Son Eklenenler:
- HUKUK AÇISINDAN LOZAN
- CUMHURİYET KİTAP DERGİ, SÖYLEŞİ
- TÜRKİYE’NİN ULUSAL GÜCÜ, BOĞAZİÇİ AYDINLAR DERNEĞİ-HAZİRAN 2021
- 23 NİSAN, ÇYDD DERGİSİ-23 NİSAN 2021
- AFGANİSTAN’IN DRAMI, AĞUSTOS 2021
- YUNANİSTAN TARİHTEN DERS ALMIYOR
- ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKA İLKELERİ VE TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
- ULUSAL ÇIKARLARIN KORUNMASINDA GÖRÜŞ BİRLİĞİNİN ÖNEMİ
- ONUR ÖYMEN’İN CUMHURİYET GAZETESİ, TUNCAY MOLLAVEİSOĞLU’NA VERDİĞİ MÜLAKAT – 17 HAZİRAN 2019
- ONUR ÖYMEN’İN YENİÇAĞ GAZETESİNE VERDİĞİ MÜLAKAT “TÜRKİYE, ÖNCELİKLE ÇIKARLARINI KORUMALI” – 15 NİSAN 2019
CHP Bursa Milletvekili Onur Öymen’in Kanal 78′e Verdiği Mülakat-3 Şubat 2011
CHP Bursa Milletvekili Onur Öymen’in Kanal 78’e Verdiği Mülakat
3 Şubat 2011
Büyük resmi görmek lazım. Dikkat ederseniz Soğuk Savaşın bitmesinden bu yana, 1990’dan sonra dünyada demokratikleşmenin hızlandığını görüyorsunuz. Mesela Doğu Avrupa ülkeleri eskiden otoriter yönetimler altındayken, Sovyet nüfuzu altındayken, Soğuk Savaş bittikten sonra bunlar birer birer demokrasiye dönüştüler. Şimdi hepsi birer demokratik ülke oldu. Latin Amerika evvelce askeri diktatörlükler altındaydı. Sabah erken kalkan orada darbe yapıyordu. Bu bölgeler demokrasiye geçtiler. Brezilya, Arjantin, Şili. Uzakdoğu, Afrika de bile demokratikleşme var. Afrika’da bir ülkede darbe oluyorsa o ülkeyi Afrika Birliği teşkilatından çıkarıyorlar. Tek istisnası Orta Doğu. Bunun sebebi o bölgenin petrol, doğal gaz kaynakları, stratejik önemi, Süveyş Kanalı, büyük devletler için o kadar önemli ki, onlar o ülkenin halklarının özgür, demokratik bir ortamda yaşamasındansa; bölgedeki kendi çıkarlarının korunması için otoriter rejimleri tercih ediyorlar. 30 yıl 40 yıl aynı yönetim iş başında olacak yeter ki bunların menfaatine zarar vermesin. Hatta o kadar ki demokratikleşme hareketleri bazen batılı devletlerin baskısı ile engellenmiştir. Mesela İran’da. İran’da evvelce İran petrolleri bir yabancı şirketin denetimindeydi. Tüm gelir o yabancı şirkete gidiyordu. Çok az kısmı İran’a kalıyordu. O zaman milletvekili olan Musaddık beni başbakan seçerseniz bu petrolleri millileştireceğim dedi. İran meclisi Musaddık’ı başbakan seçti, Musaddık da petrolleri millileştirdi. 1953 yılında. Denetleyen devlet İngiltere gitti Amerika’ya, bu yönetimi devirmek lazım dedi. Bir işbirliği yaptılar. Kitapları yayınlanıyor, belgeleri de ortada kimse aksini söylemiyor. Bu devletler orada çok büyük bir operasyon ile halkı Musaddık’a karşı kışkırtarak Musaddık’ı devirdiler. Adamı hapse attılar. Onun yerine gelen Zahidi, İran petrolerini yabancılara devretti. Şah Tahran’a kaçmıştı. Eğer bunu yapmasalardı o zaman İran belki demokrasi içinde, cumhuriyet rejimi içinde gelişecekti. Bunu yaptınız ne sonuç oldu? Bir süre o petrolün gelirini aldınız sonra Humeyni dönemi başladı. Siz de büsbütün petrol üzerindeki haklarınızı kaybettiniz. Siz de bir şey kazanamadınız, İran halkı da. İran’da bugünkü rejim iş başına geldi. O bakımdan bölgenin demokrasi ile yönetilmemesinin sorumluluğu bir yerde büyük devletlerin elindedir. Bütün bu bölgede tek gerçek demokrasi Türkiye’dir. Çünkü Türkiye halkı müslüman olan 54 ülke arasında laikliği kabul etmiş tek ülkedir. Halkı müslüman olmayan ülkelerde laiklik yoksa demokrasi de yoktur. Demokrasiyi zorla teşvik etmek değil örnek olmak mümkündür. Amerikalılar da Avrupa’ya örnek oldular. Demokrasi için çalışanlara destek oldular. Ben o dönemde Çek Cumhuriyeti’nde diplomat olarak görevliydim. Nasıl geliştiğini biliyorum. Doğu Avrupa’da demokrasinin gelişimi için yardımcı olanlar Orta Doğu’da hiçbir şey yapmadılar. Tam tersine otoriter rejimlerle yakın ilişki kurdular. Yeter ki kendi petrol, doğal gaz çıkarları, Süveyş çıkarları kontrol altında olsun. Şimdi bugün gördüğümüz olaylar buna karşı bir patlama. Halk bir taraftan işsizlik ve açlıkla savaşıyor bir taraftan rejim ile. Mübarek gelecek seçimlere aday olmayacağım diyor. Ya sizin gibi bir lider gelirse ne olacak? Gerçek bir demokrasiye geçemezse Mısır ne olacak?
