Son Eklenenler:
- Kıbrıs’ta beklenmedik gelişmeler – Onur Öymen – Cumhuriyet Gazetesi – 18 Nisan 2025
- (Türkçe) SPUTNİK AJANSININ ADANA MUTABAKATIYLA İLGİLİ SORULARINA KARŞILIK VERDİĞİM MÜLAKAT 27 OCAK 2019
- (Türkçe) ODA TV’DEN NURZAN AMURAN’A VERİLEN MÜLAKAT 27 EKİM 2019
- (Türkçe) 3 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 99. yıldönümü Hakkında 25 NİSAN 2019
- (Türkçe) CUMHURİYETTE “ ABD’NİN AMACI DEVLETÇİKLER OLUŞTURMAK” ADLI MÜLAKAT 24 AĞUSTOS 2019
- (Türkçe) GAZETE DURUM’DAN BAHADIR SELİM DİLEK İLE MÜLAKAT “VETO HAKKINI SONUNA KADAR KULLANMALIYIZ 23 MAYIS 2022
- (Türkçe) Cumhuriyet gazetesi Tuncay Mollaveisoğlu imzasıyla ve “Türkiye Geri Adım Atamaz” başlığıyla yayınlanan mülakat 22 TEMMUZ 2019
- (Türkçe) ABD BAŞKANI TRUMP’IN AMERİKA’NIN 1987 TARİHLİ ORTA MENZİLLİ NÜKLEER SİLAHLAR ANTLAŞMASINI (INF) ASKIYA ALMA KARARIYLA İLGİLİ OLARAK SPUTNİK HABER AJANSINA VE BAŞKA YAYIN ORGANLARINA VERİLEN DEMEÇ 22 ŞUBAT 2019
- (Türkçe) Türkiye’deki Demokrasi, İnsan Hakları, Basın Özgürlüğü ve Düşünce Özgürlüğü Alanlarındaki Eleştiriler Hakkında 21 KASIM 2019
- (Türkçe) Erdoğan ve ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence görüşmesi ardından 18 EKİM 2019

Onur Öymen – Muğla Barosu – Ermeni Sorunu 9 Ocak 2014
Sayın Başkan, Değerli Konuklar,
Ermeni soykırımı iddiaları bir ulusun tarihinin Birinci Dünya Savaşında propaganda amacıyla üretilen belgelere dayanılarak karalanmak istenmesi sonucu gündeme gelmiştir. Elbette savaş koşullarında cereyan eden olaylar hem Türklere hem de Ermenilere ıstırap vermiştir. Ancak bu olaylar daha sonra ülkemiz aleyhinde hasmane duygular besleyen bazı çevrelerce yıllar boyu süren Türkiye aleyhtarı propagandalara malzeme yapılmıştır.
Birinci Dünya Savaşının başlarında İngiltere’nin Almanya ve onun müttefikleriyle savaşırken Amerika’yı kendi yanında savaşa çekmek için yoğun bir çaba gösterdiği biliniyor. İngiltere bu amaçla, örneği az görülen bir propaganda faaliyeti başlattı. Wellington House denilen Savaş Propaganda Bürosunda İngiltere’nin savaşta düşmanı olan Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu aleyhinde çok sayıda kitap ve broşür yayınlatıldı. İngiltere’nin en ünlü yazarlarına yazdırılan bu kitapların amacı Türkleri ve Almanları gaddar ve insafsız milletler olarak Amerikan kamuoyuna tanıtmak ve buna karşı oluşturulacak toplumsal tepkilerden yararlanarak Amerikan Hükümetini savaşa girmeye ikna etmekti. O yıllarda Amerikan kıtası dışında askeri faaliyetlere katılmak istemeyen Amerikan Hükümetini ikna etmek kolay değildi. O nedenle bu kitaplar ve diğer propaganda yöntemleriyle halkta infial yaratmak gerekiyordu.
