Kanal B – AB İlerleme Raporu ve Ermenistan’la İlişkiler Hakkında

 
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’ in  Kanal B’ ye Verdiği Mülakat
16 Ekim 2009

 

Sunucu: Sayın Onur Öymen, programımıza hoş geldiniz. İlerleme Raporunu, çok iyi, dengeli ve anlamlı değerlendiren bir kısım medya var. Tabi ki Hükümet çevrelerinde de bu yöndeki yorumlar aynı. Yanılmıyorsam, Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda Baş Müzakereci Egemen Bağış ile bir tartışma yaşanmıştı. Raporda en çok dikkatimi çeken, “Açılımın içeriğini bilmesek de açılımı destekliyoruz” ifadesi oldu. Aslında açılımın içeriğini biliyorlar. Raporda Ermeniler hakkında herhangi bir beyan yok, çünkü Ermenilerle ilgili isteklerini çoktan gerçekleştirdiler. Açılımın içeriğini, biz zaten şimdiye kadar yayınlanan Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında Avrupa’nın talepleri ile görmedik mi? Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Onur Öymen: Efendim, söylediğiniz şey doğrudur fakat ondan önce isterseniz bir şey daha belirteyim. 14 Ekim tarihinde Avrupa Birliği’nin, biri Strateji Belgesi diğeri de Türkiye Raporu olmak üzere iki tane raporu açıklandı. Strateji Belgesine bakıldığında, Türkiye ile müzakerelere aynı gün başlayan Hırvatistan’ın müzakere sürecinin bitmek üzere olduğu görülmektedir. Pek çok kaynaktan alınan bilgiye göre, 2012 yılında Hırvatistan, Avrupa Birliği’ne üye olacaktır. Türkiye ile yarışa aynı zamanda başlayan bir ülke AB’ye üye olurken, Türkiye için uzak bir tarih bile verilmiyor. Yani burada çok ciddi bir farklılaştırma vardır.

New York Herald Tribune gazetesi “Türkiye’ye itiraz, Balkan ülkelerine teşvik” anlamına gelecek bir başlık atmış. Gazete, İlerleme Raporunu Türkiye’yi suçlayıcı, uyarıcı bir rapor olarak değerlendiriyor. Bazıları, Balkan ülkelerinin nüfuslarının az olması dolayısıyla Avrupa Birliği’ne üye oldukları yönünde söylemlerde bulunuyorlar ancak bunlara hiç itibar etmemek lazım. Çünkü bundan önceki genişlemede, nüfusları çok farklı olan Polonya ile Malta ve Kıbrıs’ın müzakere süreçleri birlikte yürütüldü ve bu ülkeler aynı zamanda AB’ye üye oldular. Litvanya ile Macaristan örneğinde de aynı şey görüldü. Bu ülkeler arasında da büyük farklılıklar olmasına rağmen aynı paketin içinde üye yapıldılar. Dolayısıyla bu iddiaların geçerliliği yoktur. Türkiye, çok açık ve net bir şekilde, bu işte geride bırakılmıştır.

Sadece Türkiye Raporuna bakıldığında ise, bu raporu kaleme alanların, şimdiki Hükümeti koruma ve kollama amacı güttüğü görülebilir. Avrupa Birliği’nden sorumlu Devlet Bakanının, bu rapordan çok memnun gözükmesinin altında yatan neden de budur. Yani, İlerleme Raporu Türkiye’nin kurumlarını kollayan değil ama Hükümetin politikalarını kollayan bir rapor olarak karşımıza çıkıyor. Raporda Hükümeti incitmemek ve Cumhurbaşkanını övmek için oldukça özen gösterilmiş. Doğan Medya grubunu yönelik yapılan boykot çağrılarında, sırf Başbakanının adını zikretmemek için “bazı üst düzey politikacılar” demeyi yeğlemişlerdir. Bu kişi Başbakan değil de kimdir? Sırf adını söyleyip de onu eleştirir duruma düşmemek için bu şekilde bir üslup kullanmışlardır.

Peki, bu Hükümeti neden bu kadar kolluyorlar? Sizin de biraz önce belirttiğiniz gibi, İktidar, Kürt ve Ermeni açılımlarında olduğu gibi Avrupa Birliği’nin ve Amerikalıların tüm isteklerine boyun eğiyor. Dünyanın gündeminde birçok konu var. Bu konuların çoğunda, Avrupa ülkeleri ile Amerika arasında ve Avrupalı siyasetçilerin kendi aralarında görüş ayrılıkları yaşanıyor. Bunun tek istisnası Türkiye ile ilgili konulardır. Türkiye ile ilgili bir meselede Avrupalılar ve Amerikalılar her zaman aynı fikirde oluyorlar.