Halkın sesine kulak verin demesi bir karamizah örneği oluşturuyor. Çünkü kendisi GS Stadyumunun açılışında Arena’da, protestoya, ıslıklayan insanlara tepki gösterdi, soruşturma başladı. Dünyada bir ıslıklayan kitle aleyhinde ilk soruşturma Türkiye’de oluyor demokratik ülkeler arasında. Halkın, hükümeti ve başbakanı ıslıkla protesto etme hakkına sahip olmadıkları ülkelere demokrasi demiyorlar. Onun için Türkiye uluslararası kuruluşlar tarafından demokratik rejimler arasında yer almıyor. Uluslaslararası kuruluşların ölçülerine göre dünyada 28 tane gerçek demokrasi var. Bunlar içinde Türkiye yok. 57 tane kusurlu demokrasi var, bunların içinde de yok Türkiye. Türkiye totaliter rejimler ile demokratik rejimlerin karması olan ülkeler içine giriyor. Hibrit diyorlar bunlara. Bu sistemde, demokraside Türkiye 89.sırada geliyor. Özgürlükler sıralaması listesi var orada da Türkiye 4 kategoriden 3. grupta yer alıyor. Ekonomik özgürlüklerde gene gerilerde yer alıyor. Basın özgürlüğünde gene 106.sırada yer alıyoruz. Kadın-erkek eşitliğinde dünyada 129. sırada yer alıyoruz. Türkiye için utanç meselesi. Diyebilirsiniz ki bu değerlendirmeler yanlış. İtiraz edin o zaman, yanlış söylüyorsunuz deyin. Medeni yasayı almak ile bitse çok kolay. Geriye gidiyoruz. Türkiye kuruluşu itibariyle milli iradaye dayanan bir devlet. Bizden önce cumhuriyeti deneyen çok ülke olmuş ama biz hepsinden daha uzun yaşatmışız. Fransız İhtilali’nden 3 sene sonra cumhuriyete geçiliyor 1792, 7 sene sonra Napolyon darbesi ile cumhuriyet bitiyor, imparatorluk kuruluyor Fransa’da. 49 sene imparatorluk. Sonra bir daha cumhuriyet kuruluyor, Napolyon’un yeğeni seçim yoluyla başa geliyor ama o da bir darbe yaparak imparatorluk kuruyor. Sonra bir daha 27 sene bekliyor Fransızlar cumhuriyte bir daha kavuşacağız diye. İspanya’da 8 sene yaşatabiliyorlar. 1873’te 1 senelik bir deneyimleri var. İspanya o gün bugün bir daha cumhuriyet görmedi. İngiltere’de 6 sene. Almanya’da 14 sene. Biz 88 senedir yürütüyoruz. Onun için bunun kıymetini bilmemiz lazım. Cumhuriyet’i tahrip edecek girişimlerden demokrasiyi ve insan haklarını zarara uğratacak durumlardan kaçınmak lazım. Derler ki dünyanın en modern, demokratik kanunları kağıt üzerinde SSCB anayasasında yazılıydı. Ama SSCB totoliter bir rejimdi. Doğu Almanya’nın adı Demokratik Alman Cumhuriyeti idi ama demokratik değildi. Bu kadar çok gazeteciniz hapisteyse, 100.000‘den fazla insanınızın telefonu dinleniyorsa, siz dünyada kalkıp da ben demokrasiyim diyemezsiniz. Biz demokrasinin çizgisini sürdürebilirsek, ümit ediyorum ki seçimlerden sonra gerçek bir demokrasiye döneceğiz. O zaman bölge ülkeleri için örnek olabilirsiniz. Çoğu ülke bize dedi ki Mısır mesela, bizde de keşke bir Atatürk çıksa. 15 sene önce falan, keşke biz de Türkiye gibi olabilseydik diyorlardı. Biz bunun kıymetini bileceğimize Atatük döneminde yapılan reformları nasıl ortadan kaldırırız ona bakıyoruz. Orta Doğu ülkelerine benzemeye çalışıyoruz. Oysa onların bizi örnek alarak çağdaş bir ülke olma özlemi var. Siz bizim ülke başbakanının, dışişleri bakanının, herhangi bir vesile ile bir kere Orta Doğu’ya demokrasinin gelmesi gerektiğini söylediğini duydunuz mu Mısır olaylarından önce? Sıkıntılar buradan kaynaklanıyor.