Almanya aleyhindeki yayınlarda Almanları gaddar bir millet olarak gösteren düzmece ifadeler anlatılıyordu. Örneğin Almanya aleyhinde yayınlanan Mavi Kitapta ve diğer broşürlerde yazıldığına göre Birinci Dünya Savaşında Belçika’ya giren Alman askerleri karşılaştıkları bütün bebeklerin ellerini kesmişlerdi. Bütün papazları kiliselerinin çan kulesine asmışlardı. Bu iddialar doğru değildi ve savaştan sonra bunların savaş yalanı olduğu anlaşıldı.
Vicompte Bryce ve Arnold Toynbee tarafından kaleme alınan Türkiye aleyhindeki Mavi Kitap’ta ise kaynağı açıkça belirtilmeden Ermeni soykırımı iddiaları yer alıyordu. Bu iddialar sözde görgü şahitlerine dayandırılıyordu ama bu şahitlerin kim oldukları belli değildi. Bu daha sonraki yıllarda anlaşıldı ve kitaptaki iddiaların kaynağının ya militan Ermeni örgüt mensupları veya o dönemde Anadolu’da Hıristiyanları korumak ve kollamak için görev yapan çoğu Amerikalı misyonerler olduğu ortaya çıktı. Tarafsız olmayan kimseler tarafından yazılan bu raporların bilimsel değeri yoktu.
Savaştan sonra Wellington House kapatıldı, bütün belgeleri imha edildi. Geriye sadece nesiller boyunca Türkleri vahşi ve gaddar bir millet gibi gösteren kitaplar kaldı. İşte Ermeni militanlar yıllar boyunca bu kitapları okuyup Türk düşmanı oldular, diğer milletlere de Türkler aleyhinde düşmanlık duyguları aşılamaya çalıştılar.
Birinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda Wellington House tarafından Almanya aleyhinde yazdırılan Mavi Kitabın bir propaganda belgesi olduğu bizzat İngiltere Dışişleri Bakanı Chamberlain tarafından Avam Kamarasında açıklandı ama aynı dönemde aynı büro tarafından Türkiye aleyhinde üretilen Mavi Kitabın da bir propaganda belgesi olduğu bugüne kadar açıklanmadı. Bu yılın Nisan ayında iktidar ve muhalefet partilerinin birlikte başlattıkları girişimin amaçlarından biri bu hatayı düzeltmekti.
Tarihi sadece propaganda belgelerinden veya o devirde Hıristiyanları desteklemek amacıyla Anadolu’da bulunan misyonerlerin çoğu zaman tek taraflı raporlarından öğrenerek değerlendirmek çok yanıltıcı sonuçlar verir. Kısa bir süre önce Ankara ve İstanbul’da çok ilgi çekici konferanslar veren Profesör McCarthy, misyonerlerin bazı tek yanlı raporlarından örnekler verdi ve sadece onların şahadetine dayanılarak tarafsız bir bilimsel inceleme yapılamayacağını söyledi.
Bu tartışmaları ve incelemeleri en iyi bir biçimde yapacak olanlar tarafsız tarihçiler ve bilim adamlarıdır. Ancak tarihçilerin özgürce araştırma yapmaları engellenirse bilimin ışığına da kavuşamayız. Amerika’daki Ermeni militanların bu konuda tarafsız araştırmalar yapan ünlü bir profesörün evini bombaladıklarını biliyoruz. Başka bir profesörün Üniversitedeki kürsüsünü elinden almaya çalışmışlardır. Bu şartlar altında nasıl araştırma yapılacaktır? Üstelik Ermenistan Dışişleri Bakanı kısa bir süre önce yaptığı açıklamada bilimsel araştırmalara ihtiyaç duymadıklarını, dünyadaki birçok ülkenin Ermeni soykırımı iddialarını zaten kabul ettiklerini söyledi. Böyle bir anlayışa sahip olanların tarafsız araştırmaları teşvik etmeleri beklenebilir mi? İşin zorluğu buradadır.