Mesela, Kıbrıs’la ilgili politikalarda, Avrupa Birliği ülkeleri arasında herhangi bir görüş ayrılığı yaşanıyor mu? “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni” tanımanın zamanı geldi, onlara çok büyük haksızlıklar edildi” diyen bir Avrupalı siyasi parti var mı? Hayır, yok. Ege konularında ya da Ermeni konusunda Türklerin haklı politikalarını destekleyen tek bir ülke var mı? Kürt meselesinde “Türkiye, Kuzey Irak’taki PKK üslerini temizleme, tasfiye etme hakkına sahiptir” diyen tek bir siyasetçi ya da ülke var mıdır? Hayır. Heybeliada Ruhban Okulu tartışmalarında, bu okulun açılmasının Türkiye’nin Anayasasına aykırı olduğunu,  açılması halinde kökten dinci başka din okullarının da açılabileceği, dolayısıyla bu talebin yanlış olduğunu söyleyen bir kişi çıkıyor mu?

Özetle, bütün konularda bize karşı istisnasız bir cephe alma durumu söz konusudur. Hükümetin demokratik açılım olarak nitelendirdiği bu süreç, yurt dışında yazılan bir yol haritasıdır. Elimizde, aynı kişinin hazırladığı iki tane rapor var. Bunlar, Washington’da Atlantic Council denilen bir kuruluş tarafından yazılan Ermeni ve Kürt Raporlarıdır. 2007 yılında hazırlanan bu raporlarda yazılan ne ise, Türkiye’nin şu an yaptığı da odur.  Mesela, raporda sınır dışında terörle mücadele edilmemesi, Başbakanın DTP ile görüşmesi, Anayasadan Türklük lafının çıkarılması, dağdakilere af çıkarılması gibi öneriler yer alıyor. Bu konuların hepsi şimdilerde Türkiye’nin gündeminde tartışılmaktadır.

David Phillips, birinci raporu 2004’te, Türkiye’den ve Kuzey Irak’tan katılan insanların katkılarıyla yazmıştır. Buna ek olarak Norveç’in Washington Büyükelçisi, bu çalışmalara bizzat katılmış ve bu projenin finansmanlığını Norveç Hükümeti üstlenmiştir. Amerika ve İngiltere’nin eski Ankara Büyükelçileri de bu çalışmalara bizzat katılmışlardır. Yol haritaları daha o zamanlar çizilmeye başlanmıştır. Amerika’da yol haritaları çizilirken, Avrupa’nın bundan haberdar olmadığını mı zannediyorsunuz? Türkiye ile ilgili konularda, bu ülkelerin aralarında tam bir anlaşma sağlanmaktadır.

Ermeni açılımında da, tuhaftır ama yine aynı zat, David Phillips, Ermeni yol haritasını hazırlamak için Türk ve Ermeni Yakınlaştırma Komitesi adında bir komite oluşturmuş ve bu komiteye de Türk ve Ermeni taraflarından kamuoyunca bilinen insanlar katılmıştır. Çalışmalar sonunda bir rapor hazırlanmış ve bu rapor kamuoyuna açıklanmadan, her iki ülkenin hükümetlerinin temsilcilerine gönderilmiştir. David Phillips, Temsilciler Meclisinde yaptığı konuşmada “Esas mesele, Türkiye’nin koşulsuz olarak sınırları açmasıdır.  Biz de bu konuda mutabakata vardık” ifadelerinde bulunmuştur.

Sunucu: Efendim, bu David Phillips denilen şahsın özelliği nedir?

Onur Öymen: Bu kişi, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın eski uzmanlarındandır.  Şimdi ise Atlantic Council denilen sivil toplum örgütünün araştırmacısıdır. O kadar ki, raporunda, bu çalışmaları Türk yetkililerle, emniyet görevlilileri ve istihbarat örgütleri ile yürüttüğünü açıkça ifade etmiştir. Bu raporların altında yatan budur.

Avrupa Birliği’nin raporuna bakacak olursak, Hükümet için yumuşak bir üslup kullanılması ama başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere, YARSAV gibi önemli adli sivil toplum örgütleri üzerine bu kadar haksız eleştirilerde bulunmasının altında yatan nedenler bunlardır. Aslında amaçlanan, bir yandan Hükümeti kollarken, diğer yandan da Türkiye’deki diğer kurumlara mümkün olduğunca sert eleştirilerde bulunmaktır.

Müsaadenizle bir örnek vermek istiyorum; eski raporların aksine bu raporda Genelkurmay Başkanından bizzat ve ismen bahsettiler. Bir meslek hastalığı olarak biz tabi ki son iki raporu kıyasladık. Geçen yılki raporlarda, Türk Silahlı Kuvvetleri daha genel ifadelerle eleştirilip, 33 satır halinde bahsedilirken, bu yılki raporda çok daha kuvvetli ifadelerle, içeriği daha ağır bir biçimde eleştirilmekte ve 53 satır halinde bahsi geçmektedir. Ayrıca bu eleştirilerde bizzat Genelkurmay Başkanının kendisi hedef alınmaktadır.