Orta Doğu’da petrol bulunduğundan bu yana, büyük devletlerin bu bölgeye çok büyük ilgisi olmuştur. I. Dünya Savaşı’nda mesela bu Musul bölgesinde mütareke şartlarına aykırı olarak Türkiye’den almaları, mücadele etmeleri, Lozan’da her konuda anlaşmamıza rağmen Musul ve Kerkük bölgelerinin Türkiye’ye bırakılmaması için sınır boyunun açık kalması vs. gösteriyor ki o bölgedeki petrol büyük devletler için çok önemli stratejk bir hedefti. ABD de devreye girdi. Büyük devletler açısından kendileri için hayati önem taşıyan imkanları ellerinde tutmaktır. Onun için o bölgelerin de kendi etki alanları altında olacak yönetimlere sahip olmasını isterler. O bölgede kendi milli menfaatlerini savunan iktidarların olması büyük devletleri rahatsız eder. İşte İran’daki durum ortaya çıkıyor. İran rejimine karşı olmalarının en önemli sebeplerinden biri de İran’ın petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olması. ABD’nin de İran yönetimi üzerinde hiçbir etkiye sahip olmamasıdır.
Kırmızı çizgiler antlaşması vardır. I. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye dahil, petrol çıkan bölgelerinin çoğunluğunu bir kırmızı çizgi ile çizmişler. Demişler ki 7 tane petrol şirketi var dünyada her şeye hakim, bu şirketlerin mutabık olmadıkları yerde petrol çıkartmayacağız. Türkiye de bu çizgilerin içinde kalıyor. Söz gelimi Türkiye’de büyük miktarda petrol varsa, o şirketlerin hepsinin mütabakata varması lazım. Zonguldak civarında, Ereğli’de doğal gaz kaynakları var mesela. Yabancı şirket bunu bulduğunda vaktiyle Türk hükümetine mektuplar yazıyor. Bizde bu mektuplar var. Şu miktarda petrol ve doğal gaz çıkarmak için petrol kanununuzu değiştireceksiniz. Altında not düşmüş, şu maddesini şöyle değiştirin, bu maddesini böyle değiştirin. Bu kadar yabancı şirkete imtiyaz tanıyın falan. Yapmazsan çıkartmam petrolü diyor. Sen yapmazsan başkasına yaptırırım deyip güçlü olacaksınız. Bu son olaylar da petrolle ilgili. Kimse Afganistan’ın doğal gaz, petrol boyutunu tam bilemiyor. Ama Afganistan nedeniyle, Türkmenistan ile Pakistan arasında, Hint denizi arasındaki en önemli doğal gaz boru hattının inşa edilmesi planlanamıyor. ABD’li Caloil şirketi bu son çatışmalar olmadan önce, Afganistan ile antlaşma imzalamıştı bunun için. Türkmenistan’da çıkan doğal gaz Rusya topraklarından geçmeden doğrudan doğruya Pakistan üzerinden Hint Okyanusu’na açılacaktı. Karzai bunun müzakeresini yaptı. Bugünkü Afganistan cumhurbaşkanı o zaman Caloil şirketinin temsilcisiydi, Karzai. Biz ne kadar çok bilgiye sahip olursak o kadar daha iyi değerlendirmeye imkanımız olur.