Ermeni iddialarının başında Ermenilerin Osmanlı idaresinde daima büyük bir baskı altında yaşadıkları iddiası gelmektedir. Acaba gerçek böyle midir? Size 19. yüzyıl ortalarında Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde görev yapan yabancı diplomatların raporlarından bir kaç alıntı okumak istiyorum. Bakınız İzmir’de görev yapan İngiliz Konsolosu Charles Blunt, 28 Temmuz 1860 tarihli raporunda neler diyor: “Yetersiz yönetim sistemine ve aşar vergisi toplanmasındaki yolsuzluklara karşın, vilayetin genel durumu günden güne iyiye gitmektedir. Ancak bu iyileşme genellikle Hıristiyanların yararına oluyor. Hıristiyanlar – tabirim hoş görülsün – Türklerin varını yoğunu satın alıyorlar. Elden çıkarılan Türk topraklarının alıcıları her zaman ya Ermenilerdir ya da Rumlar. Şunu kesinkes söyleyebilirim ki, Hıristiyanlar Türklerden çok daha iyi durumdadırlar.”
Trabzon’daki İngiliz Konsolosu Palgrave’in Lord Stanley’e göndermiş olduğu 30 Ocak 1868 tarihli raporunda da şunlar yazıyor: “Müslüman bir suç mu işlemiş? Hemen ve sert bir biçimde cezaya çarptırılır. Aynı suçu işleyen Hıristiyan ise şöyle böyle cezalandırılır ya da büsbütün bağışlanır. Çünkü işin içinde bir Hıristiyan olunca yabancı konsoloslar ve temsilciler ona kanat gererler ve adaletin eli kolu bağlanır. Anadolu’nun ta göbeğinde, Hıristiyanlar, debdebeli evleri, şık giysileri, takıp takıştırdıkları gösterişli süsleri ve mücevherleri ile servet ve refah düzeylerini apaçık sergiliyorlar. Onların bu durumu, uzaklarda çok konuşulan sözde baskı iddialarıyla hiç bağdaşmıyor.”
Türkiye aleyhindeki iddiaların yanı sıra Ermenilerin Türklere yaptıkları zulmü yansıtan belgeler de az değildir. Eğer tarafsız bir araştırma yapılacaksa bunlar da ortaya çıkartılmalıdır. Geçmişte bazı Ermeni Devlet adamlarının yaptıkları açıklamalar da dikkatten kaçırılmamalıdır. Örneğin Ermenistan’ın ilk Başbakanı Hovhannes Katchaznouni 1923 yılının Nisan ayında Bükreş’te Ermeni Devrimci Federasyonunun düzenlediği bir kongrede şunları söylemişti: “…Savaşta ilerleyen Türk ordusu sadece düzenli birliklerle savaşmıştır. Savaşı sivil bölgelere asla taşımamıştır. Türk subayları son derecede disiplinlidir ve herhangi bir katliama izin vermemişlerdir.” Bu konuşmanın metni 1955 yılında New York’taki Ermeni Enformasyon Servisi tarafından yayınlanmıştır. Ama bugün bu yayını birçok kütüphanede bulmak mümkün değildir. Bu yayın bazı kütüphanelerin kataloglarında var ama çoğu yerde kitap raflarında yok. Çünkü onun sözleri Ermeni militanlarının ve onları destekleyenleri Türkiye aleyhindeki tezlerini çürütmektedir.
Bazı tarihi gerçekleri gün ışığına çıkarttığımız takdirde, inanıyoruz ki, Türkleri suçlu sandalyesine oturtmak isteyenler mahçup olacaklardır. Örneğin, 13 Şubat 1919 tarihinede tehcirin nedenlerini saptamak üzere kurulacak soruşturma komisyonlarına tarafsız hukukçuların katılımının sağlanması için Osmanlı Hükümetinin İsveç, Hollanda, İspanya ve Danimarka hükümetlerine bir nota gönderdiğini, ancak bu ülkelerin o komisyona hukukçu göndermeyi reddettiklerini biliyor musunuz? Soykırım suçu işleyen bir devlet bunun saptanması için başka ülkelerden hukukçu ister mi?
