İsveç Parlamentosunda Kabul Edilen Sözde Ermeni Soykırım Tasarısı Hakkında Yapılan Basın Açıklaması

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       İsveç Parlamentosunda Kabul Edilen Sözde Ermeni Soykırım 
Tasarısı Hakkında Yapılan Basın Açıklaması
12 Mart 2010

 

Değerli arkadaşlar, dün İsveç Parlamentosunda Türkiye aleyhinde kabul edilen ve soykırım iddialarını içeren karar tasarısı hakkında görüşlerimi ifade etmek isterim. Tabiî ki İsveç’te yaşanan bu gelişmeyi Amerika’da yaşadığımız tecrübeden tamamen bağımsız olarak düşünmek zordur. Çünkü dün İsveç Parlamentosunda yapılan konuşmalarda sık sık Amerikan Dış İlişkiler Komitesindeki karara atıfta bulunulmuştur. İsveç’te kabul edilen kararda, Türkiye’nin yalnız Ermenilere değil, Pontus Rumlarına, Süryanilere, Asurilere vb. kişilere karşı soykırım yaptığı yönünde akıl dışı bir iddia gündeme getirilmektedir. Bizim bu kararı kabul etmemiz mümkün değildir. O yüzden bu iddiaları kesinlikle reddediyoruz.

Bu vesileyle işin başka bir tarafını gündeme getirmek istiyoruz. Gerek İsveç, gerek Amerika ve benzeri başka ülkelerde yaşadığımız tecrübeler şunu ortaya koyuyor ki, biz bu meselenin esasına yönelik ciddi adımlar atmadığımız sürece, bu ülkelere sadece sınırlı tepkiler göstererek fazla bir sonuç elde edemeyiz. Bu gelişmelerin arkasında Ermenistan Hükümetinin Türkiye aleyhinde yürüttüğü bir faaliyet vardır. Ermenistan, sözde soykırım iddiasının bütün dünya ülkelerine kabul ettirilmesi için çok yoğun bir çaba gösteriyor.

Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesinin on birinci maddesine bakıldığında, 1915 olaylarının bir soykırım olduğunun bütün dünyaya kabul ettirilmesi için, Ermenistan Hükümetinin uluslararası alanda  gerekli çalışmaları yürüteceği hükmü görülmektedir. Yani Bağımsızlık Bildirgesi, Ermenistan Hükümetine bu görevi veriyor. Ermenistan Anayasasının başlangıç bölümü de Ermenistan Hükümetine uluslararası alanda soykırım kampanyalarını yürütme görevini vermektedir. Bizim esas itibarıyla üzerinde durmamız gereken konu, Ermenistan’ı dünyada Türkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunmaktan caydırmak olmalıdır. Biz aslında bunu başlangıçta düşünmüşüz. 1920 Gümrü Antlaşmasında bu konuda hükümler var. Ancak o antlaşma daha sonra Sovyet işgali nedeniyle yürürlüğe girmedi. Buna rağmen, daha sonra imzalanan Kars Antlaşması ile Ermenistan, soykırım iddiası faaliyetlerinde bulunmayacağını taahhüt etmişti. Dolayısıyla Kars Antlaşmasının yürürlükte olduğunun Ermenistan tarafından kabul edilmesi, Türkiye açısından büyük önem taşıyor. Biz bunu sağlayamadığımız sürece Ermenistan, kendi Anayasasındaki hükme dayanarak Türkiye aleyhindeki faaliyetlerini sürdürmeye devam edecektir.

Biz Ermenistan’a Kars Analaşmasının yürürlükte olup olmadığını açıkça sorduk mu? Çünkü Türk Hükümeti, protokoller imzalandıktan sonra kamuoyuna yaptığı açıklamada, protokollerdeki genel ifadeler çerçevesinde Kars Antlaşmasının diğer uluslararası anlaşmalar gibi yürürlükte olması görüşünü savunduklarını ifade etti. Oysa Ermenistan Anayasa Mahkemesinin aldığı karar incelendiğinde, Ermenistan’ın Kars ve Moskova Antlaşmalarını geçerli saymadığı görülmektedir. O halde bizim Hükümetimiz, bu konuları yeterince açıklığa kavuşturmadan bu protokolleri imzalamakla ciddi bir hata işlemiştir. Nahcivan üzerinde Türkiye birtakım haklar veren bu kadar temel bir antlaşmanın geçerliliğini karşı tarafa kabul ettirmeden bir protokol imzalamak, vahim bir hata olmuştur. Yukarı Karabağ meselesi çözülmeden bu protokollerin imzalanması da bir diğer hatadır. Uluslararası alanda cereyan eden ve bizi her gün daha da üzen bu gelişmelerin ne olduğunu anlayabilmemiz için bahsettiğim bu sorunları daha iyi bilmemiz gerekmektedir.