Son olarak şunu da belirtmem gerekiyor ki; Genelkurmay Başkanının hedef alınan ifadeleri arasında etnik konular, Kıbrıs konusu ve çeşitli siyasi konular yer almaktadır. Fakat Genelkurmay Başkanının, “Türk Silahlı Kuvvetleri her zaman demokrasiye bağlıdır” sözüne herhangi bir atıf yoktur. Öyle bir hava yaratılıyor ki, bu tür açılımlarda sürecin yavaş ilerlemesinin sebebi TSK ve yargının kendisiymiş gibi gösteriliyor.

Sunucu: Efendim, bu değerlendirmeler için çok teşekkür ediyorum. Bu arada Ergenekon Davasına atıfta bulunarak bir şekilde taraf olmaları, Türkiye’de askerlerin darbe girişimi nedeniyle ilk defa yargılandığı cümlesini kullanmaları da Türkiye tarihi konusundaki cehaletlerini sergiliyor. Talat Aydemir dönemi ve 1960’lardaki gelişmeleri bilmediklerini çok açıkça gösteriyor.

Bir diplomat olarak size sormak istiyorum; “Ermenistan ile ilişkiler başlamalıdır”, “sınırlar açılmalıdır”, son olarak da Hillary Clinton’ın yaptığı “Siz Muhalefete aldırmayın, anlaşmada son noktaya gelin” şeklindeki açıklamalar diplomasi dilinde ne anlama geliyor? Azerbaycan’la yaşanan bayrak krizinden başlayarak dış politika konusunda genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?

Onur Öymen:  Bu çok hazin bir tablodur. Çok önemli tespitler yapmışsınız, bir tanesi eksik kalmış. İzninizle onu da eklemek isterim. Başkan Obama, Mecliste yaptığı konuşmada diplomatik dile başvurmadan çok açık bir şekilde, “Türkiye, Ermenistan sınırını açmalıdır”, “Yukarı Karabağ meselesi çok uzun sürdü. En kısa zamanda çözüme kavuşturulmalıdır” benzeri açıklamalarda bulundu.  Ancak Obama sınırların koşulsuz olarak açılmasını istiyor. Bütün bu mesajların özünde yatan bu anlayıştır. Sonrasında Türkiye, sınırın koşulsuz açılmasını içeren iki protokolü imzaladı.

Bu, Türkiye açısından çok hazin bir tablodur. Çünkü bizim hiçbir zaman kabul etmek istemediğimiz, tek taraflı taviz vermektir.  İmzalan protokoller, tek taraflı tavizlerdir ki bunlar bizim diplomasi geleneğimizde yoktur. Çok değerli bazı Bakanlar, dün Mehmet Ali Birand’ın programında, Sayın Davutoğlu’na not vermişler. Notlarda çok cömert davranmışlar. Türkiye’nin geldiği şu duruma bakın. Yani biz taviz verdikçe seviniyoruz. Acaba bu durum bizim tuhaf tabiatımız mıdır, yoksa belli insanların kamuoyuna yaydığı bir hava mıdır? Türkiye hangi konuda taviz verse bazı insanlar bayram ediyor, bunu sevinçle karşılıyorlar. Farkında değiller ki, biz aslında en yakın dostumuz, kardeşimiz olan Azerbaycan ile dostluğumuzu tahrip ediyoruz. Yani kaş yapayım derken göz çıkarıyoruz.

Daha dün, çok sayıda Azeri milletvekili, Meclise gelip bizi ziyaret etti. Azeriler büyük bir kaygı ve üzüntü içerisindeler. Yukarı Karabağ konusunda kendilerine birtakım sözler verilmiş fakat bunlar metinde yer almıyor. Metinde yazılı olarak yer almayan bir maddenin güvenilirliği olamaz. Çünkü diplomatik ilişkilerde, metinde olmayan gerekçelerle, o metni onaylamayı reddederseniz, Kıbrıs konusunda imzalan Ek Protokol yüzünden yaşananlar, başınıza gelir. Türkiye, Avrupa Birliği yükümlülüklerini yerine getirmediği için Ek Protokolü onaylamak istemedi ama sonrasında Avrupa Birliği’nin yaptırımları ile karşılaştı. Avrupa Birliği, müzakere başlıklarının sekizini dondurdu ve bütün müzakere başlıklarının sonuçlandırılmasını şartını da bu protokolün onaylanmasına bağladı.

