Son Eklenenler:
- Kıbrıs’ta beklenmedik gelişmeler – Onur Öymen – Cumhuriyet Gazetesi – 18 Nisan 2025
- (Türkçe) SPUTNİK AJANSININ ADANA MUTABAKATIYLA İLGİLİ SORULARINA KARŞILIK VERDİĞİM MÜLAKAT 27 OCAK 2019
- (Türkçe) ODA TV’DEN NURZAN AMURAN’A VERİLEN MÜLAKAT 27 EKİM 2019
- (Türkçe) 3 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 99. yıldönümü Hakkında 25 NİSAN 2019
- (Türkçe) CUMHURİYETTE “ ABD’NİN AMACI DEVLETÇİKLER OLUŞTURMAK” ADLI MÜLAKAT 24 AĞUSTOS 2019
- (Türkçe) GAZETE DURUM’DAN BAHADIR SELİM DİLEK İLE MÜLAKAT “VETO HAKKINI SONUNA KADAR KULLANMALIYIZ 23 MAYIS 2022
- (Türkçe) Cumhuriyet gazetesi Tuncay Mollaveisoğlu imzasıyla ve “Türkiye Geri Adım Atamaz” başlığıyla yayınlanan mülakat 22 TEMMUZ 2019
- (Türkçe) ABD BAŞKANI TRUMP’IN AMERİKA’NIN 1987 TARİHLİ ORTA MENZİLLİ NÜKLEER SİLAHLAR ANTLAŞMASINI (INF) ASKIYA ALMA KARARIYLA İLGİLİ OLARAK SPUTNİK HABER AJANSINA VE BAŞKA YAYIN ORGANLARINA VERİLEN DEMEÇ 22 ŞUBAT 2019
- (Türkçe) Türkiye’deki Demokrasi, İnsan Hakları, Basın Özgürlüğü ve Düşünce Özgürlüğü Alanlarındaki Eleştiriler Hakkında 21 KASIM 2019
- (Türkçe) Erdoğan ve ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence görüşmesi ardından 18 EKİM 2019

Halk TV – Başbakanın ABD Ziyareti, Türkiye – AB İlişkileri ve Türk Dış Politikası Hakkında
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in
Halk TV’ye Verdiği Mülakat
2 Aralık 2009
Sunucu: Sayın Öymen, iyi günler efendim. Programımıza hoş geldiniz. Türkiye’nin sıcak çatışma bölgelerinde sıcak çatışmaya girmemesi ile ilgili koşullarını değiştirmesi ve bölgeye daha fazla asker göndermesi isteniyor. Obama’nın bu yeni Afganistan stratejisini nasıl yorumlamak gerekir?
Onur Öymen: Öyle anlaşılıyor ki Obama yönetimi, Irak’tan askerlerini çekerken Afganistan’a otuz bini aşkın asker gönderme yoluna gidecek. Çünkü şimdiye kadar Afganistan’da Taliban’la yaptıkları mücadelede arzu ettikleri sonucu alabilmiş değiller. Bunu yaparken ayrıca diğer NATO ülkelerinin katkılarını arttırmalarını istiyorlar. Orada güçlü bir mücadele ile Taliban ve El Kaide’yi tamamen etkisiz kılmayı istedikleri anlaşılıyor. 2011 yılına kadar bu görevi tamamlayıp, bu tarihten sonra birliklerini büyük ölçüde bölgeden çekme düşüncesine sahip olduklarını görüyoruz.
Dolayısıyla, Türkiye’den de böyle bir talepte bulundukları anlaşılıyor ki bu ilk defa olmuyor. Bizim bildiğimiz kadarıyla daha önce de Türkiye’den bu yönde bir talepleri olmuştu. Türkiye’nin Afganistan ile özel bir kolu var. Afganistan ile ilişkilerimiz Afganistan Kralı Amanullah Han’ın Atatürk’ü ziyaret ettiği döneme kadar dayanıyor ve o dönemden itibaren Türkler ile Afganlar arasında çok yakın bir işbirliği oluşmuş. Türkiye, yaptığı çeşitli kültürel yatırımlarla Afganistan halkının kalbini kazanmış. Pek çok üst düzey Afgan yetkili, Türkiye’de eğitilmiş. O nedenle bizim Afganistan ile çok özel ilişkilerimiz var ve şu ana kadar Türk Hükümeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri bölgeye teröristlerle çarpışacak muhalif güç göndermeyeceklerini açıklamıştı.