Bizim ilke olarak, CHP olarak söyledik her zaman, söylememiz gereken şudur; bu bölgedeki sorunların çözümü demokrasidedir. Yalnız İran&Irak savaşında 1 milyon insan öldü. Bu savaşları önlemenin yolu bölgeye demokrasi getirmektir. Çünkü dünya tarihinde demokrasiler arasında hiç savaş olmamıştır. Onun için demokrasi bölgede yalnız halkların refahı için değil, barış için de gereklidir. Ben Hakkari’ye gittim. Sıkıntılarınızı görüyoruz dedim. Ama şunu unutmayın bu dağların ötesine geçtiğiniz zaman ikinci bir demokrasi bulmanız için Japonya’ya kadar gitmeniz lazım. Bizim doğudaki demokratik komşumuz Japonya. Arada isterseniz Hindistan’a da uğrayın ama Hindistan’da hala Kast sistemi var. Yani Türkiye’de bizim de eleştirdiğimiz demokrasimizin bir benzeri için tüm Asya kıtasını katetmemiz lazım. Bölgede ne kadar çok demokrasi olursa biz de o kadar güvenlik içinde olacağız. NATO ülkeleri arasında demokratik olmayan komşulara sahip tek ülke Türkiye’dir. Terör vb. başka sıkıntılar geliyor o ülkelerden. Irak olayları sırasında, biz mecliste Irak ile ilgili ortak açıklama metni hazırladık. CHP ve AKP olarak. O sırada Sayın Gül, Dışişleri Bakanı. Dediler ki dışişleri bakanına soralım. Orada da diyoruz ki bizim amacımız Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasıdır. Laik ve demokratik bir ülke olarak gelişmesidir. Sayın Gül bunu kabul edemem dedi. İçinde laiklik kelimesi geçtiği için. Çıkaramadık meclisten bu kararı. Her halukarda bizim bu konulara farklı gözle bakmamız lazım.
Afgan Kralı Türkiye’ye geliyor, Atatürk’ü ziyaret ediyor. Çok etkileniyor ve Türkiye’den örnek almak istiyor. Atatürk de ona her türlü desteği sağlayacağını söylüyor. Okullar açıyoruz Afganistan’a, yüksekokul açıyoruz. Profesörler, subaylar gönderiyoruz. Atatürk Afganistan’ın çağdaşlaşması için katkıda bulunuyor. İran Şahı ziyaret ediyor Atatürk’ü, o da çok etkileniyor. Atatürk de diyor ki bunun çaresi milli iradedir. Şah da söz veriyorum bunu yapacağım diyor. Mektup yazıyor bir gün, size verdiğim sözü unutmadım ama buradaki Ayetullahlar vs. engellediler. Ama ben oğlumu eğitime göndereceğim benim yapamadığımı oğlum yapacak. Oğlunun ne yaptığı da ortada. Türkiye daha o zamandan bölge için örnek alınacak bir ülke. Yani Türkiye o ülkelerin küçük iç politika tartışmalarının içine çekilerek katkı sağlayamaz. Ama her şeyi tahrip ederek politika yapamazsınız. One minute çıkışınızdan sonra size en büyük tepkiyi FKÖ başkanı Mahmud Abbas gösterdi. Gitti adam Güney Kıbrıs’ı ziyaret etti, Kuzey’e geçmedi. Kıbrıs cumhurbaşkanı Hristofyas, “Kıbrıs tezlerini desteklediğiniz için size teşekkür ediyorum” dedi. Sonra İsrail ile Yunanistan stratejik ortaklık başlattılar. 1 ay içinde iki defa başbakan düzeyinde ziyaret oldu. İsrail ve Yunan uçakları Girit Adası üzerinde ortak tatbikat yaptılar. İsrail ile Güney Kıbrıs Doğu Akdeniz’deki ekonomik bölgeyi paylaşmak için antlaşma yaptılar. Siz ne kazandınız bu işlerden? Türkiye ne kazandı? Mavi Marmara işine bakın. İsrail’in yaptığı insanlık dışı saldırıda vatandaşlarımız öldü. İsrail kendilerini temize çıkaran milli bir rapor hazırlıyorlar. ABD bu raporu desteklediğini açıkladı. Tüm bunlar dış politikada ileriyi görmeyen adımlar atmanın sonucudur. Hükümet etmek ileriyi görmektir. Br anlık öfke ile hareket ederseniz bunun bedelini de ödemek zorunda kalabilirsiniz. Gazze’ye karşı saldırıları kınıyorsunuz tamam, ABD’nin Irak’taki sivilleri öldürmesini kınıyor musunuz? Hata burada. Arkamızda 700 yıllık tarih tecrübesi var. Orta Doğu’daki bu kargaşayı çözerken de Türkiye yine çok dikkatli sözler söyleyecektir. Diyeceği şudur, hiçbir ülke bu bölgenin demokratikleşmesine karışmamalıdır. Söyleyeceğiniz bu. Dünya ülkeleri gölge etmesin başka ihsan istemeyiz diyeceksiniz.
