Onur Öymen – Babaeski Belediyesi – Balkan Savaşları 5 Mayıs 2013

Balkan Savaşlarının 100. Yıldönümü tarihi daha iyi anlamamız ve ondan dersler çıkartmamız için bir vesile olabilir. Aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun son 120 yıllık tarihinin içinde Balkan Savaşları sonun başlangıcı sayılabilir. 18. Yüzyıldan başlayan gerileme süreci üzerinde milyonlarca insanın yaşadığı geniş toprakların kaybedilerek Osmanlı İmparatorluğunun giderek küçülen bir devlet haline dönüşmesine yol açmıştı. Balkan Savaşları ve onun hemen sonrasında yaşanan Birinci Dünya Savaşı imparatorluğa son darbeyi vurmuş ve bu geri gidiş ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün olağanüstü dehası ile başarıya götürdüğü Kurtuluş Savaşı ile durdurulabilmiştir. Bu geçen dönem içinde yaşanan savaşlar, sivil halkın maruz kaldığı katliamlar, hastalıklar ve bütün bunlara bağlı nedenlerle Justin McCarty’İin değerlendirmesine göre Yunan bağımsızlık savaşından Kurtuluş Savaşının sonuna kadar Türkiye 5 milyondan fazla insan kaybetmiştir. Yunan savaşı sırasında Türkiye’nin nüfusunun 36 milyondu ve bunun sadece 21 milyonu Müslümanlardan oluşuyordu. Bunların içinde 6 ila 8 milyonu Arap, 1,5  milyonu Arnavut’tu. Türklerin sayısı yaklaşık 11 milyondan ibaretti. İmparatorlukta 6 milyon Slav, 4 milyon Romen, 2,5 milyon Ermeni ve 2 milyon da Yunanlı yaşıyordu. Bir Osmanlı milletinden bahsetmek mümkün değildi. Orada milletler sistemi vardı ve her dinin mensupları ayrı bir millet sayılıyordu. İşte bu milletler Fransız İhtilali’nin getirdiği fikirlerden esinlenerek Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir bağımsızlık mücadelesi başlattılar.  Bu savaşlar ve imparatorluğun başka iç meseleleri ve bu arada kronikleşen fakirlik ve salgın hastalıklar, Osmanlı yönetimine duyulan tepkiler çok sayıda iç çatışmayı, savaşı ve büyük felaketleri getirdi. Tanzimat’ın Müslümanlarla gayrimüslimler arasında eşitlik getirmesi belki yabancıları tatmin etti, imparatorluğun gayrimüslim vatandaşlarına nispi bir rahatlık getirdi ama başta Bosna olmak üzere imparatorlukta yaşayan bazı Müslüman gruplar diğer din mensuplarına karşı üstünlüklerini kaybettikleri için bundan rahatsızlık duydular. Ve onlar da kendi ulusal kimliklerini geliştirmeye çalıştılar. 1876 Osmanlı Sırp  savaşından itibaren çatışmalar, büyük insan kayıplarına yol açtı. Bu arada büyük devletlerin Türkiye’yi parçalama politikaları da imparatorluğa karşı ayaklanan grupları teşvik etti. Örneğin 1876 Osmanlı Sırp savaşında 700 Rus subayı Sırpların yanında yer aldı. Balkanlara yeni bir nizam vermeyi amaçlayan Berlin Kongresi’nde yalnız toprak itilafları ve yerel güç dengeleri değil aynı zamanda büyük bir mülteci problemi ile karşı karşıya bulunduğu anlaşıldı. Bu savaşlar yüz binlerce insanı yerinden yurdundan etmişti. Çeşitli bölgelerden İstanbul’a göç edenlerin sayısı 150 bine ulaşmıştı. Bu sırada ortaya çıkan tifüs salgını ve açlık mültecilerin bir kısmının Edirne’ye geri gönderilmesine yol açmıştır. Büyük devletler Balkan ülkelerinin Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaşmalarından pek rahatsızlık duymuyorlardı ama kendileri orada hak, adalet ve barış uğruna fedakarlıkta bulunmaya hazır değillerdi.  Alman birliğinin kurucusu Bismark 1876 yılının Aralık ayında parlamentoda yaptığı bir konuşmada Balkanların tek bir Pomeranyalı askerin kaval kemiğine değmeyeceğini söylüyordu. Bunun tek amacı Almanya’ya karşı bir ittifakın oluşmasını önlemekti. 1877 Aralık ayında imzalanan Saint Stefano antlaşması Rusya’nın Balkanlara nüfuz etmesine olanak sağladı. Berlin Kongresi’nin sonucunda meselelere kalıcı çözüm bulunamadı ve Türkiye ile Rusya arasında 1877-78 savaşı hemen sonra başladı. Her ülkenin Balkanlarda gözü vardı. Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Bosna Hersek, Sancak ve Yenipazar’ı ele geçirmek istiyordu. Savaşın sonunda yapılan Berlin Antlaşmasında Balkanların haritası yeniden çizildi Makedonya ve Trakya Osmanlılara bırakılmakla birlikte, Sırbistan, Romanya ve Karadağ bağımsızlığına kavuştu. Bu ülkelerin hepsi Osmanlı İmparatorluğundan topraklar elde ettiler. Saint Stefano Antlaşması Bulgaristan’ı küçültmüş, Bulgaristan topraklarını 176.000km’den 96.000 km2’ye düşürmüştü. Evvelce Makedonya’da Slavlar, Yunanlılar, Vlahlar, Türkler ve Arnavutlar aynı köyde uyum içinde yaşarken şimdi hepsi birbirine düşman olmuştu. Silahlı devrimci komiteler oluşturuldu.