Türkiye, Afganistan’da iki defa komutanlık yaptı. Bizim güç bulundurduğumuz bölge Kabil şehridir. Onun dışında Türkiye, bazı yol inşaatları ve kamu yatırımları alanlarında güvenliği sağlayacak görevler de yapıyordu. Bunun ötesinde Türkiye’yi teröristlerle fiilen çatışmak zorunda bırakacak görevlerle karşı karşıya getirmek hem Türkiye’nin Afganistan’daki konumunu olumsuz yönde etkiler, hem de diğer NATO ülkeleri açısından istenilen sonucu vermez. Bu yüzden biz, teröristlerle fiilen çarpışmak için asker gönderilmesi fikrine sıcak bakmıyoruz.
Sayın Devlet Bakanı Egemen Bağış bugün verdiği demeçte, yarın bu konuyu NATO Dışişleri Bakanları ile görüşeceklerini ve onlar nasıl bir yol izlerse Türkiye’nin de öyle bir yol izleyeceğini belirtmiş. Türkiye’nin belli bir konumu ve politikası vardır. Dolayısıyla “Başkaları ne yaparsa biz de öyle hareket ederiz” demek, bizim konumumuzla bağdaşan bir politika değildir.
Sunucu: Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül 3–4 Aralık’ta Brüksel’de yapılacak toplantıda bu konuyu ele alacaklarını söylemiş.
Onur Öymen: Bizim bu konudaki tavrımızı en iyi anlayacak olanlar Amerikalılardır. Amerika, yıllardan beri Irak’ta önemli bir güç bulundurmasına rağmen oradaki PKK ile fiili mücadeleye girmiyor. Öyleyse bir ülkede askeri birlik bulundurup, kendine has nedenlerden dolayı teröristlerle fiili bir mücadeleye girmeme politikası Amerika’ya yabancı değildir. Bizim bu konudaki yaklaşımımızı en iyi anlaması gereken de Amerika’dır. Bütün mesele, Türk Hükümetinin, bu tutumunun arkasında durup duramayacağı ile ilgilidir. Yoksa Hükümetin yapılacak baskılar ve telkinler karşısında yine geri adım atarak Atatürk devrinden beri o bölgede sürdürdüğümüz yaklaşımı zedeleyici bir tavır içine girmesi olasıdır.
Dikkat edecek olursanız, Afganlar hangi eğilimde olursa olsun oradaki Türk askerine karşı çok sıcak bir yaklaşım içerisindedirler. Bu yakınlığı ve dostluğu bozmamak lazımdır. Tabi, biz de orada devlete karşı silahlı mücadelede bulunan insanların silahı bırakarak, demokratik düzen içinde Afganistan’ın kalkınmasına katkıda bulunmalarını bekleriz. Ama Türkiye’yi bu çatışmaların içine sokmak, sanıyorum ki beklenen faydanın tam tersine çok ciddi sakıncalar yaratabilir.
Sunucu: CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden gelen heyeti, Meclis Başkanı ve üyelerini CHP Genel Merkezinde kabul etti. Gazetecilerin bu konuya ilişkin sorularını da yanıtladı. Ayrıca Afganistan konusunda sizin biraz önce dile getirdiğiniz kaygıları ve izlenilmesi gereken politikaya dair bilgiler verdi. Bu anlamda, siz önümüzdeki dönemde konunun nasıl şekillenmesini bekliyorsunuz? Çünkü Başbakan Erdoğan’ın Amerika’da Obama ile yapacağı görüşmelerde bu konuları da gündeme getirmesi bekleniyor. Bu gelişmeler hakkında neler söylemek istersiniz?
Onur Öymen: Kuşkusuz Sayın Başbakanın Başkan Obama ile yapacağı görüşmede bu konu ele alınacaktır. Bu beklenen bir şey. Fakat bilinmeyen, Sayın Başbakanın ne tür bir cevap vereceğidir. Eğer Başbakan, şimdiye kadar Hükümetin izlediği çizgiyi sürdürür ve Genelkurmayın, Muhalefetin ve halkın da görüşlerini dikkate alarak aynı çizgiyi sürdürürse mesele yoktur. Ancak kendisi, Türkiye’nin politikasında köklü bir değişime giderse o zaman sıkıntı yaşanabilir.