Yargı reformunu, yargı bağımsızlığını zedelemeden yapacaksınız. Bir ülkede yargı bağımsız değil ise o ülkeye demokratik ülke diyemezsiniz. Demokrasilerde yargı bağımsız olacak. Hakimlerin savcıların tayini ve terfisinde tarafsız bir kurum oluşturacaksınız. Siz anayasa değişikliği ile bunun tam tersini yaptınız. Bir takım Adalet Bakanlığı’ndan bürokratik görevlere mensup insanlar, Yargıtay ve Danıştay hakimlerini seçecek. Adım adım yargı hükümetin etkisi altına girecek. Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirerek bir üst mahkeme haline getiriyorsunuz. Yargıtay ve Danıştay en üst iken Anayasa Mahkemesi bunun üzerine bir denetim organı gibi geçecek ve bunlar Türkiye’de yargı bağımsızlığını etkileyen gelişmelerdir. Adalet Komisyonu’ndaki tartışmaların bir özü budur. Bunu yapmayın diyorlar. Bir davada tutukluluk kararının kaldırılması konusunda oy veren 4 hakimin 4‘ünü de tayin ediyorsunuz. Nasıl izah edeceksiniz bunu? Bir başka hakim aynı davada ben davadan çekiliyorum üzerimde kurumsal baskı var diyor. Belli ki devlet yapıyor. Zaten demokraside geriledik, bunu büsbütün kaybederiz. Demokrasiye ve hukuka sahip çıkacaksınız. Bunun sonucu iktidardan gitmekse gideceksiniz. CHP 1950 seçimlerinde nasıl iktidardan gitmeyi içine sindirdi, iktidarda kalmak için ayak oyunları yapmadı, siz de yapmayacaksınız. O zaman İsmet Paşa da bilmez miydi? Türkiye’ye demokrasiyi getirdim, bu benim başarımdır demiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1948 seçimlerinde İtalya’da solcular kazanmasın diye yabancıların desteği ile Hristiyan Demokratlara seçimi kazandırttılar. Üst üste 48 yıl aralıksız İtalya’da seçimleri hep onlar kazandı. Bu demokrasi oluyor mu?
Bayanların daha fazla mecliste temsil edilmesini istiyoruz. %25 bayan olması gerekiyor bizim tüzüğe göre. Bu Türkiye için bir kazançtır. Yabancı ülkenin parlamentolarında utanıyoruz. Denge meselesi değil, hanım milletvekilleri bazen daha da başarılı oluyorlar. Disiplinli çalışıyorlar. Türkiye’de bu kadar az olması eksiklik ve utanç meselesidir.
Torba yasasına ilke olarak taraftar değilim. Torba yasası ne demek? Birbiri ile alakası olamayan konuları aynı torba içine koymak. Böyle bir şey olabilir mi? Torba kanun dedikleri şey niçin çıktı? Vergi kolaylığı için. Tamam 21 madde. Biz de destekledik. Şimdi 274 madde oldu. Niçin bunu yaptınız? Bazı alanlarda çalışanların hakkını kısıtlıyorsunuz. Disiplini bozuyorsunuz. Sendikalar bu kadar çok tepki gösteriyorsa zarar veirci bir şey vardır. Dinletemiyorsunuz, bizim mecliste çoğunluğumuz var her istediğimizi yaparız diyorlar. Demokrasiyi seçim kazanmaktan ibaret sayıyorlar. Mademki muhalefetin görüşünü dikkate almayacaksınız, meclisin ve muhalefetin ne faydası var?
Yolsuzluk iddiasından bahsettiğim zaman ben Bursa’da, Başbakan “buraya bir monşer gelmiş, yolsuzluk iddiasından bahsetmiş, neymiş o” falan demiş. Ben tebrik ederim Başbakanı Fransızca öğrenmeye başlamış, monşer, dostum demek, dedim. Daha iyi anlayacağın bir dilden söyleyeyim bunun Arapçası Ya Habibi’dir. Ya Habibi o dosyalar mecliste. Başbakan böyle tabirleri kullanmayı çok seviyor. Monşer dediği insanlar Ermeni terörüne canını veren insanlar, bu ülke için en zor şartlarda çalışan insanlar. Her mesleğe saygı göstereceksiniz. Başbakan olarak bazı meslekleri kçümsemeye hakkınız yok. Biz onu bisküvi ticareti yaptığı için küçümsüyor muyuz? O da şerefli bir iştir. Ama sizin de bizim mesleğimizi küçümsemeye hakkınız yok. Pek diyemiyor son zamanlarda.
Başbakanın çok öfkeli bir uslubu var. Siyaset bu kadar öfkeyi kaldırmıyor. Yabancı devlet adamlarına kullanmadığın üslubu kendi ülkendeki rakiplerine kullanıyorsun, bu doğru bir şey değil. Başbakan denen insan 3 kere düşünecek 1 kere konuşacak. Demokratik ülkelerde görmediğimiz bir uslupla konuşuyor. Ağır lafı nezaket içinde söylemenin yolu vardır. İşte o beğenmediği monşerler bu işi yaparlar. Bunu hakaret boyutuna vardırmadan söyleriz. Başbakanın da diplomat danışmanlara ihtiyacı var belki de.