Uluslararası ilişkilerde, bir metni imzaladığınız zaman onu onaylayacağınızı taahhüt etmeniz gerekmektedir. Bu taahhüdü yerine getirmediğiniz zaman da size sonuna kadar baskı yaparlar. Ermenistan, daha şimdiden Türkiye’nin bir an önce bu metni onaylaması için ısrar ediyor ve onaylamaması halinde anlaşmayı iptal edeceklerini ifade ediyor. Keşke etseler.

Esas mesele şu ki, bu konudan kaynaklanan sorunlar daha şimdiden yaşanmaya başladı. Olli Rehn gibi bazı üst düzey yetkililer, Türkiye’nin sınırları şartsız açması yönünde baskı yapmaya başladılar. Şartsız ne demektir? Yani, Ermenistan işgal ettiği topraklardan çekilmese de, bizim sınırlarımızı açmamız gerekiyor. Peki, siz Ermenilerin o topraklardan çekilmesi için ne gibi bir yaptırım uyguluyorsunuz? Türkiye, hiçbir yaptırım uygulayamıyor.

Sunucu: Bizim ülkemizdeki bazı sözde alanında uzman yorumcular, “Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan Karabağ sorununu, neden Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır anlaşmasına koşul olarak getiriyorsunuz?” şeklinde eleştirilerde bulunuyorlar ve bunun, üçüncü bir ülkenin sorunu olmadığını söylüyorlar. Böylesine düz bir mantık kabul edilebilir mi?

Onur Öymen: Bunu söyleyen arkadaşlar, sanırım diplomasi ile ilgilenmeye pek zaman ayıramadılar. Kıbrıs’ta iki toplum arasında olan ihtilaf, nasıl oluyor da bütün dünyayı ilgilendiriyor? Nasıl oluyor da Amerika ve bütün Avrupa ülkeleri, Türkler Rumların istediklerini yerine getirmedi diye Kuzey Kıbrıs’a ambargo uyguluyor? Kıbrıs meselesi, Amerika’nın ya da Avrupa’nın meselesi midir? Neden bizim iç meselemize karışıyorlar? Merak edenlere bu konuda yazdığım bir kitabımı okumalarını tavsiye ederim. Kitapta, geçmişte ve günümüzde Türkiye’ye uygulanan yaptırımlara genişçe yer verdim. İsteyen okuyup öğrenebilir.

Azerbaycan bayrağı meselesi gelince, bu konu çok hassastır. Ben geçen gün Bursa Valisi ile konuştum. Türkiye-Ermenistan maçına Azerbaycan bayrağının sokulmaması kabul edilir bir şey değildir. Çünkü bayrak, bir milletin şerefidir. Atatürk’ün İzmir’e girişinde önüne serilen Yunan bayrağına nasıl saygı gösterdiğini hepimiz biliyoruz. Bunu nasıl yaparsınız? Azeriler bizim kardeşimizdir. Almanya’da Almanya – Ermenistan maçı oynansa ve Alman makamları, maça Türk bayrağının sokulmasını yasaklasalar, o durumda biz ne hissederiz? Tüm bunları Bursa Valisine söyledim. Bu konuda Meclise bir soru önergesi verdim. “Vali olarak bu talimatı siz verdiyseniz, derhal kaldırın” dedim. Bunun üzerine belki başka telkinler de olmuştur ama Vali kararı geri aldıklarını duyurdu. Hemen arkasından Ermenistan, durumu FIFA’ya şikayet etti ve Azerbaycan bayraklarının maça alınması tekrar yasaklandı. Cumhurbaşkanı, Türkiye-Ermenistan maçını izlemeye Erivan’a gittiğinde onun karşısına Yukarı Karabağ bayraklıları çıktığında, onları durduran herhangi biri oldu mu?

Taviz veren hep biz mi olmalıyız? Bu kadar mı duygularımızı kaybettik? Onlar bizi kardeş olarak görürken, biz yaptığımız yanlış politikalar sayesinde Azerilerin dostluğunu kaybetmek üzereyiz. Azeri milletvekillerinden biri,  sınırları açmamız halinde, bizimle dost değil, sadece komşu olacaklarını söyledi. Sonunda onlara bu lafı da söylettik. Bir şey daha söylemek isterim ki, Türkiye-Ermenistan maçının oynandığı 14 Ekim 2009 tarihinde, Rus petrol şirketi ile Azeri petrol şirketi, Azerbaycan doğal gazının önemli bir bölümünün Rusya’ya sevk edilmesi için anlaşma imzaladılar. Türkiye’nin neler kaybettiğini görebiliyor musunuz? Bu gaz Nabucco’dan geçecek olan gazdı.