Bizim Afganistan’a yapabileceğimiz en iyi katkı, bugünkü politikanın sürdürülmesi ile sağlanacaktır. Kabil ve Bagram Havaalanlarının korunması ile Afganistan’ın kalkınması gayretlerine katkıda bulunmak doğrultusundaki çabalarımızı sürdürmeliyiz. Bizim görüşümüz budur. Bunun ötesinde atılacak adımlar, beklenen faydadan çok zarar verir. Dolayısıyla bizim politikalarımızı en iyi anlayabilecek olan Amerika’dır.
Sunucu: Bu ziyarette, Kıbrıs konusunun yanı sıra gündeme gelmesi beklenen diğer meseleler de var; Ermenistan ile olan ilişkilerin normalleştirilmesi ve İran’a uygulanacak yaptırımlar da ajandada görüşülmesi beklenen konular arasında. Siz Amerika’nın, özellikle Kıbrıs konusunda ne gibi bir öneri getirmesini bekliyorsunuz?
Onur Öymen: Kıbrıs konusunda taraftarlar arasında henüz bir uzlaşma yok. Bu görüşmelerin içeriği hakkında, Hükümet tarafından bize herhangi bir bilgi verilmiş değildir. Bugün Sayın Genel Başkan Yardımcımızı ziyaret eden KKTC Meclis Başkanı ve Başkanlık Divanı üyelerinin konuşmalarından anladığımız kadarıyla, Ankara’da Türk Hükümetine bu gelişmeler hakkında düzenli olarak bilgi veriliyor. Ancak Hükümet bu bilgileri Muhalefet ile paylaşmıyor. Dolayısıyla bir parça da olsa gelişmelerin seyrini Kıbrıslı yetkililerden öğrenme fırsatımız oldu. Şu anda elle tutulur bir sonuca yaklaşılmakta olduğu izlenimini almadık. Bazı konularda yakınlaşmalar olabilir fakat en temel konularda yeterli bir yakınlaşma olmadığı ortaya çıkıyor.
Sunucu: Peki, Amerika’nın bu konudaki beklentisi ne olabilir?
Onur Öymen: Tabi, Amerika’nın bu konudaki beklentisi, çözümdür. Çözüm için de muhtemelen Türk tarafının daha fazla taviz vermesi istenecektir. 1964 yılından bu yana Kıbrıs meselesinin çözümü için esas itibariyle hep Türk tarafının gayret sarf etmesi ve taviz vermesi istenmiştir. Ama buna rağmen herhangi bir çözüme ulaşılamamıştır. Dolayısıyla Kıbrıs’ta kısa vadede bir uzlaşma olması sürpriz olur. Belli ki Amerika’daki görüşmeler sırasında, Türkiye’den konu ile ilgili daha fazla taviz vermesi istenecektir.
Mesele, Türkiye’nin Afganistan konusunda olduğu gibi, belli bir politika izleyip izleyemeyeceğidir. Çünkü Kıbrıs Rum Lideri Hristofyas, yaptığı bir açıklamada bizim ve Türk tarafının en son kabul edebileceği çizgi olarak ilan ettiği Kofi Annan Planının artık ölmüş olduğunu söyledi. Demek ki Annan Planına nazaran, kendileri için daha avantajlı bir anlaşma peşindeler. Türklere bir takım haklar vererek, Kıbrıs Rum Devletinin içine Türkleri ikinci sınıf bir halk gibi dâhil etme çabası içinde oldukları anlaşılıyor. Şimdiye kadar olan göstergeler böyle. Biz ise 1960 Anayasasının da temel felsefesi kabul edilen “iki tarafın egemen eşitliği” kavramını savunuyoruz.
Bu Hükümet de başlangıçta bu yönde bir girişimi savunuyordu. 2003 yılında AKP Hükümetinin kabul ettiği Strateji Belgesinde açıkça iki tarafın egemenlik eşitlik ilkesine göre Kıbrıs meselesinin çözümüne çalışılacağı ifadesi yer alıyordu. Ancak son hazırlanan Strateji Belgesinde bu ifadeyi çıkarttıklarını gördük. Bu ifade artık yer almıyor. Oysa bu hayati bir meseledir.