Başka bir bilgi vereyim: Bogos Nubar Paşa, Mart 1919’da Matin gazetesine verdiği mülakatta bakınız ne diyor: “Ermeniler bu savaşta İtilaf Devletleri ile işbirliği yaptıkları için bağımsızlığa hak kazanmışlardır. Şimdi bizim talebimiz altı Osmanlı vilayeti ile Kilikya’dan ve Rusya’daki kardeşlerimizden oluşan bağımsız bir hükümet oluşturmaktır.” İşte bu beyan bile tek başına gösteriyor ki, tehcir kararı keyfi bir karar değil. Savaşta Ermenilerin kiminle işbirlikleri yaptıklarını ve karşılığında ne bekledikleriini kendileri söylüyorlar.
Buna benzer pek çok belge var. Şimdi bu belgeler ortadayken ve Osmanlı Devletinin Ermenileri topyekun katletmek için bir talimat verdiği yolundaki iddialardan hiçbiri kanıtlamamışken biz bugün savaş propagandalarına dayalı belgelere dayanarak babalarımızın, dedelerimizin sözde Ermeni soykırımının sorumluları olduğunu kabul edebilir miyiz?
Hatırlamamız gerekir ki, Birinci Dünya Savaşının son yıllarında İstanbul’u işgal altında tutan İngilizler Türklerin soykırım yaptıklarını kanıtlayacak hiçbir belge bulamamışlar ve Malta’ya sürdükleri Türk siyasetçilerinin yargılanması sırasında da İngiliz savcılar soykırım iddialarını doğrulayacak kanıt bulamadıkları için bütün Türk siyaset adamlarını serbest bırakmak zorunda kalmışlardı. İngiliz Devlet Bakanı Barones Ramsey of Cartvale 14 Nisan 1999 tarihinde İngiltere Hükümeti adına Avam Kamarasında yaptığı açıklamada “…Osmanlı İdaresinin Ermenilerin yok edilmesini kararını kanıtlayacak bir belgenin yokluğu nedeniyle İngiliz Hükümetleri 1915 ve 1916’daki olayları soykırım olarak tanımamaktadır…Bizce 80 yıl önce cereyan etmiş olayların bugünkü hükümetler tarafından değerlendirilmesi uygun değildir. Zira bu olaylar hukuki ve tarihi tartışmalardır.” demiştir.
İngiltere Bayındırlık ve Çevre Bakanı Beverly Hughes da 24 Ocak 2001 tarihinde İstanbul’da Türk gazetecilere verdiği beyanatta şunları söylemişti: “Bir süre önce İngiltere Hükümeti Ermeni konusunda sunulmuş olan delilleri gözden geçirdi. 1915 ve 1916’da meydana gelmiş olan olayların belgelerini inceledi, bu olayların BM tarafından tanımlanmış olan soykırım tanımlamasına uymadığına karar verdi. Bunlar İngiliz hükümetinin tutumudur ve değişmeyecektir.”
Bu soykırım iddialarını kanıtlayacak hiçbir belge yokken, ne yazık ki, Türkiye’yi işgal eden yabancıların baskısıyla İstanbul’da bir savaş mahkemesi oluşturulmuştu. Savaşta yenilen Osmanlı İmparatorluğu yabancıların her talebini yerine getirmek zorunda kalmıştı. Örneğin bu mahkemede İngilizler tarafından istenilen kişilerin yakalanıp yargılanması taahhüd edilmişti. 30 Ocak 1919 tarihli Osmanlı arşivlerinden edindiğimiz bilgiye göre Nemrut Mustafa divanı tarafından yargılanan kimselerin isimleri bir liste olarak İngilizler tarafından verilmişti. Bu mahkemede birçok devlet görevlisi hukuki değil, siyasi bir yargılamanın sonucunda idam cezasına çarptırıldı, bazılarına da hapis cezası verildi. İdam edilenler arasında Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey ve Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey gibi devlete şerefle hizmet etmiş yüksek memurlar da vardı. Bunların suçsuzluğu daha sonra anlaşıldı. Devlet onların çocuklarının eğitimini üstlendi. Şimdi bize düşen görevlerden biri de, o mahkemede suçsuz olduğu halde mahkum edilenlerin itibarını iade etmektir.