Amerika ve Avrupa, Ermenistan’ın Türkiye üzerinden Batıya açılmasını istiyor. Böylece onlar da Türkiye ve Ermenistan üzerinden Asya, Kafkasya ve Rusya’ya açılacaklar. Peki, Ruslar ne istiyor? Unutmayın ki Ruslar, çok iyi satranç oyuncusudur. Acaba Ruslar, Türklerin ilişkilerinin iyi mi, yoksa kötü mü olmasını ister? Bu konularda çok akıllı olmak gerekmektedir.

Sunucu: Neredeyse yirmi yıldır ele aldıkları Karabağ sorununu çözemeyen MINSK grubunu, Ermenistan meselesine de dahil ettiler. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Onur Öymen: Öncelikle size kısa bir anekdot anlatmak isterim. “Biz Aptal Mıyız” adında bir kitap vardır. Mesele bizim aptal olup olmamamız değil, karşımızdakilerin bizi aptal gibi görüp görmemeleridir. Benim eşim de diplomasi tahsili yapmıştır. Bir Büyükelçi, resmi bir yemekte, Türkiye’nin bütün bu konularda neden taviz vermesi gerektiğini anlatırken, eşim de aynı şekilde neden taviz veremeyeceğini anlatıyordu. Adam bu konuda ısrar edince, sonunda eşim kendisine “Bizim alnımızda aptal mı yazıyor, bizi öyle mi görüyorsunuz?” diye sormuş. Adamın cevabı ise “evet” olmuş.

Özetle bizi, haklarını savunmasını bilmeyen, haklarını savunma cesareti gösteremeyen bir ülke gibi görüyorlar. Yoksa hangi ülkeye, böyle bir anlaşma imza ettirebilir? Türkiye, herhangi bir koşul koymadan bu metni nasıl imzalayabilir? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Protokolde, ne Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekileceğine dair bir hüküm var ne de Karabağ’ın adı geçiyor. Kendi menfaatlerine bu kadar zarar veren bir anlaşmayı imzalayacak başka bir devlet çıkar mı?

Kıbrıs meselesinde Türkiye, Ek Protokolü imzaladığında, ayrıca bir deklarasyon da yayınlamıştı. Yayınlandıktan bir saat sonra Avrupa Birliği yetkililerinden, deklarasyonu reddettiklerine dair cevap geldi. Ermenistan konusunda da aynı şey başımıza gelecek. Türkiye, yabancıların baskılarına direnememektedir. Bundan daha hazin olanı da Türkiye taviz verirken, ülkede bunu mutlulukla karşılayan insanların olmasıdır. Yani biz bu kadar akılsız mıyız? Neden en olmayacak anlaşmaya “evet” diyoruz? Ermeni yetkililer, anlaşma metnini kendilerinin yazdıklarını ve Türk tarafının da bunu kabul ettiğini söylüyorlar.

Zürih’teki olaya gelecek olursak, anlaşma imzalandıktan sonra bizim Bakan bir konuşma yapmak istemiş fakat karşı taraf itiraz etmiş. Bunun üzerine Avrupalı ve Amerikalı yetkililer, her iki tarafın yetkililerinin konuşma yapmamasını uygun görmüşler ve Türkiye buna boyun eğmiş. Oysaki geçmişte, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı sırada sadece ev sahibi olan İsviçre’nin konuşma yapmasına karar verilmiş fakat İsmet Paşa buna itiraz ederek kendisinin de konuşacağını söylemiştir. Neticede, İsmet Paşa kalkıp sonuna kadar konuşmasını yapmıştır. İşte, devlet adamı olmak budur.

Biz bunları söylediğimizde, bazıları bizi aşırı milliyetçi olmakla ve uzlaşma taraftarı olmamakla suçluyor. Fakat bu kişilerin anlaşmadan anladıkları, Türkiye’nin tek taraflı tavizler vermesidir. Dışişleri Bakanı, sıfır ihtilaf politikası yürüteceklerini söylüyor. Sıfır ihtilaf politikasına göre, karşı taraf ne derse onu yapacaklar. Kıbrıs konusundan tutun da Ermeni meselesi, Kürt açılımı ve Heybeliada Ruhban Okuluna kadar her alanda tek taraflı tavizler vererek meseleleri halletmeye çalışacaklar. Bu kadar teslimiyetçi bir devlet olur mu? Bir savaşı kaybettiğinizde boyun eğebilirsiniz ama şu an savaş mı kaybettiniz ki bu kadar boyun eğiyorsunuz?