Bizim bir taraftan çözüm için gayret sarf ederken, diğer taraftan karşı tarafın katı tutumu nedeniyle bir çözüm olmadığında ne yapacağımızı da düşünmemiz gerekir. Bu ebediyete kadar sürecek bir süreç olamaz. Yani bu süreç bir noktada bitecektir. Peki, ondan sonra nasıl bir durum ortaya çıkacak? Bizim temennimiz, daha önce de belirttiğimiz gibi, iki tarafın egemen eşitliği ilkesine dayalı, Kıbrıslı Türklerin de gönül rahatlığı ile kabul edebilecekleri kalıcı, adil bir çözüme ulaşılmasıdır. Rumların dayatması ve başka devletlerin zorlaması ile bizim kabul edemeyeceğimiz ölçüler içinde, Türkleri ikinci sınıf bir halk haline getirecek bir çözüm peşinde koşarlarsa, o zaman bilinmelidir ki Cumhuriyet Halk Partisi buna sıcak bakmayacak ve bu çözüm önerisini desteklemeyecektir.
Sunucu: CHP Genel Başkanı Baykal, bugün Kıbrıs Heyetini kabulünde bu konu ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. Kıbrıs süreci ve Kıbrıs üzerine tartışmalar bir şekilde devam ediyor. Sayın Baykal’ın ifade ettiği gibi son denemelerden de bir sonuç alınamazsa, Kıbrıs’taki durum ne olacak?
Onur Öymen: Ben biraz önce onu anlatmaya çalışmıştım. Bu konuyu ebediyete kadar sürdürmek kabil değildir. Şu ana kadar konuyla ilgili birçok müzakere yapıldı. 1963 Noel’indeki olaylardan sonra, 1964 yılından itibaren uzun bir müzakere süreci yaşandı ancak hiçbir sonuç alınamadı. 1974’te Yunanistan’ın teşviki ile oradaki darbe girişiminden sonra Kıbrıs’ta yeni bir müzakere süreci başladı ve bugüne kadar belli aralıklarla devam etti. Ancak Rumların adil, kalıcı, iki tarafın eşitliği ilkesine dayanan bir çözümü kabul etmemeleri nedeni ile bugüne kadar bir sonuca varılamadı. Eğer Rumlar bir çözümü yine engellerlerse o zaman gayet tabi ki bu aşamadan sonra ne yapılabileceği düşünülmelidir. Türkiye’yi sürekli baskı altında tutarak bu meseleyi sürdürmek, herhalde kolay olmayacaktır.
Sunucu: Yani sizin söylediklerinize bakılırsa, eğer müzakerelerde yine bir sonuç alınamazsa şu anda bulunan mevcut durum kabul edilmeli ve buna göre uluslararası ve siyasi baskılar da ortadan kalkmalı mı?
Onur Öymen: Onu o zaman değerlendireceğiz. Fakat şu an biz, her şeye rağmen müzakerelere bir şans tanımak istiyoruz. Biz kötümser bir senaryoyu ortaya çıkarmak istemiyoruz. Sonunda, Rum tarafında sağduyunun galip gelip makul, Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin kabul edebileceği bir çözüm üzerinde anlaşma olmasından yanayız. Ama dediğim gibi, bu sağlanmazsa izlenmesi gereken politikanın da şimdiden bilinmesi gerekir. Dış politikada yumurta kapıya dayanınca karar verilmez. Önceden bütün senaryolar düşünülür, hazırlıklar yapılır ve çıkacak sonuca göre politikalar uygulamaya konulur.
Sunucu: AB Zirve Toplantısında verilen mesajların çoğu Kıbrıs konusuyla ilgili. Bu durum Kıbrıs’ın Avrupa için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Onur Öymen: Yalnız Kıbrıs meselesinde değil, diğer bütün konularda sorunun çözümlenebilmesi için iki tarafın da çaba sarf etmesi gerekmektedir. Eğer birileri sizi tek taraflı tavizlere zorluyorsa bunun anlamı “Karşı tarafın görüşlerini kabul edin ve sorunu çözün” demektir. Bir ihtilafta iki taraf vardır. Bu taraflar birbirleriyle müzakere ederler ve belli konularda karşılıklı adımlar atarak ortak bir noktada buluşurlar. Ama Kıbrıs konusunda baştan itibaren Türkiye’den taviz vermesi bekleniyor. Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler belgelerine bakarsanız, esas itibariyle Türkiye’den bir adım atmasının beklendiğini göreceksiniz.