Okyanus ötesindeki camlar biraz farklı. Bizimki biraz buzlu cama benziyor.
Türkiye’de biraz bu işler ölçüsünden kaçtı. Rusya’da kendi bakanını zor durumda bırakanlara SSCB zamanında adamı buz üzerine pantolonsuz oturttu derlerdi. Bazen bakanlarımızın çok zor durumda kaldığını görüyoruz biz de.
Biz Sayın Kılıçdaroğlu göreve daha gelmeden şunu söylüyorduk, nasıl canlı organizmalarda değişim oluyorsa siyasette de mutlaka değişim gerekir. Yeni insanlar gelecekler, partiyi daha başarılı kılacaklar. Bu doğaldır. Son seçimlerde bizim meclis grubumuz aşağı yukarı %50 civarında değişti. Hiçbir makam hiç kimse için ebedi değil. Benden iyi kimse yapamaz demek yanlış olur. Yeter ki partinin omurgasından sapma olmasın. Bu kolay bir iş değil. Her an sorumluluk içinde olacaksınız. Özel hayatınız hemen hemen hiç kalmayacak. Kolay bir iş değildir partide yönetim görevi yapmak. Ama bu görevi ben gönül huzuru ile benden sonraki arkadaşlara devrettim. Ben inanıyorum ki onlar daha da başarılı olacaktır. Ben öyle Sav’cılar, Baykal’cılar laflarına inanmıyorum. Bir insanın adamı olmayacaksınız, ilkelerinizin adamı olacaksınız. Benim babam derdi ki; duvara dayanma yıkılır, adama dayanma ölür. Sayın Kılıçdaroğlu da aynı ilkeleri benimsiyor. İlkelerde bir ayrışma olmadıkça partinin geleceğine güvenle bakabilirsiniz.
Siyaset bayrak yarışına benzer. Devrederken bir süre beraber koşarsınız. Sizden sonraki arkadaşınızın başarılı olması için dua edersiniz. Er veya geç herkes o bayrağı bir başka arkadaşına devredecek. Yoksa bütün yarışı tek başına ben koşacağım diyebilir mi biri? Partinin ana çizgisinden sapmamak dikkat edilecek ölçüdür.
Değişimlerin tüzüğe uygun olup olmadığı önemlidir. Tüzüğe uygun iseniz kimse size bir şey diyemez. Karabük’te başarılı sonuçlar alan bir heyetimiz var. 130 oyla belediye başkanlığı kaybetmişiz topu topu. Parrtimizin sağladığı başarıları göz ardı edemeyiz. Daha başarılı olabilir miydik? Seçimler tam demokratik olduysa başka olmadıysa başka. 2007 seçimlerinde 42.500.000 seçmen var 2010 referandumunda 49.400.000 seçmen. Bu nasıl olmuş? Arada 3 senede 7 milyon artmış. Hangi ülkede var bu? Burada demek ki demokrasi ile bağdaşmayan bir durum var. Ya daha önceki seçimde 5 milyon insana oy kullandırtmadınız ya da bu seçimlerde bir kişiye birden fazla oy kullandırttınız. Bir de seçim harcalamarı. Başka ülkelerde bunun sınırı var. Burada siz sınır tanımıyorsunuz. Din faktörünü siyasete alet ediyorsunuz. Bu da yanlış. Bir tarikat – cemaat lideri okyanusun ötesinden ölüleri de kaldırın evet oyu verin diyor. Sizin böyle bir göreviniz var mı? Biz cumhuriyeti böyle mi kurduk? Biz halkı müslüman olan tek ülkeyiz anayasasına laikliği koyan. Demokrasi zarar görüyorsa, herkes kaybeder, siz de kaybedersiniz.
Siyasette yıpranmamanın yolu kendini yenilemektir. Birlikte yaşlanmaya kalkarsanız herkes yıpranır. Ama kadronuzu yenilerseniz, yeni fikirler, dünyadaki yeni gelişmeleri dikkate alan adımlar atarsanız; o zaman yıpranmazsınız, kendinizi yenilersiniz. Nasıl bir organizma kendini yenileyerek yeni bir hayat kazanırsa, siyasette böyle. Meşhur sözdür, iktidar yıpratır derler. Ama mutlak iktidar mutlaka yıpratır. Onun için sizin böyle iktidarınızı bu kadar süre mutlakiyetçi bir yaklaşımla sürdürmeniz dahilinde mutlaka yıpranırsınız. Bunun bir çıkış yolu yoktur. İktidar hesabına bu yıpranmanın işaretini görüyoruz. Biraz böyle metal yorgunluğu görüyoruz uçaklardaki gibi. Bu iktidar da uçma kabiliyetini kaybediyor biraz.