Başbakan, halkın böyle olmasını istediğini söylüyor. Size Azeri kardeşlerimizi küstürün diyen halk mıdır?  “Mademki biz halkın oylarıyla buraya geldik, istediğimizi yaparız” zihniyetinin yaptıkları ortadadır. Şimdi imzaladıkları anlaşmaya direneceklerini söylüyorlar. Madem direnecektiniz neden imzaladınız? Tek korkuları, yabancı devletlerin AKP İktidarını desteklemekten vazgeçmeleridir. Bu yüzden de onlar ne isterse, onu yapıyorlar. Başbakanın danışmanı zamanında Amerika’da yaptığı konuşmada, “Başbakanımızı delikten aşağı süpürmeyin, onu kullanın” demişti. Bunun manası, “İsterseniz bizim Başbakanımızı süpürürsünüz ama bunu yapmayın, onun yerine kullanın” demektir.

İşte, Türkiye’yi getirdiğiniz nokta budur. Biz, bununla mücadele ederken bazıları ise ne kadar taviz verilirse, o kadar memnun oluyorlar. Biz CHP olarak Ermenistan sınırının açılmasına ya da diplomatik ilişkilerin başlamasına karşı değiliz ama bunun bir şartı vardır. Bu şart, Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan bir an önce çekilmesidir. İktidar olarak ağırlığınızı koyup, bunu dile getirmelisiniz. On yedi yıldan beri iktidara gelmiş bütün Türk hükümetleri bunu yapmış da siz neden yapamıyorsunuz?

Aynı devletler, şimdi PKK ile mücadele değil müzakere etmemizi ve bu duruma siyasi bir çözüm bulmamızı söylüyorlar. Hükümet, yarın terör konusunda da aynı tavizleri vermeyecek mi? Kürt açılımının içeriğini açıklayamamalarının nedeni de budur. Kıbrıs konusunda da emin olun ki ilerleyen günlerde bir Kıbrıs açılımı gündeme gelecektir. Kofi Annan Planından daha kötü bir projeyi önümüze koyacaklar. O zaman da aynı koro, bundan iyisi olamaz, “Hemen imzalayalım” şeklinde açıklamalarda bulunacaktır. 1897 Savaşında Girit’i kazanmamıza rağmen, onu da böyle bir zihniyetin sonucunda kaybetmiştik. Askeri müdahaleyi bizim kazanmamıza rağmen, sanki savaşı biz kaybetmişiz gibi Kıbrıs’ı da vereceğiz ve adanın bir Rum adası olmasına göz yumacağız. Televizyon programlarında her kanalda Ermeni meselesi tartışılırken, öldürülen Türk diplomatlarının eşleri, çocukları acaba bu programlara çağırılıyor mu?  Onların bu konuda neler düşündüğü acaba hiç merak ediliyor mu?  Bizim diplomatlarımızı öldüren terör örgütü ASALA’nın üyeleri şu an Erivan’da serbestçe dolaşıyor.

Sunucu: Efendim, Atatürk’e hakaret konusunun İlerleme Raporunda yer alması hakkında ne düşünüyorsunuz? Siz yıllarca Almanya’da büyükelçilik yapmış bir diplomat olarak, orada Cumhurbaşkanına hakaret etseniz, ne olur?  Daha doğrusu böyle bir hakkınız var mı? Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Onur Öymen: Asıl sorulması gereken, bunların Atatürk’ten neden bu kadar rahatsız olduğudur. Avrupa Birliği, Atatürk’e hakaret edenleri cezalandıran kanunu, bu defa İlerleme Raporunda, ifade özgürlüğünü engelleyen kanunlar arasına koyuyor. 2004 yılında da buna benzer bir şey yapmışlardı. 1951 yılında çıkarılan bu kanuna göre. Atatürk’e sövmek ve hakaret etmek yasaktır. Peki,  bu yasayı neden Rapora koydunuz? Yani bunların yaptıklarının savunulması mümkün değildir. Atatürk sevgisi, vatandaşın yüreğine işlemiştir. Yabancıları rahatsız eden de budur. Yurtdışındaki bir toplantıda üst düzey bir yetkiliyle yaptığımız sohbet sırasında bana  “Siz Kemalizmden vazgeçmeden Avrupa Birliği’ne giremezsiniz” demişti. Zihniyete bakar mısınız?

Atatürk’ten bu kadar rahatsız olmalarının nedeni, Atatürk’ün Türkiye’ye kimliğini vermesi ve özgüvenini kazandırmasıdır. Türkiye’yi bir manda, sömürge devleti haline getirmek isteyenleri, elinin tersi ile itmiş ve bizi her anlamda egemen, eşit, bağımsız bir ülke haline getirmiştir. Hükümetler gelip geçiyor fakat değişmeyen tek şey, İktidarda Atatürk’ün olmasıdır. Bunlar, İktidarı ele geçiremiyorlar. Atatürk’ün düşünceleri, ilkeleri, hedefleri, Türk milletinin içinde ikinci bir tabiat halinde var olmaya devam ediyor. Bu da yabancıların hiç hoşuna gitmiyor.