Nemrut Mustafa divanı 67 kişiyi İngilizlere teslim etti. Bunlar Malta’ya sürgün edildiler. Malta sürgünlerinin sayısı 1920 yılında 140’a kadar yükseldi. Malta’da bunlar yargılandılar ama aleyhlerinde hiçbir kanıt bulunmadı. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck, Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği raporda özetle “Tutukluları mahkeme önünde itham edecek hukuki delillerimiz yoktur. Ancak siyasi şartlar onların geri gönderilmesini de uygun kılmamaktadır.” diyordu. Ancak Churchill suçsuz yere tutuklu bulunan bu Türklerin uygun olan en kısa zamanda serbest bırakılmalarını istedi. Bunların tümü 25 Ekim 1921 tarihinde serbest bırakıldı. Malta duruşmaları Türkler aleyhindeki soykırım iddialarını geçersiz kılan en önemli delillerden biridir.
Bütün bu gelişmeler ortadayken yurt dışındaki radikal Ermeni gruplar daha o tarihlerde Türkiye aleyhinde yoğun faaliyet gösteriyorlardı. Bu propagandalar bazı Amerikan gazetelerini bile tepkiye sevketmişti. Bakınız 2 Ocak 1920 tarihli New York Herald gazetesi ne diyor: “Türkiye’deki Ermenileri bugün yeni bir tehlike tehdid ediyor. Bu tehlike Amerika’da yaşayan Ermenilerden geliyor. Ermeniler tarafından icra edilen propagandalar Amerikan kamuoyu üzerinde çok kötü bir tesir yapıyor. Amerika’yı Kafkasya’da askeri bir serüvene sürüklemeye çalışanlara gazetemiz muhalefet etmektedir. Doğu Anadoludaki vaziyete tamamen vakıf olan hiçbir Amerikalı Ermeni taleplerini onaylayıp buna yardım etmez.”
Amerikan basını işte bu gerçekleri ortaya koyuyor. O dönemde Atatürk Ermeni iddialarını nasıl değerlendiriyordu. Maalesef Atatürk’e atfen bugün bazı asılsız beyanlardan söz ediliyor. Oysa Atatürk 1 Mart 1920 tarihinde İstanbul’da bulunan İtilaf Devletleri temsilcilerine ve Amerika Yüksek Komiseri Amiral Bristol’a gönderdiği mektupta şunları söylüyordu:
“ Bu uydurma Ermeni kırımı meselesi ve tüm dünyayı aldatmak için yaratılan bu kin ve hırs ürünü propagandaların niteliği hakkında uygarlık ve insanlık dünyasının bir kere daha aydınlatılması ve bu suretle haksızlığa uğramış Türk ulusunun iğrenç ve alçakça bir suçlamadan arındırılması için İtilaf Devletleriyle Amerika Hükümetinin adaletseverlik duygularına müracaat ediyoruz.”
Değerli arkadaşlar,
Açıkça anlaşılıyor ki, mesele sadece tarihte cereyan etmiş bir olayın gerçek yüzünü araştırmak değildir. Öyle olsaydı, bugün Ermeni konusunda Türkiye’ye baskı yapmaya çalışanların arşivlerini açmadığı için Ermenistan’ı eleştirmeleri gerekmez miydi? Siz hiç Ermenistan’ı bu konuda eleştiren bir açıklama duydunuz mu? Arşivleri açmadan, ilgili bütün devletlerin ellerindeki belgeleri tarihçilerin, araştırmacıların incelemesine sunmadan bir yargıya varmak mümkün müdür?