Rumlar Annan Planını reddetti, Türk tarafı ise kabul etti. Peki, bunun sonucunda ne oldu? Reddeden taraf olan Rumlar mükâfatlandırıldı ve Avrupa Birliği üyesi oldular. Bu durum Kıbrıs Devletini kuran Londra ve Zürih Antlaşmalarının açık bir ihlaliydi. Bu anlaşmalar Kıbrıs’ın hiçbir zaman Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadıkları bir milletlerarası kuruluşa üye olamayacağını hükmediyordu. Uluslararası uzmanların bu konudaki raporları elimizde mevcuttur. Ona rağmen Rumlar mükâfatlandırıldı. Annan Planını referandumda kabul eden Türk tarafını ise cezalandırdılar ve Avrupa Birliği’nin kararına rağmen Kıbrıslı Türkler üzerindeki ambargoları kaldırmadılar.
Dolayısıyla Avrupa Birliği’nin Kıbrıs konusunda tarafsız olmasını beklemek mümkün değildir. Hele ki Kıbrıslı Rumların Avrupa Birliği’ne üyeliğinden sonra onlardan adil bir yaklaşım beklemek çok zordur. Çünkü Avrupa Birliği’nin yazılı olmayan kuralları vardır. Bu kurallara göre üye olan bir ülke ile üye olmayan bir ülke arasında bir ihtilaf söz konusu olduğunda oybirliği ya da veto hakkı olmaksızın üye ülkenin fiilen veto hakkı varmış gibi sayılır ve üye ülke desteklenir. Avrupa Birliği tarihinde, üye olan bir ülke ile üye olmayan bir ülke arasındaki bir ihtilafta, üye olmayan ülke ne kadar haklı olursa olsun hiçbir zaman desteklenmemiştir. Bu durumda da farklı bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Türk tarafı bu meseleyi sürekli olarak Birleşmiş Milletler çatısı altında çözmeye çalışmıştır. Birleşmiş Milletlerde Türkiye’nin lehine bir hava yoktur ama Avrupa Birliği gibi, üye ülkeyi sürekli kayıran bir anlayış da yoktur. Çünkü Türkiye, Birleşmiş Milletlere üyedir, hem de Güvenlik Konseyi üyesidir. Bence bu meseleyi Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında tutmakta fayda vardır. Mümkün olduğu kadar makul bir çözüm üzerinde çalışmak lazımdır.
CHP olarak biz, bu olayları yapıcı bir yaklaşımla izliyoruz. Her ne kadar Hükümet bu konuda bizi bilgilendirmese de farklı kaynaklardan aldığımız bilgilerle bu konudaki ümidimizi muhafaza ediyoruz. Almanya, Avusturya ve Fransa gibi Kıbrıs meselesinin çözümünü isteyen ülkeler, Kıbrıs meselesi çözüldüğü takdirde Türkiye’ye yönelik politikalarının değişeceğini belirtmemişlerdir. Kıbrıs’ta yapılacakları söylüyorlar ama bunlar yapıldığı takdirde Türkiye’nin üyeliğinin desteklenmesine yönelik bir politika değişikliğine gidileceğini ortaya koymuyorlar. İngiltere ve Yunanistan gibi Türkiye’nin Kıbrıs konusunun çözümü noktasında çaba sarf etmesini önemseyenler var ama “Türkiye’yi hiçbir zaman Avrupa Birliği’ne almayacağız” diyenlerin içinde “Kıbrıs meselesi çözülürse bu tutumuzu değiştiririz” diyen yoktur.
Sunucu: Bu baskılar sürdüğü takdirde sizce Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri yeniden sorgulamak gerekmiyor mu?
Onur Öymen: İtiraf etmek gerekirse Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde bazı sıkıntılarımız var. Biz CHP olarak, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinin tarihsel bir sürecin doğal bir sonucu olacağını düşünüyoruz. Ayrıca AB üyeliğinin Türkiye’de demokrasi, basın özgürlüğü, kadın erkek eşitliği, insan hakları ve laikliğin daha da kökleşmesi için bir imkân olacağını düşünüyoruz. O nedenle biz Avrupa Birliği üyeliğine taraftarız ama Avrupa’daki son gelişmeler fazla iyimserliğe imkân bırakmıyor. Halka gerçekleri söylemek zorundayız.
