yazdığımız raporu sizlere dağıtıyoruz. Ümit ediyorum ki, gazetelerimizde de, televizyonlarımızda da bu raporumuza yer vereceksiniz.

Değerli arkadaşlar bütün bunları söyledikten sonra son söz olarak şunu söylüyorum. Biz her şeye rağmen hükümete başarılar diliyoruz. Hükümetin başarısı Türkiye’nin başarısı olacaktır ve biz hükümetin başarısı için önümüzde kalan çok kısa zaman içinde çaba göstermeye devam edeceğiz. Ve bir kere daha söylüyorum. Eğer koşulsuz, diğer adaylardan farksız, Güney Kıbrıs’ı tanıma gibi özel talepler içermeyen, Türkiye için AB’nin temel kurallarında kısıtlama içermeyen bir metin çıkarırlarsa herkesten önce hükümeti biz alkışlayacağız. Ama aksi takdirde bu çıkmazsa hiç kimse bunu Türk halkına bir zafer gibi anlatmaya kalkışmasın. 2002 yılının Aralık’ında Kopenhag’ta yaşadığımız tecrübeyi bir kere yaşamayalım ve Türk halkına yaşatmayalım.

Çok teşekkür ediyorum.


Bu belge Basın Bültenleri arşivinde bulunmaktadır.