Türkiye aleyhindeki çevreler ülkemizin bir eksikliğini arama gayreti içinde Genelkurmay arşivlerinin açılmadığını, askeri makamlarımızın ellerindeki belgelere ulaşamadıklarını iddia ediyorlar. İşte bu iddialar da gerçek dışıdır. Genelkurmay Başkanlığının bir süreden beri arşivlerini tasnif etmek çalışması içinde olduğunu biliyoruz. İşte bu çalışmalar sonucunda Genelkurmay başkanlığı bu arşivlerde yer alan belgelerin bir bölümünü iki cilt halinde bugün yayınladı. Bunu başka ciltlerin de izleyeceğini öğrendik. Böylelikle Türkiye’ye yönelik haksız bir iddia da çürütülmüş bulunmaktadır.
Ermeni konusunda Türkiye’yi en çok eleştiren ülkelerden biri olan Fransa da sömürgecilik dönminde Cezayir’de, Çin Hindinde ve Madagaskar’da yaptığı zulümler ve katliam nedeniyle suçlanıyor. Bakınız bu suçlamalara nasıl cevap veriyorlar. Eski Fransız Başbakanlarından Lionel Jospin, 26 Kasım 2000 tarihinde bir soruya karşılık basına şunları söylüyor: “Cezayir’de Fransa işkence yapmadı. Fransız ordusuna da böyle bir emir verilmedi. Bazı yüksek rütbeli subaylar böyle zulümler yaptılarsa bile Fransa bu olaylardan sorumlu değildir. Bu konuyu tarihçilere bırakalım.” İşte yabancı ülkeler kendilerine yönelik suçlamaları böyle cevaplandırıyorlar.
Başka sorularımız da var: Acaba Ermeni Asala terör örgütü mensuplarının 1975 yılı başlarından itibaren Türk diplomatlara karşı saldırıya geçmelerinin, çok sayıda diplomatımızı öldürmelerinin sebebi neydi? Bu terörist saldırıların Türkiye’nin Kıbrıs harekatından hemen sonra başlaması bir tesadüf müydü? Bununla beraber bu terör olaylarını işleyen pek çok teröristin yakalanamaması, yakalananların çok azının yargılanıp hapis cezası alması ve bunların büyük bir kısmının da kısa süre sonra affedilerek serbest bırakılması da dikkatimizden kaçmamıştır. Bu konuları bütün boyutlarıyla araştırıp gün yüzüne çıkartmak terör saldırıları sonucunda hayatlarını kaybeden değerli diplomatlara karşı bir şeref borcumuzdur.
Asala saldırılarının bitmesinden hemen sonra PKK terör eylemlerinin başlaması bir tesadüf müydü? Ermeni militanlarla Kıbrıs Rum terör örgütleri ve PKK arasındaki ilişkilerin gerçek yüzü neydi? Ermeniler niçin o zamanki Kıbrıs Rum Lideri Kipriyanu’ya nişan vermişlerdi? Kıbrıs Rumlarının Ermenistan’la imzaladığı güvenlik anlaşmasının içeriği neydi? Kofi Annan Planının kamuoyuna duyurulan kısa özetinin dışında kalan bölümünde bu anlaşmanın başlığı var ama metni yok.
Bu ve benzeri sorulara cevap bulamazsak Ermeni meselesinin kimler tarafından nasıl ve hangi amaçla istismar edildiğini anlayamayız. Meseleyi tarihçilere bırakmak ve onların bulgularının ışığında tarihle hesaplaşmak doğru bir yaklaşımdır.