Şu anda Avrupa Birliği Başkanlığına seçilen Belçika eski Başbakanının Türkiye konusundaki tutumu çok açıktır. Avrupa Birliği’nin Hıristiyanlık değerleri üzerine kurulduğunu iddia ederek, halkı Müslüman olan bir Türkiye’nin üyeliğinin bu dengeleri değiştireceğini ve bu nedenle Türkiye’nin hiçbir zaman üye olmaması gerektiğini savunuyor. İşte bu görüşteki bir insan, Avrupa Birliği Başkanı oldu. Her zaman kişisel görüşlerinin Başkanlığını etkilemeyeceğini söylerler ama biz şu andaki Başkanın bu görüşte olduğunu biliyoruz.
Avrupa Parlamentosunun yeni yapısına baktığınız zaman bir önceki Parlamentoya kıyasla Türkiye açısından daha sıkıntı verici bir durumla karşı karşıya olduğunu görürsünüz. Bunu Karma Parlamento Komisyonu toplantılarında da gördük. Aynı görüşleri daha önce açıkça belirtmedikleri halde şu anda rahatlıkla “Biz sizi dini nedenlerle istemiyoruz” diyebilmektedirler. Geçen hafta bir Hollandalı Parlamenter bunu açıkça söyledi. Özetle, Türkiye açısından Avrupa Birliği’nde çok olumlu bir tablo yok.
Türkiye Hırvatistan ile aynı tarihte müzakerelere başlamasına rağmen Hırvatistan müzakereleri tamamlama aşamasına geldi. 2010 yılında müzakereleri bitirecek ve en geç 2012 yılında tam üye olacaktır. Sayın Davutoğlu’nun ise en iyimser beklentisi bile 2023 yılıdır. 2023 tarihini bizden başka söyleyen bir ülke yok.
Avrupa Birliği üyeliğimiz konusunda işler bizim istediğimiz gibi gitmemektedir. Bu Hükümetin tavrının, Avrupa Birliği üyeliğini hızlandırıcı ve kolaylaştırıcı bir tavır olmadığını görüyoruz. Bu Hükümet, temel değerleri itibariyle Avrupa Birliği değerler sistemine ters düşmektedir. Türkiye basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, kadın erkek eşitliği, laiklik gibi konularda yasal değişiklikler yapsa da ileri doğru değil, geriye gitmektedir. Türkiye, bütün bu alanlarda bundan 7–8 yıl öncesine nazaran, Avrupa’ya daha yakın değil, daha uzak bir ülke görünümündedir. Bunu Avrupalılar da görmektedir.
Sunucu: Newsweek dergisinde Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na ve Avrupa Birliği dış politikasına yönelik övgüler mevcut. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onur Öymen: Amerika ve Avrupa basınında birtakım yorumlar yayımlanmaktadır. Bir kısmı Hükümeti kuvvetle eleştirmektedir. Geçen günlerde Washington Post’ta çıkan bir makale, AKP İktidarını kuvvetle eleştiriyordu. New York Times’da da İktidarı eleştiren bazı yazılar çıktı. Financial Times ve Le Monde’da da Türkiye hakkında olumsuz sayılabilecek bir takım yazılar yayımlandı.
Şunu görüyoruz ki; bu sıralar Amerika ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’den bazı beklentileri var. Bunlar, Ermenistan sınırının açılması, Kıbrıs meselesinin çözümlenmesi, Kürt açılımı ve Patrikhanenin taleplerinin yerine getirilmesi gibi beklentilerdir. Amerika ve Avrupa, bütün bu konularda AKP’nin bu talepleri karşılayabileceği izlenimi içerisindeler. Sayın Davutoğlu’nun bazı konuşmaları onlarda bu umudu yaratıyor. Türkiye yapılan baskıları kabul edecekmiş gibi bir beklenti içerisindeler. O nedenle Türkiye’yi kendilerinden uzaklaştırmak istemiyorlar. Türkiye’nin İran, İsrail ve Sudan konularındaki tutumundan rahatsızlık duyduklarını ise artık saklamamaktadırlar.