Türkiye, Ermenistan’a karşı etkili önlem almalıdır. Ne yazık ki Hükümetin şu ana kadar yürüttüğü politikalar etkili önlem değildir. Genel Başkanımızın da açıkladığı gibi Hükümet, derhal bu protokolleri Meclisten çekmeli ve geçersiz olduğunu ilan etmelidir. Size bu kadar kötülük yapan, yapmaya da devam eden ve dünyanın her yerinde sistemli faaliyetlerde bulunan bir ülkeye ve onu destekleyen büyük devletlere hoş görünmek adına Türkiye’nin temel çıkarlarından, haysiyetinden, onurundan fedakarlıkta bulunmaya kimsenin hakkı yoktur.

İşin İsveç boyutuna gelince başka bir konu daha göze çarpmaktadır. Biz, İsveç’te bu tasarının görüşüleceğini bir gün öncesinde öğrendik. Sayın Dışişleri Bakanı beni arayarak, bu tasarının geçmesinin engellenmesi konusunda benim katkım olup olamayacağını sordu. Biz ertesi sabah hemen bu konuya ilişkin görüşmelere başladık. Türkiye’deki Süryani asıllı arkadaşlarımız vasıtasıyla İsveç’teki Süryanileri aradık. Belli ki tasarının hazırlanmasında onların da etkisi olmuş. Ancak son dakika girişimlerinin netice verme şansı son derece kısıtlıdır. Seksen sekiz kişi oylamaya katılmamış ama neticede oylama bir oy farkla da olsa, bizim aleyhimize sonuçlandı.

Burada dikkat çekilmesi gereken birkaç nokta var. Birincisi, daha sonra internette yaptığımız bir araştırmada Protokollerin, 11 Mart tarihinde İsveç Parlamentosunda görüşüleceği haberinin yabancı ülkelerde yayınlandığını gördük. Yani Ermenistan basınında bu yönde haberler yapıldığını tespit ettik. Dışişleri Komisyonu tesadüfen, bir süre önce İsveç’e yaptığı bir ziyaret sırasında böyle bir soykırım tasarısının görüşüldüğünü öğrenmiş. Fakat onun dışında, İsveç’e konuyla ilgili bir Parlamento heyetinin gönderilmesi yönünde bir talep gelmedi. İşin açıkçası, bu taslağın tam metni şu ana kadar bizim elimize  geçmedi. Elimizde metnin Türkçesi ya da İngilizcesi yok, sadece İsveççesi mevcut.

Bu tür faaliyetleri ciddiye almak gerekir. Eğer bir Parlamento, Türkiye aleyhinde bir faaliyet gösteriyorsa, o Parlamento nezdinde bizim mutlaka parlamenterler ve Dışişleri Komisyonu olarak yoğun bir gayret göstermemiz gerekir. Bu konuda İktidarın yeterince özen göstermediği kanısını taşıyoruz. Amerika’daki oylamaya, oylamadan üç – dört gün önce bir heyet gönderilmesi düşünülebildi. Oysa biz aylardan beri, Amerikan Kongresinden Türkiye’ye bir heyetin davet edilmesini ve bizden de oraya heyet gönderilmesini ısrarla dile getirdik. Kısa süre önce gönderilen heyetin oluşumunda  bizi rahatsız eden bir gelişme oldu. Heyeti, Meclisteki partilerin aldıkları oy oranına göre oluşturacaklarını söylediler. Biz de sadece bir kişi gönderebildik. Yani böyle önemli bir olayda “kimlerden yardım alabiliriz” diye düşünecekleri yere çoğunluğu kendilerinden oluşan bir heyetin gönderilmesi, bizce bir eksikliktir. Bunları da bu vesileyle ifade etmek istedim.