Bu arada siyasi cinayetler işleniyordu. 1895 yılında Bulgaristan başbakanı Stanblov, linç edilerek öldürüldü. Bulgar polisi Makedonya’da çok sert önlemler aldı. Yine 1895 yılında Atina’da kurulan Etnik-i Eterya derneği, birçok çatışanın kaynağı oldu. Bu derneğin Yunanistan’ın 56 şehrinde ve ülke dışındaki 83 yunan topluluğu içinde şubeleri vardı. Etnik-i Eterya Yunanistan’da devlet içinde devlet haline gelmişti. Bu derneğin üyelerinin sayısı 2 yıl içinde 3 bine ulaştı. Anı zamanda Girit’te ayaklanmalar düzenlendi ve binlerce Türk katledildi, evlerini hatta adayı terk etmeye zorlandı. Yunanistan oradaki ayaklanmacılara yalnız silah yardımında bulunmakla kalmadı, veliaht prens Konstantin’İn öncülüğünde adaya asker çıkardı. Büyük devletler Osmanlı’ya baskı yaparak devleti bu ayaklanmaları bastırmasını engellemeye çalıştılar ve adaya yerel özerklik, otonomi verilmesini istediler. 1897 yılında Girit’teki ayaklanmalar ve katliamlar o kadar ileri boyuta ulaştı ki Osmanlı İmparatorluğu Yunanistan’a savaş ilan etmek zorunda kaldı. Bu savaşta Osmanlılar büyük bir başarı kazandılar ve Osmanlı askerleri Atina’nın yakınına kadar geldiler ancak büyük devletler yine araya girdi ve Osmanlıların ilerlemesini engelledi. Yunan Kralı George Girit’e asker çıkarmalarını şöyle savunuyordu, “Ne var bunda İngilizler Kıbrıs’ı aldılar, Almanlar Slezwigholstein’ı ele geçirdiler, Avusturya Bosna-Hersek’i alman istiyor. Yunanistan da gayet tabi Girit’i alacaktır.”

Bu arada Balkanlarda savaş hileleri yoluyla büyük cinayetler işleniyordu. 1897 yılının Kasım ayında Türk askeri kılığına bürünen bazı haydutlar Makedonya’dan Bulgaristan’a geçerek buradaki bir Türk Bey’ini katlettiler. Bunun üzerine Türk valinin  emri ile yapılan aramalarda Üsküp bölgesinde binlerce silah ele geçirildi. Artık Makedonya’da sivillere yönelik katliamlar mutat hale gelmişti.