Başbakan bir yandan Azerbaycan Meclisinde Karabağ meselesi çözülmeden sınırı açmayacağına dair bir konuşma yapıyor, diğer yandan da Karabağ sorununa hiçbir atıfta bulunmayan bir protokol imzalıyor. Amerikalılar da protokolün Nisan ayına kadar onaylanmaması halinde Türkiye açısından bazı sıkıntıların doğabileceğini söylüyorlar. Soykırım yasasının Amerikan Kongresi’nden geçmesi buna bir örnektir. Başbakan Bakü’deki taahhütleri doğrultusunda mı hareket edecektir, yoksa şu ya bu bahanenin arkasına saklanıp protokollerin Meclisten onaylanmasını mı isteyecektir? Bunu göreceğiz.
Sunucu: Sizce AKP Hükümeti protokollerin onaylanması sırasında ortaya çıkabilecek tepkileri göğüsleyebilir mi?
Onur Öymen: Bütün mesele bu noktadır. Hükümet bu konuda iki cami arasında kalmıştır. Bir yanda Amerika ve Avrupa’nın bu konudaki beklentileri var, diğer yanda ise Azerbaycan’a verilen sözler ve Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin bozulması tehlikesi bulunmaktadır. Dışişleri Bakanı sıfır sorun politikası yürüttüklerinden bahsediyor ama kaş yaparken göz çıkardıklarının farkında değiller. Dolayısıyla, burada bir ülkeyle ilişkileri iyileştirirken diğer ülkelerle ilişkileri bozmamak konusunda ince bir sınır vardır. Bu Hükümetin en büyük zaafı da budur. Sıfır ihtilaf politikasının sıfıra sıfır elde var sıfır politikasına dönüşme ihtimali vardır.
Sunucu: Son dönemde Türk dış politikasında bir eksen kayması gündeme geldi. Davutoğlu, çok boyutlu dış politika izlendiğinden bahsediyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onur Öymen: Türkiye baştan beri çok boyutlu dış politika izlemektedir. Türkiye hiçbir zaman diğer ülkelere kapılarını kapamış bir ülke değildir. Ortadoğu ve İslam ülkeleriyle arasını her zaman sıcak tutmaya çalışmıştır. Türkiye, İslam Konferansı Örgütü’ne AKP zamanında girmemiştir. İslam Konferansı Örgütü’nün Ekonomik ve Sosyal İşbirliği Konseyinin sürekli başkanlığını AKP zamanında kazanmamıştır. İran – Irak Savaşında her iki ülkenin de menfaatlerini koruyarak, belki dünya tarihinde örneği olmayan bir başarıyı Türkiye bu Hükümet zamanında sağlamamıştır. Bu hükümet zamanında Kuzey Irak’taki yerel yöneticileri PKK ile savaş konusunda ikna edemedik ama bu Hükümetten önceki hükümetler bunu başarmıştı.
Ortadoğu ülkeleri ile olan ilişkilerin AKP İktidarı zamanında geliştiği, doğru değildir. Bu ilişkiler iyileştirilirken eksen kayması olmamasına özen gösterilmelidir. Vize muafiyet anlaşmaları yaparak bir tarafla ilişkileri iyileştirirken, başka tarafla ilişkilerde geriye giderseniz bu durum kötüdür. Avrupa Birliği ile müzakerelere başlayan her ülke, Türkiye hariç, Avrupa ülkelerine vizesiz seyahat hakkı elde etti. Siz başka ülkelerle vize muafiyet anlaşması yapabiliyorsunuz ama tek bir Avrupa ülkesiyle bu anlaşmaları yapamıyorsunuz. Türk vatandaşları vize başvurusu için yaz kış demeden hala konsoloslukların ve büyükelçiliklerin önünde saatlerce beklemek zorundalar ve bazı kırıcı muamelelere maruz kalmaktadırlar.