İşin esasında bizim üzerinde duracağımız mesele Ermenistan olmalıdır. Sadece protokolleri çekeceğimizi söylemek yeterli değildir. Size bir örnek vereyim; 1975 yılında Amerikan Kongresi Kıbrıs harekatı dolayısıyla Türkiye’ye bir ambargo uyguladığı zaman Türkiye derhal, Amerika’nın ülkemizdeki üslerden yararlanmasını yasaklamıştı. Gayet tabi ki her ülkede, her konuda farklı tedbirler alınabilir ama bunu örnek olarak söylüyorum. Yani bir ülkenin Parlamentosu, sizin haklarınıza, haysiyetinize zarar veren bir politika yürütürse, bu ülkenin canını acıtacak bir ceza vermeniz gerekir. Diplomasi budur. Diplomaside kendi Büyükelçinizi geri çağırmak gibi politikalar uygulanmasına rağmen, karşı taraf üzerinde etkili bir yaptırım yapmaz. Aksi takdirde diğer ülkelerin benzer tasarıları geçirmesini önleyemezsiniz.

Değerli arkadaşlarım, bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Amerika’daki görüşmelerde bizim lehimizde yer alan Kongre üyeleri yok denecek kadar azdı. Ancak soykırım olduğunu düşünen, fakat askeri menfaatleri ve ilişkileri bozmamak adına aksi yönde oy veren Kongre üyeleri çoğunlukta idi. Oysa Sayın Şükrü Elekdağ’ın Washington Büyükelçisi olduğu dönemde, yetmiş bilim adamı Amerika’da ortak bir deklarasyon yayınladılar. Deklarasyonda çok açık bir biçimde bu olayların soykırım sayılamayacağını beyan ettiler. Fakat bu olaydan sonra deklarasyona imza atan bilim adamlarına karşı müthiş bir saldırı kampanyası düzenlendi ve bir çoğu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Bazılarının sandığı gibi Diaspora, demokratik mücadele veren değil, çoğunlukla bu tür saldırılarla sindirme politikası uygulayan kişilerden oluşmaktadır. Bu tür olaylara karşı Türkiye’nin alacağı somut tedbirleri tespit etmek Hükümetin görevidir. Sorunun kaynağını ortadan kaldırmadığınız sürece bu ve buna benzer tasarıları engellemeniz mümkün olmaz.

Değerli arkadaşlarım, bizim şu aşamada Hükümete önereceğimiz budur ama görüyoruz ki, Hükümetin böyle bir niyeti yoktur. Muhtemelen önümüzdeki günlerde, protokollerle ilgili üstümüzdeki baskıyı daha da artıracaklar. Aksi takdirde bizi, tasarıyı Temsilciler Meclisinden geçirmekle tehdit edeceklerdir. Dolayısıyla, bunun geçerli yol olmadığını ispatlamak için protokolleri geçersiz kılmak zorunludur. Değerli arkadaşlarım, Türkiye aleyhinde bu kadar haksızlık yapılırken çok daha yakın tarihte cereyan eden, gayri insani ve vahim bir saldırı niteliği taşıyan Hocalı katliamından kimse bahsetmiyor. 26 Şubat’ta yıl dönümü olan ve resmi rakamlara göre çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan altı yüz on üç kişi Azerbaycan’ın Hocalı kentinde Ermeniler tarafından işkence edilerek öldürüldü. Amerikan ve İsveç Parlamentosu bunun farkında değil mi? Yani bunların boy hedefi sadece Türkiye midir? Ermenilerin yaptığı hiçbir suç dikkate alınmayacak mı? 1915 yılında beş yüz binden fazla Türkün öldürüldüğünden bahseden çıkmış mıdır? Bunları yadırgıyoruz ve çok rahatsızlık duyduğumuzu bu vesile ile belirtmek istiyoruz.

Biz Sayın Elekdağ ile birlikte Meclis Dış ilişkiler Komisyonuna, bu tasarıların Hükümete iade edilmesi için şimdiden bir önerge verdik. Henüz net bir cevap alamadık. Pazartesi günü Dışişleri Bakanının konuşmasını dinledikten sonra, bu meseleyi daha üst düzeyde Meclisin gündemine getirmek için yeni girişimlerimiz olabilir. Onu da o zaman açıklayacağız. Ancak bu aşamada söyleyeceklerimiz bunlardır. Hepinize  teşekkür ederim.


Bu belge Basın Bültenleri arşivinde bulunmaktadır.