Ermeni meselesi ile ilgilenenlerin büyük bir bölümünün 1990’lı yıllarda yaşanan Ermeni-Azeri çatışmalarından hemen hemen hiç söz etmemeleri de dikkat çekiyor. Bu çatışmalar sırasında sadece Hocalı köyünde binlerce Azeri öldürülmüştür. Ermeni saldırıları sonucunda 1 milyondan fazla Azeri evlerini terk etmek zorunda kalmıştır ve bugün Azerbaycan topraklarının % 20’si Ermenistan işgali altındadır. Bizim amacımız başkalarının yaptığı hataları, işledikleri suçları ön plana çıkararak Türkiye’ye yönelik suçlamaların göz ardı edilmesini sağlamak değildir. Ancak Türkiye’nin sürekli bir biçimde kendini savunmak zorunda bırakılan bir ülke konumuna getirilmesini de kabul etmiyoruz. Bu, Türkiye’nin çıkarlarına ve itibarına zarar vermektedir. Türkiye’yi sürekli olarak sanık sandalyesine oturmak isteyenlerin oyununa gelmemek lazımdır. Şurası da unutulmamalıdır ki, Türkiye’yi sürekli olarak suçlayanların geçmişi her zaman iftihar edilecek olaylarla dolu değildir. Tarihte cereyan eden olaylar o günün koşulları içinde değerlendirilmeli, gerektiğinde tarihle hesaplaşılmalı, tarihten ders alınmalı ama tarihte cereyan eden şu veya bu olaya bakarak bugünkü siyasi gelişmelere yön vermekten kaçınılmalıdır. Türkiye özellikle cumhuriyet döneminde dış politikasını yönlendirirken kendisine kin ve nefreti rehber almamıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’daki Türk halkına en büyük zulmü yapanlara bile dostluk elini uzatmıştır.
Türklerle Ermenileri dostluk ve barış içinde yaşamalarını en çok biz isteriz. Ülkemizde bin yıldan beri Türklerle birlikte yaşayan Ermenilere karşı biz de kardeşlik duygusu duyarız. Bu topraklarda onlarla birlikte büyüdük. Aynı kaderi paylaştık. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bazı Ermeni çetelerinin masum insanlarımızı katletmelerinden onları sorumlu tutmuyoruz. Ancak Türkiye’ye karşı sürdürülen ve hiçbir hukuki ve bilimsel dayanağı olmayan soykırım iddialarına karşı onların da tavır almasını, seslerini yükseltmesini bekliyoruz. Nitekim, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Orta Doğu Petrolleri konusunda etkili bir rol oynamış olan Gülbenkyan’ın 24 Nisan 1965 tarihinde basında yayınlanmış olan şu sözleri dikkat çekicidir: “Türkiye’deki Ermeni kardeşilerim anavatanlarında sulh, sükun, güvenlik ve refah içinde yaşamaktadırlar. Onların rahatlarını bozmaya kimsenin hakkı yoktur. Eski olayların canlandırılmasını kimse istememektedir. Zaten bu gibi kışkırtmalar içeriden değil, dışarıdan gelmektedir. Hepimiz Türkiye’de doğduk. Anavatan olarak Türkiye’yi bildik.Bugün Türkiye’deki Ermenilerin Türklerden hiçbir farkı yoktur.”
O zamanlar Türklerle Ermeniler arasına nifak sokmaya çalışanların hiçbir etkinliği yoktu. Ama daha sonraki yıllarda bu konu sürekli bir istismar vesilesi yapılmıştır. Bugün Ermeni soykırımı iddiaları konusunda Türkiye’ye yapılmak istenen baskılar, öyle sanıyorum ki, Ermeni asıllı vatandaşlarımızı da rahatsız etmekte, onların da huzurunu bozmaktadır. Bu bakımdan onların da Ermenistan’a çağrıda bulunarak arşivlerin açılmasını istemeleri çok büyük değer taşıyacaktır. Onların da bilim adamlarının bir araya gelmesini talep etmeleri çok yararlı olacaktır. Bu milletin tarihinin savaş propaganda belgeleriyle karalanmasına engel olmak bu topraklarda yaşayan herkesin ortak görevidir. Biz tarihle hesaplaşmaktan kaçınmayacağız, ama tarihimizin bazı yabancı siyasi çevrelerce başka siyasi amaçlarla istismar edilmesine de birlikte karşı koyacağız. Ortak hedefimiz bu olmalıdır.
Bu düşüncelerle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Bu belge Belgeler arşivinde bulunmaktadır.