İktidarı arzulamıyorsanız zaten siyasetle işiniz yok. Arzulayacaksınız. Gençleşmek, yenilenmek, parti içinde sağlığın işaretidir. Onun için biz inanıyoruz ki partinin yeni kadroları eskisinden daha başarılı olacak. Ama eskiye de itibar ederek, eskinin inşa ettiği duvarların üzerine tuğlalar koyarak daha yükseğe çıkarsınız. Yoksa eskiyi yıkarak yapmaya kalkarsanız, herhangi bir parti için söylüyorum, o zaman her şeye sıfırdan başlarsınız.
Bir parti eğer ön seçim yapıyorsa o zaman örgütün sesini dinliyordur. Bazı yerlerde merkez yoklaması ile aday tespit ediliyorsa, onu yaparken de örgütün sesini dinlemezse, keyfi olarak insanları aday gösterirse kendisi kaybeder. Tabanın desteğini kazanmayacak insanları merkezden de gösterseniz partiye yararı olmaz, zararı olur. Onun için halkın benimsediği, desteklediği, sevdiği, güvendiği insanları aday yapmak istersiniz ki partiniz başarılı olsun.
Bundan önceki dönemde biz şunu önerdik; seçilecek milletvekili adaylarının iki mislini sunalım, vatandaş tercih etsin. Diyelim ki Karabük’ten 2 kişi seçilecek, 4 ismi yazalım. Halk tayin etsin. Ama iktidarın daha otoriter bir yaklaşımı var, istediği insanı seçtirmek için.
Merkez yoklaması yapılacağı zaman örgüte danışılır.
Ben herkesle konuştum. Kimseye sormadım siz küs müsünüz değil misiniz diye ama insan partisine küsmez. Nasıl, ülkesine, devletine küsme hakkı yoksa insanların partisine de küsemez. Yani insanlar bir dönem bir yere gelir, başka dönem o göreve gelmez. Nadasta kalır. Ama bizim her zaman her arkadaşımıza ihtiyacımız var. Benim kanaatime göre bizde en yüksek rütbe sade üyeliktir. Çünkü o insan hiçbir beklentisi olmadan partiye canla başla çalışmaktadır. Yıllardan beri çalışıyor. Bu insanın bu emeğinin karşılığını biz hiçbir zaman ödeyemeyiz. Bir atasözü var diyor ki; bir insanı insan yapan makamı değildir, bir makamı makam yapan oradaki insandır. Siz bir makama ulaşarak adam olmayı hedefliyorsanız hiç kalkışmayın o işe. Ama siz zaten adamsanız ve geldiğiniz makama katkı sağlayacaksanız, bütün yollar açıktır size. Küsmek bence siyasetle bağdaşmayan bir laftır. Hiçbir zaman kimseye küsmeyeceksiniz. Ben şimdiye kadar kimseye küsmedim.
Bizim tüzüğümüze göre partiyi bağlayan kararlar kurultay kararları, parti meclisi kararları, merkez yönetim kurulu kararları ve genel başkanın söylemleridir. Bunun dışındaki düşünceler partiyi bağlamaz. Kim aday gösterilecek, bunu tayin edecek olan parti meclisidir. Parti meclisine bu adaylar sunulur ve parti meclisi karar verir. Ergenekon’dan tutuklu olan insanlar hakikaten Türkiye için ve yabancı ülkeler için bir üzüntü konusu olmaya başladı. Başından beri öyleydi. Tutukluluk bir ceza değil. Ben insanı mahkum etmeden de cezalandırırım, böyle bir sistem yok. Böyle bir sistem nerede vardı tarihte? Nazi Almanyası’nda. Mahkum olmadan cezalandırma yöntemi vardı. adamı yargılıyor mesela mahkeme suç bulamıyor, beraat ettiriyor. Hapisaneden çıkarken Gestapo yakalıyor başka bir hapisaneye koyuyor. Adamın dışarıda kalmasını istemiyorsunuz. Bu, hukukun ihlali, hukukun tahrip edilmesi. Tutukluluk bir önlem kaçmasın diye ama bunun ölçüsü var. Alman ceza yasasında mesela tutukluluk süresi 6 ay, en çok 1 yıla çıkarıyorlar. Ben insanı 10 sene, 15 sene tutuklu tutarım, sonra da beraat ettiririm. Kim ödeyecek ondan sonra bu adamın 15 senesini hayatından? Askeri yönetim zamanlarında bu oldu. 12 Eylül döneminde. Orada çok değerli aydınlar yargılandılar. Mesela Ali Sirmen, 3 sene tutuklu kaldı. 