Osmanlı hükümeti en çok Bulgaristan’daki ayaklanmalardan kaygı duyuyordu. Rus Çarı İkinci Nikola ile Avusturya imparatoru Franz Joseph Makedonya konusunda MURSTEG antlaşmasını imzaladılar. Buna göre Makedonya’da Osmanlı jandarmasının yanı sıra büyük devletler tarafından gönderilecek polisler de görev yapacaktı. Osmanlı bu antlaşmayı kabul etmek orunda kaldı. Bu arada 1896 yılında Ermeni teröristler İstanbul’da bombalı saldırılarda bulundurlar. Osmanlılardaki iç sorunlar da bölgede başarılı müdahaleleri engelliyordu. 1807-8 yıllarında Makedonya bölgesindeki Osmanlı birlikleri içerisinde 17 ayaklanma olmuştu. İngiliz Kralı 7. Edvard ile Rus Çarı 2. Nikola’nın görüşmeler ibu ortamda gelişti. Şimdi hedef Avrupa’nın hasta adamı denen Osmanlı’yı paylaşmaktı. Bulgaristan bölgede en büyük silahlı güce sahip olarak topraklarını genişletmek istiyordu. Bütçesinin 1/3’ü savunmaya gidiyordu. Balkan ülkelerinin orduları batılı devletlerin verdiği kredilerle silahlandırılıyor, batılı silah firmaları bu konuda etkin rol oynuyordu. Balkan subayları, Fransız, Alman, Rus ve İngiliz askeri okullarında eğitiliyordu. İşte Balkan Savaşlarının ve o savaşlar sırasında yaşanan, milyonlarca insanı etkileyen felaketleri anlayabilmek için kısaca özetlemeye çalıştığım bu tarihi gerçekleri hatırlamakta fayda var.

Birinci Balkan Savaşı, 8 Ekim 1912’de küçük Karadağ’ın güçlü Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açması ile başladı ve sadece 6 hafta sürdü. İkinci Balkan Savaşı ise Bulgaristan’ın 1913 yılının haziran ayında Sırbistan’a karşı düzenlediği saldırı ile başladı ve yaklaşık 1 ay sürdü. İşte toplam 10 hafta süren bu savaşlar sırasında sivil halk hariç 200 bin asker hayatını kaybetti. Ayrıca on binlerce kişi de kolera tifüs ve dizanteriden öldü. Bu savaşlar 170 bin km2’lik bir alan üzerinde yapıldı. Osmanlılar Trakya’da, Bulgaristan’a karşı 4 ayrı cephede savaşmak zorunda kaldılar ayrıca Makedonya bölgesinde de Bulgarlara, Sırplara ve Yunanlılara karşı çarpıştılar. Kuzey Arnavutluk ve Kosova’da da Sırplara ve Karadağlılara karşı savaş verdiler. Bu savaşlar, büyük bir imparatorluğun küçük devletlere karşı yürüttüğü bir savaş sayılabilir miydi? Pek sayılamazdı. Balkan savaşlarında Osmanlı İmparatorluğunun kuvvetleri 12 bini subay olmak üzere, 336 bin kişiydi. 2318 topu ve 388 makinalı tüfeği vardı.  Trakya bölgesinde Osmanlılara karşı savaşan Bulgar kuvvetleri 346 bin askerden oluşuyordu. Osmanlı ordusunun Bulgaristan ile savaşa tahsis edebildiği kuvvetler ise balkanlardaki toplam 346 binin 115 bin kişilik bölümüydü. Yani Trakya’da çarpışan Bulgar ordusu Osmanlıların 3 misli idi. Makedonya’daki Osmanlı askerleri ise 200 bin kişiden oluşuyordu ve onların karşısında 234 bin Sırp, 48 bin Bulgar ve 115 bin Yunan askeri vardı. Yaklaşık 400 bin asker bulunuyordu. Balkan savaşları başladığında Osmanlının toplam nüfusu 26 milyondu ama bunun sadece 6.1 milyonu imparatorluğun Avrupa topraklarında yaşıyordu ve bunlardan sadece 2.3 milyonu Müslümandı.