İşin daha vahim tarafı, Atatürk’ü Koruma Kanunu fikir hürriyetini engelleyen bir kanun olarak nitelendirmelerinin yanı sıra bu kanunun iyi bir metin olduğunu ifade etmeleridir. Nasıl oluyor da bizim Bakanımız “Bu şimdiye kadarki metinlerin en iyisidir” şeklinde açıklamalarda bulunabiliyor? Siz metni okumadan mı bunu söylüyorsunuz yoksa bilerek mi bu ifadeyi kullanıyorsunuz? Her ikisi de çok vahimdir. Başka ülkelerde,  Devlet Başkanına karşı siyasi bir suç bile işlense bu, adi suç sayılır ve adi suç işlenmiş gibi yargılanılır. Her ülkede Devlet Başkanlarının kimliği, kişiliği ve saygınlığı korunmuştur. Bunu koruyan kuralın adı da Belçika Kuralıdır. Ama bizde, Atatürk’e ya da başka kişilere dilenildiğince hakaret etmenin serbest olmasını istiyorlar. Türkiye’de, bu kuralın çok iyi anlaşılması ve buna karşı tepki gösterilmesi gerekir. Ben yarın Avrupa Birliği yetkililerinin de katılacağı bir konferansta bunu açıklıkla dile getireceğim. Bakalım, toplantıya katılacak olan İktidar Partisi temsilcileri de bu kelimelerle bu tepkiyi gösterebilecekler mi, çok merak ediyorum.

Sunucu: Rapor değerlendirilirken, bu durumun dikkate alınmadan değerlendirilmesi çok düşündürücü ama bununla birlikte alfabeye yeni harflerin eklenmesini isteyen, dolayısıyla açılımla ilişkisi olduğunu gösteren bu ifadeler de dikkat çekici değil mi  Sayın Öymen?

Onur Öymen: Elbette. Türkiye içinde ve dışında Türkiye’nin yapısını, dokusunu ve Cumhuriyetin temel değerlerini, ilkelerini değiştirmek isteyenler arasında tam bir ittifak var. Bu kişiler de zaten birlikte çalışıyorlar. Dolayısıyla bu insanlar hep birbirlerini destekliyorlar. Türkiye’de aynı zihniyete sahip insanlardan bir kişi bile, bu şartları metne koyanları hiç eleştiriyor mu? Hayır. Çünkü onların sözcüsü gibi hareket ediyorlar. Avrupa’dan gelen her talep destekleniyor ama karşı çıkanlar her zaman eleştiriliyor.

Bunlar bizleri gerçekten rencide ediyor, çünkü ülkemizin kimliğine, kişiliğine, temel yapısına zarar verici girişimlerdir. Ancak biraz önce de belirttiğim gibi, bu kişiler nasıl oluyorsa, görüşlerinden dolayı medyada baş tacı ediliyorlar. Bazı televizyonlar kanalları, programlarına İktidar partisine mensup insanlar olmadan, Muhalefetten isimleri çağırmaya cesaret edemiyorlar. Başlarına geleceklerden korkuyorlar. Mesela sürekli programlarına çıktığım bir televizyon kanalı uzun bir süre beni davet etmedi. Bir yıl sonra aradılar, programa gittiğimde neden bu kadar ara verdiklerini sordum. Bana, kanallarına yüklü bir ceza aldıklarını, bundan dolayı beni uzun bir süre çağırmadıklarını söylediler. Türkiye böyle bir ülke haline geldi. Buna rağmen Raporda, medyaya bu kadar ağır baskı yapan Hükümete karşı son derece hafif ifadeler yer alıyor. Deniz Feneri Davasından Ergenekon’a kadar birçok olay raporda neredeyse savunuluyor. Maksat, çamur at izi kalsın.

Biz CHP olarak bunlara izin vermeyeceğiz. Sadece burada değil, ülkenin her yerinde Cumhuriyet Halk Partililer, ülkemize, Cumhuriyetimize, Atatürk’e ve Partimize yapılan tüm saygısızlıklara, suçlamalara, hakaretlere hak ettiği cevabı verecektir. Yani Türkiye sahipsiz değildir. Biz bu ülkeyi sokaktan bulmadık. Bu devleti kuranların ülkeyi nasıl yoktan var ettiklerini gayet iyi biliyoruz. Gençlerimize, Atatürk’ün Gençliğe Hitabını okumalarını tavsiye ediyorum. Bu, çok önemli bir belgedir. Çünkü Atatürk, o zamandan bu günleri öngörmüştür. Bu anlamda Atatürk’ün Hitabı, sadece bir övünme değil, aynı zamanda bir uyarıdır. Kendisi, ileride başımıza gelecek olanları öngörmüş, bu devletin başına gelecek insanların içine düşeceği durumlara karşı, gençliğe görevler vermiştir. Dolayısıyla Atatürk, yalnız iyimserlik aşılamamış, gençliği de uyarmıştır.