Bir bölgede sağlanan ilerleme, başka bölgelerde de sağlanmalıdır. Aksi takdirde bu durum, siz istemeseniz de eksen kaymasına yol açar. Bu durumda Avrupa ülkelerinin de payı vardır. Avrupa sürekli olarak sizi eleştiriyor ve tehdit ediyor. Diğer tarafta ise Ortadoğu ülkeleri kollarını açıp sizi karşılıyorsa bunun sonucunda Türkiye’nin dış politika ekseni kayar. Hükümet “Eksen kaymaz” derse bile kayar. Şu an Türkiye’nin, İran’ın nükleer politikası konusundaki fiili tavrı, yıllardan beri NATO’da izlediği politikadan farklıdır. Aynı şekilde İsrail politikası da kırk yıldır izlediğimiz politikadan farklıdır. Hamas konusundaki politikası, şimdiye kadar izlenen politikadan tamamen sapmıştır. Üç yüz bin kişinin katledildiği Darfur katliamından sorumlu Sudan Devlet Başkanı El Beşir konusundaki tavrı, bütün medeni ülkelerden farklıdır. Bu kadar farklılık içerisinde Türkiye’nin dış politika ekseninin kaymadığını söylerseniz kimseyi bu söze inandıramazsanız. Zaten yabancı basındaki eleştiriler de bu yöndedir. “Neden daha kuvvetli eleştirmiyorlar?” diye soranlar olursa cevabı; bu ülkelerin Türkiye’den hala büyük bir beklenti içerisinde olmalarıdır.
Sunucu: Avrupa Birliği raportörü bir raporunda Ergenekon operasyonlarına destek veriyor, yargı ve diğer konularda ise Türkiye’ye yönelik eleştirilerde bulunuyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Onur Öymen: Hükümet bağımsız kurumların eleştirilerini doğal karşılamalıdır. Bağımsız kurumlar ve yargı, Hükümeti denetlemelidir. Demokrasiler böyle işlemektedir. Ama Hükümet içinde demokrasi yoksa, demokrasiyi bir durakta binilecek, diğer durakta inilecek bir tramvay olarak görürseniz gayet tabii demokratik bir rejimi yaşatamazsınız. Sizin gönlünüzde demokrasi yoksa, bu ülkeyi herkese hakaret ederek idare etmeye kalkarsanız başarılı olamazsınız. İlk seçimde halk sizi gönderir ama bu ülkenin demokrasisi o süreçte çökmüş olur.
Hiçbir hükümet görevi bırakmak istemez. Her hükümet daha fazla iktidarda kalmak ister ama iktidarda kalmak için sistemi tahrip etmez. Hükümetin yaptığı sistemi tahrip etmektir ve bunu, her kesimi sindirecek şekilde gerçekleştirmektedir. Bir Başbakanın işi, bir gazetecinin haftada kaç gün yazı yazdığı ile ilgilenmek midir? Başbakan kendi aleyhinde yazı yazanları, tahrikçi ve vatan düşmanı olmakla itham ediyor. Bunlar söylenecek sözler midir? Hangi ülkede, bu lafları kim kime söylemektedir? Bize söyledikleri lafları ise biz artık ciddiye almıyoruz. Çünkü ciddiye alırsak gerçekten kendisi hakkındaki fikirlerimiz iyice değişir. Eğer bir insan Muhalefete bu kadar ölçüsüzce saldırabiliyorsa, burada aksayan bir şey var demektir. Aksayan şey nerededir bilemem ama demokrasilerde aksama olmaz.
İnsaflı olmak için şunu da söyleyeyim ki, ben şahsen yedi senedir AKP’li milletvekilleriyle Komisyonda çalışıyorum ama bugüne kadar onlardan nezaketsiz sayılabilecek tek bir cümle işitmedim. Bazıları çıkıp Başbakanın ağzından kürsüde bağırıyor ama medeni milletvekilleri de az değildir. Dolayısıyla, bu sözler biraz da Başbakanın yaklaşımını yansıtmaktadır. Dikkat ederseniz, Başbakan gibi haşin sözler söyleyen başka bir insan çıkmıyor. En sert konuşan İktidar mensupları bile Başbakanın üslubunu kullanmıyorlar. Bu ne anlama geliyor? Bu bir İktidar üslubu mudur, yoksa bir Başbakan üslubu mudur? Başbakanın zaman zaman aynaya bakması gerekiyor. Bilhassa Muhalefete ve başka kuruluşlara hakaret ettiği zaman, arada bir aynaya bakmasını tavsiye ediyoruz. Son olarak şunu da söyleyeyim ki, bize yönelik sarf ettiği hakaretvari sözlerini kendisine misliyle iade ediyoruz.
Sunucu: Sayın Öymen, değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ediyoruz.
Onur Öymen: Ben teşekkür ederim.
Bu belge Görsel Basın arşivinde bulunmaktadır.