İşte balkan savaşları bu koşullarda yapıldı. Bu savaşlar sırasında insani açıdan çok büyük felaketler yaşandı. Müslümanların Slavlara karşı yaptığı eylemler, batı ülkelerinde büyük tepki ve abartılarak halka duyurulurken, Bulgarların Türklere yaptığı mezalim görmezlikten gelindi. Savaş esirlerine ve sivillere karşı yapılan bu insanlık dışı muameleler aslında 20.yüzyılın başında Avrupa’nın karşılaştığı en büyük felaketlerden biriydi. Savaştan sonra katliamları inceleme üzere oluşturulan Karneci Komisyonu’nun hazırladığı raporda Yunanlıların hazırladığı bir poster de yer alıyordu. Bu posterde Bulgar askerlerini bıçaklayan Yunan askerleri gösteriliyor ve altında “Bunlar İnsan Değildir” yazılıyordu. Aynı düşünceyi Sırplar da Arnavutlara, Bulgarlara ve Türklere karşı benimsiyordu. Esir alınana askerlerin çoğu hastalıktan ve açlıktan öldü. Karadağlılar yakaladıkları Osmanlı askerlerinin burunlarını keserek bunu bir zafer işareti olarak gösteriyorlardı. Karneci komisyonundan bir yetkili ile konuşan Karadağ askeri bu bizim geleneğimizdir bunu yapmazsak kahramanlığımızı komutanımıza nasıl ispat edeceğiz, diyordu. Balkan savaşları 20.yüzyılda ilk defa askerlerin sivillere bu çapta katliam yaptıkları savaşlar oldu.

Birinci Balkan Savaşlarında Bulgar ordusundan 14 bin kişi öldürüldü, 50 bin kişi yaralandı, 19 bin kişi de hastalıktan öldü. Bu toplam ordu mevcudunun %21’i anlamına geliyordu. Daha kısa süren ikinci savaşta ölen Bulgar Askerlerinin sayısı 18 bin, yaralananların 60 bin, hastalıktan ölenleri de 15 bindi. Yunan ordusu 5 binden fazla askerini kaybetti 23 bin askeri yaralandı. İkinci Balkan savaşında da Yunanlılar 2.500 asker kaybetti, 19 bin askerleri yaralandı.  Her iki savaşta ölen Sırp askerlerinin sayısı 36.500’dür. 55 bin Sırp asker ide yaralandı. Makedonya’daki tek bir çatışmada 12 bin Sırp askeri ve 17 bin Osmanlı askeri hayatını kaybetti. 45 bin asker esir oldu, 30 bini dağlara kaçtı. Bulgarların Çatalca hattına yönelik saldırıları sırasında Bulgar ordusu 25 bin kişi, Osmanlılar 45 bin kişi kaybettiler.  İşte savaş böyle büyük bir felaketle sonuçlandı.

Savaşın maliyeti de büyük oldu. Sırplar 590 bin franklık bir bedel ödediler, Yunanlılar 467 bin Frank, Karadağlılar 100 bin Frank ödediler. Bulgarlar ise 1 milyon 300 bin frank ile n büyük bedeli ödeyenler oldu. Balkan Savaşlarını Birinci Dünya Savaşı, onu da Kurtuluş Savaşı izledi.