Sunucu: Sayın Öymen, seyircilerimizden gelen sorular var. Ben onları size özetlemek istiyorum. Bir seyircimiz, PKK’nın sonunda siyasallaştırıldığını söylüyor ve Türkiye’nin sonunda Ermeni soykırımı iddialarını kabul edeceğini ifade ediyor. Hemen ardından, bizim bunca şehidi neden verdiğimiz sorusunu soruyor. Diğer seyircimiz ise, MHP ve CHP’nin sürekli olarak Avrupa Birliği’ne onurlu bir girişten söz ettiklerini ancak şu an Avrupa ve onur kelimelerini yan yana getirmenin ne kadar doğru olup olmadığını soruyor. Bu sorular ışığında bizlere kısa bir değerlendirmede bulunabilir misiniz?

Onur Öymen: Evet, biz aynı düşüncemizin arkasındayız. Avrupa Birliği’ne, taviz vermeden gireceğiz. Zamanında başka devletlere güçlük çıkarttıkları da oldu. Fransa Devlet Başkanı De Gaulle, İngiltere’yi iki defa veto etmesine rağmen, İngiltere direndi ve Birliğe girdi. Aynı şekilde, İspanya’ya Cebelitarık konusundan dolayı baskı yapmaya çalıştılar. Fakat İspanya mücadele ederek de olsa girdi. Ancak bu süreç zarfında bu ülkeler hiçbir zaman kendilerinden tavizler vermediler. Dolayısıyla, “nasıl olsa bizi almazlar” şeklinde bir anlayışa girmek yanlış olur. Siz eğer devletinizin gücünün farkına varır ve Avrupalılarla ne şekilde konuşacağınızı bilirseniz, o zaman onlar iki defa düşünür. Bizim geçmişimizde, Hatay Meselesi, Kardak, Kıbrıs olayları gibi pek çok kararlılık örnekleri yaşanmıştır.

Sunucu: Peki, Kardak Krizi şu an gündeme gelse ne olurdu?

Onur Öymen: Şimdi böyle bir olayla karşılaşsaydık, çoktan kaybetmiştik. Yani eğer sizde kararlılık ve cesaret yoksa devleti idare edemezsiniz. Atatürk döneminin en önemli özelliklerinden biri, cesaret ve kararlılıktır. Geçen gün Mudanya Mütarekesinin yıl dönümü vesilesi ile Mudanya’daydık. Orada tam bir kararlılık örneği gösterilmiştir. Fakat biz bugün ne yapıyoruz? Gittiğimizde, ne bir Atatürk resmi ne de İnönü resmi ile karşılaştık ve karşımıza Yunan kıyafetli bir halk oyunu ekibi çıktı. Yunan müziği ve Yunan şarkıları eşliğinde Yunan dansı sergilediler. Bana bu durumu nasıl değerlendirdiğimi sorduklarında ise ben onlara “İstiklal Savaşını kaybetseydik, bugün Mudanya’da nasıl bir durumla karşılaşırdık, herhalde onu göstermek için yapmışlardır” dedim. Türkiye’nin geldiği şu duruma bakın. Siz bir Yunan milli gününde, Türk bir ekibin Türk müziği eşliğinde Türk dansları yapmasını düşünebilir misiniz? Biz katı, aşırı bir milliyetçilik sergilemiyoruz ama bu kadarı da olamaz.

Sunucu: Peki efendim, böyle bir olay Mudanya’da nasıl olabilir?

Onur Öymen: Atatürk ve İsmet İnönü gibi insanlar tam anlamıyla devlet adamlarıydılar. Fakat şimdiki yönetim bundan yoksundur. En büyük fark da budur. Fakat bu İktidar gidicidir. Bu yüzden hiç kimse bu İktidarın çok uzun süre görevde kalacağını düşünerek hesaplar yapmasın. Bütün mesele, giderlerken mümkün olduğu kadar tahrip etmeden gitmeleridir. İçeride yaptıkları tahribatları, ekonomi, sosyal işler gibi alanlarda yapacakları tahribatları düzeltiriz ancak dış politikada yaptıkları tahribatı düzeltmek daha zordur. O yüzden biz herkesi, Türk dış politikasını tahrip etmemeleri konusunda uyarıyoruz.

Sunucu: Sayın Öymen, programımıza katıldığınız için çok teşekkür ediyorum. İyi günler efendim.

Onur Öymen: Ben teşekkür ederim. İyi günler.


Bu belge Görsel Basın arşivinde bulunmaktadır.