Onur Öymen – Aydın Üniversitesi – 2 Şubat 2013

Dış politikanın en önemli boyutu ulusal güvenlik boyutudur. Hükümetler, başka konularda ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar vatandaşlarının güvenliğini sağlamakta başarı sağlayamazlarsa dış politikanın başarısından söz edilemez. Bu, Türkiye gibi stratejik açıdan önem taşıyan ülkeler için büsbütün öncelikli bir hedeftir. Bulunduğumuz bölgede yalnız sizin menfaatleriniz değil, başka ülkelerin de menfaatleri söz konusudur. Çoğu zaman bu menfaatler çatışmasından söz edilebilir.

Güvenlik konusunda bazı uluslararası ölçütler var. Bunlardan biri dünya barış endeksidir. Vatandaşların ne ölçüde barış ve güvenlik içinde olduğunu gösteren bir endekstir. Türkiye dünya barış endeksinde 121.sırada gelmektedir. Bu, dünyanın en güçlü ordularından biri olan ülkemiz açısından sevinilecek bir durum değildir. Bölgedeki güvenlik risklerini değerlendirdiğimiz zaman bazı komşularımızda saldırı füzelerinin, bazılarında nükleer silahların bazılarında da kimyasal silahları bulunduğunu görüyoruz. Eğer komşu ülkede saldırı silahı varsa sizin de kendinizi savunacak silah sistemlerine sahip olmanız gerekir.

Son zamanlarda Türkiye’de gündeme gelen Patriotlar konusu bu açıdan önemlidir. Zira bu Patriotlar Suriye’den gelebilecek muhtemel bir füze saldırısını engellemek için NATO’dan geçici olarak talep ettiğimiz sistemlerdir. Burada iki önemli nokta var. Biri NATO’da bütün kararların oybirliği ile alınmakta oluşudur. Bir NATO ülkesi bu Patriotların Türkiye’ye verilmesine karşı çıkarsa bunları almanız mümkün olmaz Nitekim 2. Körfez savaşı sırasında Türkiye’nin NATO’dan gene böyle bir talebi olmuştu ancak 1 ülke karşı çıktığı için bunu sağlamakta güçlük çekmiştik. Sonunda NATO konseyinden karar çıkarılmış ama o ülkenin üye olmadığı savunma planlama komitesindeki oylama ile Patriotları alabilmiştik. İkinci sorun bu Patriotları kullanma yetkisinin kimin elinde olacağı. Yani tetikte kimin parmağı olacağıdır. NATO’dan böyle bir sistem aldığınız zaman komuta yetkisi de NATO’da oluyor. Bu yetki NATO konseyinindir. Türkiye de konseye üye olduğu için orada söz sahibidir. Ancak bu füzelerin saldırıdan hemen sonra ateşlenmesi gerektiği için NATO konseyinin toplanarak bir karar alması mümkün değildir. Bu nedenle karar yetkisi konsey tarafından ilgili NATO komutanlarına verilir. Yani sonuçta füzeye ateşleme emrini verecek olan ilgili NATO komutanıdır. Ayrıca bu füzelerin Suriye’den mi, gelecek, başka ülkelerden mi gelecek füzelere karşı kullanılacağının denetimi o anda sizin elinizde değildir.

Bu gibi sorunları çözmenin çaresi Türkiye’nin kendi Patriot sistemine sahip olmasıdır. Yunanistan, İsrail, Kuveyt ve Hindistan gibi ülkelerin Milli Patriot sistemleri vardır. Türkiye’nin de böyle bir sisteme sahip olması komuta kontrol yetkisi sorununu da çözer.

Türkiye’nin güvenlik çıkarları açısından önemli konulardan biri İsrail’in durumudur. İsrail evvelce Irak’taki ve Suriye’deki nükleer santralleri hava bombardımanı ile imha etmiş ve bölgede ciddi bir çatışma riski yaratıştı. Son günlerde Suriye’deki bir askeri araştırma merkezini bombalaması da bölgedeki çatışma riskini yükseltmiştir. Suriye başbakanı İran’daki nükleer tesisleri bombardıman edebileceklerini çeşitli vesilelerle açıklamıştır. Böyle bir durumda İran’ın Şahap III saldırı füzeleri ile İsrail’e saldırıda bulunması ihtimali kuvvetlidir. Bu, Türkiye’yi de bir çatışma ortamına sürükleyebilir.

Ancak en acil güvenlik sorunumuz terörden kaynaklanan sorundur.  Daha dün Ankara’da yaşanan terörist saldırı bu konunun ne kadar ciddi olduğunu bir kere daha göstermiştir.  Özellikle Irak’tan Türkiye’ye yönelik terör saldırıları bizim önceliğimiz bu ülkedeki terör örgütünün bertaraf edilmesi olduğunu gösteriyor. Ancak gerek Irak hükümeti gerek Barzani oradaki PKK varlığına karşı herhangi bir önlem almamaktadır. Ve Türkiye’nin bir kara operasyonu ile bunu tasfiyesine de karşı çıkmaktadırlar. Dikkat çekici bir nokta ABD, İngiltere, Fransa ve başka NATO ülkelerinin üçüncü ülkelerdeki terörist saldırılarla mücadele etmek için o ülkelere askeri güç gönderirken topraklarında PKK’yı barındıran Bağdat hükümetini ve Barzani’yi bu nedenle şimdiye kadar hiç eleştirmemiş olmalarıdır. Adeta Kuzey Irak’taki PKK varlığından hiçbir rahatsızlık duymamaktadırlar. Türkiye’nin bunu kapsamlı biçimde değerlendirilmesi lazımdır. Kendi kafalarındaki Kürt meselesi çözümünü Türkiye’ye kabul ettirebilmek için terörist saldırıların Türkiye’yi baskı altına alabileceğini mi düşünüp bu nedenle mi PKK’nın tasfiyesine karşı çıkmaktadırlar yoksa başka sebepleri mi vardır? Türkiye’yi terörle müzakereye niçin yönlendirmek istemektedirler? Böylelikle terör örgütüne beklediği bazı siyasi tavizleri vermemizin kendi çıkarları olacağını mı inanırlar? Bunlar bizim tartışmamız gereken konulardır.

Terör ile masaya oturmak bir yandan terörü meşrulaştırır bir yandan da silah zoru ile terörün dayattığı tavizleri vermek zorunda bırakır. O nedenle hem Türkiye’nin güvenlik çıkarları açısından hem de siyasi çıkarları açısından son derece sakıncalı bir süreçtir. Dünya ülkelerinin de bu konudaki yaklaşımı silah zoru ile siyasi çözüm dayatmaya çalışan terör örgütleri ile müzakere değil mücadele edilmesi görüşüdür.


Bu belge Konferanslar, Konuşmalar arşivinde bulunmaktadır.