3 sene sonra beraat ettirdiler. Eğer cezaya çarptırılsaydı istenen ceza 3 sene 20 gündü. En ağır ceza verilse 20 gün daha yatıp çıkacaktı. Şimdi bu hukuk mu? O hakimler şimdi gönül huzuru içinde yaşıyor mu acaba? 27 Mayıs’taki yargılamalara bakın. Oradaki cezaları içimize sindirebiliyor muyuz bugün? Şimdi gerçekten o konudaki görüşlerimi defalarca açıkladım mecliste. Bu davaları birkaç kategoride görmek lazım. Bunların bir kısmı adi suç işlemiş insanlar, geçmişte. Bir kısmı meslek hayatlarında görevde iken yasalara aykırı işler yapmış olabilecek insanlar. Bir kısmı askeri darbe hazırlayanlar. Buna pek ihtimal vermiyorum ama. Bu devirde 20. yüzyılda askeri darbe yapmak için insanın aklını kaybetmesi lazım. Geçmiş tecrübelere bakın bu darbelerden Türkiye neler çekti. 12 Eylül’ü herkes konuşuyor ama, 27 Nisan’ı düşünün, 27 Mayıs’ı düşünün. 27 Mayıs’tan 2 gün sonra Cemal Gürsel Amerikan Büyükelçisini çağırıyor. Kriptoları açıklandı. Ay başında maaş ödeyebilecek durumda değiliz insanlara, bize 100 milyon avans verin. Düşünebiliyor musunuz devlet ne duruma düşüyor? O bakımdan askeri idareyi düşünmek abest. Bunun dışında yanyana oturtamayacağınız insanlar aynı paketin içinde. Türkan Saylan ile bu söylediğim kategorileri yan yana oturtabiliyor musunuz? Sabih Kanadoğlu, Türkiye’nin en yüksek savcılık makamında bulunmuş bir insan. Yani herkes terörist diye yola çıkarsanız, o zaman halkın vicdanı bu işten rahatsız olur. Eğer siz halkın hukuka saygı göstermesini bekliyorsanız, yargı da kamu vicdanına saygı gösterecek. Demokrasilerde böyle oluyor.
Avrupalılarla konuştuğunuz zaman, Avrupa Parlamentosu’nun raporlarını okuduğunuz zaman, Türk halkının haketmediği kadar ağır ifadeler var içinde. Biz böyle bir devlet, böyle bir millet değiliz. Rahatsız edici ifadeler yer alıyor burada. Biz iktidar olsak ne yaparız? 1. Böyle bir ortamın yaratılmasına imkan vermeyiz. 2. Haksız yere bizi suçluyorlarsa kıyameti kopartırız. Tepki göstermeyip, bunlar iyi raporlardır derseniz, o zaman siz de Türkiye’nin bu şekilde kötülenmesine katkıda bulunmuş olursunuz.
Avrupa Parlamentosu üyesi geçen gün demiş ki Türkiye’nin üyeliği artık battı. Bakıyorsunuz şurada 35 tane başlık var üye olmamız için müzakereye açmamız gereken, sizinle aynı gün başlayan Hırvatistan hepsini bitirdi fiilen. Siz 13‘ünü açabildiniz. 18’i veto ediliyor. Kıbrısla ilgili. 6 başlığı Rumlar açtırmıyor. 5 tanesini Fransa engelliyor. Çünkü bu 5 başlık Türkiye’yi tam üyeliğe götürür diyor. Bunlar Türkiye’yi rahatsız edici gelişmeler. En son Belçika’nın dönem başkanlığında 1 başlık bile açamadık. Bu bir başarı mı şimdi? Hükümetin başarı hanesine yazabilir misiniz? Keşke başarsa biz de alkışlasak.
İnsanlar değişiyor. Dün dündür, bugün bugündür demişler. O zamanki laflarını biz de mecliste bir iki defa söyledik. Onlardan ses çıkmadı. İnsanlar söylediklerinin esiri, söylemediklerinin efendisiymiş. Yarın pişman olacağınız sözleri söylemeyeceksiniz.
Karabüklü hemşehrilerimize saygılarımızı göndermek istiyorum. Karabük Türkiye’nin en önemli illerinden biridir, ilçeleri ile birlikte. Çok uzun tarihi olan bir ilimizdir. Çok iyi yetişmiş insanları var. Bizim dileğimiz önümüzdeki seçimlerde Karabüklü hemşehrilerimizin çok iyi düşünerek her boyutunu meselelerini dikkate alarak ve her şeyden önemlisi takım tutan taraftar gibi değil de ülke çıkarlarını her şeyin üstünde tutan insanlar gibi karar vermelilerdir. Ben böyle yapacaklarına inanıyorum. Karabük de bütün bölge de çok daha iyisini hakediyor. Bize düşen görev de bu bölgeye çok daha büyük hizmetler getirip katkıda bulunmaktır. Tekrar saygılarımı sevgilerimi sunarım.
Bu belge Görsel Basın arşivinde bulunmaktadır.