Siyasi açıdan bakılacak olursa, İkinci Balkan savaşının sonunda, Edirne’yi geri almalarına rağmen Osmanlılar, İmroz ve Bozca ada hariç bütün ege adalarını ve Balkanlardaki topraklarının tamamına yakınını kaybetti. Arnavutluk bağımsız oldu, Türkiye’nin bugünkü Trakya topraklarının dışında kalan Osmanlı toprakları da Birinci Dünya Savaşı sonunda kaybedildi. Sevr antlaşması fiilen Osmanlı imparatorluğunu bitme noktasına getirdi. Ama kurtuluş savaşı sonrası imzalanan Lozan Antlaşması Türkler için büyük bir zafer oldu. Zira Birinci Dünya Savaşını kaybeden ülkeler arasında bir tek Türkler bu antlaşma ile taleplerinin tamamına yakınını elde ettiler ve daha da önemlisi egemen, eşit ve tam bağımsız bir devlet olma hakkına kavuştular. Lozan aynı zamanda Balkan savaşından itibaren yaşanan büyük insani dramların sona erdirilmesinde de etkili oldu. Lozan’a eklenen bir protokolle 1 milyon 200 bin Ortodoks Hristiyan Rum Anadolu’dan Yunanistan’a 500 bin Müslüman Türk de Yunanistan’dan Türkiye’ye mübadele edildi.  Sadece İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da oturan Rumlarla Batı Trakya’daki Türler bu mübadelenin dışında kaldılar. Aslında Anadolu’daki Rumlar kurtuluş savaşının kazanılmasından sonra kendiliklerinden Yunanistan’a göç etmeye başlamışlardı. İşte Lozan antlaşması bu meseleye köklü bir çözüm getirdi ve orada kurulan karma komisyon ile yüz binlerce kişi iskan edildi. Lozan sonrasında yer yer bazı insani dramlar da yaşandı. Özellikle Kavala ve Drahma’da yaşayan Türkleri göç ettirmek için Yunanlar büyük baskı uyguladılar ve çok sayıda Türklerin mallarına el koydular.  Neticede 10 haziran 1930 tarihinde imzalanan mübadele antlaşması ile bu meseleler büyük ölçüde halledildi. Gene de özellikle 1955 yılında Kıbrıs’ta Rumların Yunanistan ile birleşmeyi amaçlayan ENOSİS hareketinden sonra Kıbrıs’ta çok sayıda Türkün hayatını ve özgürlüğünü kaybetmesine yol açmaya kalmadı, Türk & Yunan ilişkilerine de darbe vurdu. Bugün hala üzüntü ile hatırladığımız 6-7 Eylül olayları sonrası çok sayıda Rum vatandaşımız Türkiye’yi terk ederek Yunanistan’a yerleşti. Batı Trakya’da da tahsil veya tedavi için Türkiye’ye gelen 60 bin civarında Türk o zamanki Yunan vatandaşlık yasasının 19. Maddesi uygulanarak vatandaşlıktan çıkarıldı. 45 bin civarında Türk de Batı Trakya’nın Bulgaristan sınırına yakın bölgesinde fiilen yasak bölge denilen bir Açıkhava hapishanesinde yaşamak zorunda bırakıldılar.

Balkan savaşlarının 100 yılında hatırda kalan bazı acı olaylar bunlar.

Atatürk’ün cumhuriyetin ilanından sonra Yurtta Sulh Cihanda Sulh ilkesini benimsemesi başta Yunanistan olmak üzere bütün komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurması, Balkan ve Sadabad Paktlarını imzalaması ve eğer ülke savunması için yapılmıyorsa savaş bir cinayettir demesi yaşanan bu acı tecrübelerin etkisiyle oluşturulan barışçıl Türk politikasının işaretleridir. Bütün bu gelişmelerden ders alarak Türkiye 1922 yılından beri 90 yıldır, bölgesinde gerçek anlamda hiçbir savaşa girmeyen tek ülke olmuştur. Başta Suriye olmak üzere komşu ülkelerdeki iç çatışmalardan veya bölgedeki ülkeler arasındaki çatışmalardan uzak durmak bu tecrübelerin ışığında Türk Dış Politikasının vazgeçilmez ilkelerinden biri olmalıdır.


Bu belge Konferanslar, Konuşmalar arşivinde bulunmaktadır.